Zecharia Sitchin, Sümer tabletlerine yeni bir yorum getirdi ve Eric Von Daniken’in savunduğu düşüncelerin bir benzerini geliştirdi. Her iki yazara göre insanlığı, uzaydan gelenler oluşturmuştur. Sitchin’in gerekçesi çok açıktır. Madenlerde çalışan uzaylıların yerini tutacak bir köle yaratma isteği, insanı ortaya çıkardı. Daniken’e göre ise, net bir gerekçe yoktur. Ben bu durumu uzaylılara bağlamıyorum. Evet, uzaylılar kadar gelişmiş olan bir tür, zaten dünyada vardı. İnsandan önce yüksek teknolojiye ulaşmış bir tür yaşamaktaydı. Tevrat bu insanlara Nefilim demekteydi. Sitchin’e göre bunlar Nibiru’dan gelenlerdir ama ayet tanrı oğullarından başka birilerini de kastetmektedir. Yani tanrı oğullarından ayrı, birileri daha dünyada bir yerlerde yaşamaktaydılar. 
Yaratılış 6 ya 4 ayetinde İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi.
Ayetteki tanımdan anlaşıldığı gibi “Nefiller, eski çağdan kalmadır”. Bu tanım güzel detaylar içerir. Demek ki yaşanılan çağ yeni bir çağdır ve eski çağdan kalan başkaları vardır. Zaten bu sitede bu çağ değişimi ile ilgili bilgiler vermekteyim. İşte bizde bu geçmiş devir insanlarının delillerini arıyoruz. Bu insanları biz Atlantisliler olarak tanıyoruz. Hemen bazılarından itiraz sesleri yükselecektir ama, bu cevap uzaydan gelmiş olanlardan daha mantıklıdır ve ayrıca elimizde delillerimiz de vardır. Bu delillere sırası geldikçe makalelerimde değineceğim ama önce benim vermeye çalıştığım ana mantığa değinmeliyim.  Yanlış anlaşılmayı engellemek için, bir konuyu hatırlatmalıyım. Atlantis ismini Sokrates’in hatırı için kullanıyorum. Siz, başka bir isim verebilirsiniz. Örneğin Kuran’dan bir isim kullanmak da mümkün. Bana göre zaten Atlantislilere Kuran, “Semud kavmi” demektedir. Yani atlas okyanusunda batmış bir kıta yoktur.
Dünyadan; bir tarladan ürün hasadı yapılır gibi, “insan” hasadı yapılmaktadır. Yani bir “tür” dünyaya gelir, gelişir ve hasat edilir. Yazılarımda etraflıca araştırdım. Dinler ve Tanrı açısından da olayları değerlendirdiğimizde aklınıza yatacaktır. Eğer hasat yapıldığını kabul edersek, Atlantislilerin bizden önce hasadı yapılan son tür olduğu da kabul etmiş oluruz. Konunun tam olarak anlaşılabilmesi için tüm makalelerimi okumalısınız.
Nefilimler, yeryüzünde tanrıların da yaşadığı şehirlerde yaşamaktaydılar. O bölgelere insanların gitmesi kesinlikle yasaktı. Kuran’daki bilgilere göre gelecekte, dünyada dört adet böyle şehir kurulacaktır. Acaba Atlantisliler de, dört şehir mi kurmuşlardı bilmiyoruz ama, bu döneme altınçağ denmektedir. Hem dini hem de kadim kaynaklar, gelecekte böyle bir zamanın yaşanacağını söylemektedir. Atlantislilerin altınçağ için kaç şehir kurduklarını bilemiyorum ama, birinin Kamboçya’daki Ankor şehrinin olabileceğini düşünüyorum. Sümer yazıtlarından bir şehrin de, Orta Doğuda ki Baalbek şehri olduğu anlaşılmaktadır. Gılgamış destanında bu şehirden bahsedilmektedir. Bu dönemi Kuran; Zülkarneyn’in yolculuklarında anlatır. Zülkarneyn ikinci yolculuğunu bu şehirlere yapmıştır. Çünkü altınçağ dönemini yaşayan bu insanlara tüm sırlar açılmıştı. Yani onlar ile güneş (bilgi) arasında hiçbir engel olmamıştır. (Nefiller ile tanrılar aynı dönem insanlarıdır ama Nefiller 1000 yıl kadar bu şehirlerde yaşayıp, gittiler. Oysa tanrılar seçilmiş görevlilerdi. Onun için çok uzun zamanlar görev yapmışlardır)
Anladığım kadarıyla; bir tür hasat edilene kadar, bir önceki tür tarafından organize edilmektedir. Bu organize her dalda olmaktadır. Bu dalların en önemlileri, bilim ve dinlerdir. Zaten dinler için yönlendirildiğimize sanırım kimse itiraz etmez, ama bilim için, aynı şeyi söylemek daha zordur. Fakat en bariz örnek olan Einstein’ı düşündüğümüzde olay çok açık gözükür. Dört yaşında konuşabilen ve tüm okul hayatı sorunlu olan biri, patent enstitüsünde çalışırken –dikkat edin araştırma görevlisi bile değil- dünyayı yerinden oynatacak şeyler söyleyebiliyor. Üstelik beyin yapısının eksisi var artısı yok. Evet, beyninde küçük farklılıklar bulundu ama bunların sonradan olma ihtimali daha yüksektir. Beynini kullanmasından gelen özelleşmeler yaşamıştır. Fakat çocukluğunda öğrenme güçlüğü çekmesi, onun normalin altında biri olduğunu gösterir. Öyle birisinden dünyanın en inanılmaz teorilerini beklemezsiniz.  Çünkü Einstein’ın söyledikleri çağının yüz yıl kadar önünde olan şeylerdir. Bilim Einstein’ın söylediklerinin üstüne yüz yıldır tek bir harf koyamamıştır. Onun teorilerini anlama ve ispatlama aşamasına yeni geldik. Bilimde bu kadar ileri adımı zamanı gelmeden yapabilmek mümkün değildir. Bu durum süper zekâ ile açıklanamaz. Dünyada bir sürü süper zekâ insan yaşadı ve yaşıyor olmasına rağmen bir tane daha Einstein çıkmamıştır. Bu işin içinde başka şeyler olduğu aşikârdır. Yani birileri ona yol göstermiş olmalıdır. Elbette bu durumdan onun bile haberi yoktur ama eminim bir şeylerden şüphelenmiştir. Fakat açıklayamayacağı için başarılarını sezgilerine bağlamıştır. Aslında aynı sezgilere peygamberler vahiy demektedir. Çünkü onlar vahiy geldiğini anlıyorlardı. Sezgi konusunu burada, dâhiliği burada detaylı inceledim. Ayrıca insanlığın yönlendirildiğini anlamak için burayı da okumalısınız.
Söylediklerimi anlayabilmek için öncelikle dinlerden başlayarak incelemeliyiz. Bizlere aktarılan bilgilerin büyük bir bölümü din kisvesi altında sunulmuştur. Din kisvesi altında sunulan bilgiler hem insanları bir düzen içine koymuştur hem de bizlere güzel bilgiler aktarmışlardır. Ateistler dinlere inanmadığı için o bilgileri kabul etmeyebilirler ama o bilgiler bize tanrıdan değil de, bizden daha zeki insanlar tarafından gönderildiğini anlamak gerek. Dinler, birkaç ayrı durumu bünyelerinde taşırlar. Öncelikle hitap ettikleri bir kesim vardır. O kesim içine giren insanlar için, kesinlikle doğru ve tartışılmaz olarak algılanırlar. Her din kendi inanan gurubuna hitap eder. Ayrıca her din dünyada, farklı farklı yaşam alanları oluşturur. İnsanların deneyimlemeleri için ayrı ayrı ortamlar var ederler. Kişiler geliştikçe dinlerin oluşturduğu eşiği aşabilirler. O zaman kişi o dinin söylediklerini saçma görebilir. Dinler ayrıca rekabet ortamı da oluşturur.  Dinlerin var olma gerekçelerini buradan daha geniş olarak okuyabilirsiniz. Dünyada gerekmeyen hiçbir şey yoktur. Yani, dinler de insanlık için olmazsa olmazlardandır. Her ne kadar dünyadaki ölümlerin ve vahşetin sorumluları olsalar da…
Biz her şeyi, bize verilen bilgiler ve duygular yüzünden maddeye bağlamış bulunuyoruz. Onun için, ruhun varlığına itiraz ediyoruz. Eğer, insanın bir ruh taşıdığını kabul edersek; önümüze uçsuz bucaksız bir alan çıkmaktadır. Ve denildiği gibi ruh, bir enerjiyse, enerjinin sakınımı gereği; evrenden yok olması mümkün değildir. O zaman ruh ölümsüz demektir. Zaten dinlerin kastettiği de budur. Yani ruhlar ölümsüzdür. Sadece geçici bir süre bedenleri deneyimleyip giderler. Bu düşünce bize ruhun gelişen bir şey olması gerektiğini söyler. Ruh, sırf laf olsun diye, bir bedene sahip olup, bir sürü eziyetler çekerek ölmesi, çok makul değildir. Bunun bir gerekçesi olması gerekir. Ruhun gelişmesini sağlayan mekanizma, madde bedenlerden geçmektedir. Peki, gelişen bu ruhlar ne olmaktadır. İşte benim anlatmaya çalıştığım şeyde, bu soru üzerine şekillenmektedir. Gelişen ruhlar, gün gelir madde bedene ihtiyaç hissetmeden, saf bilinç olarak yaşayabilecek seviyeye gelecektir ve hasat edilecektir. Bazıları için doğal olarak kabul edilebilecek bu durum, bazıları için ise akıl almazdır. Ruhun varlığını kanıtlayacak elimizde kesin deliller yok. Her ne kadar kesin delil yok diyorsam da, aslında epey ciddi sayılacak delillerimiz var. Fakat bu deliller bütün bilim insanları tarafından kabul görmezler. O delillerin farklı açıklamasının olabileceğini de düşünenler var. 
Eğer, ruh bir gelişme içerisindeyse böyle bir sonuca doğru gitmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bu gelişmenin en önemli delili Flynn etkisidir. James Flynn’a göre insanlık her on yılda 3 puan zekâ artışı yaşamaktadır. Konuyu buradan daha detaylı okuyabilirsiniz. İnsanlığın her on yılda bir 3 puan zekâ artışı ancak ruhun varlığının kabulü ile anlaşılabilir. Öyle ya! on yıl içinde insan beyninde genetik bir değişim olmadığı halde, insan daha zeki nasıl olabilir?
Bilinç için beden, bir hapishanedir. Yani bilinç=ruhtur ve ruh, yetenekleri kısıtlı bir kutuya sokulmuş gibidir. Yeteri kadar geliştiğinde bu hapishaneden çıkacaktır.  İşte dinlerde bahsedilen melekler: bu hapishaneden kurtulabilen, geçmiş dönem insanlarıdır. Onlar bedenlerinden kurtularak, saf bilinç olarak yaşamaya devam etmektedirler.  Ayrıca, meleklerin bir zamanlar insan olduğu konusunu Kuran’da söylemektedir.
 
ENBİYA 26 Böyle iken dediler ki: “Rahmân çocuk edindi.” Allah bundan münezzehtir. Doğrusu melekler (Allah’ın çocukları değil.) ikram olunmuş kullardır.
Ayetten görüldüğü gibi, melekler bir dönemler insandı. Tekamül ederek melek olmuşlardır. Kuran, ruh konusunu gizlediği için bu işi biraz gizlemiştir. Onun için tekâmül yerine “ikram olunmuş” sözünü kullanır. O insanlar, dünyayla ilgilenmeye devam edip, arkadan gelenleri organize ederler. Bir bayrak yarışı gibi birbirlerini yetiştirerek, bu sürece katkıda bulunurlar. Bir devrenin bitip de, saf bilinç halinde yaşamaya başlama zamanına dinler, “kıyamet” der. Pek çoğunun saçmalık olarak gördüğü dinler: üst devrenin; gerçeğe vakıf olmayan alt devreyi hazırlamak için, oluşturduğu mekanizmalardır. Bu mekanizmaların gayesi en kısa sürede insanları geliştirmektir. Gelişme iki yönlüdür. Biri bildiğimiz matematik zekâ yönüyle, diğeri kâmil insan olma yönüyledir. Bu ikisinin toplamına tekâmül denir. Kâmil insan yönüyle de matematik zekâ yönüyle de geliştiğimiz çok açıktır. Tarihsel süreci her iki yön ile incelersek gelişme çok belirgin olarak göze çarpar. Fakat bahsettiğimiz gelişmeler ortalama insan kalabalıkları üzerinden değerlendirilmelidir. Yoksa Aristo’yu baz alıp, tüm dünya o zaman Aristo düzeyindeydi demek, çok yanlıştır. Aslında bu duruma en güzel örnek Galileo’dur. Galileo, dünya dönüyor derken insanlığın ortalama seviyesi kişilerin içindeki şeytanı çıkarmak için insanları yakmakla meşguldü. Galileo da ölümden, “dünya dönmüyor” diyerek kurtulabilmişti. Bu arada belirtmeliyim ki! insanlar kıyamet sonrası hemen bedensiz yaşama geçmezler. Arada süper insan dönemi var. Fakat, süper insan dönemindeki ruhsal yetenekler, bedensiz döneme yakın olduğu için, o dönemi de bedensiz dönem gibi düşünüyorum.
Atlantisliler bizden 25-30 bin yıl ileride oldukları için, çok daha zekidirler. Ayrıca beden hapishanesinden kurtuldukları için, ruhsal yeteneklerini de kullanabilirler. Onun için bizi istedikleri gibi yönlendirebilirler. 25-30 bin yıl evrimde çok az bir zaman gibi gözükebilir ama gerçek öyle değildir. Şekil 1’deki parabol zekânın gelişmesini gösteriyor ve zaman geçtikçe parabol daha büyük oranla eğimi dikleniyor. Yani artık kısa süreler çok fark yaratmaktadır. Örneğin dede ile torun arasındaki fark görülebilecek seviyededir. Biri elektronik cihazlarla sörf yaparken, diğeri açıp kapamadan bile acizdir. Yalnız dedenin yaşam deneyimi aradaki zekâ farkının görünmesini engeller.

Şekil 1 Yıllara göre hasat edilen insan türleri.
Anlayacağınız gibi insanın gelişmesi beden olarak değil de “ruh”en olması gerektiği aşikârdır. Bilim ruhun varlığına sıcak bakmaz ama son dönemlerde yapılan çalışmalar artık epey esnediklerini göstermektedir. Elde ettikleri sonuçlar yüzünden, eskisi kadar net karşı çıkmalarını engellemektedir. Ben en önemli delillerden birinin flynn etkisi, bir başkasının Ölüme Yakın deneyim yaşayanların anlattıkları, bir diğeriyse insanın rüya görmesini görmekteyim. Uyku halinde bedenin dinlenmesi gerekir. Oysa beyin faaliyet içindedir. Çünkü ruh yorulmadığı için beden dinlenirken, ruh faaliyetine devam eder. Ayrıca bazı bilimsel araştırmalar ruhun varlığıyla ancak anlaşılır olabilmektedir. Yazılarımdan çok daha fazlasını okuyacağınıza emin olun.
Hep insanın “ruh” yönüne vurgu yaptım. Oysa insan ruh ve beden ikiliğinden oluşmaktadır. Beden ruh için geçici eğitim gördüğü bir durak görevi yapmaktadır. Ruh beden ile öylesine bir olmaktadır ki bedenin var olan içgüdülerini de kendi dürtüleri olarak algılar. Tıpkı Avatar filmindeki gibi; ruhumuz, avatar bedenini kumanda eder. Hayat mücadelesini iliklerine kadar yaşar. Çünkü öldüğünde ne olacağını bilmediği için, hayatta kalmak ve daha iyi bir hayat yaşayabilmek için elinden gelen her şeyi yapar.
Ruhun, böyle bir mücadeleye sokulması gereksiz değildir. Çünkü ruhun gelişmesi, tekâmülle olmaktadır. Fakat bilinç seviyesi düşük olan ruh, tekâmül için istek duymaz. Çünkü tekâmül başkalarına hizmetle olur. Oysa yeterli seviyede olmayan ruh; başkalarına hizmeti zül görür. Onun için tekâmülün negatif yönü devreye sokulmuştur. İşte dünyadaki bu hengâme, o işe yarar. Ruh, başkalarına değil, kendine hizmet için madde bedeniyle beraber dünya hayatına gönderilmiştir. Böylece insan kendi isteği olmadan, zorunlu tekâmüle sokulmuştur. Tekâmülde ölüm, yaşam kadar önemlidir. Onun için etik olmayan bunca vahşet veya savaşlar tekâmülü hızlandıran araçlardır. Daha detaylı bilgiyi buradan okuyabilirsiniz.
Bizi yönlendiren Atlantislileri biz, tanrı olarak algılıyoruz. Bu durum pek etik gözükmemesine karşın bir zorunluluktur. Çünkü zekâ özürlü insanları yönlendirmek, çok zor bir işlemdir. Başına buyruktur, söz dinlemez ve en önemlisi kendini çok akıllı sanır. Böyle bir yaratığa yaptırım uygulayabilmek için bu yol seçilmiştir. Fakat onlar yaratıcı değildir. Yani Atlantisliler dâhil, her şeyi oluşturan üst bir mekanizma vardır. Bu mekanizmaya “kaynak” ya da saf enerji demek gerek. Fakat “enerji” olayı tam olarak yansıtmaz, onun için kaynak demeyi tercih edeceğim. Bizler, Kaynağın eserleriyiz. Kaynak, -her nasılsa- bilincin değerine vardı. Yaptığı planlar gereği bir evren ve bu evrende, insan (veya insan gibi canlılar) planladı. Bu canlılar, bilinçsiz enerjiyi bilinçli hale getirmek için oluşturulmuştur. Bu sürecin bir kısmı madde dünyasında, bir kısmı ruh dünyasında gerçekleşmektedir. Ruh dünyasına yükselen kesim, arkadan gelenleri organize etmektedir. Arkadan gelenler sıfır zekâ ile başlamaktadır. Onun için belli bir düzeye gelene kadar yönlendirilmeleri gerekir. Yoksa kendi başlarına bu süreci başaramazlar. İnsanlığın ilk yıllarında görevliler, insanların arasında yaşayarak onları geliştirdiler. Onları hem gen olarak geliştirmeye çalıştılar hem de medeniyet kurabilmeleri için gerekli bilgileri öğrettiler. Onlara tarla sürmeyi, ekin ekmeyi, hayvan bakmayı öğrettiler. Tarlalarında ekecekleri genleri değiştirilmiş tohum vererek büyük avantaj sağlamalarına yardımcı oldular. Bize de bu tohumları nereden buldukları sorusunu miras bıraktılar. Sümer veya Mısır medeniyetlerinin yoktan ortaya çıkışı bu sebepledir.
İşte, Sümerleri geliştiren tanrılar bu mantıkla hareket etmişlerdir. Bu süreç Sümerlerle son bulmadı. Sümer tanrıları, Mısır tanrıları, Yunan tanrıları ve Roma tanrıları aynı kategoridedir. Tüm pagan dinleri bu çalışmaların eseridir. Bu arada Kızılderili ile Hint tanrılarını da unutmamak gerekir. Fakat Yahudilerin farklı bir misyon yüklü oldukları gözükmektedir. Çok tanrılı bir dinin tek tanrılı hale çevrilmiş ilk hali karşımıza çıkıyor. Bu durum üç büyük dinin ilk versiyonudur ve dünyada matematik zekâyı (IQ) geliştirecek yaşam deneyimi kısmını oluşturmaktadır. Ayrıca Yahudiler dünyada lokomotif olarak kullanılmıştır. Sebebinin ne olduğunu bilemiyorum ama dünyadaki bilim ve teknolojiye Yahudilerin katkısı çok fazladır. Einstein’ın Yahudi kökenli olması tesadüf değildir. Her dönemde dünyayı yönetmeyi başarmaktadırlar.  Bu durumun Atlantisliler tarafından özellikle planlandığı görülmektedir. İki büyük dinin de kökeni Tevrat’tır. Musevilik ise sadece Yahudilere özgü bir din olarak oluşturulmuştur. Nüfus olarak az olmalarına karşın özel önem verildiği aşikârdır. Bu durumu açıklayamam ama bir tahmin ileri sunabilirim. Belki Yahudiler çok kurallara bağlı olduğundan kolay yönlendiriliyor olabilirler. Dünyanın her yerine dağıtılarak dünyanın yönü onlar aracılığı ile belirlenmiştir. Hemen her ülkede yönetici konumlarda olabilmeleri ve gizli örgütlenerek planlarını uyguladıkları için kullanılmış olabilirler. Belki genlerinde yapılan bir değişiklik nedeniyle kolay yönlendirilebiliyorlar. Önceleri bu yönlendirme kendilerine verilen bir telsiz (ahit sandığı) sayesinde oluyordu. Sonra genleri sayesinde telsize gerek kalmamıştır. Sanırım tüm peygamberlerin Yahudi kökenli olmasının sebebi de bu olabilir. Dünyada çıkan tüm savaşların altından Yahudiler çıkabilir. Bunun kötü gözükmesine aldanmayın, savaşlar insanlığın gelişmesinin ana lokomotifidir.
Sümerlerden sonra oluşan diğer medeniyetlerin Sümer medeniyetini ve tanrılarını kopyaladığı sanılmaktadır. Ama bence bu bilgi tam doğru değildir. Bence o medeniyetlerin birbirine benzemeleri aynı kişiler ya da aynı planı uygulayan aynı ekibin elemanları tarafından organize edilmeleri sebebiyledir. Görevliler bir yerde bir medeniyeti geliştirip, belli bir seviyeye getirmiştir. Sonra tanrı krallara bırakıp ayrılır, bir müddet daha devam eden medeniyet yıkılır. Aynı görevli bir başka yerde başka birilerini alıp eğitir. Böylece birbirine benzer medeniyetler olmuş olur. Tevrat’ı tek tanrılı bir dine çeviren de aynı kaynaktır. Yani dünyadaki insanları organize etmeyi kendine görev edinen bir kısım Atlantisli görevliler, tüm olayların müsebbibidir. Fakat bir sorun var: bu insanlar o kadar uzun yıllar nasıl yaşayabilmektedir. Ben bu konuyu burada inceledim. Bu durumu destekleyen başka verilerimiz de var. Örneğin, insana ait olduğu düşünülen Antikitera MakinesiBağdat Pili gibi teknolojik eserler yanında, antik çağda yapılan beyin ameliyatları bu görevlilerin insanlara öğrettiği şeylerdir. Onlar gittikten sonra insanlık bu bilgileri devam ettiremedi. Babadan oğula geçen öğrenme şekli, bir noktada kesintiye uğradı. Böylece tarihsel süreçte insanlık; önce geriledi ve sonra tekrar yükseldi olarak gözükür. Sonraki yükselmesi artık kendi zekası sayesinde olacaktır..

Şekil 2 Machi Picchu’da iki ayrı taş ustası olduğu görülüyor. Alttaki duvarı yapan usta çok daha muazzam iş çıkarmış.
Antik eserlerimize baktığımızda da bu durumu görmekteyiz. Örneğin piramitlerin ilk yapılanı sonrakilerden çok daha heybetli ve sağlamdır. Aynı şekilde Göbeklitepe’de ilk yapılan tapınaklar çok daha büyük ve T’ler çok daha heybetlidir. Gittikçe tapınaklar ve T şeklindeki taşlar küçülmüş ve en üstteki tapınaklar sadece küçük bir oda şekline dönüşmüştür. Machi Picchu’daki ilk duvarlar tam bir sanat eseriyken üstüne yapılan duvarlar çocuk oyuncağı gibi kalıyor. 30-32 bin yıl önceki mağara duvar resimleri 9500 yıl önceki Çatalhöyük resimlerinden çok daha modern ve sanatsal değeri yüksek. Eski eserlerde görülen bu ilerleme  süreci normal sürece terstir. Günümüzde tam ters olarak, sonradan yapılan eserler öncekilerden çok daha muazzam olmaktadır. Öncekilerin ters seyir işlemelerinin sebebi insanları organize eden tanrıların gittikten sonra zeka özürlü insanın bilgiyi ve beceriyi gittikçe kaybetmesi sebebiyledir. Bu ters gidişat yanılgısını oluşturan bir etki de bizden önceki türlerden kalan eserlerdir. Örneğin Almanya’da bulunan ve Mamut dişinden yapıldığı düşünülen 40 bin yıllık aslan başlı insan gövdeli heykelcik Avrupa’ya homo sapiensin gelişinden 5 bin yıl daha eskidir. O zaman bu eser bizden önce dünyada medeniyet geliştirmiş bir türe ait olmalı. İnsan o zamanlarda taştan araç yapımının daha ilerisine ulaşamamıştı. Oysa bu heykelcik; iki farklı canlı türünü tek heykelde birleştirebilecek kadar hayal gücüne sahip biri tarafından yapılmıştır. İşte ben o heykelciğin Atlantislilerden kaldığını iddia ediyorum.akaleyi buradan dinleyebilirsiniz…