Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Sümerliler kendi devirlerinde eşsiz bir medeniyet yaratmışlar. Yaratmış oldukları bu medeniyetin çok geniş coğrafyalara yayılmalarını icat ettikleri yazı ile başarmışlardır. Sümerlilerin yaşantılarına baktığımızda, dinin oldukça önemli bir yerinin bulunduğunu görmekteyiz. Bunun yanında onların dini telakkileri pek çok toplumu da etkileyecek kadar büyük bir sistemin ürünüdür. Bu etkiler mimaride, sanatta, teknikte, sosyopolitik kurumlarda, bilimde, edebiyatta ve dinlerde kendini göstermektedir. Mimaride kullandıkları yapı sistemi, tarımdaki faaliyetleri, icat ettikleri yazı, kültürel gelişimleri, şehir idareciliği, kanunları, bilimsel çalışmaları, tıp alanındaki buluşları, edebi eserleri gibi pek çok şeyde kendilerinden sonra pek çok dünya medeniyetine kaynak olmuş ve temel teşkil etmiştir. Kazılarda çıkarılan tapınakların, sarayların, hatta özel evlerin yapı stili ve tekniği, daha sonraki milletlerin mimarisini şu veya bu şekilde etkilemiştir. Bundan en az beş bin yıl önce Sümerlilerin uyguladıkları kemer kubbe sistemi, sütunlar, yuvarlak pencereler, mozaikler, duvar süsleri Ortadoğu’da olduğu gibi Yunan ve Roma yoluyla batı mimarisine de girmiştir.

Kanallar açılması, bataklıkların kurutulması, sulu tarım yapılması, ulaşımın sağlanması, suların önüne set koyarak bir tür baraj uygulaması, yolcuların her türlü rahatı bulacağı han ve motellerin yapılması yine Sümerlilerde başlamıştır. Bugün uygarlığımızın temeli olan tekerlek, bundan en az beş bin yıl önceye ait Ur kral mezarlarında gömülmüş arabalarda ve birçok kabartmada görülmektedir. Sularda taşımacılık yapılan tekneler ve yelkenliler yine onların buluşudur. En önemli buluşlarından biri de posta hizmetleridir.

Onların uygarlığa en önemli katkıları dillerine göre bir yazı icat etmeleri ve okullar açarak onu istedikleri her konuyu yazacak şekilde geliştirmeleridir. Yazı, başlangıçta taşlar üzerine resim şeklinde yazılmıştır. Daha sonraları bölgede bol miktarda bulunan kil, yazı malzemesi olarak seçilmiştir. Onların yazıları çevre toplulukların yazılarının oluşmasında da etkili olmuştur[1].

Sümerler Mezopotamya’da kurulan ilk medeniyetti. Onlardan sonra Akadlar, Babilliler, Asurlular gibi ardılları hemen hemen aynı şehirlerde yaşadıkları için Sümerlere ait olan izler silikleşmiştir. Onun için önce Asur tabletleri bulunmuş ve onların başka bir dilden bahsetmeleri üzerine Sümerlerin varlığı anlaşılmıştır. Bizler Sümer gelenek, görenek ve bilimsel verilerinin çoğunu ardıllarından öğrenmekteyiz.

Sümer bilgilerinin, sonra gelenler tarafından bir miktar değiştirilerek taklit edilmesi, Sümerli bir yazar olan Ludingirra, yaşam öyküsünü yazdığı üçüncü tablette şöyle eleştirmekteydi. Bu Yeni Yıl törenimize de yabancılar hemen sahip çıktılar. Bizim değil onlarınmış gibi, Tanrıçamızın adını İştar, Tanrımızın adını da Tammuz şeklinde değiştirerek, buna sarıldılar. Başka ülkelerde yaşayan kendi soydaşlarına da öğrettiler.  Böylece sınırlarımızı aşarak her tarafa yayılmaya başladı bu tören. Bilinmez belki bundan yüzlerce yıl sonraya kadar etkileri sürer de kimse, kimden ve nereden kaynaklandığını bilemez ve anlayamaz. Ne yazık, ne acı değil mi?”[3]

Sümerli Ludingirra’nın bu endişesinde onun ne kadar haklı olduğunu tarih göstermiştir. Fakat bilgileri kendi malı yapan o toplumlar bile, Sümer’in muazzam bilgisini tamamen kendilerine mal edemediler ve aciz kaldıkları yerde sığındıkları Sümer bilgilerini deşifre etmek zorunda kaldılar.  Böylece bizler geçte olsa, Sümerlerin başarılarından haberdar olduk.

Samuel Noah Kramer, “Sümerlerin kurnaz tanrısı Enki” adlı eserinde edebi eserlerin taklit edildiğini ve bazen sonraki eserlerin önceki eserler gibi yaratıcılık sergilemediğini söylemektedir[4]. Bence Sümerlerde olmayıp örneğin Asur kökenli bir edebi eser varsa, bunun nedeni Sümerce tabletin bulunamaması olabilir. Eğer yaratıcılık varsa o kültüre de tanrıların müdahalesi var demektir.  O zamanki insan taklit edebilir ve taklit ederken bazı şeyleri değiştirebilir ama yeni bir hikâye oluşturamaz. 

Öncelikle Sümerlerin neyi başardığına ait birkaç çarpıcı örnek sunmak gerek. Matematikteki başarılarından birkaç örnek onları daha iyi anlamamızı sağlar.


Şekil 1 Tablette pisagor bağıntısının çözümü bulunmaktadır

Zamanın unutturucu etkisi sebebiyle; yılın neden 12 ay, dairenin neden 360 derece, saatin neden 60 dakika olduğunu unuttuk. Sümerlerin 60 tabanlı sayı sisteminden gelen bu rakamları başkalarına atfettik. Bu tür pek çok bilgiyi ilk duyduğumuz kişilerin ya da medeniyetin icadı zannettik.

Sümerlerin matematik konusunda geldiği noktayı anlamak için birkaç tabletten bahsetmemiz yeterli olacaktır. Belirtmeliyim ki elimizdeki tabletler Milattan önce 1700’lü yıllara aittir. Fakat benim düşüncem kesinlikle bu tabletlerin asılları çok daha eskiye gidebilir. Sümerler muazzam bir bilgi sistemi kurmuşlardı. Bir okulda edinilen bir bilgi eğer değerliyse hemen çoğaltılarak diğer şehirlerdeki okullara gönderilirdi. Onun için pek çok tabletin kırık olan tarafı başka bir yerde bulunan sağlam bir tablet sayesinde okunabilmiştir. Eskiyen tabletler yenileriyle değiştiriliyordur. Böylece ilk tabletler bir şekilde yok olmuş olmalıdır.

Şekil 1’de bir kenar 3060 olan bir karenin köşegen hesabı var. 60 tabanlı sistemde 30 rakamı 10 tabanlı sistemde 0,5 rakamına, köşegen de kök 2 bölü 2 rakamına denk gelir. Fakat tablette iki sayı var. Üstte olan 1.24.51.10 sayısı kök 2’nin değerine yakın olan 1,41419444, altta olan 42.25.35 ise  kök2 bölü 2 değerine yakın olan 0,70704167 rakamına denk gelmektedir. İsteyenler http://ghiorzi.org/sexagesi.htm (Erişim 26.08.2020) sitesinden rakamları farklı tabanlı sayılara çevirebilir. Gördüğünüz gibi gerçek değere oldukça yaklaşmışlar. Virgülden sonra 4 rakama kadar doğru bulmuşlar. Bu rakamları ölçekli geometri çizerek bu hassaslıkta ölçemezlerdi. Tablette nasıl çözdükleri yazmıyor ama hesap yaparak buldukları kesin.

Ayrıca Matematikle haşır neşir olmuş herkes, mutlaka Pisagor’un (Pythagoras) adını duymuştur ve hatta kendisiyle ilişkilendirilen Pisagor denklemini kullanmıştır. Ancak, bir dikdörtgenin içindeki köşegenin uzunluğunu çözmek için Pisagor teoremini kullanan daha eski bir Babil tableti (IM 67118) var. Muhtemelen Pisagor, matematiğin gelişiminde önemli bir figür olmasına rağmen, kendisiyle en çok ilişkilendirilen denklemi (a2 + b2 = c2) keşfeden kişi değildi. Öğretim amacıyla kullanılmış olan bu tablet, MÖ 1770’e, yani Pisagor’un MÖ 570 civarında doğmasından yüzyıllar öncesine tarihleniyor. Zaten bu şekil 1’deki tabletten belliydi. Şimdi ise direk Pisagor teoremini anlatan tablet bulunarak benim düşüncem tescillendi.[1]


[1] https://mail.google.com/mail/u/0/#inbox/FMfcgzGtxdTftjCbrPkklmHcqgHLjrQf

Şekil 2 Şekilde verilenlere göre x ve y’nin bulunması. Tabletin arkasında 60 tabanına göre çözümü var.

  Soru: köşegeni ve alanı bilinen bir dikdörtgenin kenar uzunluklarının bulunması. Kolaylık olması açısından ben alanı 12 cm2 ve köşegeni 5 cm alarak, soruyu çözeceğim. Amacım ne kadar muazzam bir şeyi başardıklarını anlatabilmek. Pisagor’un dik üçgenler bağıntısından yararlanarak x2+y2=52 denklemiyle dikdörtgenin alan formülü olan x.y=12 denklemlerini birleştirerek x2-7x+12=0 gibi ikinci dereceden bir denklem elde ederiz. Bu ikinci dereceden denklemi çözerek kökler olan x=4cm, y=3cm değerlerini bulmuş oluruz. Günümüzde bile pek çok kişinin bu problemi çözemeyeceği aşikârdır. Gördüğünüz gibi ciddi matematik bilgilerine sahip olmuşlar. Bizler daha önce bu tür şeylerin çözümünü ilk Yunanlı matematikçilerin bulduğunu sanıyorduk.

Sümerlerde, ilginçliklerin bunlarla bittiğini sanmayın. Örneğin Plimpton 322 denilen bir tablet daha var. Netten araştırırsanız daha geniş bilgilere ulaşabilirsiniz. Ben UNSW Bilim Fakültesi’nde matematik ve istatistik doktoru olan Daniel Mansfield’in yazdıklarıyla yetineceğim. Plimpton 322 tabletini kastederek.

Bu zamana kadar büyük bir gizem olan ise amacıydı. Antik dönemin yazmanları, niçin tabletin üzerindeki sayıları oluşturup sıralamak gibi karmaşık bir görevi gerçekleştirdiler. Çalışmamız ortaya koydu ki, Plimpton 322, dik üçgenlerin şekilleri açılar ya da dairelere bağlı değil, oranlara dayalı özgün bir trigonometri aracılığıyla tarif ediyor. Bu şüphe götürmeyen bir dehayı kanıtlayan büyüleyici bir matematiksel çalışma. Tablet yalnızca dünyanın en eski trigonometrik tablosunu içermiyor, ayrıca bu, Babillilerin aritmetik ve geometriye dair oldukça farklı yaklaşımlarından ötürü, tam bir kesinliğe sahip tek trigonometrik tablo. Bu da demek oluyor ki tablet günümüz dünyasıyla epeyce bir alakalı. Babillilerin matematiği üç bin yıldır demode kalmış olabilir, fakat alan ölçümlerine, bilgisayar grafiklerine ve eğitime uygulanabilecek muhtemel pratiklere sahiptiler. Bu, bize antik dünyanın yeni bir şeyler öğrettiği nadir örneklerden.”[5]

Sümerlerde matematik sadece matematik değildi. Aynı zamanda onların diniydi. Altmış tabanlı sayı sisteminde en büyük tanrın adı An, 60 rakamıyla temsil edilirdi. Tanrıların sayısal değeri vardı. En yüksek değerde olan tanrı An’ın değeri 60 idi. Aynı zamanda 60 sayısını An olarak okurlardı. Yani en büyük tanrılarının adı 60 idi. Ardından gelen Enlil’in değeri ise elli idi. Tüm tanrıları bir değeri daha doğrusu sayısal adı vardı.

Sayılar, tanrıların isimleriydi. Yani tüm tanrılar matematikle özdeşti. Böylece rahipler ya da okuyanlar aslında bu işi matematik öğrenmek için değil, tapınmak için yapmaktaydı. Yani bugün ibadet yapmak gibi o zamanda matematikle uğraşmak bir ibadetti. Bunu sadece matematiğe indirgemek doğru olmaz. Sümerlerde yaşanırken yapılması gereken her şey, dini literatüre bağlıydı. Fahişelik ya da hırsızlık yapacak olan bile, tanrılar tarafından belirlenen bir porspektüsü takip etmek zorundaydı. Her işin prospektüsüne göre davranılırdı. O prospektüslere Sümerler Me adını vermişti. Onlara uymamak demek yapmak istediğin işte başarısız olmak demekti. Onun için onlara uymamak gibi bir alternatif olamazdı. Çünkü onu söyleyen tanrıydı ve tanrılar tartışmasız her şeyin en doğrusunu bilirdi. O güne kadar bunu binlerce kez denemişler ve tanrıların söylediğini yapanlar başarılı olmuştur. Bu süreç Sümerlerin ardıllarında bu kadar kesin olmamış ve tanrılar uzaklaştıkça sistem dini kurallara dönüşmeye başlamıştır. Tanrılar olmayınca kurallar kişilerin ya da kral rahiplerin çıkarına dönüşmeye başlamış olmalıdır. Bu sebeple kurallara uymayanların cezalandırılması gerekmişti. Toplumu düzene koyabilmek için, kanunlar oluşturulmak zorunda kalınmıştır. Böylece Me’lerden sonra ilk kanunlar (Hammurabi kanunları gibi) ortaya çıkmıştır. Sümerlerin toplum yapısındaki bu yozlaşma rahip sınıfında daha az olmuş olmalıdır. Çünkü Pisagor, Mısır ve Babil rahiplerinden öğrendikleriyle matematiği günümüze aktarabilmiştir.

Matematiğin din olması olgusu Yunan’a kadar gelmiş ve Pisagor matematiğin kurallarından oluşan bir din kurmuştu. Elbette bu çok doğaldı. Çünkü Pisagor Mısır ve Babil’de eğitim almış ve her iki yerde de onu eğitenler zamanın din adamlarıydı. O din adamları Pisagor’a matematik değil kendi dinlerini öğretmişlerdi. Yani her iki kültürde de matematik demek, din demekti.

Günümüzde din; insanların kendilerini ve tabiatı aşan, kaderlerini elinde tutana karşı his olarak ve davranışlarıyla, sevgi, korku ve huşu duyguları içinde yönelmeleri; iman ikrarı, ibadet, ayin ve törenlerle yüce tanrı veya ilahi varlıkların rızasını kazanmaya, kurtuluşa ulaşmaya çalışmaları, böylece bir hayat tarzı ve cemaat oluşturmalarını mümkün kılan önemli bir müessesedir. Fakat Sümerler için din yaşamın kendisidir. Onlar için dinden başka bir yaşam tarzı düşünülemezdi. Sümer’in İlk dönemlerinde “Me” denilen ve iyi ya da kötü olan tüm davranışları düzenleyen bir porspektüsler dizisi uygulanıyordu demiştik. Örneğin ‘sepet örücülüğü sanatı’ Me’sine uymayıp kafasına göre davranan kişi zaten sepet yapması da mümkün olmazdı. İşte size, kadim Sümerli yazarın okunabilen listesinden en anlaşılabilir kısımlarından bir kesit.

(1) efendilik; (2) tanrılık; (3) yüce ve sonsuz taç; (4) krallık tahtı; (5) yüce krallık asası; (6)kraliyet alametleri; (7) yüce kutsal alan; (8) çobanlık; (9) krallık; (10) sürekli hanımlık; (11) “tanrısal hatun” (rahiplik görevi); , (12) işib (rahiplik görevi) ; (13) lumah (rahiplik görevi); (14) gutug (rahiplik görevi); (15) doğruluk; (16) ölüler diyarına iniş; (17) ölüler diyarından çıkış; (18) kurgarru (hadım); (19) girbadara (hadım); (20) sagursag (hadım); (21) savaş sancağı; (22) tufan; (23) silahlar; (24) cinsel ilişki; (25) fahişelik; (26) yasa; (27) iftira; (28) sanat ; (29) kült odaları; (30) “göğün hizmetkarları;” (31) gusilim (müzik aleti); (32) müzik; (33) yaşlılık; (34) kahramanlık; (35) kudret; (36) düşmanlık; (37) dürüstlük; (38) kentlerin yok edilişi; (39) ağıt; ( 40) yüreğin sevinci; (41) yalan; (42) asi ülke; (43) iyilik; (44) adalet; (45) ahşap işleme sanatı; (46) metal işleme sanatı; (47) yazmanlık; (48) demircilik sanatı; (49) deri işçiliği sanatı; (50) duvarcılık sanatı; (51) sepet örücülüğü sanatı; (52) bilgelik; (53) dikkat; (54) kutsal arınma; (55) korku; (56) dehşet ; (57) didişme; (58) barış; (59) bezginlik; (60) zafer; (61) öğüt; (62) sıkıntılı yürek; (63) yargı; (64) karar; (65) lilis (müzik aleti); (66) ub (müzik aleti); (67) mesi (müzik aleti); (68) ala (müzik aleti).[11]

Sümerde iyi yada kötü her davranış bu Me’ler ile belirlenmiştir. Kaç tane Me olduğunu bilmiyoruz. Bildiklerimize bakarak yönetimden rahipliğe, tarımdan adalete, hırsızlıktan fahişeliğe kadar hemen her şeyin tanımını yapmış olduklarını anlayabiliriz. Ne yazık ki hiç Me bulamadık. Fakat kenarda köşede kalan bir uygulamanın bu Me’lerin uygulanmasıyla ortaya çıkmış olma ihtimali var. O uygulama, Me’ler hakkında bize bir fikir verebilir. Sayın Muazzez İlmiye Çığ hanımefendi Sümerli Ludingirra adlı eserinde Fallusu öpme Me’sinden bahsetmektedir. Yunanistan’daki Tirnavos’un sakinleri her yıl Lent döneminin ilk pazartesi günü fallus hakkında deliye dönüyor, açık saçık şarkılar söyleyip yoldan geçenleri maket penisleri öpmeye zorluyorlar. Pagan bereket festivali, Yunanistan’daki en ünlü eğlencelerden biri. Bu festival büyük bir ihtimalle Sümerlerin bu Fallusu öpme Me’sinden kalan bir gelenek olmalıdır.[7]

Sümerleri inceleyen pek çok bilim insanı da dini inanışın Sümer yaşamındaki yerini incelemiş ve benim vardığım sonuca varmıştır. “Sümerlere ait tarihsel belgeleri okuduğumuz zaman, ilk edindiğimiz intiba, burada inanç âleminin baştan sona kadar bütün yaşayışa hükmettiğidir. Sümer tarihinde, başlangıcından sonuna kadar, dev mabetler, sayısız dini kitabeler, şehirlerin her yanında semaya yükselen basamak kuleler ve her kutsal binanın duvar kalıntıları arasında bulunan adak sunma tasvirleri, onların, bütün yaşayışlarını dine adadıklarını doğrulamaktadır.[8]

Şu ana kadar Sümer’in bilim üzerindeki etkisini inceledik. Fakat Sümerler her konuda dünyaya etki etmiştir. Örneğin dini sistemler, tamamen birbirini etkileyen şekilde günümüz dinlerine kadar gelmiştir. Edebi eserlerde bile taklit devam etmiştir. Tıpkı matematikte olduğu gibi, biraz değişiklikle taklit gelenek olmuştur. Taklit etmek yerine, tekrar demek daha doğru bir anlatım olurdu. Çünkü bu günkü eğitim sistemimizde de benzeri var. Örneğin orta okuldan itibaren matematikte “kümeler” konusunu hep işlemiştik. Lise ve üniversitede de aynı küme konusunu görünce şaşırmıştım. Fakat orada küçük bir tekrardan sonra daha gelişmiş olarak görmüştük. Sanki, bu taklit geleneği ona benziyor. Her medeniyet aynı durumu tekrar yaşıyor ama sanırım konunun biraz daha gelişmesini sağlıyordur. Sümerleri inceleyen uzmanlar da bu konuda hemfikirdir.

Bugün için onlardan daha öncesi bulunmadığına ve bilinmediğine göre, keşfedildikleri tarihe kadar başka uluslara mal edilen birçok uygarsal ve inançsal buluşların onların ürünü olduğu kabul edilmektedir. Onlardan kalan Gılgamış Destanı’yla Enuma Eliş adlı yaratılış efsanesi, başka uluslara mal edilen birçok inançların Sümer kaynaklı olduklarını kesin olarak meydana çıkarmıştır. Örneğin artık bilinmektedir ki Yahudilerin sanılan Tufan tasarımı onlarındır, Suriyelilerin Adonis’e dönüştürdükleri Babillilerin Tammuz’u onların Dumuzi’sidir, Samilerin Anu ve daha sonra Yunanlıların Uranus’a dönüştürdükleri tanrıların babası onların An’ıdır, Akdeniz’in ünlü Kybelesi onların Toprak anası Kisidir, Samilerin ilkin İştar ve Asarte’ye dönüştürdükleri onların İnanna’sıdır. Samilerin Sin’i onların Nanna ve Şamaş’ı onların Utu’sudur Samilerin Ea’sı onların Enkisi’dir. Yunanlıların Hades’i onların Kur’u ve Elysion’u onların Dilmun’udur, Yunanlıların Persephone’si onların Ereşkigal’idir, Yunanlıların ünlü yedi bilge’si Mezapotamya’nın en eski yedi kentine uygarlığı getiren Sümer bilgeleridir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.[9]

Sümer dini inanışlarının insanlara sunduğu ahlaki değerler bu günkü değerlerimizle eşdeğerdir. Kendilerinden sonra gelen her toplumdan daha ileridirler. Toplum tanrılardan uzaklaştıkça bu değerlerde yozlaşarak kendinden olmayanı öldürmeye kadar varmıştır. Hatta bazı toplumlar, insan eti yemeyi bile makul görmüşlerdir. Batı medeniyetinin insanlığa yaptığı en büyük katkılardan biri yamyamlığı kaldırmasıdır.

Sümerlilerde tanrılara karşı işlenen kusur ve günahlardan başka başlıca günahlar şunlardır: Münafıklık etmek, yalan söylemek, kavga etmek, alışverişte müşteriyi aldatmak, tarla, bahçe sınırlarını başkaları zararına değiştirmek, komşu malına göz dikmek, komşu malından bir şey aşırmak, komşuların şahıslarına zarar vermek, zina etmek. Sümerlilerin günah telakki ettikleri bu hareketler bugün de hoş görülmeyen ve toplumun sosyal hayatta uyum ve huzurunu bozan esaslardır. Milattan önceki dördüncü binde zamanımızda da toplumun huzur ve düzenini bozan bu tür davranışların günah sayılması, Sümerlilerin ahlaki ve hukuki görüş itibarıyla ne kadar yükselmiş olduklarını göstermektedir. Sümerliler ahlaklı olmayı her şeyin üzerinde tutmuşlardır.

Sümerliler iyi ahlak olarak, erdemliliği, dürüstlük ve doğruluğu, acıma ve merhametliliği, kanun ve düzenin korunmasını, adalet ve haktanırlığı görmüşlerdir. Buna karşılık kötülük ve yalancılığı, kanunsuzluk ve düzensizliği, acımasızlığı, başkasının hakkını korumamayı, ahlaksızlık olarak nitelemişlerdir. Bu düzeni koruma işi de tanrılara verilmiştir.[10]

 Sümerler arkadan gelenleri o kadar etkilemiştir ki! Aristo bile dört element düşüncesini Sümer’e borçludur. Ona göre tüm maddeler dört elementten oluşmuştur. Bunlar; ateş, su, toprak ve havadır. Bu elementleri Aristo Sümer tanrılarından esinlenerek oluşturmuştur. Çünkü Sümer’de dört yaratıcı tanrı vardı.  Yer, Gök, Hava, Su Tanrıları yaratıcı tanrılardı. An gök tanrısı, Enlil Hava tanrısı, Enki Su tanrısı ve Ninhursag büyük toprak ana tanrıçası olarak isimlendirilir. Bu tanrılar, zaman içinde Aristo’ya gelince tanrılık vasfından, elemente dönüşmüştür.  Görüldüğü gibi Aristo, tanrıların yaratıcılık vasfına yeni bir yaklaşım getirmiştir. Aynı yaklaşım Pisagor tarafından da uygulanmış ve böylece bilim dinden ayrılmıştır. Yunan medeniyetinin önemi buradadır. Bilimi, dinsel alandan ayırmıştır.

Sümer’den sonra gelişim sürekli ilerleme göstermesine rağmen yönetim sisteminde aynı şeyi göremiyoruz. Sümerler ilk zamanlarda Site adı verilen, şehir devletlerinden oluşurdu. Her site başlı başına bir devletti. Patesi adı verilen bir prens şehri tanrı adına yönetirdi. Patesi aynı zamanda şehrin başrahibiydi. Bu bakımdan hem dini hem siyasi yetkilere sahipti. Yönetim babadan oğula geçmez, tanrı adına ona layık rahip, yönetime gelirdi. Sonraki dönemlerde iki adet meclis vardı ve yöneticiler en az bir meclisin onayını almak zorundaydı. Sümer’de yönetici olabilmek için rahiplik sisteminde çok zeki ve çalışkan olup göz doldurması gerekiyordu. Başka türlü, o makamlara gelinemezdi. Oysa sonraki yönetimlerde kralın oğlu olmak, kral olmak için yeterli şarttı ve bu sistem bazen zekâ özürlüleri bile kral yapmıştır. Yani Sümer’e göre sistem geri gitmiştir. Ta ki demokrasi gelene kadar sistem Sümer’in ilk zamanlarındaki başarıyı yakalayamamıştır. Hatta demokrasi bile daha geri bir yönetim şeklidir. Çünkü seçim bile olsa her zaman işi ehline vermek mümkün olmuyor. Oysa Sümer’in ilk dönemlerinde yönetici olacak kişi çocukluğundan itibaren işin içinde ve başarılı olmak zorundaydı. Yoksa tanrılar onu seçmezdi. Yani Patesi olan kişi o makamı hak etmek için tüm hayatı boyunca o makamın gereklerini karşılayabilecek şekilde eğitilmiştir. Bugün bir şirketin veya fabrikanın yöneticiliğine gelebilmek için bile, belli basamakları sıra ile çıkmak gerekirken, devleti yönetmek için herhangi bir okuldan mezun olmak yeterlidir. Genel çoğunluk, silahlı kuvvetleri elinde tutan, yönetimi de ele geçirmektedir. Oysa yapılması gereken şey Sümer’deki gibi devleti yönetecekleri; o iş için kurulacak okullarda… sonra devletin önemli kurumlarında yıllarca eğitip, öyle yönetime getirmek olmalıydı.

Adalet sisteminde kısmen Sümer’le benzeşiriz. Sümer’de her şehirde mahkemeler ve onların çözemediği davalara bakan bir de yüksek mahkeme vardı. Her şehrin bir tanrısı vardı ve şehrin önemini belirleyen şey de tanrının panteondaki yeriydi. Yüksek mahkeme Nippur’daydı çünkü Nippur’un kurucu tanrısı en önemli tanrılardan biri olan Enlil idi. Kurucu tanrı panteonda yüksek mevkide olursa şehirde o derece üstte konum alırdı. Sümer’de her şey tanrılara bağlıydı. Her karar ya da gelişme onlar sayesindeydi. Çünkü bir Sümer tableti (Güzel görünen ne varsa, tanrıların lütfuyla yaptık) der.

Benzer bir durum Amerika yerlileri içinde söz konusu olmuştur. Teotihuakan şehrindeki Güneş Piramidinde şöyle bir duvar yazısına rastlıyoruz: “Tolteklerin beyaz tanrısı(Quetzalcoatl) insanların en yakın dostuydu. Uygarlığı, ateşin sırrını, madenin işlenmesini hep ona borçluyuz.”

Sümerlerin dünyayı şekillendirmesinin en önemli nedeni tarım şekliydi. Aynı dönemlerde Mısır Medeniyeti de vardı. Hatta Yunanlı matematik ve filozofların hemen hepsi Mısır’da rahiplerden ders almasına rağmen taklit edilen Sümer olmuştur. Çünkü Mısır’da olan tarım, Nil’in taşmasına dayalı bir tarıma sahipti. Bu tür tarım dünyanın başka hiçbir yerinde olması pek mümkün olmadığı için taklit edilemezdi. Aynı durum Çin içinde geçerlidir. Çin medeniyeti de kendi içinde kaldı. Çünkü pirince dayalı tarım, çok su isteyen zor bir tarımdır. Oysa buğday ve türevleri dünyanın pek çok yerinde taklit edilerek ekilebilmiştir. Böylece insanların derdi olan yiyecek sorununu çözmek istemeleri, Sümerlerin taklit edilmesiyle sonuçlandı. Taklit sadece tarımda olmamıştır çünkü, kazma ya da sapan tanrısal figürlerdir. O zamanki insan, Sümer’de nasıl uygulanıyorsa onu taklit ederek almıştır. Elbette herkes kendi gelenek ve göreneklerini de işin içine katarak kabul etmiştir. Böylece Sümerler yiyeceğe bulduğu her yerde uygulanabilir çözüm sayesinde, tüm dünya medeniyetlerine etki etmiştir. Amerika’nın mısır olan üretimi bile Amerika’nın keşfinden sonra buğdaya dönmüştür. Bugün dünyanın en büyük buğday ihracatçısı Amerika’dır.

 “Günümüze ulaşan en eski yazılı belgelerden, Sümerli tanrıbilimcilerin, insan görünümlü, ancak insanüstü ve ölümsüz, ölümlülere görünmeyen bir grup canlı varlık tarafından oluşan bir panteonun varlığını açık bir gerçek olarak kabul ettikleri anlaşılıyor; bunlar iyi düzenlenmiş planlar ve uygun biçimde konmuş yasalarla kozmosu yönlendiriyor ve denetliyorlardı. Bu insan-biçimli, ancak insanüstü varlıklardan her biri evrenin belli bir unsurundan sorumluydu ve bu unsurun etkinliklerini saptanmış kurallara ve düzenlemelere göre yönetirdi. Yüce gök ve yer, deniz ve hava diyarları; gök cisimleri, güneş, ay ve gezegenler; rüzgar, kasırga, bora gibi atmosferik güçler; yeryüzü diyarındaki ırmak, dağ ve ova gibi doğal oluşumlar; kent ve devlet, kanal ve hendek, tarla ve çiftlik gibi kültürel oluşumlar ve hatta kazma, tuğla kalıbı ve saban gibi araç gereçler bile bu varlıkların sorumlulukları altındaydı.[11]

Samuel Noah Kramer’e ait Tarih Sümer’de Başlar adlı kitaptan alıntıladığım metinde de görüldüğü gibi, tarımsal faaliyetler de dini figürdü. Taklit edecek olanlar tüm sistemi almak durumundaydı. Öğrenecekleri her şeyi dinsel bir yapı olarak alacak ve hayatlarına uygulayacaktı. Yani Sümerlerin dinleri onları doyuran bir yapıya sahip olduğu için her şeyiyle taklit edilmeliydi. Ancak başarılı olunurdu. Bu durum, sonraki medeniyetlerin, neden bu kadar etkileri altında kaldıklarını açıklamaktadır.

Bu açıklamalara bir de görünmeyen etkinin varlığını da eklemek gerekir. Her ne kadar görünmeyen etki diyorsam da yukarı ki paragrafta anlatıldığı gibi Sümerler bas bas bağırmışlar, her tablette adlarını yazmış ve anlatmışlar. Kabartmalarını mühürlerine işlemişler. Fakat günümüzde aynı etkenleri görmediğimiz için yok farz ediyor ve yöneticilerin halkı kandırmak için kullandığı güç olarak düşünüyoruz. Çünkü günümüzde tanrı figürü insanları sindirmek için kullanılan bir metadır. Kimse tanrıyı görmemiş veya varlığını kanıtlayamamıştır. Oysa Sümerler Tanrı diye anlattıkları, aralarında yaşayan kanlı canlı insanlardı. Tek farkları uzun ömürleri ve çok şey bilmeleriydi. Her ne kadar görünmedikleri düşünülüyorsa da ilk zamanlar görüldükleri, sonraları ise sadece yöneticilere görüldüklerini düşünüyorum.

Yunan’dan Modern Dünyaya

Makaleyi dinleyebilirsiniz…

Sümer dâhil, bilgi aktarımı ta ki Yunanlılara kadar din kanalıyla olmuştur. İlk defa Yunan’da doğa bilimleri din dışına çıkarılarak bildiğimiz müspet bilimlerin yolu açılmıştır. Zaten matematik kelimesi de Yunanca sayıların ilmi sözcüğünden türemiştir. Artık bilgi, din dışı birileri tarafından dini amaç güdülmeden öğretilmeye başlanmıştır. Sanırım bu yüzden Avrupa, Yunan medeniyetini ilk modern medeniyet diye alır. Yunan medeniyeti ilk din dışı kültür devrimidir. Yunan medeniyetinde mevcut olan sistem yıkılarak, yerine yeni düşünce yapısı getirilmiştir. Bu yeni mantığı anlayabilmek için birer cümleyle o dönemin filozoflarından bir kısmını değerlendirmek gerekir. Çok yüzeysel bir değerlendirme olmasına rağmen anlatmak istediğim mantığı anlatan bir yapı olması sebebiyle dikkate değer.

Bu filozofların ortak paydası tanrıyı insan yaşamından çıkarmak üzerinedir. Elbette tüm o filozofları bu kadar dar bir mantığa kısıtlamak haksızlık olsa da bu mantık o insanların dünyayı şekillendirmekte yaptıkları en önemli etkiydi. Çünkü Sümer’de başlayan din etkisi ancak Yunan’da kırılmaya çalışılacaktı ama hemen kırılabildiğini de düşünmeyin.

Din etkisinin kırılabilmesi için farklı etkilerin daha devreye girmesi gerekmiştir. Bunlardan biri de, geçmişe yönelik tüm bilgi dünyadan silinmelidir. Çünkü bu bilgi çok katî tanrı bilgisi içeriyor ve tanrıları bedensel varlıklar içinde elle tutulan canlılara çeviriyordu. Böyle bir tanrı kavramı çok kolay taraftar bulurdu. Çünkü soyut bir tanrı yerine somut bir tanrının varlığı daha anlaşılırdır. Onun için tanrı heykelleri ortalığı doldurmuştur. Çünkü heykel, tanrıyı soyuttan somuta çevirerek anlaşılır yapar.  İnsanların neden soyut şeylerden hoşlanmadığını Flayn etkisi adlı makalede inceleyeceğiz. Geçmişteki insanların olaylara bakış açısı sadece somut vakalar üzerinden olmaktaydı. Onun için bu somut tanrı kavramının yok edilmesi gerekiyordu.

Tales’den önce, Yunanlılar doğayı ve dünyanın temel maddesini; mitoloji, Tanrılar ve kahramanlarla açıklıyorlardı. Yeryüzündeki doğa olayları, (depremler, rüzgâr) tanrılarla bağdaştırılıyordu. Tales ise, doğa olaylarının nedenlerini insan biçimli tanrılardan çok, doğanın içinde aramıştır.

Ksenefeins, kökleri Homeros ve Hesiodos’a kadar inen, halkın tanrı kavramı ile savaşmıştır.

Heraklitos’a göre tüm evren ateşten var olmuştur ve bir süre sonra yine ateşe dönecektir. Evrenin var oluşu ve yok oluşu olayı belirli aralıklarla olarak sonsuz kere yinelenecektir. Evren, belirli dönemlerde var olan ve yine belirli bir dönemde yok olan bir olgudur. Bilgelik doğaya kulak vererek doğruluğu dile getirmek ve doğru olanı yapmaktır.

Gorgias’a göre hiçbir şey yoktur, olsa bile bunu bilemezdik, bilseydik de başkalarına bildiremezdik. Yani ona göre doğruluk evrensel ve kalıcı değil, bireysel ve geçicidir. Bu bakımdan bilgiden değil, ancak inançlardan söz edilebilir.

Protagoras’a göre her şeyin ölçüsü insandır. Mutlak bir gerçekliğin olmadığını savunur. Tanrılar için ise “onların var olup olmadıklarını söyleyemem” der.

Sokrates, yaygın önyargılardan veya toplum tarafından kabul edilmiş kavramlardan hoşnut olunmaması gerektiğini savunmaktadır. Öğrencilerine; “Okuduklarınızı ve duyduklarınızı değil, kendi öz düşüncelerinizi, kendi içinizde olup bitenleri söyleyin.  Başkalarının ağaçlarından meyve yeme alışkanlığından sıyrılarak, kendi bahçenizin fidanlarını yetiştirin. İşte o zaman, meyve yemenin zevkini tadacaksınız” diyerek tabulardan kurtulmalarını salık vermiştir.

Demokritos, var olan her şeyi maddi parçacıklar ve onların mekanik birleşmesiyle açıklaması ve bunu dışarıdan bir amaç ya da etki ile değil de, kendi içinde bir zorunlulukla kendi kendine gerçekleştiği düşüncesi, felsefe tarihi için önemli bir temel teşkil etmiştir. Böylece tanrının yaratıcı etkisi sorgulanabilmiştir.

Platon, hiç kuşkusuz felsefe tarihinin en büyük düşünürlerinden biridir. Ardında, etkisi yüzyıllarca süren ve günümüze dek ulaşan büyük bir düşünsel miras bırakmış ve felsefe tarihinin sistematik çağının başlangıcı olmuştur. Batı felsefesinin şekillenmesinde de rol oynayan ilk önemli filozoftur.

Diyojen, Atina’daki gelenekçiliğe karşı bir tavır alan Diogenes, toplumdaki yapaylıklara ve uzlaşımsal değerlere meydan okumuş ve her tür yerleşik kuralın insanın doğallığına aykırı düştüğüne inandığı için, toplumun tüm yerleşik kurallarına karşı çıkmayı, uzlaşımsal ölçü ve inanışların çoğunun boş olduğunu göstermeyi ve insanları yalın ve doğal bir yaşam biçimine çağırmayı amaçlamıştır

Aristoteles, “varlığı varlık olarak araştıran tek teorik bilim metafiziktir”der. Bu yüzden tanrısaldır. Bu, iki anlama gelir: Tanrının bir bilimi olsa, bu metafizik olurdu. Tanrı metafiziğin konusudur. “Haliyle diğer bilimler fiziğin konusuna girer” düşüncesine sahipti.

Epikür, atom düşüncesini zenginleştirip onu eylem merkezi yapmıştır.  Gerekircilik anlayışını yumuşatarak rastlantıya ve insan iradesinin müdahalesine yer vermiştir. Bu sayede felsefeyi dinden ve tanrı düşüncesinden kurtarmıştır.

İkinci olarak tanrısız bir düşüncenin mekân bulabilmesi için tanrı kavramını yıpratmak gerekmişti. İşte o dönemlerde Hristiyanlık zıvanadan çıkarılarak insanlar üzerinde despot bir yapıya dönüştürüldü. İnsanlar dinden soğutularak karşı duranlara destek vereceği duruma getirildi. İşte Avrupa’nın karanlık çağ dediğimiz dönemleri bunun için organize edildi. O sayede materyalizmin kök salarak oluşacağı Avrupa’da, din ve tanrı kavramı yozlaştırılarak insanların sorgulamaları sağlanmıştır.

Tüm Yunan filozofları da aynı sorgulamayı yapmış olmasına rağmen aradaki fark Yunan’lılar organize edilmiştir, Avrupalıların sorgulaması kendi başarılarıdır. İşte bu dönüşüm yaklaşık 1.500 yıl sürmüştür. Bazıları bu gecikmeyi Aristotelesin bilim üzerine etkisi olarak görmektedir. Oysa insanlığın gelişiminde bilim ve materyalizm ancak bu yöntemle tavan yapabilecektir. Tanrı kavramının bilimde engel oluşturan bir yapısı vardır. Kişi zorlandığı noktaya hemen tanrıyı yerleştirip sorgulamadan kaçabilir. Olaylara günümüzdeki gelişmiş insan anlayışıyla bakmayın. O dönemdeki insan anlayışıyla bakmalısınız. Evren ya da hayata dair bilinen her ayrıntının açıklaması dine dayandırılıyordu ve yeni bir açıklama sizi din düşmanı yapabiliyordu. Günümüzde bile, tanrının sorgulanmasının nelere sebep olacağı bilinen bir durumdur.

Yunanlılarla bilimi insanlığa kazandıranlar, Roma ile teknolojiyi insanlığa kazandırmıştır. Her şeyin zamanında olabilmesi için, Yunan bilginleri bilim yapmayı düşünce bazında yapmışlardır. Hiçbiri deneysel bir uygulamaya girmemiştir. Oysa Roma o bilgileri alıp onlarla hayatlarını kolaylaştırmış ve muazzam eserler vermişlerdir.  Böylece Yunanlılar Romayı değil, Romalılar Yunanistan’ı işgal edebilmiştir.

Avrupa ortaçağ karanlığına girerken Abbasiler Yunan medeniyetinin sahip olduğu bilgileri, Arapçaya tercüme edip kaynaştırmak suretiyle insanlık tarihi boyunca ilkini Yunanlıların gerçekleştirdiği, ikinci din dışı kültür devrimini gerçekleştirmişlerdir. Halife el Memun döneminde Bağdat, gerçek anlamda zamanın bilim merkezi haline gelmişti. Şehirde birçok bilim insanı ve mütercim bulunuyordu. Halifenin bilimlere özel bir ilgisi vardı. Yunan eserleri Arapçaya çevrilerek, Avrupa’nın ortaçağ karanlığı içinde o eserlerin yok olmalarının önüne geçildi.

Bilimin tavan yapabilmesi için Avrupa ortaçağ karanlığına girmeli ve tüm bilgiler yok edilmelidir. Örneğin İskenderiye kütüphanesi gibi çok büyük ve pagan döneminin önemli kaynakları yakılmıştır. Ayrıca aynı yapıdaki Kızılderili literatürü de Avrupalıların hışmına uğratılmıştır. Çünkü hem pagan dönemi bilgileri hem de din temelli bilgiler artık dünya literatüründen kalkmalıdır. Hatta Sümerler bile tarihin karanlık sayfaları arasına gizlenmiştir. Onlar görevlerini yapmış ve işlevleri bitmiştir. Yeni bir dönem başlamaktadır. Bu dönem maddenin maneviyattan ayrılıp yeni bir kulvar oluşturması dönemidir. Bu dönemi bilim dönemi olarak adlandırabiliriz. Her zaman kullanılan Mezopotamya yine baş rollerde olmuştur. Batı literatürünü oluşturacak tüm bilgi bu bölgeden filizlenmiş ve Avrupa’ya yayılmıştır.

Avrupa dinin yobaz yapısından kurtulunca (Reform ve Rönesans hareketleri sonrası) Yunan’da filizlenen ateşi devralmıştır. Abbasilerde gerçekleşen bilimsel devrim Avrupa’ya ulaşarak yapması gereken etkiyi yaparak, dünyayı materyalizme taşımıştır. Materyalizm bilimi baş tacı yaparak muazzam gelişmelere gebe bırakmıştır. Ona rağmen bu süreç epey sancılı geçmiştir ve hâla daha tutucuların etkisini hissedebiliyoruz.

Farkındaysanız antik dönemden modern döneme sadece Yunan bilgileri aktarılabilmiştir. Modern bilim sadece onlar üzerine kurulmuştur. Kızılderili bilgileri de tıpkı Mezopotamya bilgileri gibi tamamen yok edilmiştir. Modern bilimin kurulabilmesi için o zamana kadar dünyada olan tüm bilgi yok edilerek, sistem istenildiği gibi yeni baştan oluşturabilmiştir. Pagan dönemine ait tek kaynağımız Tevrat’tır. O’da din temelli olduğu için müspet bilimlere etkisi olmamıştır. Ancak çok daha sonraları Sümer, Babil, Asur, Hitit yazmalarından haberimiz olabilmiştir. Artık tanrıların etkisi kırıldığı için bu bilgiler bir sakınca oluşturmaz. Böylece bilginin evrimini anlayabilelim diye o bilgilere ulaşmamız sağlanmıştır.

Çin gibi sürekliliği devan eden bir kültür, kendi içinde kaldığı için Avrupa’daki bilime kısıtlı katkı yapabilmiştir. Örneğin barut gibi bir patlayıcıyı Çinliler bulmasına rağmen onu etkin kullanan Avrupalılardır. Çin’de de dinin etkisi fazlaydı. Fakat pirincin kolay yetiştirilememesi ve inançlarının Avrupalıların inançlarıyla bağdaşmaması yüzünden Avrupa’ya pek etki edememiştir. Böylece materyalist sistemin oluşumu için şartlar olgunlaşmaya zemin bulabilmiştir.


[1]Özden Gül ÖTKER “Sümerlilerin Dini İnanç ve Adetleri” Yüksek lisans tezi

[2] Akad Tanrısı İştar= Sümer Tanrısı İnanna, Akad Tanrısı Tammuz= Sümer Tanrısı Dumuzi

[3] Muazzez İlmiye Çığ Sümerli Ludingirra 25

[4] Sümerlerin kurnaz tanrisi enki Samuel Noah Kramer Birinci Basım, Kasım, 2000, 27

[5] https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2017/10/01/babil-tableti-plimpton-322-simdiye-kadar-dusunuldugunden-daha-ustun-bir-matematik-mi-iceriyor/ 01.02.2020

[6] Sümerli Ludingirra Muazzez İlmiye Çığ s. 91

[7] https://www.spiegel.de/international/europe/members-only-the-annual-phallus-festival-in-greece-a-553070.html, Erişim:16.01.2020

[8] Schmökel, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/748/9576.pdf, Erişim: 16.01.2020: s. 198

[9] https://www.academia.edu/9260857/S%C3%BCmerliler_Dini_ve_Tanr%C4%B1lar%C4%B1 Erişim 01.06.2020

[10] T.C. Gazi Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı Sümerlilerin Dini İnanç ve Adetleri Yüksek Lisans Tezi Hazırlayan Özden Gül ÖTKER s. 81

[11] Tarih Sümerde başlar, Samuel Noah Kramer: s. 106