Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

“Through the wormhole” belgeselinin ilk bölümü, Tanrı kavramını çeşitli yönlerden inceliyor. Beş ayrı bilim insanının, tanrının ne olabileceğiyle ilgili güzel yorumları var. 

İlk olarak kozmolog Andy Albrecht, evrendeki dengenin tesadüfen olamayacağını onun için bir plânlayanın olması gerektiğini söylemektedir. Özellikle doğada bulunan dört temel kuvvetin güçlerinin aldığı değerlerin, çok hassas ve önemli olduğunu, evrenimiz gibi bir evrenin olabilmesi için verilerin ancak bu değerlerde olması gerektiğini, rakamların tesadüfen bu değerleri almasının mümkün olamayacağını, onun için bir plânlayıcının olması gerektiğini anlatmaktadır.

Tam bu görüşün zıddı bir görüşü, Dr. Alan Guth savunmaktadır. Ona göre büyük patlamadan hemen sonra oluşan genişleme anında, saniyenin çok kısa bir zamanında evren, 100 bin kez büyüdü. Genişleme teorisine göre evren birden fazla olmalıdır. Genişleme her yerde aynı anda durmayacağından cep evrenler oluşması gerekir. İşte bu cep evrenler sonsuz sayıda olabilir. Bizim evrenimiz de bu cep evrenlerden biridir. O zaman bir yaratıcıya gerek yoktur demektedir.

Matematikçi olan Garrett Lisi’ye göreyse tanrı bir matematikçidir. Ona göre evrende her şeyin matematiğe uyması ve bilimin bu matematik sayesinde evreni anlayabilmesi gerekir. Bu konuda Einstein’ın dahi başaramadığı dört temel kuvvetin birleştirilmesini gerçekleştirmek istemektedir. Bu konuda yeni bir yöntem uygulayarak yeni parçacıklar öngörmektedir. Parçacık hızlandırıcılarda bu parçacıkların bulunabilmesi onun matematiğinin doğru olduğunu gösterecektir.

Dr. Michael Perginser ise çok başka bir iddiada bulunmaktadır. Ona göre Tanrı; insan beyninin yarattığı bir şey. Dominica adlı bir kızın sağ beyin lobuna manyetik alan uygulayarak bedensiz varlıklar görmesini sağlamıştır. Bu durumu, beynin bir ürünü olarak görmekte ve daha önceki peygamber veya din kurucularının böyle etkilendiğini söylemektedir. Ona göre tüm dinler, bir şekilde sağ lopları etkilenen insanların ürünü. Ben bu görüşü diğerlerinden ayrı olarak değerlendireceğim.

İçlerinden en ilginci olan Will Wright’ın söylemidir. Ona göre tanrı bir bilgisayarcıdır. Evrenin bir bilgisayar programına benzemesi ve benzerinin insanlar tarafından yapılabilmesi delil oluşturmaktadır. Bugün bilgisayarlarda yaratılan oyunların içindeki karakterlerin bizi temsil edebileceği ve gelecekteki birinin böyle bir evren yaratabileceği savunulmaktadır. Özellikle ekranlarda oluşan piksellerin evrende de olması çok güzel bir delil olarak sunulmaktadır. Torunlarımızın tanrı olabileceği vurgulanmaktadır.

Ben bu dört bilim insanının da haklı olduğu düşüncesindeyim. Aslında beşi de gerçeklerden bahsetmektedir ama Dr.Michael Perginser’in düşüncesini farklı değerlendireceğim. Çünkü diğerleriyle aynı kategoride değildir.

1-      Evrenimizin bir plânlayıcısı var.

2-      Evrenimiz tek değil çok sayıda benzeri var.

3-      Evreni plânlayan güç onu matematik kurallara göre oluşturdu.

4-      Evren bir bilgisayardan ibarettir.

Bu dört şıkka göre plânlayan bir güç var. Her ne kadar çok sayıda evren olduğunu iddia eden Dr. Alan Guth bir yaratıcı öngörmüyorsa da olmadığını da söylemiyor. Sadece çok fazla evren oluştuğu için içlerinden birinin bizim evrenimiz olabileceğini söylemektedir. Oysa ilk büyük patlama anı öncesi için bir yorum yapmıyor. Bana göre koca evrenler boşuna olamaz. Onun için çok sayıda evren var ama bunların hepsinde tekâmül edilebilmesi için, bir çeşit yaşam vardır. Yani boşuna bir şey veya israf yoktur. Evren gibi muazzam bir enerjinin hiçbir işe yaramadan, öylece durması mantıklı değildir. Üstelik tesadüfleri kabul ederek evrenlerde canlıyı açıklamaya kalkarsak sayısız evrende tek canlı barındıran bizimki olabilir. Çünkü Penrose’nin yaptığı bir hesaba göre, evrenin bu günkü durumda olabilmesi 10 10 123 de bir ihtimaldir. Bu rakamı yazabilmek için 1 rakamının yanına 10 üzeri 123 adet sıfır yazmak gerekir. Bu kadar küçük bir rakam doğruysa, bizden başka pek bir canlı barındırabilecek evren aramamak gerekir. Bu kadar çok amaçsız evrenler topluluğu olması bir anlam ifade etmez. Elbette bu felsefi bakış açısıdır. Her şeyi madde olarak gören ve ruhu kabul etmeyen bilim için gayet normal bir sonuçtur.

Evrenin bir plânlayıcısı var derken ona ille de Tanrı ismini takmak doğru değildir. Fakat en yakın tanımlama olduğu için kullanıyorum. Bir çok yerde Kaynak adını tercih ediyorum. Tüm evrenin başladığı ve sonunda döneceği yer olduğundan

, daha uygun bir isimdir. Kaynak, dinlerde tariflenen tanrı kavramıyla pek örtüşmez. Hele dünyaya veya insana kurallar koyan ve uymayanları yakan bir tanımlamayla hiç alakası yoktur. Benim bahsettiğim yaratıcı kurallarını koymuş ve süreci izlemektedir. Aslında izlemiyor. Sonucunu almıştır. Onun zamanıyla bizim zamanımız aynı şey değildir. Biz zaman genişlemesine tabiyiz. Bunu bir örnekle anlatmaya çalışayım. 60 dakikalık bir filmi düşünün, içindeki karakterler için 10 yıllık bir süreci kapsasın. Oysa, bizim için 60 dakika geçmiştir. İşte Kaynak için zaman geçmezken biz milyarlarca yıl geçiririz. Daha kolay anlaşılması için Tanrı kelimesini kullanacağım ama Kaynak demek istediğimi bilin.

Kaynağın koyduğu kuralları insan ihlâl edemez. Onun kuralları doğa veya fizik kanunlarıdır. İnsan onlara karşı gelemez. Böylece suç da işlemiş olmaz. Aslında insan, yaratıcıya karşı suç işlese bile hiç önemli değildir. Bir çocuğun yaramazlığı gibi düşünmek gerekir. İnsanda bu günkü gelişmişliği ile henüz buluğ çağına girme aşamasındadır. Yani çocuk olmaktan henüz çıkamamıştır.

İnsan, Kaynak dediğim güç için gereken bir şeydir. Bizler bilinçsiz enerjiyi bilinçli hale getirme uğraşısıyız. Fakat ruhlarımız evrendeki toplam enerji yanında o kadar küçüktür ki! yok varsayılabilir. Evrendeki tüm enerjinin bilinçlenmesi amaçlanmıştır. Onun için dünyada pek çok hasat yapılmıştır ve evrenin sonuna kadar da yapılacaktır. Ama, dünyada yapılan hasat okyanusun yanında bir bardak su kadar ancak olabilir. Onun için evren, canlı kaynıyor olduğunu düşünüyorum. Tüm evren canlı kaynıyor olsa bile ancak küçük bir göl kadar olur. İşte evrenimizin tek olmaması onun için elzemdir. Sayısız evren olmak zorundadır.

Evrenimiz veya tüm diğer evrenlerin hepsi bir bilgisayar içinde rahatlıkla yaratılabilir. Kesinlikle çok kolaylıkla çözülebilecek bir problemdir. Bu günkü teknolojimizle çözemezsek bile en geç elli yıl sonra bizim benzerimiz bir evren yapabiliriz. Çünkü her şey matematiğe göre olmaktadır. Her şeyin matematiğe uyması programlama işlemini daha da kolaylaştırmaktadır. Belki matematik kuralları değiştiremeyiz ama fizik ve kimya kurallarını istediğimiz gibi yapabiliriz. Hatta, evrenimizdeki suyun varlığı buna örnek gösterilebilir. Su diğer sıvılardan farklı davranır. Bu özelliğin, evrende canlı oluşabilmesi için özel düşünülüp plânlandığını sanıyorum. Birçok kişinin bildiği gibi tüm sıvılar soğurken büzüşür. Oysa suyun buz hali sıvı halinden daha hafiftir. Onun için buz dağları okyanuslarda yüzer. Başka sıvılar bu şekilde davranmaz.  Bu özellik canlı oluşumu için çok gereklidir. Eğer su o şekilde davranmasaydı okyanuslar veya denizler sıvı halde kalamazdı. Çünkü kışın soğuyan su buz olacak ve suyun dibine çökerek orada kalacaktı. Yazları ise çok az kısmı eriyecekti. Bu birikim yavaş yavaş tüm gezegendeki suların donmasına sebep olacaktı. Çünkü buzlar arttıkça yazları daha soğuk geçecekti. Ayrıca buzun, güneş ışınlarını yansıtması bu süreci daha da artıracaktı. O zamanda dünyamızda suya dayalı bir hayat oluşamayacaktı. Yani katı hali sıvı halinden ağır olan her sıvı, çok kararsız bir yapıya sahip demektir.  Çünkü, donmaya başladığında donma etkisini tetikleyen ve artıran bir yapıya sahip olmuş olacaktır. Ancak çok sınırlı şartlarda sıvı denizleri olması durumu vardır. Fakat dünyamız bu sınırlı şartlara sahip olmayan bir dünyadır. Buz, sudan ağır olsaydı dünyamızda tüm okyanuslar donmuş olacaktı.

Bir bilgisayar içinde böyle bir şeyi plânlamak oldukça kolaydır. Yani tanrı öyle süper bir şey olması gerekmez. Çok harika diye gördüğümüz evren bizim yetersizliğimizin sonucu öyle gözükmektedir.

Dr. Michael Perginser’in düşüncesine gelince bende tanrı inancının genlerimize işlendiğini düşünüyorum. Fakat halüsinasyon gören birinin tek başına dünyadaki herhangi bir dini oluşturabileceğini düşünmüyorum. Bu o kadar kolaylıkla gerçekleşecek bir durum değildir. Müslümanlığı düşünelim. İletişimin ağızdan ağza olduğu bir dönemde yeni bir dinin oluşturulması mümkün değildir. Bir dedikoduyla din değiştirecek kaç kişi vardır. Üstelik o dönemde Arap yarımadasında insanlar küçük kabileler halinde yaşıyor ve çoğu kan davaları güdüyordu. Kaynaklar kıt olduğu için kabile savaşları her zaman revaçtaydı. Böyle bir ortamda biri çıkıyor ve elinde hiçbir delil veya mucize yokken dünyanın 1/3 ünün inanabileceği bir din ortaya çıkarabiliyor. Üstelik bu din hâlâ daha etkisini sürdürmekte ve genişlemekte. Üstelik birçok saçmalık ve yanlış olmasına rağmen…

Ben böyle bir olasılığın hiç olmadığı kanaatindeyim. Bu iş ancak bizi yönlendirenlerin plânları dâhilinde oluşabilir. Ancak o zaman bir dinin dünyada taraftar bulması ve yayılması mümkün olabilir. Çünkü onlar olayda rol alacak herkesi organize ederler ve yayılmasını sağlarlar.

Peki, Dr. Michael Perginser’ın yaptığı deney ne anlama gelmektedir? Aslında astral seyahati bilen herkes durumu hemen anlar. Fakat ruhun varlığını kabul etmeyen Dr. Michael Perginser bunu halüsinasyon gibi düşünmektedir. Oysa Dominica’nın anlattıkları tam olarak astral seyahate uymaktadır. Özellikle vücuduyla irtibatının olmadığını söylemesi tam oturmaktadır. Fakat ne yapılacağı veya nasıl davranılması gerektiği bilinmediğinden deneydeki kadar deneyim yaşanmıştır. Günümüzde birçok insan astral seyahati yapar. Özellikle Budist keşişler bu konuda uzmandırlar. Ruhun bedenden ayrılarak farkındalığına devam etmesi söz konusudur. Kişi bedenini dışarıdan görebilir. Fakat bu işlemi gerçekleştirmek epey zordur. Uğraşarak bu işi başaranların olduğu gibi doğuştan yetenekli olanlarda vardır. Fakat materyalist görüşe sahip birinin böyle bir şeyin olduğunu düşünmesi bile mümkün değildir.

Benim için en önemli detay Simcity oyununu yaratan Will Wright’ın öngörüsüdür. Çünkü bende tam olarak bir bilgisayar programı olduğumuzu düşünüyorum. Onun için bu konuyu ayrı olarak Bir bilgisayar içinde yaşıyoruz adlı makalede inceledim. Eğer bir bilgisayar programında yaşıyorsak, her şey çok anlaşılır ve kolay hale gelir. Çünkü bizim yaşantımızın kaba bir hali, bizlerin programladığı bilgisayar oyunlarında bulunmaktadır. Bu simülasyonu plânlayan şey, bizden sadece 50 yıl daha gelişmiş, bir insan bile olabilir.

Seyfullah Demir