Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Kuran’da, kıyamet inancı o kadar güçlüdür ki, Allah inancı ile, eşdeğerdir. Kuran baştan sona kıyametin önemini vurgulayan ayetlerle doludur. Kıyamet sürecini yaşamadan cennet ve cehenneme gidilemez.  Onun için önce kıyameti incelemeliyiz. İşin püf noktası kıyametin seçim yapıldığı zaman olmasındadır. Kıyamette neye göre ve nasıl seçim yapıldığını anlarsak, cennet ve cehenneminde anlamı ortaya çıkar. Bu başlı başına düşünülmesi gereken bir durumdur.

İnsanlar bir kere doğacak ve bir kere ölecekse, kıyamet gereksizdir.  Kıyamette yeniden dirilmenin mantığı hesap gününün görülmesidir. Oysa her ölen, öldükten sonra hemen hesabı görülüp, gideceği yere gönderilebilir. Niye bir zaman bekleyip de, bir curcuna içinde milyarlarca insanla uğraşmak gereksin. Şu anda cennet ve cehennem boş gözükmektedir. Oysa her ölenin hesabı görülürse, bir taraftan da, işlemler hızlandırılmış olur. Her ölen bir daha bedenlenmeyecekse, zaten kıyameti yaşamış demektir. Artık başka bir işi yoktur. Onun için defterler kapanmıştır. O zaman, kıyamete kadar beklemesi çok gereksiz görülmektedir. Hem de, dünyada şimdiye kadar yaşamış tüm insanlar, aynı anda bedenlenecekse, dünya yüzeyine sığmayacak kadar çok olmalılar. Tüm işlemleri yapabilmek içinde, bir melekler ordusu gerekecektir.

Oysa Kuran, “ille de kıyamet olacak ve herkes zamanı belli olmayan bir zamanda hesaba çekilecektir” der. Demek ki, belli bir süre beklemenin önemli bir sebebi var. Bu zorunlu beklemeden insanların tekâmüllerini tamamlamaları bekleniyor olduğunu anlıyorum. Kıyamette insanlar, ancak belli bir seviyeye gelebildiğinde kopacaktır. Çünkü öte dünyada yaşamak, tamamen düşünceye endekslidir. Onun için, insanlığın belli bir düşünme kapasitesine gelmesi önemlidir. Yani insanlık gelişip düşünme yeteneğini kullanabilirse, hazır olmuş olacaktır. İşte onun için ille de kıyamet gereklidir. Ayrıca şu anda dünya nüfusu yaklaşık kıyamette bedenleneceklerin nüfusuna yakındır. Öyle kargaşa falan yaşanmayacağı da görülür. Çünkü geçmişte yaşayıp ölen insanlar da zaten bizlerdik. Bundan dolayı başa çıkılamayacak büyük nüfuslara ulaşılmaz.

Şu anda, kıyamet konumuna gelmiş bulunmaktayız. İnsanlığın üst boyutta yaşayabileceği duruma geldik. Henüz savaşlar ve gözyaşından kurtulamadık fakat bu çıkarcı mantık üst boyutta geçerli olmayacaktır. Kıyametle birlikte hayvansal duygularımızı bırakacağımızı söylemiştim.

Şimdi Kuran’dan, kıyamette neler olacağına bakalım.

 [stextbox id=”warning”]ARAF 25 “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!” dedi.[/stextbox]

Ayette, kıyametin dünyada olacağının hiçbir tereddüdü yoktur. Kuran bu konuda çok açıktır.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 47 O kıyamet gününü hatırla ki, dağları yürüteceğiz ve yeryüzünü çırılçıplak göreceksin. Bütün insanları, mahşerde toplayacağız hiçbir kimseyi bırakmayacağız.[/stextbox]

Kıyamette dünyada şimdiye kadar yaşamış herkes istisnasız bedenlenecek. Dünya nüfusu ilk yaratılan ruhların sayısına ulaşıldığında herkes bedenlenmiş olacak. Elbette ölüm ve doğum olayları devam ediyor. Kıyamet süreci bir saniyelik olaydır. O saniye içinde herkes dünyada bedenli olacaktır.

Kıyamette herkes yaşadığı tüm hayatlarındaki amellerine göre değerlendirilecek. Yani kıyamete kadar yaşadığı tüm hayatlarının kayıtlı olduğu bilgisayar diski yani Hard-disk’i açılacak ve tüm hayatlarını anımsayacak.  [stextbox id=”warning”]

İSRA 13 ve 14 Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız. “Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!” deriz. [/stextbox]

Bütün hayatlarında elde ettiği tekâmül seviyesi kendini gösterecektir. Kuran Kehf 49 ayetinde “O gün herkesin amel defteri ortaya konulmuştur. Ey Muhammed! Günahkârların, amel defterlerinden korkarak: “Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş” dediklerini görürsün. Onlar, bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez” der. Sistem insanların kendilerine soru sorularak yapılmayacak. Onun için kimse yalan söyleyemez. Çünkü mevcut kayıtlar, kişinin ruhunda kendini gösterecek. Kuran”İsra 14 ayetinde “Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!” diyerek insanın kendiliğinden göstereceği bir şey olduğunu anlatmaktadır. Her hayatımızda bir cd doldururuz. Kıyamette tüm cd’ler, ‘hard-disk’imizi oluşturacak. Yani kıyamette bakılacak olan şey, tekâmül seviyemiz olacak. Eğer tekâmül seviyemiz öte dünyada yaşayabilecek kadar yüksek ise, cehenneme, değilse cennete alınacağız. 

 [stextbox id=”warning”]RAHMAN 41 Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından tutulur.[/stextbox]

Cehennemlikler hemen tanınabiliyor. Onları aramaya gerek yoktur. Bu tekâmülün derecesini anlayabilmek için, ruhun dalga titreşimine bakmak gerekecek. Dışarıdan bakan kişi dalga titreşimini renk olarak algılayacaktır. İşte, belli bir seviyede olan ruhlar, istenilen eşiği geçtiği için, öte dünyaya gidecektir. Eşiği aşamayanlar ise, dünyada biraz daha eğitim almaya devam edeceklerdir.

 [stextbox id=”warning”]ARAF 41 – Onlara cehennemde ateşten bir yatak, üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.[/stextbox]

Kuran’da ateş, alev kelimeleri çoğunlukla enerji anlamında kullanılmaktadır. Öte dünyanın da, aynı tür yapıda olduğunu anlıyoruz. Cehennemi tanımlayan kuran onun alev ve ateşten yapılı olduğunu söyler. İşte cehennemle kastedilen öte dünyadır. Yani cehennem denilen yer, öte dünyanın enerji yapısını vurgulamaktadır. Öte dünya, yani cehennem madde beden için yakıcıdır ama enerjiden yapılan ruh, bu ortamda yanmaz. Aksine tam yaşayacağı yeri bulmuş olur. Şekil 1’deki 1’den 7’ye kadar olan gök katlarının hepsi cehennemdir. Mevcut inanışa uymayan bu durum, zor kabul görecek bir yapıdadır. Fakat aklıselim düşünen insanın, kendisini yaratanın cayır cayır yakacak olmasının mantıksızlığını anlayacaktır.

Sekil-321

Şekil 1 Kuran’a göre dünya ve öte dünyanın yapısı.

Cennetle kastedilen ise dünyadaki altınçağdır. Eğer Kuran’daki cennet anlatımına bakarsanız, tam olarak dünyasal şeylerden bahsettiğini görürsünüz.

Ben, Kuran’ın kutsal olduğundan kendi adım kadar eminim. Ana çıkış noktam budur. O zaman biz insanları yönlendirerek bir yöne yöneltmelidir. İşte Kuran’ın insanları kıyamete hazırladığını görüyorum. Kuran’da üç tür ayet var.

-Sıradan insanların değerlendirdikleri ve anladıkları Kuran var. Mevcut dini oluşturan görüş.

-“Temiz akıllıların” anlayacakları ayetler var. Mevlana gibilerin o ayetlerle anladıkları ile, tavan yapmaları gibi.

-Kıyamette “bilgilendirilenlerin” anlayacağı ayetler var. Örneğin Mümin 15.ayette “O, dereceleri hakkıyla yükseltendir, Ârş’ın sahibidir. Buluşma günü hakkında (insanları) uyarmak için, irâdesiyle ilgili vahyi kullarından dilediğine, kendi indirir” (Diyanet) diyerek , kıyamette en az birini bilgilendireceğini söyler. 

Bunlar içinde dini oluşturan asıl kalabalık, birinci şıktakilerdir. Kuran kıyamete kadar bu insanlara bir inanış oluşturmak için, gönderilmiştir ve böylece, mevcut inanış oluşmuştur. İnsanlara, Kuran’ın başka şeyler anlattığını, Mevlana gibi temiz akıllılar anlatmaya çalışmıştır. Kıyamete geldiğimiz bu günlerde ise Kuran çok daha başka şeyler söyleyecektir. Özellikle cehennem kavramını biraz açmak istiyorum. Çünkü mevcut inanışta büyük sorunlar vardır.

Cehennemde insanın ateşte yanması tanımlanmıştır ama yanma dünyevi bir tanım dır. Çünkü derilerin yanmasından bahseder ve o deriler yandıkça yenileri ile değiştirilecek denmektedir. Bedenin içine üflenen ruhun yanması, söz konusu olamaz çünkü ruh deriye sahip değildir. 

 [stextbox id=”warning”]NİSA 56 – Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri biz yarın bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler vereceğiz. Çünkü, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.[/stextbox]

Deriye sahip olmayan ruh ebedi yanmaya mahkûm edilmiştir. 

 [stextbox id=”warning”]MAİDE 37 – Cehennem ateşinden çıkmak isterler. Ama oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır.[/stextbox]

Burada çok önemli ipuçları vardır. Birincisi sonsuz azap ile, başka bir şey anlatılmaktadır. Eğer düşünürsek, sonsuz azap neye karşılıktır? Kişinin yanlış yaşadığı 60-80 yıla… Bu kadar orantısız bir ceza olamaz. Böyle orantısız insafsızca ceza, kutsal bir varlığa yakışmaz. Eğer Allah’ın cenneti genelev ve cehennemi cızbız mekânı olarak yaptığını düşünüyorsanız, size söyleyecek hiç sözüm yok. Ben Allah’ın öyle zalim bir tanrı olacağını kabul edemem. Demek ki yakma işlemi sadece insanı yola getirme veya dünyaya tahammül edebilmesi için, yani teselli için kullanmaktadır. Fakat bu teselliyi verirken de, gerçekleri gizleyerek vermeyi ihmal etmez. Onun için ateş, enerji ortamını temsil eder ve insan ruhu tam olarak yaşayacağı yer, zaten enerji ortamıdır. Fakat bu enerji ortamına madde gidebilirse, onu gerçekten yakar.

Kuran’ı incelediğimizde, kimin inanıp kimin inanmayacağı Allah’ın tasarrufunda olduğunu görürüz. Fakat insanları kendi istediği yola getirmeye, pek gönüllü değildir.

 [stextbox id=”warning”]

HAC 16 – İşte biz onu (yani Kur’ân’ı) böylece, apaçık âyetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah dilediğini doğru yola eriştirir.

[/stextbox]

diyerek kendi dilediğini doğru yola ileteceğini söylemektedir. Fakat mevcut inanca göre dünyanın çok büyük bir kesimi doğru yolda değildir. Buradan Allah’ın, tüm insanları doğru yola iletmek gibi bir derdinin olmadığını anlayabiliyoruz.  Peki, neden böyle bir yol izler? Cevap yine Kuran’dan gelir. Çünkü, cehennemi cin ve insanlarla dolduracağına yemin etmiştir. 

 [stextbox id=”warning”]HUD 119 – Ancak Rabbinin rahmetle yarlığadığı kimseler başka. Onun içindir ki, onları yarattı. Ve Rabbinin “Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım” sözü böylece tamam oldu.[/stextbox]

diyerek Allah, cehennemi dolduracağı ile ilgili bir söz vermiş ve bu sözü de tutmuştur. Hatta daha ileri giderek istisnasız herkesin cehenneme mutlaka gideceğini söyler. 

 [stextbox id=”warning”]MERYEM 71 – İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.[/stextbox]

diyerek cehennemi, istisnasız herkesin gideceği yer olarak lanse eder. Eğer, sıra anlatımı doğru kabul ederseniz Allah’ın insan ve cinleri yakmaktan zevk aldığını bile düşünebilirsiniz. Oysa, bu ayetlere benim mantığımla baktığınız zaman, niye öyle olduğunu anlarsınız. Amaç ruhların yaşamaya ve tekâmül etmeye devam edecekleri bir yer oluşturmaktır ve cehennem bunu karşılamaktadır. Yani cehennem cızbız ortamı değil, ruhların asıl mekânıdır.

Allah’ın insanları doğru yola getirme gücü varken, ille de cehennemi doldurma isteği bu mantıkla ancak anlaşılabilir. Fakat bu güne kadar,  anlaşılması gereken şekilde anlaşılması da sağlanmıştır. Örneğin Meryem 72 ayeti, Meryem 71 ayetindeki mantığı gizlemek içindir. Çok da gizleyemiyor ama, yine de çıkış noktası sunmaktadır. Allah kesinleşmiş hükmünü sonraki ayette kaldırmış gibidir.

Mevcut inanışı biraz daha inceleyelim.

 [stextbox id=”warning”]FATIR 36 İnkâr edenlere gelince, onlara cehennem ateşi vardır. Hüküm verilmez ki ölsünler, kendilerinden biraz azab da hafifletilmez. İşte biz her nankörü böyle cezalandırırız.[/stextbox]

diyerek, Kuran, inançsızların cehennemde ilelebet yanacaklarına hükmeder. Onların Allah’a yalvarmaları da, hiç önemli değildir. Zaten, onların af dilemeleri kabul edilmeyecektir. Bu insafsız yapı, o kadar ileridir ki! cehennemliklerin, bekçilerden kendileri için Allah’tan af dilemelerini bile, yasaklamıştır. Yani yapılan bir suça, kesinlikle milyar kere milyar misli ile, bir ceza verilmektedir. Hem de o insanların kalpleri kilitli olduğu için, gerçeği de göremeyecekleri halde.

 [stextbox id=”warning”]

BAKARA 6 – 7 Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.

ARAF 101 – İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.

Enfal  63 – Müminlerin kalplerini birbirlerine O ısındırdı. Yoksa yeryüzünde ne varsa sen hepsini harcasaydın yine de onların kalblerini (böylesine) ısındıramazdın. Lakin Allah, kalplerini kaynaştırdı. Muhakkak ki, O azizdir, hakimdir.

MUHAMMED 16 – Ey Muhammed! Onlardan seni dinlemeye gelenler de var. Senin yanından çıktıkları zaman kendilerine ilim verilen kimselere alay yoluyla: “O demin ne söyledi?” diye sorarlar. İşte onlar Allah’ın kalplerini mühürlediği kimselerdir. Onlar sadece kendi heva ve heveslerine uyarlar.

Müddesir 56 – Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O’dur, bağışlayacak da.

[/stextbox]

Bu ayetler gibi ayet, Kuran’da çoktur. Bu ayetlere göre, “Allah o insanları sırf yakmak için yarattı” mantığı ortaya çıkıyor. Böyle bir mantık ise, Allah’ı sadist bir şey yapar. Bu hem yaratıcı formatına uymaz, hem de kendinden daha merhametli kul yarattığı gibi, saçma bir sonuç doğurur. Yani cehennemde yanacağız düşüncesi, Allah’ı kazıklı Voyvoda’dan çok daha vahşi bir mahlûk yapar. “Allah Kuran’ı gönderdi iman etselerdi” gibi savunmalar geçerli olamaz. Çünkü, kilitli kalpleri olanlar, bu durumu nasıl görsün.

Kuran burada, düşünenler için, ipuçları oluşturmaktadır. Yaratıcının bu kadar orantısız bir ceza vermeyeceğini bilmemiz gerekir. Çünkü Kuran, her fırsatta Allah’ın merhametinden bahseder. Bu nasıl merhamettir ki! tek bir ömre karşılık, ilelebet cezayı reva gördüğünü, düşünebiliyoruz. Bu tam bir çelişkidir. Benim bu konudaki düşüncem çok farklıdır.

Aslında tüm insanların, neye inanacakları, bedenlenmeden bellidir. İnanacakları şey, ruhuna yüklenerek dünyaya gönderilir. Böylece kişi Hristiyan, Budist ya da Müslüman olur. Kuran bunu “kalbi mühürlü” olarak tanımlamaktadır. Çünkü, kişinin o hayatında alacağı en iyi tekâmül hesaplanmıştır. Örneğin; Budist bir hayat deneyimi gerekiyorsa, o kişiye öte dünyada Budizm empoze edilir. Bedenlendiğinde inanacağı şey ruhuna yüklenmiş olur. Böylece o kişi -ölümüne- inançlarına sarılır. Başkaları için saçma olan düşünceler onu rahatsız etmez. Bir kılıf bulup inanmaya devam eder. Hatta başka bir inanç içinde doğmuş olsa bile, suyun çatlağını bulması gibi, inancını bulacaktır.

Bu işi organize eden kutsal mekânlar, dünyayı dinlerle parsellemiştir. Hristiyan yaşam deneyimi alacak kişiyi, o inancın olduğu yerde bedenlendirir. Elbette istisnalar da vardır. Yani her şey planlar dâhilinde devam eder. Planlara göre cennette pek az insan olacaktır. Kuran, ne kadar insanın cennete gideceğini bilmektedir. İSRA 62 ayetindeki “pek azı hariç” sözü cennete gidecekleri, çok az olarak belirtir.

Meryem 71 ayetinde, “tüm insanlar cehenneme gidecek” demesi de, bu mantık gereğidir. Yani cennettekiler de, tekâmülleri yetecek kadar arttığında, cehenneme gidecektir.

Burada önemli bir ayrıntı daha vardır. “Kesinleşmiş hükümdür” sözü, bu olayın mutlaka gerçekleşecek olduğunu gösterir.  Herkes kendi rızasına bakılmaksızın, mutlaka bu süreci yaşayacak olduğunu anlatır. Din ayrımı yapılmadan herkesin zorunlu olarak uyacakları bir kuraldır. Yani herkes önünde sonunda cehenneme varacaktır.

Mevcut Cennet ve cehennem düşüncesini biraz daha eleştirmek istiyorum. Düz mantıkla bakarsak, cehenneme gidenlerin çok fazla ve cennete gidenlerinse çok az olması, mantıklı değildir. Bir öğretmenin, öğrencilerinden çoğu kalıyor ve pek azı geçiyorsa, suçu öğretmende aramak gerekir. Çünkü, öğrencilerini doğru eğitemediği ortaya çıkar. Ya seviyelerine inememiştir, ya da kasıtlı yapıyordur. Her iki durumda da okul yönetimi öğretmeni uyarır ve eğer değişmezse, görevine son verir. Aynı mantıkla Allah’ı yargılarsak bu kadar çok yanacak kişi olması onun başarısızlığını gösterir. Ya da, insanları yakmaktan, zevk alıyor olmalıdır.

Kuran’a göre cehennemin öte dünya olduğunu anladık. Cennetin ise dünyada olduğunu söylemiştim. Kuran Cenneti tanımlarken “altlarından ırmaklar akan” gibi dünyevi tanımlar kullanır. İstisnasız her tanım, dünyasaldır. En olmayacak tanım, bal veya şarap ırmaklarıdır. Bedene sahip olmayan ruh için, dünyasal tanımlar anlamsızdır. Ben cennet tanımı ile, altınçağ tanımlarını, aynı gibi görüyorum. Çok benziyorlar. Mevcut inanışa göre cennette sorunsuz, ekmek elden su gölden misali yaşayacak olan insanlar, altınçağda da aynı şekilde yaşayacaktır.  Altınçağda dünya nüfusu MS 2150 kitabına göre, 300 milyon kadar olacaktır. Bende bu rakamı makul ve mantıklı görüyorum. Bu rakam, şeytana izin verildiğinde,  onun da insanları kandırıp, cennete gidecekler için, “pek azı hariç” söyleminin doğruluğuyla çakışmaktadır. Yani cennete gideceklerin çok az olduğu gözükmektedir.

Önce Kuran’daki cennetin tarifini inceleyelim. 

 [stextbox id=”warning”]

RAHMAN 46 Rabbinin makamından korkan kimselere iki cennet vardır.  

RAHMAN 48 İkisinin de çeşitli ağaçları, meyvaları vardır.

RAHMAN 50 İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır.

RAHMAN 52 İkisinde de her türlü meyvadan çift çift vardır.

RAHMAN 54 Astarları atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin de devşirmesi yakındır.

RAHMAN 56 Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.

RAHMAN 58 Sanki onlar yâkut ve mercandırlar.

RAHMAN 60 İyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?

RAHMAN 62 Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.

RAHMAN 64 (Bu cennetler) yemyeşildirler.

RAHMAN 66 İkisinde de fışkıran iki kaynak vardır.

RAHMAN 68 İkisinde de her türlü meyva, hurma ve nar vardır.

RAHMAN 70 İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.

RAHMAN 72 Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş hûriler vardır.

RAHMAN 74 Bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.

RAHMAN 76 Yeşil yastıklara ve hârikulâde güzel işlemeli döşeklere yaslanırlar.

[/stextbox]

Bu anlatım bana, dünyada kurulacak dört adet altınçağ şehirlerini anlattığı, izlenimi vermektedir. Bu şehirlerin çoğunluğunu kadınların oluşturacağı gibi bir anlam çıkarıyorum.  Cinsellik ne hikmetse çok kullanılan bir şeydir. Tüm eski yazılarda yemek yeme eylemi gibi, cinsellik anlatılmaktadır. Zeus da, Enlil de hiçbir güzel kadını kaçırmaz. Burada da insan bedeni ihtiyacı olan bu eylemi kullanıp bize mesaj verilmektedir. Sahiplenme ve kıskançlık duygularımızdan dolayı, sahip olduklarımızı başkaları ile paylaşamıyoruz. Ondan dolayı, mal gibi gördüğümüz eşimize kimsenin dokunmasına tahammül edemiyoruz. Oysa yemeğimizi başkaları ile paylaşabiliyoruz. Normal düşünenler için, arada fark yoktur. Bir eş bedensel zevkini başkasıyla gidermesinde bir sakınca yoktur. Her birey bağımsız bireydir ve kimsenin malı olamaz. Fakat bilgi olması açısından söylediğim bu mantık, ancak altınçağda geçerli olacaktır. Çünkü aynı kıskançlık duyguları bende de var ve henüz zamanı gelmeden uygulanma şansı yoktur. Ayrıca mevcut inanışa göre, zina olmuş olur. Bu söylediklerim, sadece altınçağ için geçerlidir. Fakat gelişmiş ülkelerde de birçok kişi, aynı düşüncelere sahiptir. Onlar tekâmülde o seviyeye çıkmışlardır. Yani şeytanca duygu olan sahiplenme veya kıskançlık duygularından, nispeten kurtulmuşlardır.

İtiraz seslerini duyar gibi oluyorum. Fakat ben Kuran’ı okuduğumda anladıklarımı yazıyorum. Cehennem insanları cayır cayır yakan bir yer olamaz. Çok güzel bir anlatımla cezalandıracağını söylediği insanları, çaktırmadan mükâfatlandırması mucizevî yönünden biridir.  “İki cennetin de devşirmesi yakındır”  sözü, bize bazı cennetlerde insanların eşiği aşmaya daha yakın olduğunu söylemektedir. Bu sözü anlamak için Makro Felsefe mantığını bilmek gerekir. Makro felsefeye göre; insanlar tekâmül eder. Altınçağda tekâmül edeceklere 1′den 10′a kadar derece verilmektedir. 1 yeni başlayanlar için, 10 ise bedenini terk edebilecek seviyeye gelenler için kullanılmaktadır. İşte “devşirmesi yakındır” demesi bu yüzdendir. Altınçağı yaşayacak olanların hepsi aynı tekâmül seviyesinde olmayacaklardır. 10.dereceye daha yakın olanlar iki şehirde toplanacaklardır. Diğerleri de diğer iki şehirde yaşayacaktır. 10.dereceye gelenler geldiği an bedenlerini terk ederek öte dünyaya geçecektir. 

 [stextbox id=”warning”]BAKARA 25 İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: “Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir” derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî kalacaklar.[/stextbox]

Bu ayet Cennetin dünya gibi bir yer olduğunu açıkça söylemektedir. Daha önce rızıklandığımız yiyecekler, cennette yine karşımıza çıkacaklar. Demek ki ruh olarak değil de, beden olarak cennete gideceğiz. Yoksa bir ruhun yemek yemesi gibi bir durum saçmalıktır. 

 [stextbox id=”warning”]

BAKARA 118 Bilgiden nasibi olmayanlar da “Allah bizimle konuşsa ya, yahut bize de bir mucize gelse ya!” dediler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişlerdi. Onların kalbleri birbirlerine benzedi. Gerçekten de yakîne ermek (hakikati bilmek) isteyen bir kavim için biz mucizeleri çok açık seçik gösterdik

BAKARA 119 Şüphe yok ki, Biz seni hak ile rahmetimizin müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak gönderdik. Sen, o cehennemliklerden sorumlu değilsin.

[/stextbox]

Bu ayet aklını kullanıp sorgulamak isteyenleri anlatmaktadır. Eğer bu sorgulama devam eder ve daha derinlere inilirse, hakikate erişileceğini anlamaktayım. Ayrıca bu tür insanlardan peygamberin sorumlu olmadığını, onun sadece aracı olduğunu vurgulamaktadır.

İnsan, Tin 5 ayetinde dediği gibi “aşağıların aşağısına” atılırken, onun, var olan durumunun çok daha altında bir duruma gönderildiği, anlatılmaktadır. Bu durum, ruhun var olması gereken gök katlarındaki seviyesini kaybettiğini söyler. Burada anlatılan asıl şey, ruhun bulunduğu seviyeden daha farklı bir yerde, tekâmüle gönderildiğidir. Ruh gök katlarındadır ama tekâmül edebilmek için, dünyaya enkarne olur. Buna göre “aşağıların aşağısı” dünyadır. Aşağıların aşağısında kendi isteği dışında, tekâmül etmek zorunda bırakılmıştır. İşte, hayvansal içgüdüler de dediğim iblis elbisesi, Âdem’e bu yüzden giydirilip dünyaya gönderilmiştir. Bu hayvansal içgüdüler onun dünyada yaşayabilmesi ve eğitim alabilmesi için zorunludur. İşte bu zorunluluk dolayısıyla kötü olacağı bellidir. Kuran bu kötülüklerini şeytanla anlatmıştır. Kötü olması elinde değildir. İçindeki duygular onu sevk etmektedir. Hayatta kalmak için, başkasının haklarını gasp eder. Gücü elinde bulunduran, diğerlerini sömürür, yakar, yıkar, öldürür. Bunları yaşama ve sahiplenme duyguları dolayısıyla yapar ve Allah, bunları yapacak olduğunu bilmektedir. Zaten planlar gereğidir. Yani insan, yapması gerekenleri yapmaktadır. Onun için cezalandırılması diye bir durum söz konusu olamaz. Fakat insanların korkacakları veya teselli bulacakları bir durumun da olması gerekir. İşte cehennem kavramı, yani cezalandırma, bunu karşılamaktadır. Dünyada suç işleyen ceza görecek diye, bir miktar korksun ve kendini engellesin diye, önüne engel konulmuştur. Fakat asıl cehennem; ezilen, hakkı gasp edilenler için önemlidir. Çünkü bu dünyada hakkı yenen kişi, öteki dünyada hakkı verilecek diye teselli bulmaktadır. Bu dünya hayatını daha rahat geçirebilmektedir. Daha kolay tahammül edebilmektedir. Yani mükâfat/ceza sisteminin asıl amacı, dünya hayatına tahammülü kolaylaştırmak içindir.

İşte insan, hayvansal duyguları yaşadığı biyolojik bedenini terk ettiğinde, iyi bir varlık olacaktır ve yaptığı kötülükler onun için birer yüz karası durumuna gelecektir. Fakat bu durumun da dengelenmesi için, yaşadığı hayatları ona göre seçilmektedir. Yani bir hayatında ezen bir diktatör ise, diğer hayatında ezilen bir mazlum olması sağlanmaktadır. Öte dünyada birinin sizi ezmiş ve kötülük yapmış olması sizi incitmez. Çünkü yaşayacağınız hayatı bilerek tercih etmiş olmanız, olayı makul görmenizi sağlar. Ayrıca amaç tekâmül etmek olduğundan, buradaki intikam alma duygularınız orada çok saçma bir hale gelir. Ayrıca bu dünyada çok yaşamak hiç arzulanılan bir durum değildir. Fakat tekâmül etmek için dünya hayatı şarttır. Kıyamette son bulacak olan kötülükler, bizi teselli edebilir. Çünkü ondan sonra melek olacağız. Sistemin bekası için dünyada oluşturulan dinler sırf çeşitli yaşayış ortamları oluşturmak içindir. Yani ruhun farklı hayatları deneyimleyebilmesi için, çeşitli ortamlar oluşturulmuştur. Eğer tanrı isteseydi herkes tek bir dine inanırdı. Böyle bir şeyin istenmediği Kuran’da açıkça yazmaktadır.

 [stextbox id=”warning”]

YUNUS 99 Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın? 

YUNUS 100 Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler.

[/stextbox]

Kader konusunda bize ipuçları veren bir ayet… Aslında düz mantıkla bakınca kendisiyle çelişmektedir. “Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?” sözüyle, özgür iradeden bahsedildiğini, Allah’ın kendisinin bile insanları etkilemediğini, Peygambere “onları sen mi zorlayacaksın?” diyerek karşı çıktığı gözükmektedir. Sonraki ayette, tam zıt bir düşünce yapısıyla, Allah izin vermedikçe, kimse özgür iradesiyle seçim yapamayacağını söylemektedir. Ve bu işi, kişilerin aklını kullanıp kullanmamalarına bağlamaktadır. Fakat sistem öyle dizayn edilmiştir ki, isteyen yola gelebileceği gibi, rahatlıkla yoldan da çıkabilir. Yani aklını kullanmak ile vurgulanan şey, tam ters yola gidişi de içerir.

Çelişki gibi gözüken bu durum aslında, tüm Kuran’da vardır. Bu durumu anlayabilmek için insanların derecelerle birbirlerinden altta ve üstte olduklarını anlamak gerekir. Hatta peygamberler bile derecelerle birbirlerinden farklıdır. Bu derecenin tekâmül yönünden olduğunu bilmek gerekir. Yani tekâmül olarak bazı insanlar diğerlerinden derece olarak ilerde veya geridedir. Aslında ilerde veya geride olmaktan çok, farklı yönden, farklı düzeyde olurlar. Diyelim ki, biri IQ yönünden ilerde, EQ yönünden geri olabilir. Bir başkası da tam tersi durumda olabilir. Bu kadar insanın olması dolayısıyla her seviyede birinin olması doğaldır. Fakat yanlış anlaşılmasın, birbirinden uçurum düzeyinde ayrım olmaz. Tüm insanlar belli bir aralıkta olmak zorundadır. Altın çağı yaşayacak olanları ayrı tutmak şartıyla,  kıyamette bir üst boyuta çıkacak kadar gelişmiş olmalıdırlar. 

Kuran bu tekâmül aralığında belli bir bölüme hitap eder. Onun hedefi olan insanları tekâmül ettirir. Aslında kimlerin Müslüman olacağı kutsal mekânlarca bellidir. Her kişi hangi dine inanacak ise kalbi o dine mühürlenir. Bu işlem bedenlenmeden önce yapılır. Yani Allah Yunus 99′da dediği gibi, herkesin Müslüman olmasını istemiyor ve Müslüman olmayacakların kalpleri kendi inançlarına mühürlendiği için, iman etmeleri de mümkün değildir.

Bu mantık Müslüman âlimlerin baş ağrısı sebebidir. Bu konuya bir çözüm getirememişlerdir. Kuran, tekâmülü yetmeyen insanların bir kısmını kıyamete kadar hazırlamak amaçlıdır. “İman etmezler” dediği insanlar, zaten Müslümanlıktan alacakları bir şey yoktur. Onların tekâmül etmesi için, farklı şeyler gerekmektedir. Kuran, bu kesimi peygamberimiz zamanında Müslüman olmayanları kastederek; tarifler. “Onların iman etmemelerini Allah istedi de onun için iman etmiyorlar” der. Aslında kastettiği o insanlara hitap etmeyen Kuran’a inanmayacaklarıdır. Bunu Allah’ın istemesinden çok, doğal süreç olarak düşünmek gerekir. 

Ayrıca bedenin öte dünyada yaratılamayacağı kesindir. Çünkü orası atom altı dünyadır. Yani enerji ortamıdır. İşte bu ortamda madde var olamaz. Fakat insan ruhu orada yaratılmıştır.

 [stextbox id=”warning”]

TİN 4 Biz insanı en güzel biçimde yarattık

TİN 5 Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık.

[/stextbox]

Bu ayetlerde ruhun öte dünyada yaratıldığı ve dünyaya bedenin içine üflendiği anlatılmaktadır. En güzel olan ruhun yapısıdır. Esfeli sâfilîne yani, aşağıların aşağısı dünyamızdır. Bedenimiz sayesinde insan ruhu, aşağıların aşağısında eğitime tabi tutulmaktadır. Kuran’ın sıra anlatımına uymayan bu tür ayetler daha sonra düzeltme ayetleri sayesinde kamufle edilmiştir. İyi bir Müslümanı aşağıların aşağısına atmış olmak, yani diğer insanlarla bir tutmak, mevcut inanış için sorun olacağı için, Tin 6 ayetinde düzeltilmiştir. Aynı yapı Meryem 71 ayetindeki “tüm insanların mutlaka cehenneme varacak” olmalarını anlatan ayetle aynı şeydir. Orada da iyi Müslüman’ın mutlaka cehenneme varacak olması, sonra gelen Meryem 72 ayeti sayesinde düzeltilmiştir.

Şeytanın insanı cennette kandırıp yasaklanmış meyveden yemesi onun kısmi özgür iradesini, isyan etme duygularını anlatmaktadır. Yani insan bir melek değil, şeytani duygulara sahip bir mahlûk olacağını söylemektedir. Aynı düşünce yapısı, Bakara 30 ayetinde de gözükmektedir. Allah dünyada şeytanca duygulara sahip bir halife yaratacağını bilmektedir. Ondan beklediği iyi bir insan olmaya çalışmasıdır. Bu duygular sayesinde tekamül etmesi beklenmektedir.

 [stextbox id=”warning”]EN’AM 165 Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve O, bağışlayan, esirgeyendir.[/stextbox]

Bu ayet olayı özetlemektedir. Yeryüzüne gelen insana verilen özellikleri kullanarak tekâmül etmelidir. Bu tekâmül etme işinde bazıları diğerlerinden daha başarılı olacaktır. Aslında insana verilen şeytanca duygular, hep kötü olacak anlamında değildir. Örneğin; bir ayeti saçma bulup, onu kabul etmemek şeytanca duygudur ama, kötü değildir. İnsanın düşünmesi ve değer yargılarına göre sonuç çıkarması güzeldir. Fakat dediğim gibi, düz mantıkla bakmamak bizi daha doğru bir sonuca götürür.

Ben insanın, kendi tercihi ile dünyaya gelmediğini, onun için kurulan bu sistemin insana faydasından çok, bir eksiği tamamlamak amaçlı olduğunu düşünüyorum. Öyle ya, sırf insan var olsun diye insanın yaratılması çok mantıklı ve îlâhi değildir. Biz Allah’ın ne düşündüğünü anlayamayız diyerek kenara çekilemeyeceğimize göre, bu durumu cesaretle sorgulamak gerekir.

Şimdi tekâmül sisteminde, sadece dünya hayatının çalışma sistemi ve gereğini inceleyelim. Sonuçta bizler tüm sistemi bilsek bile, asıl bilmemiz gereken kısmı, içinde olduğumuz bölümdür. Yani aslında “yarı bilinçli dönem” olarak adlandırdığım dönemi inceleyelim. Tekâmülün inançlarla direk ilişkisi vardır. Ayrıca tekâmül etmenin bilinç geliştirmek olduğunu söylemekteyim. 

Dünyada iki türlü inanç sistemi oluşturulmuştur. Bunlardan biri doğu dinleri, diğeriyse batı dinleri. Batı dinlerine ateizm de dâhildir. Yazılarımda bu iki sistemin, zekânın  IQ ve EQ yönlerini geliştirmek için olduğunu yazdım. Yani, asıl amaç insanların ibadetleri değil, zekâlarının gelişmesi gereken yönlerinin, gelişmesini sağlamaktır. Aslında dinlerle oluşturulan yaşam alanları, onların tekâmüllerinin eksik yönlerini tamamlamak amaçlıdır. Anladığım kadarıyla kişi ne kadar maneviyatla ilgili bir ortamda bedenlenirse, zekâsının EQ yönünü o kadar fazla geliştiriyor. Tersi durumda da, yani maddeyle ilgileniyorsa, zekâsının  IQ yönünü geliştiriyor.

Bu durumda doğu dinleri zekânın EQ yönünü, diğerleri  IQ yönünü geliştirmek için oluşturulduğunu anlayabiliriz. Elbette dinler, bu zekâlardan sadece birini geliştirmek için değildir. Çoğunluğu aradadır. Yani her iki tür zekâyı da geliştirir. Müslümanlık, her iki gurubun tam ortasındadır. İnançları IQ dan EQ ye doğru tahmini bir sıralama yaparsak şöyle bir tablo ile karşılaşırız.

Ateizm,

Musevilik,

Hıristiyanlık,

Müslümanlık,

Hinduizm,

Konfücyüzm,

Budizm.

Elbette, başka pek çok inançlarda vardır. Onlarda bu aralıkta bir yere konumlanırlar. İki ana uç, ateizm ile Budizm’dir. Müslümanlık, zekânın hem IQ hem de EQ yönünü eşite yakın geliştirir. İslam inancındaki ana mantık “yarın ölecekmiş gibi öte dünyaya, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya çalışmalısın” şeklindedir. Müslümanlığa en yakın Hinduizm’dir. Hindular Müslümanlardan daha fazla maneviyata önem verirler. Yani Hinduizm’de daha çok EQ gelişir ama ihmal edilemeyecek oranda da IQ geliştirilir. Hangi dinde cennet ve cehennem kavramı varsa, o daha çok maddi yöne bakar. Ruhun tekamülüyle ilgilenen ise, daha çok manevi yönü gündem yapar. 

Bu iki gurup dinlerin en önemli ayrımı yeniden doğuş inancıdır. Çoğunlukla IQ geliştiren dinler, yeniden doğuşu kabul etmez. Çünkü yeniden doğuşa inanmak demek, bir ruhun varlığına ve tekâmüle inanmak demektir. Tekâmüle inanan birinin dünyasal değerlere önem vermesi zorlaşır. Dünyasal değerlere önem vermeyen biri, sistemin IQ gelişimini sekteye uğratır. Olayı anlayabilmek için hiçbir Budist’in herhangi bir sebeple kitap yazmadığını anlamak yeterlidir. Yani bir Budist para, şan, şöhret ya da kariyer için elini bile kıpırdatmaz. Dünyasal değerlere sahip böyle şeylerin ruhlarını kirleteceklerini düşünürler. Onun için Budizm hakkında yazılan tüm eserler, batılılar tarafından yazılmıştır. Bir Budist, böyle bir kitabın yazılmasına bile,  vesile olmak istemez. Böyle bir şeye kalkması için, kendisini görevlendirilmiş hissetmesi gerekir.

İnsanların dünyasal değerlere önem verebilmesi için maneviyatın mümkün olduğu kadar azaltılması gerekir. Bunun için ruhun tekâmülü ve yeniden doğuşun biraz gizlenmesi gerekir. O zaman kişi dünyasal değerlere önem vermeye başlayabiliyor. Dünyasal değerlere önem verdiği oranda da dünyasal refaha kavuşmaktadır. Bu duruma en güzel örnek Türkiye Cumhuriyetidir. Atatürk’le bir miktar maneviyattan vazgeçen Türkiye, refah yönünde bir atılım yapabilmiştir.

Maneviyata önem vermeyen inançlarda, büyük adalet sorunları meydana gelir. Yeniden doğuş ortadan kalktığında, adaleti sağlama imkânı da ortadan kalkmaktadır. İşte, cennet ve cehennem inancı bu açığı kapamak için oluşturulmuştur. Tek bir hayat yaşayacak olan insanın, yaptıklarının ceza veya mükâfatını öldükten sonra görecek olması, insanların bu sistemi kabul edebilmelerini sağlamak amaçlıdır. Yoksa, bir yaratıcının yarattıklarını ilelebet cayır cayır yakması, hiç mantıklı ve kabul edilebilir değildir. İnsanlar dünyasal değerlere yönlendirildiğinde, adaletsizliklerin çözümü sadece dünyasal argümanlara kalır. Fakat o zamanda gücü elinde bulunduran ya da kimsenin görmeyeceğini düşünenler, etik olmayan yöntemlere başvurabilmektedirler. İşte bu durumları dengeleyebilmek için, cennet, cehennem kavramları oluşturulmuştur. Yani cennet ya da cehennemin asıl amacı; ezilen, hakkı yenen insanı teselli etmek babındadır. Kişi öte dünyada hakkının verileceğine ve haksızlık edenin cezalandırılacağına inanırsa, dünya hayatına daha kolay tahammül edebilmektedir. Bir haksızlık yapıldığında, bazen “yaşasın cehennem” diyen birini duyarsınız. İşte o söz, kişinin çaresizliğinin tesellisidir.

Fakat Kuran, bu kelimeleri içi boş bir anlamda kullanmaz. Onlara sembol yükler. Kuran cehennemi anlatırken, alev ve ateşten çokça bahseder. Bu anlatımdan, cehennemin enerji ortamı olduğunu anlamaktayız. Yani, öte dünya dediğimiz kuantum dünyalarını, cehennem olarak alır. Yedi gök katı, cehennem kelimesiyle sembolleştirilmiştir. Ruhun da enerjiden yapılı olması dolayısıyla orada yanmayacağı, aslında tek yaşayabileceği yer olduğu anlaşılır. Cennet tanımı ise; her şeyin bolca bulunacağı bir yer olarak tanımlanır. Fakat nimetlerin hepsinin maddesel olması dolayısıyla altınçağı anlattığın anlamalıyız. Atlas döşeklerde ki Huriler, ballar, şaraplar vb hep madde bedenin ihtiyaçlarıdır. Dolayısıyla cennet, dünyadaki altınçağı anlatır. Kıyamette amel defterleri açıldığında, yani ruhların tekâmüllerine bakıldığında, öte dünyada yaşayabilecek kadar gelişenler cehenneme, gelişemeyenler cennete alınacaklar. Cehenneme alınanlar pozitif tekâmüle devam edecekler. Cennete alınanlar da çalışmak zorunda kalmadan, bilinçli tekâmül ederek cehenneme alınacaklardır. Fakat, bedenli tekamül bitmediği için, bir miktar daha Süper insan pozisyonunda bedenlenilecektir. O bedenler ve ortam, öte dünyadaki duruma yakın olacağı için, ben o dönemi de bedensiz yaşamla özdeş tutuyorum. Çünkü, orada da bilinçli tekâmül yapılacaktır. 

Yukarıda ki sıralamaya bakarak, dünyadaki bilim ve teknolojinin gelişmesine katkı eden insanların inançlarını da anlayabiliriz. Bilim, Ateist ve Musevi bilim insanlarının tekelindedir. Onlara bir miktar da Hristiyan bilim insanları katkı sağlar. Müslüman bilim insanları ise, çok azdır. İnanç ne kadar maneviyata kayıyorsa, bilimle ilgisi o kadar azalmaktadır. Yani Müslüman bilim insanlarının olmamasının sebebi dinden kaynaklanmaktadır. Hem dini bütün bir insan olmak hem de, bilimle ilgilenmek pek mümkün olmuyor. Birbirlerinin tersi durumdur. Geçmişte bu işi bağdaştırmış bir avuç insan olmuştur ama o kadar. Günümüzde Müslüman ve Hindu bilim insanları, daha çok dini yok sayarak bilim yapabilmektedir. Budizm’den ise, hemen hiç bilim insanı çıkmaz. Dediğim gibi, o tür inançlardan çıkan bilim insanları, kesinlikle inançlarını bir kenara bırakarak bilim yapabilirler. Hristiyanlık reform ve Rönesans hareketlerinden sonra, epey maddeye doğru kaymıştır. Böylece refahın merkezi durumuna gelmiştir. Fakat refahlarını başka insanların kaynakları üzerine kurdukları için, etik bir gelişme göstermemişlerdir. Ne yazık ki! madde yöne yönelmek, insanı; kendi çıkarını daha önde tutmayı gerektirir hale getirmektedir.

Seyfullah Demir