Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

İnsanlığın dünya üzerimdeki ilk akıllı tür olduğu yanılgısını düşünüp durduğum bir gün,  düşünceler içinde dalgın dalgın gezerken, mutlaka bizden önce yaşamış olanlardan, bize bırakılmış bilgiler olması gerektiği sonucuna vardım. O zamandan beri, epey bilgiye ulaştım. İlk olarak, biz bu dünyadan gideceksek, mutlaka gelecektekilere bilgiler bırakmamız gerektiğini düşünmüştüm. Bu durumu sadece ben düşünmemişim. Daha önce, Amerika Birleşik Devletlerinde mühendisler benim gibi düşünmüşler ve, “eğer bir gün insanlık bir şekilde yok olursa” diye bir şeyleri geleceğe bırakmışlar. Bu konuyu Eric Von Daniken, Tanrıların arabaları adlı kitabında gündeme getirmişti.

 [stextbox id=”grey”]

1965 yılında New York toprağına, bu dünyada olabilecek en korkunç felâkete bile karşı koyacak sağlamlıkta yapılmış, iki zaman kapsülü gömüldü. Kapsüllerde geleceğe iletmek istediğimiz ve binlerce yıl sonrası insanının ataları hakkında bilgi edinmesini sağlayacak, günlük bilgiler bulunuyordu. Kapsüller çelikten de dayanıklı bir metalden yapılmışlardı ve, atom patlamalarında bile, yok olmayacaklardı.

Günlük haberler dışında; şehirlerin, gemilerin, otomobillerin, uçakların, roketlerin resimleri; metal ve plastik eşya örnekleri; kumaşlar ve elbiseler; günlük yaşamda kullanılan ev araçları, madenî paralar, tuvalet malzemeleri; matematik, fizik, tıp, biyoloji ve astronomi ile ilgili kitapların mikrofilmleri de vardı. Geleceğin bilinmeyen kuşağı için yapılan bu hizmeti tamamlamak için de, ilerinin dillerine çeviri yapılabilmesi için, yazılı örnekleri açıklayan bir anahtar kitap konmuştu.

Gelecek kuşaklara zaman kapsülleri içinde aydınlatıcı bilgi sunma düşüncesi, Westing-house Electric firmasında çalışan bir grup mühendis tarafından ortaya atılmıştı. Anahtar kitaptaki şifreleri bulan ise John Harrington’du. Bu adamlar deli mi? Hayalperest mi?

[/stextbox]

Bu yazıda görüldüğü gibi, bizde Atlantislilerin bize bıraktığı arşivler piramidi ya da, benim deyimimle mağara kütüphanesinde, neler bulacağımız aşağı yukarı bellidir. Yukarıda belirtilenlerin haricinde birde, kıyamette yaşayacak olduğumuz şeyler ve neler yapmamız gerektiği ile ilgili, bilgiler de olacaktır. Çünkü, geleceğe bırakılan kütüphaneler, yeteri kadar gelişen insanoğlunun kılavuzu olacaktır.

Söylemek istediğimi daha iyi anlamak için, senaryo oluşturarak durumu özetleyeyim. Diyelim ki! bizler Atlantisliler gibi kıyamet yaşadık ve, şempanzelerin genleri ile uğraşarak, onları yeni tür olarak, evrimleştirdik. Elbette zekâ seviyeleri yüzünden açık tekâmül edemeyecekler ve, bu zekâ özürlü insanları organize etmek gerekecektir. Onların bilinçsiz ama zorunlu olarak, tekâmül etmelerini sağlamak için, plânlar yapacağız. Onlara, zekâ kapasitelerine göre bilgiler vereceğiz. Onları, kurallar içinde olmaya zorlayacağız. Onları, adım adım takip edeceğiz. Onları, kendi kıyametlerine kadar izleyip hazırlayacağız. Onlarda her şeyi, kendilerinin yaptığını sanacaklar. Yapılan dini yönlendirmelerin tanrıdan olduğunu düşünecek ve kesin itaat edecekler. Bizde, bizi tanrı olarak kabul etmeleri için, elimizden geleni yapacağız. Yani şempanze insanlarını öyle şartlandıracağız ki, başka bir durumun olabileceğini bile, düşünemeyecekler.

İşte, bu insanların uyanma zamanında, onlara rehberlik yapacak olan bilgiler vermemiz gerekecektir. Bu bilgiler o zamana kadar öğrendiklerinin hatasını ve, yeni gerçekleri anlatmalıdır. İşte bu bilgileri, bir yere gizleyip zamanı geldiğinde bulmalarını sağlayacağız.

Şimdi ise, bizim Atlantislilerden kalan bilgileri bulma zamanımızdır. Bu bilgiler öyle yerlerde saklanmalı ki, tesadüfen bulunmamalılar. Ayrıca, bulunsalar bile korunabilmeliler. Hem bulunmamalılar ama, arayan içinde hemen görülebilmeliler. Hem de, dünyada oluşabilecek en büyük felaketlere bile, dayanabilecek sağlamlıkta olmalılar. 

Kuran’da yecüc-mecüc ve Dabbe hikâyeleri bu yerlerle ilgilidir. Özellikle Ashabı-Kehf güzel ipuçları vermektedir. Önce Ashabı-Kehf, kıssasından başlamak istiyorum. Eğer:

Ashabı Kehf = Yecüc-mecüc, oda = Tibet’teki kütüphane.

Rakim = Dabbe oda = Mısır’daki kütüphane.

Gençler ise Bilgi anlamında kullanılmaktadır. Yani Yecüc Mecüc ve Dabbenin birer kütüphaneyi sembolize ettiğini kabul edersek, Kuran’da anlatılan hikâyenin nasıl anlam kazandığını görürsünüz. Nasıl saçmalık diyebileceğimiz anlatımların insanlığın en büyük sırrını ifşa ettiğine tanık olursunuz.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 9 Yoksa sen As habı Kehf’i ve Rakim’i şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?[/stextbox]

Aslında şaşılacak ayetler ama, gerçeğe vakıf kişi için, şaşılacak bir şey yok. Burada As habı Kehf ve Rakim iki ayrı kütüphane olarak sembolleştirilmiş.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 10 O gençler mağaraya sığınınca şöyle dediler: “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla.”[/stextbox]

“Gençler”in mağaraya sığınan, daha doğrusu Zülkarneyn tarafından gizlenen bilgiler olduğunu anlamışsınızdır.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 11 Bunun üzerine biz de kulaklarını tıkayarak mağarada onları yıllarca uyuttuk.[/stextbox]

Böylece o bilgiler yıllarca mağarada sessizce bekledi. Çünkü, onların ortaya çıkmaları için, kıyametin gelmesi gerekir.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 12 Sonra da iki gruptan hangisinin, onların mağarada kaldıkları süreyi daha iyi hesapladığını anlamak için, onları tekrar uyandırdık.[/stextbox]

Kuran’da iki grup olarak bahsettiği yukarda da yazdığım gibi, iki ayrı yer altı kütüphanesidir. Biri Dabbe ile, diğeri ise yecüc mecüc ile sembolleştirildiğini söyledik. Ayetten, uyandırıldıklarını yani, kıyamet sürecinin başladığını anlıyoruz.

[stextbox id=”warning”]

KEHF 13 Biz sana onların kıssalarını gerçek olarak anlatacağız. Hakikaten onlar, Rablerine iman eden birkaç genç idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık.

[/stextbox]

Bu bilgiler yer altı kütüphanesinde saklanan insanlığın gerçek bilgileri idi ve, Atlantislilerde kendi bilgilerini ekleyerek “hidayetlerini artırmış” oldular. Aynı şekilde bizde kendi bilgilerimizi ekleyerek, hidayetlerini artırmaya devam edeceğiz.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 14 (Oranın hükümdarı karşısında). ayağa kalkarak dediler ki: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına îlâh deyip tapmayız, yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.[/stextbox]

Kütüphaneler açıldığında, gerçek bilgiler meydana çıkacaktır. Bu bilgiler bizim bildiğimizden epey farklı olacaktır. Dünyada var olan bilgiler, hatalı olduğu için, “biz kendi rabbimizden başkasına tapmayız” denmektedir. “Sizin bilgilerinizi doğru kabul edersek, hata yapmış oluruz” denilmektedir. Yani, bizler de, onların bilgilerine inanıp amel etmek zorundayız. 

[stextbox id=”warning”]KEHF 15 Şu bizim kavmimiz, Allah’tan başka îlâh edindiler. Onların îlâh olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?[/stextbox]

Bizim kavmimiz dediği tüm insanlıktır. Ayetteki “Allah” kelimesi, “doğru bilgi” anlamındadır. İnsanlık maddiyata taptığı için, gerçek olan bilgiden, kopuktur. Buradaki kasıt gerçek diye bilinenlerin hatalı olduğu ve bu bilgilerin değişeceğidir. 

 [stextbox id=”warning”]KEHF 16 (İçlerinden biri şöyle demişti). “Mademki siz, onlardan ve Allah’tan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve işinizi rast getirip kolaylaştırsın.”[/stextbox]

“Madem dünyadaki bilgiler hatalı, o zaman mağaradaki bilgileri öğrenin ve o bilgiler sizi yönlendirsin” denmektedir. “Böylece gerçeğe ulaşmış ve kıyamette doğruyu yapmış olursunuz” bilgisi verilmektedir.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 17 Ey Muhammed! Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu Allah’ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.[/stextbox]

Bu ayet mağaranın yeri ve ölçüleri hakkında bilgi vermektedir. Sanırım, büyük piramidin gölgesi sabah ve akşam aldığı pozisyon, arşivler piramidinin yerini göstermektedir. Sabah piramidin gölgesi, mağaranın sağ tarafına denk gelmekte ve batarken ise, sol taraftan yalayıp geçmektedir. Demek ki büyük bir boşluk bulunmaktadır. Ayette de “geniş bir yerinde idiler” sözü, aynı şeyi söylemektedir. Ayrıca bu durum Kuran’ın mucizesi olarak karşımıza çıkacaktır. Bu yazdıklarım gerçekleştiğinde Sur’a üflenmiş olacaktır. “Allah” kelimesi doğru bilgiyi sembolize ettiği için, ona vakıf olan herkes hidayete ermiş, diğerleri ermemiş olacaktır. Bu bilgiler sadece Kuran’dan geldiği için, Başka hiçbir bilgi kimseyi hidayete erdirmeyecektir.

sfenks1

Şekil 1:Aynen ayetin dediği gibi Sfenks ayaklarını öne uzatmış yatmaktadır.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 18  Bir de onları mağarada görseydin uyanık sanırdın. Halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları görseydin, arkana bakmadan kaçardın ve için korku ile dolardı.[/stextbox]

Bu mağaradaki bilgilerin koruyup kollandığı anlaşılmaktadır. Onlara zarar gelmesin diye gözetlenmektedirler. Tesadüfen bulunmaları engellenmektedir. Zaman içinde çürüyüp gitmeyecek malzemelerden yapılmışlardır. “Köpekleri girişte ve ayakları ileri uzatmıştı” sözü tam olarak Sfenks’i anlatıyor. Sfenks, ayaklarını öne doğru uzatmış  bir köpek gibi oturup, kütüphanenin girişini korumaktadır. Kuran bu detayı özel olarak vermektedir.

Ünlü kâhin Edgır Keysi, 2000 li yıllarda, “Sfenks’in ayakları dibinde arşivler piramidi bulunacaktır” demiştir. Ayrıca, MÖ 4000 ile 2500 yıllarında ve dördüncü Hanedan devrinden kalma bir levha, Sfenks ten şöyle söz eder: “Dünya var olalı beri en büyük sır burada gizlenmiştir. En büyük sır Sfenks’in sırrıdır.” Gerçekten de bu sır dünyanın en büyük sırrıdır.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 19 Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: “Ne kadar durup kaldınız?” (Kimi) “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık” dediler. (Kimi de) şöyle dediler: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin.”

KEHF 20 Çünkü şehir halkı, sizi ellerine geçirirlerse muhakkak sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman siz dünyada da ahirette de asla kurtuluşa eremezsiniz.”[/stextbox]

Bu iki ayette bilgilerin arada uyandırıldığı söylenmektedir. Yani arada kontrol edildikleri gözükmektedir. Bu kontrol işlemini kimin yaptığı konusunda bilgim yok ama, salih kullardan bazıları bu iş için kullanılmış olabilir. Geçmişte Süleyman peygamberin bu bilgilere vakıf olduğunu sanıyorum. Düşüncem, son 300 senedir hiç açılmamışlardır. Ondan önce çeşitli kişiler onları zaman zaman ziyaret etmiş olmalıdır. Kehf 25 ayeti “Onlar mağaralarında üçyüz sene durdular, dokuz da ilave ettiler.” demektedir. Bu ayet 300 yıldır hiç açılmadıklarına işarettir. Dokuz ilave ise şöyle olmalıdır. Kütüphaneler bulunup açıldıktan sonra, dokuz yıl inceleme yapılacaktır. Ancak ondan sonra insanlığa açıklanacaktır. Bu durum gerçekleştiğinde Kuran’ın süper anlatımının inceliğine de şahit olmuş olacağız.

Tibet’te ise durum daha farklıdır. Oradaki bilgileri Budist başrahipleri kontrol ediyor olabilir. Zamanı gelmeyen bilgilerin insanlığa açılması sakıncalıdır. Ashabı Kehf ancak zamanı geldiğinde uyandırılacaktır. Eğer zamanından önce bilgiler açığa çıkarsa yani gençler şehir halkının eline geçerse onları yok edebilirler. Amaç hasıl olmayacaktır. Ayette anlattığı kıyametten önce öğrenilmeleri yapmaları gereken etkiyi yapmayacağından kıyamet insanlık için çok sıkıntılı bir süreç olabilecektir. Hatta sürecin başarısızlığı bile söz konusudur. “Kurtuluşa eremezsiniz” sözü başarısızlığı kastediyordur.

 [stextbox id=”warning”]KEHF 21 Böylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gününden şüphe edilemeyeceğini bildirmek için, öylece şehir halkına buldurduk. Onları mağarada bulanlar, aralarında durumlarını tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine bir bina yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir.” Sözlerinde üstün gelen müminler: “Üzerlerine muhakkak bir mescid yapacağız.” dediler.[/stextbox]

Kütüphane zamanı geldiğinde insanlığa açılacak. Böylece insanlık ölümden sonraki yaşamı ve kıyametin yaşanması gerektiğini anlayacak. Bizler kıyameti yaşadıktan sonra kendi bilgilerimizi de ekleyip bizden sonrakilere bırakacağız. Mevcut piramitlerin ve sfenksin bu halleri ile gelecek türe kadar yaşamaları mümkün değildir. Doğa onları yok eder. AyetteÜstlerine bir bina yapın sözü bizim piramitleri ve Sfenksi yeniden tamir edeceğimiz veya yeni baştan yapacağımız anlamındadır. Hem de tüm dünyanın iş birliği ile.

Kuran’da kütüphanelerle ilgili başka bir sembolde Zülkarneyn’dir. (Zülkarneyn kimdir?) adlı makalemde anlattığım gibi bu kütüphaneleri organize eden kişi Zülkarneyn’dir. Orada bilgiler güneş diye sembolleştirilmişti. İnsanlığın bilgilere ulaşamaması için Zülkarneyn bir set yapmıştı. İşte o engel her neyse bugüne kadar onlara ulaşmamızı engelledi. Kehf 98’de dediği gibi ancak “Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır.” Yani kıyamet geldiğinde açılacaktır.

Şimdi set açıldığında ne olacağını araştıralım. 

 [stextbox id=”warning”]Enbiya 96-97  Yecüc ve Mecüc’ün önü açıldığı zaman onlar her tepeden akın ederler. Gerçek olan vaat yaklaşmıştır. İnkar edenlerin gözleri birden donup kalmıştır. “ Vay başımıza! Biz bundan gafil bulunuyorduk. Hayır, biz zalimlerdik.”[/stextbox]

Ayette, RAB’bin vaadi gerçekleştiğinde yani, kıyamette “Gerçek bilgiler” açıklandığında insanların verecekleri tepki anlatılmaktadır. Yecüc Mecüc’ün açılması durumunda oradaki bilgiler tüm dünyaya basın sayesinde anında yayılacak ve insanlar, doğru diye düşündükleri bu sistemin, ne kadar hatalı olduğunu anlayacaklar. Her inanç, gerçek bilginin küçük bir kısmını içermesine rağmen, hiçbiri, tam doğruyu içermeyecektir.

Aynı şekilde Dabbe ayeti de, benzer tepkiyi anlatmaktadır.

 [stextbox id=”warning”]NEML 82 O söz başlarına geldiği yani kıyamet yaklaştığı zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.[/stextbox]

Bu ayette de, kıyamette geldiğinde açılacak dabbe kütüphanesi, insanlara doğruyu bilmediklerini söyleyecektir. Buradaki “iman edilmemiş ayet” ile kastedilen gerçek bilgidir.

Bu durumu destekleyen hadislerde bulunmaktadır.

 [stextbox id=”grey”]İlk çıkacak kıyamet alameti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine ‘dabbe’nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir” (Müslim, Fiten, 118; Ibn Hanbel, “Müsned”, II, 201)[/stextbox]

Hadisteki “güneşin battığı yerden doğması”nı hep güneşin batıdan doğması olarak almaktadırlar. Sembolizmi bilmeyen kişi, dünyanın ters yöne döneceğini ya da kutupların yer değiştireceğini sanır. Güneşin bilgiyi sembolize ettiğini anladığımızda, anlatılanın “bilginin saklandığı yerden çıkması” olduğu anlaşılır. Bilginin battığı yerden doğması, yecüc-mecücün açılmasını temsil eder. Hemen kuşluk vakti de dabbe çıkar. Böylece peş peşe deprem etkisi yapacak iki kütüphane açılacaktır. Bu hadise göre önce Tibet’teki, kuşluk vakti de Mısır’daki kütüphane açılacaktır. Bu durumu Kuran, başka ayetlerde de anlatır. 

 [stextbox id=”warning”]NAZİ’AT 6-7. Büyük bir sarsıntının olacağı o günde o sarsıntıyı, peşinden gelen başka bir sarsıntı izleyecektir.”[/stextbox]

Buradaki sarsıntı bu kütüphanelerin insanlar üzerinde yapacağı sarsıntıdır, deprem değildir. 

 [stextbox id=”warning”]Zilzal 1’den 7 ye Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı, Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı, Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman. O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır. Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.[/stextbox]

Buradaki sarsıntı da aynı sarsıntıdır. “Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı” sözü, kütüphanelerin açılmasını kastetmektedir. “Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır” sözü, mağaradaki bilgilerin dünyaya yayılmasını anlatmaktadır. “O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır” sözü, mevcut inançta olan, yeniden dirilmeye karşılık gelmez. Burada insanların amel defterleri yani ruhsal kayıt sistemlerinin açılacağı ve öte dünyaya gidebileceklerin ortaya çıkacağı durumu anlatmaktadır. Herkesin gerçek durumu onun ruh kayıtlarında olacaktır ve kimse istese bile, yanlış yapamayacaktır.  “Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı” sözü ile, bir depremden ya da felaketten çok, o günün önemine vurgu yapmak içindir. Ayrıca var olan felaket modasına da uymak için, bu sözler tercih edilmiştir. Kuran bu olayı “sura üflenme” tabiri ile vermektedir.

 [stextbox id=”warning”]Zümer 68 Sûra üflenmiştir; Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yere yıkılmıştır. Sonra sûra bir daha üflenmiştir. İşte hepsi ayağa kalkmış bakıyorlar.[/stextbox]

Kütüphanelerin açılması “Sura üflenme” olarak sembolize edilmiştir. Birinci üflenmede herkes, çok büyük şaşkınlıkla, Zilzal suresindeki gibi “ne oluyor” diyecek. İkincisinde herkes anlamış olacak ve mizan kurulacaktır. Kıyamet fiili olarak başlamış olacaktır. Bazı hadislerde Kütüphaneleri, mehdinin açacağı bilgisi var.

 [stextbox id=”grey”]Mehdi çıktığı zaman Ehl-i Kehf’e gidip selam verince Allah onları diriltecek ve Mehdi’nin yanında yerlerini alacaklardır.” (Kitab ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s. 39)[/stextbox]

Bu hadiste öyle bir hadistir. Uydurma olması mümkün değildir. Burada “Mehdi mağaraları açtığı zaman oradaki bilgileri kullanan Mehdiye bu bilgiler yardımcı olacak ve oradaki bilgiler sayesinde tüm dünya ona inanacaktır” anlamı vardır.

Bu kadar önemli bir mevzunun sadece Kuran’da olması mantıklı değildir. Fakat en büyük bilginin Kuran’da olması mantıklıdır. Çünkü, Kuran’ın en önemli görevi insanlığı kıyamete hazırlamasıdır. Kuran Tekvir 27 ayetinde “O, ancak alemler için bir uyarıdır” der. Oysa bugüne kadar değil alemler için, Müslümanlar için bile, gerçek anlamda bir uyarıcı olamamıştır. İşte kıyamette bu görevini hakkıyla yerine getirecektir.

Böyle önemli bilgi, hemen her inançta olması gereken bir bilgi olmalıdır. Elbette bu bilgi tıpkı Kuran’daki gibi şifreli verilecektir. Fakat mantığı anlayan kişi sembolizmi anlayabilir. Dünyadaki tüm inançlardaki bilgileri araştırmadım. Biraz Tevrat’ı araştırdım. Daha sonra Tevrat’ta ulaştığım bilgileri yazdım. Fakat asıl aramam gereken yerin Hindu veya Budist inancında olduğunu düşündüm. Çünkü kütüphanenin biri orada olmalıydı. Yaptığım araştırma sonucu, bu yer altı kütüphanelerine Budist ve Hindu inanışlarında Agarta dendiğini anlamış oldum. Bu yer altı kütüphanesi artık kadim bir medeniyet olarak karşımıza çıkar. Fakat Agarta, Mısır’dakinin değil Tibet’tekinin ismidir. Biz Agarta ile ilgili bilgileri incelersek yecüc-mecüc hakkında daha çok bilgiye ulaşırız.

Ben Agarta hakkında güzel bilgiler veren Sayın Hasan Sonsuz Çeliktaş’ın zamandayolculuk.com adresindeki agarta adlı  yazısından yararlanacağım. Oluşturduğum mantıkla, tüm yazıdan çok daha fazlası çıkarılabilir. Ben önemli detayları verdiğini düşündüğüm paragrafları alıp değerlendireceğim. Elbette kişilerin sistemi yanlış yorumlaması sonucu hatalı bilgiler mutlaka vardır ama sembolizmi bilen doğruları aralardan çekip alabilir.

 [stextbox id=”grey”]Agarta veya Agarti sözcükleri Sanskritçe de ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği anlamlarına gelmektedir. Dünyanın yer altı sistemlerinin merkezi Agarta, böylece Asya’nın göbeğinde yer altı tünelleriyle dünyanın hemen hemen her noktasına, kıtaların ve okyanusların altına uzantıları bulunan, uçsuz bucaksız bir yer altı devleti olarak bulunmaktadır. Dünyasal beşeri evrimin ve yeryüzünün, gelip geçmiş nice medeniyetlerinin, tüm genel evrim sefahatlerinin ve onların tüm genel bilgilerinin, yaradılışın, ruhun ve tekâmülün evrensel bilgilerinin ve her türlü maddesel bilimin kayıtları Agarta da mevcuttur. Özellikle kadim Mu ve Atlantis’ in tüm bilim ve bilgeliklerinin dünya planetinin başlangıcından son anına kadar tüm akaşik kayıtlarının ki, bu kayıtları her an inceleme olanağına sahiptir Agarta üstatları, tüm bu kayıtların tamamı Agarta’nın kilometrelerce uzunluğundaki kütüphanelerinde, ki milyonlarca kitaptan meydana gelmiştir. Böylece Agarta üstatları dünyamızda yaşanmış olan ve yaşanmakta olan bütün hadiselerin hem kronolojik gerçek akışı, hem iç yüzü, hem bilinen hem de bilinmeyen sebepleri hakkında daima bilgi sahibidirler. Agarta bu devasa bilgi hazineleriyle, doğu tradisyonlarında ifade edildiği gibi bir üniversite, bir sinarşi üniversitesi, bir evrensel bilim araştırma merkezidir. Sinarşi, anarşinin zıddı olan bir kavramdır. Tam anlamıyla barışı ifade eden bir kelimedir.[/stextbox]

Bu paragraf çok şey anlatmaktadır. Agarta’nın ulaşılamaz olduğunu yani, bulunmaması için gerekenin yapıldığı anlatılmaktadır. En belirgin yer olarak, Asya’nın göbeğinde yani Tibet’te olmasına rağmen, dünyanın birçok yeriyle bağlantısının olduğu anlatılmaktadır. Aslında bu bağlantı ile, yer altı bağlantısının olabileceği gibi, başka yerlerde de minyatürlerinin olduğu düşünülebilir. Özellikle, tüm geçmiş medeniyetlerin akaşık kayıtlarının bulunduğu yer olma durumu, çok güzel bir anlatımdır. Bizim kütüphanelerde neler bulacağımız, en iyi bu yazıdan anlaşılabilir. Bir medeniyet gibi anlatılan bu yerin, asıl özelliği bir kütüphane olmasındadır. Elbette bu anlatımda kilometrelerce uzunluğunda kütüphane raflarından bahsetmesine rağmen, raf yerine dijital kayıtlı bir kütüphane olması daha olasıdır. Pasajlar alarak değerlendirmeye devam edelim.

 [stextbox id=”grey”]

Shambhala” (Şambala), “Dünyanın Kalbi“, “Yüce Ülke“, “Bilgeler Ülkesi” gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir medeniyettir.

Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu topluluk, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.

Kutsal Dağ”, “Dünyanın Merkezi” olarak ifade edilen yer, O’nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber, dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada ‘inisiyasyon’dan da geçmiştir.

Sham­ba­la Hima­la­ya’ların ö­te­ ya­nın­dadır. Es­ki ya­zı­lar­da oraya gitmek için bel­li bir da­ğın çı­kış nok­ta­sını bulmak gerekir. O­ra­dan sonra ge­zi­ye ha­va­dan de­vam edilebilir. Hin­dis­tan ve Ti­bet’te­ki es­ki ya­zıt­lar, Sham­ba­la’yı antik çok eski bir kral­lık olarak tanımlıyorlar. Birçok söy­len­ce­ o­ra­da­ki in­san­la­rın o­la­ğa­nüs­tü şart­lar al­tın­da ya­şa­dık­la­rı­nı da belirtiyor. Sak­lı kral­lı­ğın var­lı­ğı­na da­ir ilk anlatıları Ti­bet Bu­dizm’inin kut­sal ki­tap­la­rı olan Kan­jur ve Tand­jur’da bu­la­bi­li­riz. A­şa­ğı­ yu­ka­rı onbirinci Yüz­yıl­‘da Sham­bala’dan söz eden en es­ki yazmalar Sans­kritçe’den Tibetçeye çe­v­ril­di. Bu ta­rih­ten son­ra Ti­bet­li ve Moğo­lis­tan­lı birçok rahip, ozan, yo­gi ve bil­gin­ bu es­ra­ren­giz im­pa­ra­tor­luk hak­kın­da çeşitli e­ser­ler yazdılar­.

Ge­le­nek­sel an­la­yış­a gö­re Sham­ba­la, karlı ­dağ­la­rdan o­lu­şan bir çemberin içindedir. İna­nıl­maz gü­zel­lik­te o­lan Sham­ba­la, zen­gin­lik­ler­le doludur. Mo­dern bir yer o­lan “Pır­lan­ta Sa­ra­yı­”nın baş­kent Ka­la­pa’da ol­du­ğu id­di­a e­di­lir ve Sham­ba­la Kralı hü­küm­dar­lı­ğı­nı bu­ra­da sür­dür­ür.”

[/stextbox]

Bu satırlarda da Mu ve Atlantislilerce kurulduğu iddia edilen Agarta kesinlikle çok çok daha eskidir. Mu ve Atlantisliler kendi kayıtlarını ekleyerek orayı tekrar mühürlemişlerdir. Bizde öyle yapacağız. Kendi kayıtlarımızı ekleyip şempanzelere miras bırakacağız. Oralarda gözle görülmeyen insanların yaşadığı düşünülmektedir ama, bu doğru değildir. Orası bir yaşam yeri değildir. Sadece bir kütüphanedir. Bildiğimiz gibi elle tutulan, gözle görülen, sihirli olmayan bir mekândır. Onu değerli yapan tüm insanlıkların kayıtlarının olmasıdır. Ayrıca kıyamette neler yapmamız gerektiğini söyleyen kayıtların olması, değerini bir kat daha artırmaktadır. Sanırım oradaki bilgileri kullanarak uçan daire yapabileceğiz. Hatta zaman yolculuğunun bile sırrına vakıf olacağız. Yazıyı incelemeye devam edelim.

[stextbox id=”grey”]

Tibet kehanetlerine göre bir gün “kötü bir ruh” gelecek ve “Barbarlara” güçlü dünyalı olmadıklarını açıklayacaktır, çünkü Shambala imparatorluğu vardır. “Bazı Lama’ların düşüncelerine göre Barbarlar ellerindeki teknik araçlarla Shambala’nın var olduğunu öğrenebilirler veya oraya gidebilirler. Ama bu kehanete göre önce huzurlu bir anlaşma yapılacaktır; Shambala’da hükümdarlığını sürdüren Kral Rudra Çakrin istila edenleri karşılayacak ve onların başkanına egemenliği birlikte sürdürmeyi teklif edecektir. Ama kısa bir süre sonra Barbarların kralı egemenliği kendi eline geçirmeye çalışacak ve uçan araçlarıyla Shambala’ya saldırarak havada bir savaş başlatacaktır. Ama Barbarlar başarılı olamayacaklar çünkü Rudra Çakrin onları yıkmak için savaşacaktır. Kehanetlerde şunlar belirtilir: “Sonunda Kral Shambala’dan barbarları yok etmek için çıkacak ve aşağıya inecektir”. Bazı Lama’lara göre Kral bir başka dünyadan bizim dünyamıza gelecektir, çünkü “Jambudvipa” denen o yer, onların gözünde bütün bir dünya veya gezegendir, sadece bir kıta veya bölge değildir. Bu son savaştan sonra ise, bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek ve Rudra Çakrin’in egemenliğinin başlangıcını belirtecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın” adı da verilmiştir. Bazı Yogiler bu tekerleği gördüklerini iddia ederler ve hepsi aynı şeyi anlatır: Tekerlek bir eve yaklaşır ve bu ev bizim gezegenimizdir.

Zaferinden sonra Rudra Çakrin egemenliğini bütün dünyaya yayacak ve yeni bir Altın Çağ başlatacaktır. Hastalıklar olmayacak, herkes uzun ömürlü olacak ve günlük geçimini sağlayabilmek için kimse çalışmayacaktır. Çünkü yiyecekler kendiliğinden oluşacak ve insanların sihirli güçleri olacaktır. Bilim ve teknik çok daha fazla gelişecek ve sadece iyi amaçlar için kullanılacaktır.”

[/stextbox]

Bu satırlarda “Kötü ruh” tanımı hariç çok güzel bir anlatım vardır. “Kötü bir ruh gelecek” sözündeki kötü kelimesinin ne anlama geldiğine sonra değineceğim. Bu yazıda diğer alıntılardaki anlatımın tamamlayıcısı niteliğindedir. Yazıdaki barbarlar deyimi dünyadaki devletleri kastetmektedir. Rudra Çakrin ise kütüphanedeki bilgilerdir. Bu kütüphanelerden haberi olacak olan devletler, bu Rudra Çakrini yani bilgileri kullanarak insanların uyanmasını sağlayacaklar. Huzurlu anlaşma dönemi bu dönemdir. İsa dönemi diye adlandırdığım dönemden sonra kıyamet yaşanacaktır. Savaş senaryosundaki kasıt odur. Gerçi çoğu zaman kıyamet felaket senaryoları ile anlatılır ama, burada çok daha yumuşak bir anlatım vardır. Kıyamette tüm devletler ortadan kalkacaktır. Çünkü, varlıklarını sürdürmelerine gerek kalmayacaktır. Daha önce bahsettiğim gibi, çok az kişi kıyamette barajı aşamayacaktır. Geriye kalanlar yine bilgileri kullanarak altın çağı yaşayacaktır. Kuran’ın “gençler” dediği bilgilere burada Rudra Çakrin denmektedir. Olayın özü kavrandığında, farklı senaryoların aynı olayı anlattığı hemen belli olmaktadır.

Bu yazıdaki kötü ruh, İslam inancındaki Deccâl ile aynı şeydir. Deccâl, İslam inancına göre kötü bir kişiliktir. Fakat yaptığı kötülük ise, maneviyatadır. Yani tüm dinlere karşı olacaktır. Yoksa, kendine inanan insanları refaha erdirecek ve bilimi tavan yaptıracaktır. Gelişmiş ülkelerin diğerlerini sömürmesi, yani gelir adaletsizliği onu kötü yapmaktadır. Buradaki kötü ruh yada deccâl şu anda dünyaya hakim olan materyalist sistemdir.

Aynı kütüphanelerden Tevrat’ta bahseder.

 [stextbox id=”warning”]Yeşaya 45’e 1 ayeti RAB meshettiği kişiye, Sağ elinden tuttuğu Koreş’e sesleniyor. Uluslara onun önünde baş eğdirecek, Kralları silahsızlandıracak, Bir daha kapanmayacak kapılar açacak. Ona öyle diyor:”[/stextbox]

Bu ayette RAB, Pers kıralı Koreş’e sesleniyor. Fakat asıl seslendiği kişi, Koreş adı altında Mesih’tir. Çünkü ayette söylediklerini Koreş gerçekleştirmemiştir. Ayrıca değil koreş, dünyada hiçbir Kral barışı sağlayamamıştır. “Kralları silahsızlandırma” ve “bir daha kapanmayacak kapılar açması” Koreş için çok iddialı bir durumdur. Bu ayettekileri yapacak kişi ancak, Mesih olabilir. Mesih’in bu işleri başarabilmesi için de yer altı kütüphanelerini açması gerekir.

 [stextbox id=”warning”]Yeşaya 45’e 3 ayeti  “Seni adınla çağıranın Ben RAB, İsrail’in Tanrısı olduğumu anlayasın diye Karanlıkta kalmış hazineleri, Gizli yerlerde saklı zenginlikleri sana vereceğim.”[/stextbox]

Bu ayette de “karanlıkta ve gizli saklı zenginlikler” ile kastedilen o bilgilerdir. Çünkü bir Tanrı için maddi zenginlik önemli değildir. Burada gerçekten hazine olabilecek bir şeylerden bahsediliyor. Eğer kastettiği, söylediğim kütüphane ise, gerçekten dünyanın en büyük hazinesi olduğu kesindir. Tarihte yaşamış bir ismi kullanarak, Mehdiye (ya da Mesih’e) bilgi verildiğini düşünüyorum.

Yukarıda ki alıntıya dönecek olursak. “Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim rahipleri tarafından kurulmuş bir medeniyettir” sözü de, çok açık olarak, eski insanların kendi medeniyetlerini anlattıkları, bir yeraltı kütüphanesi oluşturduklarını söylemektedir. Dikkat edilmesi gereken bir sözde, “önceki devrenin sonu” sözüdür. Demek ki bir devre bitmiş, yeni bir devre başlamıştır. Tevrat’ta da (Yaratılış 6’ya 4 ayetinde) nefilleri anlatırken “Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi” tanımını yapmıştı. İşte buradaki “eski çağ”, “devrenin sonu” ve mayaların dediği “zamanın sonu” aynı anlama gelmektedir. Bu devreler arası geçişi Kuran da anlatır. Kurandaki Zülkarneyn bir devreyi kapatıp yeni bir devre açan kişidir. Aslında o geçmiş dönemin mehdisidir. Geçmiş dönem insanlarını kıyametle bedensiz yaşama alırken, yeni dönem insanlarını da organize etmiştir. Yolculuklarından biri geçmiş dönem insanlarını, biri, kıyamet anını, biri de, kıyamet sonrası oluşan yeni tür insanları sembolize eder. Bu konudaki daha geniş bilgiyi, Zülkarneyn kimdir adlı makaleden okuyabilirsiniz.

Aynı durum Enok’un kitabında da anlatılır. [stextbox id=”grey”]“Bunun üzerine Enok, tufanın yakın olduğunu bildiği için, yerin dibindeki mahzende rüyada gördüğüne benzeyen 9 kemer inşa eder, kıymetli taşlarla süslenmiş aynı üçgeni yapar ve akik bir taşın içine yerleştirir ve rüyasında 9 kemerin altında gördüğü bu harfleri bu üçgene yazar ve bunu beyaz mermerden bir kaidenin üzerine koyar. Bu 9 kemerin içine iki de sütun inşa eder: bronzdan yapılmış birinci sutunun üzerine, o zamana kadar bilinen sanatları ve masonluğun aletlerini ve üçgene kazıdığı harfleri yazar. Mermerden olan ikinci sütuna ise bu harflerin nasıl telaffuz edileceğini, yani sessiz dört harfin arasında kalan sesli harfleri yazar.” Peygamber Enok’un Kitabı sayfa 25-26 [/stextbox]

Enok’un kitabından alınan bu satırlarda geçen iki sütun, bahsettiğimiz iki kütüphanenin başka bir sembolik anlatımıdır. Anlatımda; tanrının adının harfleri ayrılarak, sessiz harfler bir sütuna, sesli harfler diğer sütuna yazıldığını söyler. Bunun anlamı, iki sütundaki bilgiler bir araya gelmezse, gerçek anlam oluşmaz demektir. O zaman, Mısır ve Tibet’te bulunan iki kütüphanedeki bilgiler, ayrı ayrı incelenip birleştirilmelidir. Hep, birbirlerinin fotokopisi olarak düşündüğüm durum, doğru değil demektir. Kütüphaneleri açan Mesih, her ikisini de inceledikten sonra doğruya ulaşabilecektir.

 

Seyfullah DEMİR