Giriş

Konuyu daha iyi anlayabilmek ve kavram karmaşasını engellemek için, bazı tanımların mevcut anlamından biraz farklı bir anlamda kullanılacak. Öncelikle o tanımları yapmak gerekir. Çünkü konunun yanlış anlaşılmasının önüne geçecektir.

Görünen evren: Üç mekân, bir zaman boyutuna sahip, ışığın hüküm sürdüğü, görebildiğimiz maddeyi (yıldızlar, galaksiler) kapsayan evren. Şekilde 1’de en alt düzeyde görülen yer.

Kuantum evren: Görülemeyen maddeyi kapsayan dört zaman bir mekân boyutundan on zaman bir mekân boyutuna kadar olan şekilde kuantum katlarıyla gösterilen ve karanlık maddeyi de içeren evren. Şekil 1’de, 1’den 7’ye kadar olan kuantum katları..

Astral: Enerji olarak kuantum katlarının en düşük düzeyi. 1. Kuantum katının en altı. Kütlenin yığıldığı seviye. Görünen evrenle kuantum katları birbirine bağlayan düzey… Kütlenin üst sınırının Planck Kütlesiyle sınırlanmış olduğu yer. (Astral kelimesi başka bir karşılık bulunamadığı için tercih edilmiştir)

İlerde, yine evren tanımlarımız olacak ama onları zamanı geldiğinde göreceğiz.

Hem görülen evren ile kuantum evren arasında ki farkları anlamak hem de makaleyi daha iyi anlayabilmek için bazı konulara daha açıklık getirmek gerek.

  1. Görünen evren 3 mekân 1 zaman boyutunda olmasına karşılık kuantum evrende mekân tek ama zaman 4’den başlayarak 10 boyuta kadar çıkar. Her kat bir boyut artarak yükselir. Bu makaledeki gösterimlerde mekân boyutu kullanılmayacaktır. Yani 6 boyutlu dendiğinde yanında birde mekân boyutunun olduğunun bilinmesi gerekir. Fakat bu zaman boyutları uzayın değil de parçacıkların boyutları şeklinde algılanmalı. Örneğin; “6 zaman boyutlu bir parçacık 1 mekân boyutunda” şeklinde düşünülmeli.
  2. Madde; görünen evrende büyük kütleler oluşturabilecek düşük frekanslara sahip parçacık yapısındadır. Kuantum evrende ise büyük kütleler oluşamaz. Orada madde frekansı çok yüksek dalga yapısındadır. En alt düzey olan astralde bile ancak atom boyutunda var olabilir. Zaten atomun kararlı olduğu tek yer orasıdır.
  3. M kuramında kullanılan M harfini bu makalede menbran olarak kullanacağız. Kütle içermeyen iki farklı dalga olarak düşünülmeli.
zaman5

Şekil 1 Kuantum evren yapısı

  1. Evrenin yapısı, şekil 2’deki gibidir. Görünen evren çok daha karışık bir yapının küçük bir bölümüdür.
  2. Parçacık kelimesi maddenin hem parçacık yapısını hem de dalga yapısını anlatırken kullanılacaktır. Fakat kuantum katlarda parçacığın sadece dalga yapısında olduğunun bilinmesi gerekir. Noktasal parçacık olarak sadece görünen evrende karşımıza çıkar.

Eş zıt evren yapısı

Şekil 2’de eş zıt evren yapısı görülmektedir. 11 zaman boyutlu iki adet menbran, mekânsız bir ortamda bulunmaktadır. Bu menbranlar birbirinin zıddı yapıdadır. Bu yapı madde ve anti madde yapısının aynısıdır. Tamamen dalga yapısından oluşan ve kütle içermeyen bu iki menbranın faz salınımı yapması sonucu, birbirini algıladıklarında büyük patlama oluşmuştur. Şekil 2, şekil 1’in madde ve anti madde yönlerinin toplamından oluşmaktadır. Bu da eş ve zıt evren tanımını oluşturur.

eşzıt evren

Şekil 2 Eş-zıt evren yapısı.

Menbran ve anti menbran 360° faz açışı içinde 90° ve 270° fazlarında karşılıklı devinmektedirler. Menbranların yapacakları zıt salınım sonucu, genlikleri 90° olduğunda; ya 180° ya da 360°/0° fazlarında birbirlerini algılarlar. Böylece büyük patlama denilen olay gerçekleşmiş olur. Benzer anlatımı; Brian Greene Saklı gerçeklik adlı kitabında ikinci model olarak sunmaktadır.

 [stextbox id=”grey”]“İkinci model ise, birbirine çarpan zar evrenlerin sahip oldukları her şeyi yok ederek her seferinde her bir yüzeyde büyük patlama benzeri yeni başlangıçlar yaratması modelidir. İki dev elin alkış tutması gibi, bu durum tekrar tekrar gerçekleşebilir; zarlar çarpışıp ayrılıp birbirlerini kütle çekimi kanununa göre tekrar çekerek ve tekrar çarpışarak bir döngüsellik içinde, uzayda olmasa bile, zamanda paralel olan yeni evrenler yaratıyor olabilirler”(Greene 2013) sayfa 9[/stextbox]

Sekil-333

Şekil 3 90° ve 180° fazında duran Menbranların 90°’lik sinüzoydal salınımı ile sayısız büyük pat-lamayı oluşturması

Sayın Greene çarpışanları zar evren olarak tanımlamıştır ama detay vermemiştir. En azından bu evrenlerin faz özelliklerinin çarpıştığını anlamak gerek. Bu menbranlardan biri 90° diğeri 270° fazında karşılıklı durmaktadır.  Eğer eş ve zıt olarak fazlarında 90°’lik bir salınım olursa Şekil 3’de de görülen her tepe noktasında fazlar aynı değeri alır. O zaman da her tepe noktası bir büyük patlamaya karşılık gelir. Şekilde karmaşaya mahal vermemek için sadece 180 fazında iki büyük patlama gösterilmiştir.

Şekil 3’de bir detay daha vardır. Büyük patlamada iki zıt evren oluşmaktadır. Bunun sebebi enerjiden madde yaratmanın tek yolu, maddeyi karşı parçacığıyla elde etmekten geçer. Yani aynı anda madde evren oluşurken, anti madde evrende oluşmaktadır.

Büyük patlama anını senaryolaştırmak gerekirse; İki menbranın fazlarının buluşmasını bir çarpışma gibi düşünmek gerek. Bu çarpışmada her iki menbran da etkilenir ve çarpışma noktası parçalanır. Menbran çarpıştığı için parçalanan şeyler bir miktar enerji kaybeder. Böylece bulundukları 11 boyutlu halden daha düşük enerji düzeyli olan 10 boyutlu parçacıklar oluşur. Patlama anında ise; madde ile anti maddenin birleşmesinde ne oluyorsa, onun tam tersi oluyor diye anlamak gerek.

Patlamada ilk oluşan, 10 zaman 1 mekân boyutlu parçacıklar olan sicimlerdir. Sicimler oluştukları anda iki farklı durumla karşı karşıyadırlar. Hem sicim ve anti sicimlerden oluştukları için tekrar birleşip yok olmak eğilimindedirler hem de oluştukları menbranların etkisinden dolayı 90 ve 270 fazlarına çekilip, itilmeye zorlanırlar. Sicimler ayrıştıkları menbran tarafından itilirken diğer menbran tarafından çekilirler. Aynı süreci anti sicimler de yaşar. İlk oluştukları anda bir kısım sicim, anti sicimi bularak patlarken, bir kısmı ise menbranlar tarafından çekilerek yok olamadan ayrılırlar. Böylece patlamayan sicimler evreni oluştururken patlayan sicimler ise evrenin genişlemesini ivmelendirmiştir. Aslında ilerde bahsedeceğimiz üçüncü bir etki daha söz konusudur.

Menbranların sicimleri çekmesi hâlâ daha devam etmektedir. Biz o gücü kütle çekimi olarak tanıyoruz. Her ne kadar bu elektriksel bir etki gibiyse de, tam olarak aynı değildir. Fakat ona çok paralel bir yapıdadır. İlerde kütle çekiminin etkilerini daha detaylı ele alacağız.

Dalga parçacık ikiliği

Patlama sonrası evren soğumaya devam etmiştir. Evren genişledikçe soğumuş ve enerjisini giderek kaybetmiştir. Sicimler evren soğudukça frekansını azaltarak (E=hν) karşılık vermiştir. Böylece ortamın enerjisine uyabilmiştir. Fakat soğuma durmamıştır. Bir noktadan sonra sicimler frekanslarının alt limitine ulaşmıştır. Evren soğumaya devam ettiği halde, frekanslarını düşürerek ayak uyduramadıkları için yeni bir çözüm oluşmuştur. Birkaç sicim birleşerek yeni bir parçacık oluşturmuştur. Böylece kütlenin artımı sayesinde frekansını düşürebilmiştir. Artık yeni parçacığının ismi 9 parçacığıdır. Adından da anlaşılabileceği gibi 9 zaman, 1 mekân boyutlu bir parçacıktır. (Bundan sonra mekân boyutundan bahsedilmeyecektir ama her parçacığın zaman boyutları yanında 1 mekân boyunun daha olduğu bilinmelidir.) Evren soğumaya devam ettiği için bu süreç de devam etmiştir. Evren sıcaklığı 3000 K’in altına düştüğünde bildiğimiz atomun oluşumuna imkân oluşabildi.

Bilim bu parçacıkların bir kısmını bulmuştur. Bulunmayan parçacıklara henüz isim verilmemiştir. Bu parçacıkları boyut sayısıyla anacağız. Şekil 4’de isimlerin yanında, dalga ve kütle yapıları da karşılaştırılmaktadır. Bir parçacığın kütlesi ne kadar fazlaysa dalga özelliği o kadar azalmaktadır. Yani dalga özelliği kütle özelliğiyle ters orantılıdır. Dalga özelliğiyle, kütle özelliğinin çarpımı bütün kuantum katlarda sabittir.

Evren soğudukça 9 parçacığı, 8 parçacığı, 7 parçacığı, 6 parçacığı, kuark, Proton (Nötron, elektron) ve atom oluşmuştur. Anti evrende de tam olarak paralel bir süreç yaşanmıştır. Anti evrenle madde evren arasında 180° faz farkı olduğu için birbirlerini algılamazlar.

Sekil-222

Şekil 4 Dalga-Parçacık ikiliği. Parçacıklar kütle olarak azaldıkça dalga titreşimi olarak artmak-tadır.

Bu sisteme göre sicim de bir kütleye sahip olmak zorundadır. Evren genişlediği için sicim 7. Kuantum katının en üstünden başlayarak frekansı gittikçe düşer. Dolayısıyla enerjisi azalır. Sicimin 7. kuantum katı boyunca kütlesi değişmez ama 7. kuantum katının en altına geldiği vakit artık mevcut kütlesiyle enerjisini düşüremez. Oysa ortam soğumaya devam etmektedir. Böylece birkaç sicim birleşip daha düşük frekanslı bir parçacık oluşmak zorunda kalır. Bu süreç sonucunda sicim bir boyutunu kaybederek 9 parçacığına dönüşür. Her kuantum katında bir boyut kaybeden parçacıklar, 4 boyutlu atom ile bu sürecin sonuna gelir. Tüm madde bu süreci yaşar ve hepsi astrale yığılır. Diğer kuantum katlarında serbest halde parçacık bulunmaz. Görünen evrendeki durum daha sonra irdelenecektir.

Frekansı atomdan daha düşük bir parçacık yoktur. Artık evren ne kadar soğursa soğusun daha kütleli yeni bir parçacık oluşamaz. Zaten bu süreci Planck kütlesi sınırlar. Yani oluşabilecek en büyük parçacık Planck kütlesiyle sınırlıdır. Gerçi en kütleli atom bile Planck kütlesinin çok altındadır ama artık daha kütleli yapı için Van der Waals kuvvetinin devreye girmesi gerekir. Yani, yeni bir parçacık oluşmaz ama frekansın düşürülmesinin başka yolu kullanılır. Dalga frekansının azaltılması atomların bir araya getirilmesiyle sağlanır. Böylece insan ya da gezegenler gibi büyük kütleli yapıların oluşumuna imkân sağlanmış olur.

Parçacıklar boyut atladığında aynı materyalden yapılı oldukları için onları bir arada tutan bir güç gerekir. Sicimleri bir arada tutan ve 9 parçacığını oluşturan gücü bilmiyoruz ama kuarkları bir arada tutan renk kuvvetini biliyoruz. Benzer şekilde atom çekirdeğini bir arada tutan güçlü kuvveti de tanıyoruz. Tüm parçacıklar için benzer bir kuvvet vardır.

Bu parçacık yapısına benzer bir parçacık yapısı, M teorisinin de öngörüsüdür. Fokus dergisinde yayınlanan bir makalede; “M Teorisi’ne göre, evren iki boyutlu bran’larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran’ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir “hiperuzay”. “Üç boyutlu kütlecikler” hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, “dört boyutlu kütlecikler” beş boyutlu bir uzaya v.b. giriyorlar.” diyerek parçacıkların çok boyutluluğuna vurgu yapılmıştır. Fakat bu söylemde epey sorunlar vardır.

http://www.focusdergisi.com.tr/bilim/00151/ (2013)

Evren hem tekdüzedir hem de büyük boşluklarla doludur.

Evrenin ilk anlarında sicimlerin kütle kazanması sırasında çok yoğun bir ortamda ve kısacık zamanda etkileşimde bulundular. Böylece evren hem sıcaklık hem de yoğunluk olarak her yöne doğru -küçük farklılıkları saymazsak- aynı değerlere sahip olarak genişlemiştir. Aslında bu tekdüzelik küçük uzay bölgelerinde yerel olarak bozulmaktadır. Örneğin Çoban boşluğu gibi pek çok boşluk bu tekdüzeliği bozar.

Evrende çokça bulunan bu boşlukların sebebi, sicim-antisicim patlamasının verdiği itki kuvvetidir. Çok küçük bir hacimde birbirleriyle birleşerek patlayan sicim ve anti sicimler şekil 5’deki gibi bir yapı oluşturmuştur. Maddeler şekil 5‘deki gri bölgelerde toplanmak zorunda kalmıştır. Şekildeki A-A aksı da büyük duvara karşılık gelir. Elbette her şey şekildeki gibi düzenli ve simetrik değildir. Boşluğun biri duvarın olduğu yerde oluşursa duvar orada son bulur ya da yön değiştirir. Böyle bir oluşum evrendeki maddelerin ipliksi bir yapı halinde gruplaşmasına sebep olacaktır.

evren boşluk3

Şekil 5 Evrenin; madde ve boşluk yapısının iki boyutlu gösterimi. Dairelerin merkezinde oluşan patlamanın itme etkisiyle, maddeler gri bölgelere toplanmıştır.

Evrenin tekdüze olduğunu mikro dalga arka plan fon ışımasının değerleri anlatabilmektedir. Evrenin büyük patlamadan kalan sıcaklığı nereye bakarsak bakalım değişmez ve 2,725 Kelvin gibi bir değere sahiptir. Bu sabit değer evrenin ilk anlarında her şeyin bir arada olduğunu ve sıcaklık dengelenmesi yaşandığını göstermektedir.

Kütle çekimin kaynağı ve yönü

Kütle çekimin kaynağının anti menbrandan kaynaklandığını söylemiştik. Menbran boyutları aşarak görünen evrende bizi dünya yüzeyinde tutmayı başarmaktadır. Bu durumu anlayabilmek için şekil 1’ile şekil 4’ü birleştirmemiz gerekir. O zaman kütle çekim çalışma prensibi kendiliğinden ortaya çıkar. Zaten şekil 1’de parçacıkların bulundukları kuantum katları sıralanmıştır. Bu yapıyı şekil 4’deki parçacıklarla sarmaladığımızda karşımıza şekil 6 çıkmaktadır. Şekil, üç boyutlu ve ikiye bölünmüş bir atomun temsili gösterimidir.

Şeklin dışında üç boyut açıktır. Yani görünen evren, dış kabuğun dışındaki her yerdir. Diğer boyutlar şeklin içinde saklıdır. Bu yapıyı iyi analiz etmek gerekir. Yazıdan çok şeklin anlaşılması gerekir. Atomu bir küre varsayıp, bıçakla ikiye böldüğümüzü düşünelim. Dıştan içe doğru birinci küre ile ikinci küre arasındaki boşluk 1. Kuantum katıdır.  Gerçekte 1. Kuantum katı kütlenin içinde değildir. Fakat atom bir şekilde en dıştaki kabuğunu kaybederse ikinci küre (proton, nötron, elektron) en dıştaki küre olur ve kürenin dışı 1. Kuantum katı olur. Yani atom kendini 1. Kuantum katında bulur. 1. Kuantum katı ise dört boyutlu parçacıkların kararlı olarak varlığını sürdürebilecekleri bir yerdir. Aslında parçacık hızlandırıcılarda yaptığımız tam da budur. Parçacıkları çarpıştırarak dış kabuklarını parçalayarak alt parçacıklarını ortaya çıkarıyoruz. O parçacıklar da görünen evrenin elemanları olmadığı için kısa sürede görüşümüzden kaçarlar. Görüşümüzden kaçmalarını sağlayan şey frekanslarıdır. Astrale dolayısıyla görünen evrene yakın olanları çok daha kolaylıkla görüyor ve çok daha kolay elde edebiliyoruz. Örneğin kuark 2. kuantum katının elemanı olduğu için çok daha yüksek enerjili bir parçacıktır. Onun için elde etmesi daha zordur ve görünen evrende bir karşılığı yoktur. Onun için parçacık hızlandırıcılarda tek başına elde edemeyiz ve çabuk gözden kaybolur.

Sekil-66

Şekil 6 Boyutlar atomun içinde saklıdır. En içteki menbran kütle çekimin kaynağıdır.

Şekildeki en dış kabuk hem atomu hem de astral düzeyi temsil etmektedir. Proton ve nötronlarda aynı kuantum katında olmalarına rağmen onlar kuantum katının her yerine dağılmışlardır. Astral düzeye çok yakın proton ve nötron vardır ama tam astralde olmazlar.

Atomun parçalanmasından sonra en dışın içindeki ilk küre en dışa geldiği için parçacığın ismi proton olacaktır. (Nötron ve elektron da aynı düzeyin elemanıdır ama biz, tamamen tesadüfi bir seçimle proton ismini kullanmayı tercih edeceğiz) Proton 1. Kuantum katının kararlı parçacığıdır. Artık görünen evren protonlarla dolu olacaktır. Orada bulunan bir proton için evren dört boyutlu elemanlarla doludur ve dört boyutlu elamanlardan düşük boyutlu parçacık yoktur. Ve bir protona göre dörtten büyük boyutlar saklıdır.

Bu süreç aynen, tüm alt parçacıklar içinde geçerlidir. Süreç sicime kadar devam eder. Sicim temel eleman olduğu için parçalanamaz. Onun için süreç orada sona erer. Ondan sorası farklı bir süreç olarak devam eder ama bu makalede o konuya değinilmeyecektir.

Kütle çekim: menbran ile atom arasında oluşan alanın, atomun içinde saklı olan boyutları aşıp görünen evrende boşluk oluşturması ve bu boşluk içine denk gelen başka bir maddeyle etkileşme işlemidir. Ne kadar çok atom varsa, kütle çekim o kadar artmaktadır.  Bu tanımı açmak gerekirse: kütle çekim, menbran ile atom arasında oluşan alandan kaynaklanmaktadır. Tıpkı manyetik alanın oluşumu gibidir. Kütle çekim alanı oluşturan ikinci kutup kütlenin içinde saklıdır. Biz alanın sadece dışarıya saçılan kısmını görebiliyoruz. Ve bu saçılan kısım boşluk dediğimiz yapıyı oluşturmaktadır.

Uzayın yapısı

Kütle çekim alanı da tıpkı elektrik alan ya da manyetik alan gibi bir alandır. Bu alan, içinde yaşadığımız uzayı oluşturur. Yani boşluk dediğimiz şey kütle çekim alanından başkası değildir. Daha net anlamak için, şöyle bir örnek vermek gerekirse “eğer evrendeki tüm maddeleri birden yok edersek geriye boşluk dahi kalmaz”. Yani boşluk dediğimiz şey hiçlik değil, bir alandır. Sayın Greene manyetik alanı anlatırken  “alanlar enerji taşırlar” (saklı gerçeklik 2013 sayfa 65) diyerek metalin mıknatıs tarafından çekilmesini örnek göstermiştir. Kütle de diğer kütleleri çektiği için aynı özelliği göstermektedir. Ve Greene bunu düşünerek tüm evrenin enerjiyle dolu olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Fakat bu enerjinin kütle çekim alanından kaynaklandığını düşünmemiştir. O evreni genişleten enerjinin varlığı olarak düşünmüştür.

kütleçekim alan

Şekil 7 Menbran, oluşturduğu alan ile uzayı oluş-turur. Şekilde ki A noktaları aynı yerdir. Kesikli çizgiyse uzayın sanal sınırıdır ve dışı yoktur.

Eğer hiçbir maddenin olmadığı bir yere bir madde konulursa hemen madde ile anti menbran arasında bir alan oluşacaktır. O alanın maddeden taşan kısmının ulaşabileceği uzaklık, madde miktarına bağlı olacaktır. Böylece madde çevresinde boşluk dediğimiz alan oluşacaktır. Daha önce orada boşluk dahi olmadığı için bu alanın dışı olmayacaktır. Şekil 7’deki A noktaları aynı yer olacaktır. Şekildeki maddeden yola çıkan bir ışın tersten tekrar maddeye dönecektir. Şekildeki kesikli çizgi ayna görüntüsünün başladığı yerdir.  Benzer şey manyetik alan içinde geçerlidir ama manyetik alan bir kütle çekim alanı içinde oluştuğu için aynı durum yaşanmaz.

Menbranın oluşturduğu alan konusunda Sayın Greene, Saklı Gerçeklik adlı kitabında benzer bir tanım yapmaktadır.

 [stextbox id=”grey”]Kaydedilen gelişmeler içinde en önemlisi, zarların, akı (flux) adı verilen özelliğidir. Nasıl ki elektron çevresinde bir tür elektrik “pus” denilebilecek elektrik alanı yaratıyorsa ya da nasıl ki bir mıknatıs çevresinde manyetik “pus” olarak adlandırılabilecek bir manyetik alan oluşturuyorsa, Şekil 5.5’te görüldüğü gibi bir zarda çevresinde adına zar “pus”u denilebilecek bir zar alanı oluşturmaktadır.” (Saklı Gerçeklik 2013 sayfa 157)[/stextbox]

İçinde bulunduğumuz evren de dışı olmayan bir yapıdadır. Dünyadan yola çıkan bir foton uzun bir yolculuktan sonra tekrar tersten dünyaya gelecektir.  Haliyle bu durumda evrende kütle çekiminin ulaşmadığı yer olamaz. Eğer bu durumu evrenin ilk oluştuğu ana getirirsek evrenin olumundaki gizemler de kalkar.

Evren, ilk anında ışıktan hızlı genişledi

Patlama sonrası birbirini algılayan sicimler, aynı anda kütle de kazanmışlardı. Kütle kazanmaları anti menbran tarafından çekilmeye başladıkları an olmuştur. Tam o anda kütle çekim alanlarını da oluşturmuşlardır. Alanın en uç noktaya varması için bir zaman geçmesi gerekmemiştir. Anında, olması gereken büyüklüğe ulaşmıştır. Sayın Greene bu genişleme hızını anlatabilmek için Uzayda bir bezelye tanesi büyüklüğünde herhangi bir alanı gözlemleyebildiğimiz evrenden bile büyük bir alana genişletmek için gereken zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısacık zaman diliminden bile milyon kere milyar kere milyar kere milyardan daha ufaktır(Saklı gerçeklik 2013 sayfa 70) demektedir. Sanırım bu tanım, “anında” demenin çetrefilli bir yoludur.

Bizler ölçümlerimizi görünen evrenden yaptığımız için ona uygun veri elde ediyoruz. Onun için aradaki farkı düşünerek verileri değerlendirmek gerek. Evrenin sürekli genişlemesi astral düzeyde de olmaktadır ama oradaki karşılığı görülen evrendeki şekilde olmaz. Fakat görünen evren, anlatmaya çalıştığım gibi astralin çökmüş halidir. Onun için kütle çekim alanı bize bir boşluk olarak görünür.

Bilimin bu güne kadar söylemiyle uyuşmayan bu durum, bir terslik değildir. Çünkü bilim hız sınırlamasını boşluk dediğimiz alan için tanımlamıştır. Hiçlik içinde hız sınırlanamaz. Boşluk içindeki büyüklükler ışık hızını aşamaz. Oysa hiçliğin içinde ulaşılacak bir yer yoktur. Sadece oluşması gereken büyüklükte oluşur. Ve patlayan sicimler yüzünden de bu genişleme devam etmektedir. Genişleyen şey boşluk olarak bildiğimiz kütle çekim alandır. Boşluğun genişlemesini sağlayan şey kütlelerin birbirinden uzaklaşmalarıdır. Toplam hacim büyümeye devam etmektedir. Böyle bir evrende merkez ya da kenar olmaz ama yine de sınırlı bir hacmi vardır. İki aynanın karşılıklı durmasına benzer bir uzay içindeki hacim, iki ayna arasındaki yerdir ama uzayda aynaların konumunu tespit edebilmek o kadar kolay değildir. Şekil 7’deki kesikli çizgi bu ayna görüntüsünün başladığı yerdir ve bir küre şeklinde olmalıdır. Fakat evren dönüyorsa bu küre dünya gibi kutuplardan basık bir küre şeklinde olacaktır.

Boşluk içinde ise, hızın sınırları vardır. Eğer güneş bir anda yok edilirse dünya onu 8 dakika sonra anlayacaktır. Yani yörüngeden çıkışı 8 dakika sonra olacaktır.

kütleçekim yolu

Şekil 8 Kütle çekiminin, menbrandan görünen evrene ulaşması. Parçacıkların iç içe olduğunu hayal edin.

Şekil 8 kütle çekiminin çalışma prensibini sembolize ediyor. Görünen evrende bulunan atomlar, anti menranla aralarında oluşan, alan içinde bulunmaktadırlar. Kütle çekim iç içe olan alt parçacıklar sayesinde iletilmekte ve görünen evrende bir alan oluşturmaktadır. Kuantum katlarında uzaklık kavramı yoktur. Çünkü orada kütle çekim alanı oluşmamıştır. Alanın oluşmadığı yerde de boşluk oluşmaz.

Kütle çekim atom aracılığıyla görünen evrende boşluk dediğimiz uzayı oluşturur. Oluşan alan ise tıpkı manyetik alanın metali çekmesi gibi kütleleri kendine doğru çeker.

Eğer evrenin iki ucunda iki adet kütle olsaydı; evren, düz bir çarşafa benzeyecekti. Bu çarşafın içine bir kütle koyduğumuzda ise, kütle çarşafı bükecekti. Yeni konan kütle kendi alanıyla, var olan alana etki edecek ve onu kendine göre değiştirecekti. Böylece uzay bükülecektir. Kütlenin büyüklüğü, bu bükülme oranını belirleyecektir. Böylece kütle çekim, uzayı oluşturduğu için hem alanın geometrisini belirliyor hem de kütlelere bir kuvvet uyguluyor. Yani Higs parçacığını aramaya devam edeceğiz.

Süpersimetrik parçacıklar

Evrenin ilk yedi milyarlık kısmında astralin haricinde diğer kuantum katlarında kararlı parçacıklar yoktu. Bir miktar çeşitli sebepler yüzünden, bozunan atomlardan saçılan proton nötron ve elektronlar 1. Kuantum katının astrale yakın bölümünde serbestçe bulunmuştur.

Normal olarak 1. kuantum katının kararlı elemanları atom, proton, nötron ve elektrondur ama ilk oluşum sırasında tüm madde atoma dönüşmüştür. Sadece atom serbestçe varlığını sürdürebilmiştir.

Daha sonra bu süreç tersine işlemeye başladığında evren tüm bu parçacıkları tekrar oluşturmuştur. Bu sefer her kuantum katında kendi katının parçacıkları serbestçe var olabilmektedir. İşte bu parçacıkları biz, süpersimetrik parçacıklar olarak tanımaktayız. Henüz bu parçacıkları elde edemedik, çünkü parçacık hızlandırıcılarda bu parçacıklar elde edilemez. Süpersimetrik parçacıkların oluşum mekanizması başka bir makale konusudur.  Sicimden atoma gelen sürecin, atomdan sicime gidişi de ayrı bir sistemdir. Fakat bu mekanizma evren 7 milyar yaşına geldikten sonra devreye girmiş ve evrenin bu günkü durumunu almasını sağlamıştır. Yani bu süreç evrenin kozmik tarihinin ikinci yarısında devreye giren ve evrenin hızlanarak genişlemesini sağlayan mekanizmanın kendisidir.

Şekil 6, şekil 8’deki atomun bıçakla ikiye bölünmüş halidir. Kütle çekim merkezdeki menbrandan yola çıkarak atomdan üç boyutlu uzaya yayılmaktadır. Eğer atom farklı bir yolla parçalanırsa içinde olan elektron, proton ve nötron 4 boyutlu uzayın kararlı elemanları olur. Bu sefer kütle çekim protondan 4 boyutlu uzaya yayılır. İşte 4 boyutlu uzayda serbestçe bulunan bu proton, nötron ve elektron süpersimetrik parçacıkları ve onların çekim gücünü de karanlık madde olarak biliyoruz.

Kuantum evren bir karadeliktir

Şekil 8’deki atom görünen evrende gösterilmiştir ama aslında görünen evren astraldeki atomun olasılık dalgasının görünen evrene çökmüş halidir. Yani atom aslında astraldedir. Ve görünen evrende üç mekân boyutuna karşılık astralde tek mekân boyutu vardır. Daha doğrusu tüm kuantum katları tek mekân boyutludur. Bu da kuantum katlarının bir karadelik olduğunu gösterir. Lamaitre’in hesaplarına göre, evren başlangıçta muazzam yoğunlukta küçücük bir nokta idi ve kendi deyimiyle bu “ilk atom”du. Bu durum hiç değişmedi. Kuantum katlar hâlâ aynı durumdadır. Planck değerleri hâlâ daha geçerliliğini korumaya devam ediyor.

Bizim sınırsız bir uzay içinde oluşumuz kuantum gerçekliğin çökerek farklı bir gerçeklik oluşturması sebebiyledir. Sayın Greene Saklı Gerçeklik adlı kitabında verdiği örneği kullanırsak, durumu anlamak kolaylaşabilir. Schrödinger’in kuantum denkleminden evrenimizin oluşumunu, şöyle örneklemiş. Sahnede dans eden bir dans topluluğunun bütün elemanları bir sahne gösterisi sırasında aynı anda yere çömelirken içlerinden birinin yanlışlıkla çömelmeyi unutup ayakta kalması gibi, bir durum yaşanmaktadır. Schrödinger’in kuantum denkleminde çökmeyen kısım görülen evreni oluşturur. Bizim evrenimizde çöken oyunculardan biri, paralel evrenlerden birinde ayakta kalan kişi olacaktır. Böylece her paralel evrende başka bir dansçı çökmemiş olacaktır ama bu dansçıların hepsi aynı gurubun elemanlarıdır. Yani tek bir denklemin çeşitli görünümleri olacaklardır.

Aynı durum her şeyi kapsar. Örneğin kuantum gerçeklikte frekans; hıza, kütle çekim alan; boşluğa dönüşür. Yani görülen evren tüm girdilerini astral düzeyden alan bir hologramdır.

Kozmik tarihin ilk yarısında kuantum katlar oluşmamıştı. Sadece astral oluşmuştu. Çünkü tüm madde astrale yığılmıştı. Sonra atom evrim geçirmeye başlamış ve alt parçacıklarına ayrışmıştır. Atom Protona, Proton Kuarka… ayrışarak kuantum katlar oluşmuştur. Teorik olarak var olmalarına rağmen parçacıklar olmadığında yokturlar. O katlara ulaşan parçacıklar astralden –dolayısıyla görünen evrenden- çıkmış olurlar. Evrenden kütle eksilir ve biz bu durumu evrenin genişlemesinin artışı olarak görürüz. Çünkü çekim gücünün azalması, kaçış hızının artmasına yol açar.

Bilim bu durumu karanlık enerji diye bir şey üreterek açıklamaya çalışmaktadır.

Evren kütle kaybediyor

Evrende oluşan parçacıklar; oluşum mekanizmasının tersi bir oluşum ile tekrar sicim olmaya doğru evrilmektedirler. Bilimin henüz bulamadığı bu olgunun dolaylı ama ciddi iki delili vardır.

Birinci delil evrenin hızlanarak genişlemesidir. Evren kütle kaybetmeye devam ettiği için süreç günümüzde de yaşanan bir olgudur. Görünen evrenin kütle kaybetmesi onun toplam çekim gücünü azaltmaktadır. Zaten kütlelerin belli bir kaçış hızı vardı, evren kütle kaybettiği oranda bu kaçış hızı artmaktadır. Bu durum bilinen bir durum olmasına rağmen evreni hızlandıran bilinmeyen bir gücün eseri olduğu düşünülmektedir.

İkinci delil evrende bulunan büyük gökada guruplarının davranışlarıdır.  Süperkümeler diye adlandırılan gök ada gurupları çekim gücüyle bir arada duran büyük kümelenmelerdir. Oysa bu kümelerdeki gök adalar da birbirlerinden hızla uzaklaşmaktadır. Hem birbirlerinden uzaklaşmaları ve hem de Süperküme oluşturmaları ancak kütle çekimin azalması durumunda mümkündür.

Kütle kaybına görünen evren büzüşerek cevap vermektedir. Yani görünen evren küçülmektedir. Bu küçülme atom hariç her şeyde olmaktadır. Tüm ölçü sistemlerimiz de bu büzüşmeden etkilenmektedir. Bizim büzüşmeyi anlayabilmemizin en kestirme yolu; atomun zaman içinde büyüdüğünü gözlemlememiz olurdu. Çünkü büzüşmeden etkilenmeyen tek şey atomlardır. Fakat o kadar küçük bir kütlenin, kısa bir zaman diliminde, ölçülebilecek kadar bir fark yaratması, zayıf bir ihtimaldir.

Karanlık madde

Birinci kuantum katının en altında olan atom en kütleli ve en düşük frekansa sahip parçacıktır. Onun enerjisi tam astrale uygundur. Eğer en küçük bir enerji artışı olursa frekansı artacağı için alt parçacıklarına dağılmak zorunda kalır. Yani atomun kararlı olduğu tek yer astraldir. Atom bozunduğunda bizim görüşümüzden çıkar. Hemen astralin yakınında olanları bir miktar görürüz ama daha ilerisini görmek gittikçe zorlaşır. İşte görüşümüzden çıkan bu parçacıklara süpersimetrik parçacıklar ve onların kütle çekim etkisini oluşturmasına da karanlık madde diyoruz.

Birinci kuantum katında, aynı anda hem proton hem de süpersimetrik proton serbestçe bulunur. Süpersimetrik proton farklı bir mekanizmayla oluştuğu için tüm 1. Kuantum katının kararlı elemanıdır. Evrenden kütle kaybolmasını da sağlayan bu süpersimetrik parçacıklardır. Büyük patlamadan sonra sıra ile oluşan madde, başka bir sistemle geri döndürülerek tekrar tüm maddeyi sicime götürmeye çalışır. Onun için her kuantum katında kendi elemanları serbestçe var olur. Oysa parçacık hızlandırıcılarında elde ettiklerimizi atomdan elde ettiğimiz için tekrar atom oluşturma eğiliminde olurlar.

Karalık madde miktarı görünen evrenin y beş katından fazladır. Bu şu anlama gelmektedir. 1. kuantum katında bulunan süpersimetrik parçacıklar görünen evrendeki maddeden beş kat daha fazladır. Süpersimetrik parçacıkların çekim gücünü algılamamızın sebebi aynı uzayı paylaşıyor oluşumuzdur

Atomlarla aynı katta olan süpersimetrik parçacıklar yani karanlık maddenin çekim gücü görünen evrene de yansır. Tek farkla ki kütle çekimin kaynağını göremeyiz.

Eğer süpersimetrik parçacıklar kuark seviyesine çıkmışsa bulunduğumuz kuantum katından çıktıkları için artık onları ne görebilir ne de kütle çekim etkilerini hissederiz. Çünkü kütle çekimin aşabildiği boyut sayısı parçacığa bağlıdır. Yani boyutlar arası çekim gücünü taşıyan yine parçacığın kendisidir. Hangi katın kararlı elemanıysa kütle çekimi o kata kadar taşıyabilmektedir. Kuarka kadar evrilmiş bir kütle, görünen evrenden hem fiziki olarak hem de kütle çekim olarak çıkmış olur. Böylece evren kütle kaybetmiş olur.

Anti evren

Teorinin artılarından biri, anti maddenin varlığını ve yerini öngörüyor olmasıdır. Şekil 2’de görüldüğü gibi kuantum evren veya görünen evrenin olduğu gibi her insanın da bir ikizinin bulunduğu başka bir sistem daha vardır. İkiziniz şu anda siz ne yapıyorsanız aynısını yapmaktadır. Sizin gibi o da bu satırları okumaktadır. Fakat bu evreni paralel evrenlerle karıştırmamak gerekir. Paralel evrenler çok başka bir yapıdır ve anti evrenin de kendi paralel evrenleri vardır. Yani görünen evrenimizin bir anti evreni olduğu gibi her paralel evrenin de antisi vardır.

Şekil 3’de 90° ve 270° fazlarında birer menbran tanımlamıştık. İşte o menbranlar her çarpışmalarında ikiz evrenler oluşmaktaydı. Çarpışma sonrası oluşan maddeleri de zıt olarak kendi fazlarına çekmekteydiler. Eğer biz 90° fazında isek, ikizimiz 270° fazındadır. İkizimiz, elektrik yükü olarak, ters olmak haricinde tam olarak paralelimizdir. Bu bilgi bize çok büyük bir avantaj sağlayabilir. Çünkü herhangi biri, anti evreni bulmak için bir girişimde bulunursa anti ikizi de aynısını düşünüyor olacaktır. Onun varlığını hesaba katarak yapılacak bir deney ile anti evrenle iletişim kurulabilir.

Şekil 2’de “3 boyutlu bizim evrenimiz” diye tanımlanan yer görünen evrendir. Şeklin tam zıddında olan ise anti evrendir. Şekilde paralel evrenler ve anti paralel evrenler gösterilmiştir.

Schrödinger’in kuantum denklemine göre bir parçacık tüm olasılıklarıyla kuantum olarak vardır. Fakat Kopenhag yorumuna göre bu olasılıklardan biri bizim evrenimize, diğerleri başka evrenlere çökmüş olmalıdır. İşte şekil 2’deki gösterim tam olarak bu durumu anlatıyor. Şeklin sağ ve solunda bulunan kabarcıklardan her biri olasılıklardan birini temsil ediyor. Elbette o kabarcıklardan çok daha fazlası vardır. Ne kadar paralel evren olduğu, karanlık madde miktarından çıkarılabilir. Fakat sonsuz tane olmayacakları kesindir. Çünkü karanlık maddenin oluşumunu sağlayan şey bu kabarcıklardan oluşan evrenler içinde gizlidir. Fakat paralel evrenlerde bizim tıpa tıp benzerimizin olması çok düşük bir ihtimaldir ama yaşam barındıran bir yapıda oldukları kesindir.

Tüm paralel evrenler girdilerini astral düzeyden alırlar. Onun için bizim benzerimiz olmak zorundalar. Orada da kütle çekim veya güçlü kuvvet tıpkı bizdeki gibidir. Yani gerçekten paralelimizdir ama evrim şartları bizdeki gibi bir süreç yaşamamış olabilir.

Paralel evrenlerin girdilerini astralden almaları onlarla iletişime geçme yolumuzun da astral üzerinden olabileceğini gösterir. Anti evren gibi kolay bir iletişim yolunun olmayacağı görülüyor. Fakat astralde olan bir değişiklik tüm paralel evrenlere yansır. Örneğin, astralden bir atom eksildiğinde tüm paralel evrenlerde atom eksilir. Ayrıca bu madde eksilmesi işinde, paralel evrenlerin önemli etkileri vardır ama o konu bu makalede işlenmeyecektir.

Teoriyi destekleyen veriler

Matematik olarak teoriyi destekleyen en önemli veri süpersimetrik parçacıkların varlığıdır. Henüz gözlenememiş olmalarının sebebi yanlış yerde aranıyor oluşlarıdır. Onlar bağımsız parçacıklar olduğu için parçacık hızlandırıcılarda gözlenemezler. Matematik olarak bir başka veri, paralel evrenlerin öngörülmesidir. Şişme kuramı da matematik desteklerden biridir. Aslında kuantum teorisinden sicim kuramına kadar her kuram matematik yönüyle teoriyi desteklemektedir.

Gözlemsel olarak daha ciddi veriler var. En önemli veri evrenin hızlanarak genişlemesidir. Başka bir destek ise karanlık maddenin varlığıdır. Bir başkası ise evrende olan çoban boşluğu veya büyük duvar gibi yapıların oluşudur. Evrenin ipliksi yapısı da gözlemsel verilerin en önemlilerindendir.

Sonuç

Görüldüğü gibi bilinmeyenlere makul ve mantıklı çözümler öneren bu teori bilim insanları tarafından bilinmesi gerekir. Çünkü her ne kadar makul bir çözüm oluşturuyor olmasına rağmen hem matematik yönü hem de deneysel yönü eksiktir. Matematik yönünün tamamlanması konusunu bilemem ama en azından bazı ciddi deneysel sonuçlara ulaşılması gerekir. Özellikle anti ikizimizle haberleşmemiz çok kolaylıkla başarılması gereken bir durumdur. Bilinmesi gereken şey, bulunduğumuz ortamın faz yönünü ötelemektir. Elbette böyle bir girişim kontrollü olmak zorundadır. Çünkü anti maddeyle karşılaşmak büyük felaketlere sebep olabilir.

Bunun haricinde evrenden madde eksilmesinin de kolaylıkla tespit edilmesi gerekir. Belki bu güne kadar elde edilen gözlemlerden haberim olmayanları bu şekilde açıklanabilir duruma gelebilir. Evren çok büyük miktarlarla kütle kaybettiği için özellikle atomun büyümesinin ölçülebilmesi mümkün olabilir. Ya da gözlem yapılan ve uzaklığı paralaks yöntemiyle tespit edilebilen bir gök cisminin kızıla kayması olması gerekenden fazla olmalıdır. Eğer böyle bir durum varsa bu kızıla kaymanın fazlalığı kütle kaybının getirdiği kızıla kaymadan kaynaklanmalıdır.

Başka bir sınama yolu ise kütle çekiminin anti maddeyi itmesi gerekir. Böyle bir şeyin sınanıp sınanmadığını bilmediğimden dolayı yorum yapma imkânım yok. Böyle bir sınama doğru çıksa bile tek başına teorinin ispatı olamaz. Çünkü böyle bir öngörüyü başka teorilerde öngörmektedir.

Kütle çekimin elektriksel bir etkiye benzer bir etkisinin olduğunun bilinmesi pek çok sorunun kolaylıkla çözülmesini sağlayabilir. Bu elektriksel etkiye benzeyen etkiyi karşılayacak bir cihaz yapılabilir. Böylece kütle çekim cihazı diyebileceğimiz bir cihaz ile tarihin akış yönü değişebilir.

 Seyfullah DEMİR



Kaynaklar

Ulusal – Uluslararası Kitap

  • Demir Seyfullah, (2008). Dünya ve Ötesi, Cinius yayınları
  • Demir Seyfullah, (2013). Tanrısal Bilim, Mavi Kalem Yayınevi
  • Greene Brian, (2014). Saklı gerçeklik, TÜBİTAK Yayınları
  • Hawking Stephen, (2000). Zamanın Kısa Tarihi, Doğan Kitap.
  • Hawking Stephen, (2002). Ceviz Kabuğundaki Evren, Alfa Yayınları
  • Hawking Stephen, Mlodinow Leonard, (2006). Zamanın Daha Kısa Tarihi, Doğan Kitap
  • Hooft Gerard’t (2012). Maddenin Son Yapıtaşları, TÜBİTAK Yayınları
  • Kane Gordon, (2013). Süpersimetri, TÜBİTAK Yayınları.
  • Osserman Robert (2001). Evrenin Şiiri, TÜBİTAK Yayınları
  • Parker Barry, (2004). Einstein‘ın Sırrı Görecelik Görece Kolaylaştı, Güncel Yayıncılık
  • Silk Joselph, (1999). Evrenin Kısa Tarihi, TÜBİTAK Yayınları
  • Weinberg Steven, (2001). İlk Üç Dakika, TÜBİTAK Yayınları
  • White Michael, Gribin John, (1993). S. Hawking Yaşamı Kuramı ve Son Çalışmaları, Sarmal Yayınevi

Ulusal – Uluslararası Dergiler

  • Can Kozçaz-Gökhan Ünel (2013) Karanlık Madde, Bilim ve Teknik Dergisi 547, 28-31
  • Mahir E. Ocak, (2014). Karanlık Madde Nedir? Bilim ve Teknik, 563, 30
  • Mahir E. Ocak, (2014). Kuantum Dolanıklık Nedir? Bilim ve Teknik, 562, 46
  • Margaret L. Silbar, (1983). Antimadde ve evren, Bilim ve Teknik, 186, 16-17
  • Melahat Bilge Demirköz. (2010). Karşı-madde – Evrende Pek Varolmayan İkizimiz, Bilim ve Teknik, 511, 32-35
  • NASA Basın Bülteni, (2004). Büyük Patlama’nın Fosil İzinde Sicim Kuramına Kanıt Aranıyor, Bilim ve Teknik, 440, 12
  • Nigel Henbest, (1992). Büyük Patlama Evrende Yankılanıyor, Bilim ve Teknik, 298, 6-10
  • M. den çeviren Dr. Engin Korur, (1987). Hem İnsan Hem de ışık Hızında Dalga Olabilir miyiz? Bilim ve Teknik, 237, 24-29
  • Büşra Kamiloğlu, (2010). Genel Görelilik Kuramından Kuasarlara, Bilim ve Teknik, 513, 4
  • Raşit Gürdilek, (2000). Sicimlerle Yeni Evrenler Bilim ve Teknik, 387
  • Recherche, Antimaddenin Yenilgisi, (1998). Bilim ve Teknik, 364, 8
  • Sience er Vie, (1998), Çok yaşa dört boyutlu evren, Bilim ve Teknik, 364, 8
  • Zeynep Ünalan, (2010). Paralel Evrenler, Bilim ve Teknik, 513, 38-45
  • Zeynep Ünalan, (2010). Yeni bir Evren Modeli, Bilim ve Teknik, 510, 7
  • Zeynep Ünalan, (2011). Evren Dev Bir Bilgisayar mı? Bilim ve Teknik, 529, 24-31


Web adresleri