Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…
bereketli hilal

Şekil 1 Bereketli hilal

İnsanlığın gelişimine baktığımız zaman, insanlığın gelişiminde, Sümerlerin yeri bir başkadır.  Elbette bağımsız olarak, birçok medeniyet daha gelişti ama, insanlığın bu günkü duruma gelmesini, Sümerlere borçluyuz. Örneğin; Mısır ya da İndus medeniyetleri de vardı ama, onlar kendi içlerinde kapalı kaldılar ve onlardan sonra gelenlere ya bilgi aktarmadılar ya da çok az aktardılar. Oysa bugün bildiğimiz matematik veya tarıma kadar her şey, Sümerlerden mirastır. Gerçi matematiğe Mısır’ın katkısı yadsınamaz.

Anladığım kadarıyla, Sümerler insanlığı yönlendirmek için kullanılmıştır. Onların modeli kullanılarak, daha sonraki Yunan veya Roma modelleri oluşturulmuştur.

İlk medeniyetlerin Mezopotamya’da oluşması bir tesadüf değildir. Bereketli hilal denilen bölge, medeniyetlerin başlayabilmesi için uygun koşullara sahiptir.

İnsanlığı organize edenler başlarda, aralarında onlarla yaşamış ve onların kralları olmuşlardır. Bana göre organizatörler Sümer tanrı krallarıdır. Sümer şehir devletleri bu kralların eserleridir. Krallar bataklıkları kurutup şehirler kurmuşlardır. Bütün şehirler büyük bir organizasyonun eseri olduğu bellidir. Örneğin Fırat nehri kıyısında bulunan Mari kentinin şehir planı anlaşılabilmiştir. Kazılar sonrası şehrin aniden kurulduğu ve öncesinin olmadığı anlaşılabilmiştir. Yani Mali diye küçük bir yerleşim yeri hiç olmadı. Şehir kurulurken resimde görüldüğü gibi plânlanarak inşa edildi. Fırat’tan bir kanal yapılarak şehrin içinden suyun geçmesi sağlanmıştır. Merkezde Kral, çevresinde rahip ve yöneticiler, en dışta ise çiftçiler yaşamaktaydı. Surların dışında da tarlalar bulunuyordu.

Normalde kurak bir yerde kurulan Mari’nin, sulama yapılmazsa yaşanılmasının mümkün olmadığı bir yerdir.  Şehri planlayanların sulama sistemlerini de hesapladığı ortadadır.  Ayrıca şehrin ticaret yolları üzerinde kurulmuş olması, değerini daha da artırmaktadır.

İnsanlığı organize eden Tanrı Krallar, bir müddet sonra gideceklerdir, onun için, kurdukları medeniyetlerin kendiliğinden devam etmesini arzulamışlardır. Bu sebeple, kendi kendilerine var olmaya devam edecekleri, yiyecek kaynakları olmalıydı. İşte bu ürünlerden en önemlilerinin üçü mısır, pirinç ve buğdaydır. Pirinç, yetişme şartlarına göre çok seçici bir üründür. Bol su gerektirir. Onun için, dünyaya hâkim bir medeniyete kaynaklık edebilmesi mümkün değildir. Fakat Çin için ideal bir üründür ve o bölgedeki temel besin kaynağını teşkil eder. Pirinç ürününün dünyanın diğer bölgelerinde yetiştirilememesi  nedeniyle, Çin dünya medeniyetlerine direk olarak değil de dolaylı katkı sağlamıştır.

sümer mali

Şekil 2 M.Ö. 2000 yıllarında yaşamış Sümer kenti Mali’nin yerleşim şekli.

Bilindiği gibi, mısır Amerika’da ki Kızılderililerin kullandıkları üründür ama, yetiştirilmesi buğdaydan biraz daha özel şartlar ister. Biraz yağışlı bir iklim gerekir. Onun için kurak bölgelerde veya yağışın az olduğu bölgelerde yetiştirilmesi zordur. Oysa buğday az yağış ister ve kurak bölgelerde de rahatlıkla yetiştirilir. Buğday tohumları kalori olarak yeterli ve kabuğundan kolay ayrılır. İşte bu özellikleri sebebiyle dünya medeniyetlerini şekillendirmiştir. Sümerlerle başlayan yerleşik hayat kolaylıkla diğer bölgelerde de rahatlıkla taklit edilebilmiştir. Oysa ne Çin’deki, ne de Mısır’da ki yerleşik düzen taklit edilememiştir. Her iki yerdeki ürünler ancak kendi coğrafyalarında hâkim olabilmiştir. Böylece dünya direk olarak Sümerlerin taklit edilmesiyle medeniyetler kurabilmiştir.  Sümerleri  takip eden Akad, Babil, Hitit, Fenike, Yunan ve Roma medeniyetleriyle günümüze ulaşmıştır. Çin hariç dünyadaki diğer tüm medeniyetler bu akımın etkisi altında yok olmuştur.

Fernando Cortes, Aztek Kralı Montezuma’yı yenebilmesinin, ana iki sebebi vardır. Biri Buğday, diğeri Hristiyanlıktır. Daha sonra neden Hristiyanlık dediğimin detaylarını söyleyeceğim. Önce buğdayın getirdiği üstünlüğü söylemeliyim. Buğday ve türevleri sayesinde, yerleşik hayat, insanlığın gündemine girmiştir. Buğday, iklim konusunda çok seçici olmaması sebebiyle pek çok yerde yaşamı kolaylaştırmıştır. Buğdayın Avrupa’da ana ürün olarak kullanımı, Avrupa’ya büyük bir üstünlük getirmiştir. Bu üstünlük bir kişinin çalışarak, iki kişiyi veya daha fazla kişiyi bakabilme imkânını sağlamıştır. Buna, kışın kar yağmasının da etkisi vardır. İnsanlar kışın boş kaldığında, farklı arayışlara girmeleri mümkün olabilmiştir. Böylece, başka işlerle uğraşan çok insan oluşabilmiştir. Özellikle kiliseler bu sayede büyüyerek, topluma egemen olmuşlardır. Şu anda bile, hiçbir karşılık vermeden, dünyanın en zengini olabilmişlerdir. Papa, dua satarak trilyonlarca doları kontrol etmektedir. Bu durum geçmişte de aynıydı. Böylece, Avrupa, aristokrasinin doğduğu yer olmuştur. Bunu dinin zenginleşme isteği ile, toprağı tekeline alma isteği sağlamıştır. Bu sayede Avrupa’da sıradan insanlar, çevrelerine topladıkları güçle servetler biriktirmeye başladılar. Böyle insanların ellerinde servetler toplanmaya başlayınca, başka şeyleri araştırma ve inceleme imkânları doğdu. Bu servetler, hem bilimsel araştırmaların, hem de dünyayı keşfetme imkânlarının yolunu açmış oldu. Bilimin ve icatların büyük çoğunluğu, ya kiliseden ya da zenginlerin desteklediği mucitlerden çıkmıştır. Bu sayede Avrupa aristokrasisi gemiler yaptırıp, dünyayı dolaşabilme ve oralardaki gelişmeleri kendi çıkarları için kullanabilme imkânına kavuştular. Barut bu sayede icat edildiği Çin’den daha fazla Avrupalıların işine yaramıştır. Barut sayesinde, Avrupa, çağdaşlarından biraz daha öne geçmeyi başarabilmiştir. Böylece Cortes, Montezuma’dan 300 yıl kadar daha ileride oldu. Bu 300 yıl Kızılderililerin sonunu hazırladı.

300 yıl farkı oluşturan şeyde mısırın buğdaydan daha verimsiz olmasından çok inançlardır. Çünkü Kızılderili inancında mal mülk edinmek hevesi yoktur. Onun için burjuva oluşmamıştır. Kızılderilileri Colomb şöyle anlatmaktadır:

 [stextbox id=”grey”]

“Kral ve beraberindekiler analarının onları doğurdukları gibi çırılçıplaktılar, karıları da, hiç utanmaksızın aynı durumdaydılar. Hepsi de Kanarya adaları sakinlerine benziyorlar, ne zenci ne de beyazlar…” Bu nokta Colomb’a çarpıcı gelen ilk şeydir; mülkiyet anlayışlarının bulunmayışı ve nesnelere değer biçme alışkanlıklarının olmayışı da ona çok ilginç gelmişti: “Ellerinde ne varsa önerdiğimiz herhangi bir ıvırzıvır karşılığında veriyorlar, karşılık olarak kırık çanak ya da cam parçalarını bile kabul ediyorlar… Onlara ne verirsek, asla azımsamadan, derhal ellerindeki her şeyi veriyorlar (…)” “Başkalarının malında hiç gözleri yok… Altın da veriyorlar su kabağı da…”

 (http://www.1001kitap.com/Tarih/Marc_Ferro/somurgecilik_tarihi/st202ispanyollaringururu.html)

[/stextbox]

Bu yapı Avrupa’da oluşan aristokrasi yapısının tersiydi. Sosyal olarak insanlığa daha uygundu ama ne yazık ki insanlığın hızlı gelişimi, şeytani yönünü daha çok kullanmasıyla olmaktadır. Hep dediğim gibi, melek olmanın yolu şeytan olmaktan geçmektedir. Bu inançta Hristiyanlığın cevaz verdiği bir yapıydı. Yani insanın mal mülk edinip zengin olma uğraşısı teknolojik olarak daha ileri gitmesini sağlamıştır. Böylece Colomp, Kızılderililer dünyayı keşfe çıkmadan önce Amerika’ya gidebilmiştir. Çin, çok daha eski olmasına rağmen Avrupa’ya gezi düzenlememiştir. Bu işi çoğunlukla Avrupalılar yapmıştır. Onun için, bu gün dünya tarihini Avrupalıların gözünden okuyoruz. Aynı şey Hitler içinde geçerlidir. Hitler dünyayı savaşa soktu ama, oluşturduğu sistem ile dünya bilim ve teknolojilerine büyük katkılar sağlamıştır.

İlk buğday bereketli hilalde evcilleştirildi. Çünkü ilk buğday taneleri Çatalhöyük’te bulunmuştur. Oysa aynı buğdayın yabanisi Avrupa’nın büyük bir bölümünde bulunmasına rağmen evcilleştirilmemiştir. Ancak tohum getirildikten sonra kullanılmaya başlanmıştır.  Aslında Çatalhöyük’tekilerin buğdayı evcilleştirmesi söz konusu değildir. Onlar ilk yerleşik düzen medeniyetini kurmak için seçilmiştir. Onlara bataklıkları kurutma, sığırın evcilleştirilmesi ve tarım öğretilmiştir. Saban yapmayı bile tanrılardan öğrenmişlerdir ve saban 9000 yıl hiç değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde yerini traktöre bırakmıştır.

Fakat asıl ilginç olan şey, Mısır bitkisinin doğada yabanisinin bulunmayışıdır. Yani insanlığın bu bitkiyi nereden evcilleştirdiğini bilmiyoruz. Birkaç teori var ama gerçek bilinmiyor. Bence mısır bitkisi tohumları, Kızılderililere tanrıları tarafından verilmiş ve nasıl ekileceği öğretilmiştir. Amerika’da da evcil hayvan yapılabilecek bizon olmasına rağmen onlar bu hayvanı evcilleştirmemiştir. Böylece sapanı çekebilecek güçten yoksun oldular. Onun için tarımı elle yapmışlardır. Amerika’da yük çekecek evcil hayvan olmayınca tekerlekte kullanılmamıştır. Amerika’ya yük hayvanı verilmeyişinin gerekçesini bilmiyorum ama sanırım dünya günümüzdeki gibi egonun daha hâkim olduğu bir dünya olması istendiği içindir. Böylece kıyamette olması gereken dünya düzeni gerçekleştirilmiştir. Kızılderililer bencil insan yapısında değillerdi. Onların dünyaya hâkim olması bu günkü düzeni oluşturamayabilirdi.

Avrupalıların dünyanın diğer bölgelerinden daha ilerde olmalarını buğday ve Hristiyanlığa bağladım. Çünkü buğdayın eşdeğeri mısırdır. Ama orada Hristiyanlık gibi zengin bir zümre yaratan inanç yoktu. Onun için yarışamadı. Oysa yine buğday olan Müslümanlar vardı ama onlarda inançları gereği aristokrasi oluşamadı. Müslümanlık zenginliğe cevaz verse de sömürmeye cevaz vermez. Onun için, Avrupa’da ki gibi aristokrasi oluşamadı. Bir dönem medeniyete öncülük etmesine rağmen, üstünlüğünü sürdüremedi. Avrupa aristokratlarını oluşturarak, dünyayı sömürebilmeyi başarabilmiştir.

Aristokrasinin değerini bilen ülke yöneticileri, kendi zengin zümresini oluşturmak için uğraş verirler. Fakat bu iş ülke kaynaklarının birilerine peşkeş çekilmesini gerektirdiği için, halk tarafından olumlu karşılanmaz. Türkiye’de bu işi Atatürk ve Turgut Özal oluşturmaya çalıştı ama, her ikisinin de yaptıkları daha sonra gelenler tarafından engellenmiştir. Bu sistemi en başarılı uygulayan Rusya olmuştur.

Arabistan gibi kral ailelerinin yönettiği ülkelerde, serbest rekabet olmadığı için gelişme olmaz. Yatırımları halkın ihtiyaçları değil, kralın arzuları oluşturur. Kral ülkesinden çok, kendini düşünüyorsa gelişim olmayacaktır. Çünkü krallar insanların geri kalması için her şeyi yapacaktır. Bu gün tüm Arap ülkelerinde kitap satan dükkân sayısı, gelişmiş bir ülkenin tek bir şehrindeki kitap satan dükkân sayısından azdır. Vahametin büyüklüğünü buradan anlamak mümkündür.

Aslında batının asıl hakimiyeti, Hristiyanlığın toplum hayatından çıkarılıp çok küçük bir bölümüne sıkıştırılmasıyla başlamıştır. Reform ve Rönesans hareketleri dini insan hayatından tamamen çıkarmasa da etkisini kırarak yobazlığını gizlemesini sağlamıştır. Böylece insanlar kiliseden uzaklaştıkça maneviyattan uzaklaşmış oldu. Toplumda maddiyat önem kazandı ve bu önem kısa sürede tüm Avrupa’nın anlaşılamaz bir sıçrama yapmasını sağlamıştır. Aynı şekilde Türkiye cumhuriyetle, dinden bir miktar uzaklaştığı için, diğer İslam ülkeleri arasında daha üst konuma yükselmiştir.

Ben materyalist sistemi Deccaliyet olarak niteliyorum. Deccaliyet daha çok tekamülün IQ yönünü geliştirmek için programlanmış bir düzendir. Maddiyata önem veren toplumlar insanın IQ, maneviyata önem veren toplumlar insanın EQ yünüyle tekamül etmesini sağlamaktadır.  IQ yönü artan insan, kendi refahı için maneviyata daha az önem verir olmaktadır. Gerçi içinde yaşadığı toplumun insana sunduğu yetişme şartlarına, çoğu boyun eğmeye devam eder ama gittikçe artan oranda, bireysel karşı çıkışlar da olmaktadır. Onun için, ateizm gittikçe artmaktadır. Fakat bu artış maneviyata önem veren toplumlarda pek görülmez. Bu oran Rusya’da %48’in üzerine çıkmakta, Japonya’da ise %64 ila %65 arasında seyretmektedir. Avrupa Birliğinde bu oran, %6 ile İtalya ve %85 ile İsveç arasında değişkenlik göstermektedir. 2006 yılı istatistiklerine göre ise, Türkiye’de bu oran %2,5 – %3 arasındadır. Hindistan’da ise en son sayımlara göre %0.1’lik kesim kendisini belirsiz olarak tanımlamıştır. Çin ve Rusya’nın komünizm sistemine geçmesi, din üzerinde büyük baskılar oluşturmuş ve dinsizlik büyük artış göstermiştir. Görüldüğü gibi dünyada IQ gelişiminin artışı daha çok ateist ihtiyacı doğurmuştur. Bu ihtiyaç hem kişilerin kendi arzusu, hem de sistemlerin oluşumuyla sağlanmıştır. Komünizm tıpkı Kızılderililerin sistemi gibi deccaliyet sistemine uygun değildir. Onun için bir müddet varlığını devam ettirmiş ve sonra, ya Rusya’da olduğu gibi tamamen ortadan kalkmış, ya da Çin’de olduğu gibi değişime uğrayıp kapitalizme ayak uydurmuştur.

Sistemde EQ gelişim ihtiyacı azalmış değildir. Fakat EQ tekamülü IQ ile direk ilişkilidir. Yani bir insan belli bir IQ seviyesinde değilse EQ yönde tekamülü de yapamaz. Onun için öncelikle IQ yön artırılmaya çalışılır. Dünya sistemi haricinde tekamül öte dünyada da yapılmaktadır. Fakat orada da ruh, belli IQ seviyesinde değilse tekamül edemez. Onun için dünya hayatında her insanın IQ seviyesi yeterli seviyeye gelmek zorundadır. EQ seviyesi öte dünyada da geliştirilir. Hatta dünyadan çok daha kolay olur. Onun için insanlık kıyamete kadar belli bir IQ seviyesine gelmek zorundadır. İşte bunu sağlamak için dünyada maddiyata önem veren insan sayısı sürekli artış göstermiştir.

Seyfullah DEMİR

Kaynakça: Jared Diamond Tüfek, Mikrop ve Çelik Popüler bilim kitapları.