Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Hemen her millete küçüklü büyüklü bir misyon yüklenmiştir. Bu misyonlardan bazısını bariz görebiliyorken pek çoğunu göremeyiz. Normal olarak geniş açıdan baksak bile, çoğunluğunu görmeye anlayış kabiliyetimiz yetmeyebilir.

En bariz misyon, Yahudilere yüklenmiştir. Onların misyonu, insanlığın bilimsel yönüne önayak olarak kapitalizmin; daha anlaşılır ve güzel tanımıyla deccaliyetin oluşumuna zemin hazırlamaktı. Batı, o misyonu kendine rehber yaparak, deccaliyeti dünyaya hâkim kılmıştır.

Deccaliyet; insanlığı adaletsiz, haksız, hukuksuz yönettiği için bir noktada sona ermesi gerekmektedir. Niçin bu günkü kapitalist sistemi “deccaliyet” olarak tanımladığımı anlamak için, “Deccaliyet şu anda içinde yaşadığımız dünya düzenidir” adlı makalemi okumalısınız.

Kuran, Deccaliyetin bitip, Mehdiyetin başlayacağından bahseder. Bakara suresi 246-251 arası ayetler bu durumu anlatır. Kuran, İsrailoğullarına hitap ederken aslında kastettiği insanlıktır. O ayetler, insanlığın bir hükümdar, yani kurtarıcı beklediğini söyler. Kuran, Talût’un kurtarıcı olarak gönderileceğini ama, kimsenin onu beğenmeyeceğini anlatır. Ayetler “mal ve zenginlikçe onlarla yarışamayacağını ama ilimde ve bedende genişlik verileceğini” söyler. Ayetten onun, kapitalist sistemin baş aktörleri içinden olmayacağını anlayabiliyoruz. Talût’un kimliğini bilmiyoruz ama çok önemli bir işareti olacaktır. Tabut, ona verilecektir. Tabut genel olarak, Ahit sandığı diye düşünülür ama, başka bir şey de olabilir. Sanırım ne olduğu zaman içinde anlaşılacaktır.

Bu sistemde görev alacakların zengin olmayacağını söylemiştik. Fakat fakir de olmayacaklardır. Geçimlik kadarını kazanabileceklerdir. Bunu da “’Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka’, Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler” diyerek değişik bir mantıkla bize anlatır. Buradaki “nehir” kapitalist sistemdir. Kim kapitalist sisteme uyarsa benden değildir der. Ancak eliyle bir avuç alan hariçtir. Bu da yetecek kadarıyla yetinmek anlamındadır.

Talût zamanı geldiğinde, Kuran’ın Câlut dediği deccaliyeti yerle bir edecektir. Hem de tüm dünyaya karşı çok az kişi ile bu işi başaracaktır.

Kuran’ın ilginç anlatımı Bakara 251’de bir defa daha ortaya çıkmaktadır. Ayet Allah’ın izniyle onları tamamen bozdular, Davud Câlutu öldürdü derken çok başka bir durumu anlatır. O ana kadar hükümdar ya da kurtarıcı olarak tüm işleri organize eden Talût, savaşı başlatmış ve Câlut’un ordularını bozguna uğratmış olmasına rağmen Câlut’u öldüren Davut’tur.

İslam’ın sözlü geleneğinde de benzer bir anlatım vardır. Tüm savaşı Mehdi verir ama Deccâl’ı İsa peygamber öldürür. Elbette bu anlatımlarda bu isimler hep kişiler ile özdeşleştirilmiştir. Deccâl bile bir kişi olarak alınır. Oysa bu isimler kişi değil sistemin adıdır.

Deccaliyeti kapitalist sistem olarak tanımlamıştık. Mehdiyet ise ona karşı olan sistemdir. Bu gün dünyada, Mehdiyeti temsil eden bir devlet ya da yönetim yoktur. Deccaliyeti batı temsil ediyor ama her batı karşıtı Mehdiyet değildir. Meselâ Çin ya da Rusya Batı karşıtı olmalarına rağmen Mehdiyetle hiç ilişkileri yoktur. Onların derdi, ne insanlık ne de batının sömürmesidir. Onların amacı sömürü düzeninde kendilerine de yer bulmaktır. Oysa Mehdiyet, karşılıklı çıkarların düşünüldüğü, muhatabına göz hizasından bakıldığı bir sistemdir. “Ben seni koruyorum ondan dolayı fazlasına hakkım var” anlayışının olmadığı bir düzendir. Liderlerin değil, halkın düşünüldüğü ve bunun onlara hissettirildiği bir anlayıştır.

Yukardaki Kuran’ın anlatımına dönersek Câlut’un kimliğini Deccaliyet olarak belirtmiştik. Câlut dünyayı adaletsiz bir sistem ile yönetmekte ve fütursuzca sömürmektedir. Artık sömürüyü gizleme gereği bile hissetmemektedirler. Eskiden Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, işgal ettiği ülkeleri açıkça sömürmesine üzülürdüm ve Batının sömürüsünün daha insani olduğunu düşünürdüm, çünkü durumu bir şekilde gizlemeye çalışır bir kılıf uydururlardı. Sömürdüğü ülkedeki kamuoyunu kendi lehine çevirmeyi önemserdi. Artık ya önemsemiyorlar ya da iletişim araçları yaygınlaştığı için gizleyemiyorlar. Benim görüşüm her ikisi de doğrudur. Irak’a demokrasi getiren güç milyonlarca insanın ölmesine sebep oldu ve bir özür dileme ihtiyacı bile hissetmediler. Bırakın demokrasiyi halk Saddam’ı mumla arar hale geldi. Anlatmaya çalıştığım bu sistemin adı, Câlut düzenidir. Bu düzeni Batı temsil ediyor ama Rusya ve Çin’de dâhildir.

Biraz komplo teorisyenliği yaparak, Osmanlı’dan günümüze olaylara bu gözle bakalım.

Türkiye’de oluşacak değişikliklerin başlayabilmesi için, ilk olarak Osmanlı’nın yıkılması gerekiyordu, çünkü yeni kurulacak devlet doğu ve batı sentezi olmalıydı. Bunu başarmak için radikal değişiklikler gerekirdi. Bunu da ancak, yeniden yapılanmaya fırsat vererek yapılabilirdi. Atatürk bu radikal değişikleri yapacak liderdi.

Bediuzzaman, Osmanlının yenilmesine çok değişik bir pencereden bakarak açıklama getirmiştir. “Yenildik iyi oldu. Galip gelseydik Almanlarla birlikte şu habis medeniyetin Asya’daki temsilcisi biz olacaktık. Yenilerek mazlumlar safına geçtik.” diyerek, Türkiye’nin mazlumlar safında kalarak ellerini kirletmediğini anlatmıştır. Böylece yeni dünyada sömürenler safından uzak durabilmiştir. Osmanlının da sömürü düzeni kurmaması ellerimizin temiz kalmasına katkı yapmıştır.

Atatürk’ün Müslüman olan bir ülkede bu kadar değişiklik yapmasının bir sebebini Mehmet Ali Bulut şu şekilde açıklamaktadır: ‘Türkiye’de laikliğin biraz zorbalık olarak kullanıldığını sende biliyorsun, bende biliyorum, Avrupalılar da biliyor. Bir veçhi dayatma olarak kullanıldı. Bana yine kızacaklar ama ben, bundan çok da şikayetçi değilim. Neden biliyor musunuz? Bu, zihinsel anlamda artık Kuran’dan kopmuş ve hurafelere bulanmış Müslümanlık zihnini veya İslam zihnini temizlemek gerekiyordu. Bu sıkıntı temizlendi adeta’ diyerek İslam’a giydirilen Emevî gömleğinin, artık çıkarılması gerektiğine vurgu yapmıştır. Kuran dışı İslâm anlayışının kalkarak, İslam’ın Emevî öncesi Kuran anlayışına yaklaştırılması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır.

Atatürk radikal değişiklikleri organize etmiş ve ne gariptir ki pek karşı çıkılmamıştır. Atatürk’ten sonrada sistem daha da radikalleşerek devam etmiştir. Oysa, Müslüman olan toplum, kurtuluş savaşı lider kadrosuna, sırf kurtuluş savaşını başardılar diye, dini inançlarının baltalanmasına rağmen ses çıkarmamış, inancını gizliden yaşamaya çalışmıştır.

Atatürk, önce sanayileşmeyi sağlamaya çalışmış, özellikle savunma sanayiinde muazzam adımlar atılmıştır. Fakat o dönemde olmaması gerektiği için, hepsi zaman içinde yok edilmiştir. Nuri Kıllıgil, Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş gibi şahısların yatırımları, Tayyare ve Motor Türk A Ş gibi devletin kuruluşları, Devrim arabaları gibi girişimler yok edilmiştir.

Nuri Demirağ bu işi profesyonelce organize etmiştir. Sadece fabrika değil, Gök Okulu da kurarak muazzam bir girişimcilik örneği göstermiştir. Sadece onun sistemi yaşasaydı bile bizler, kapitalist sistemin içine girecek ve onlar gibi sömürü düzeninin bir ferdi olacaktık. Onların değerleri olan kendilerinden başkasına değer vermeyen, onları insan kabul etmeyen yapı bize de bulaşacaktı. Yani ellerimiz kirlenecekti.

Batı bu sömürü düzenini nasıl kurabilmiştir? Aslında bu sorunun farklı bir söylem tarzı da “Câlut nasıl oluşmuştur?” olmalıdır. Benim düşüncem yardım almıştır. Diğer makalelerimde yazdığım gibi dünya; insanlığın, kötülüğü deneyimlediği yerdir. Kötülük oluşabilmesi için sistemin kurgulanması gerekiyordu. Benim iddiam, bu işin organize edildiği yönündedir.

 Bu organizede “baş mimarı” daha sonra söyleyeceğim. Fakat mimarın kullandığı maşalar Yahudilerdir. Kuran bile onların seçilmiş ve üstün olduklarını söyler. Ben de dünyayı kötülükle doldurabilmek için onların kullanıldığını düşünüyorum. Tevrat’tan, on iki kabileden biri olan Levililerin Yahwe’yle irtibat kurmak için görevlendirildiğini biliyoruz. Ben o irtibatın hâlâ daha devam ettiği düşüncesindeyim. Tevrat’taki anlatımda irtibat, Ahit Sandığı aracılığıyla yapılıyordu, günümüzde ruhsal bağlantı yoluyla yapılıyordur. Geçmişte insanlar gelişmemiş oldukları için ruhsal bağlantı yolu kullanılamıyordu. Onun için onlara bir telsiz yani Ahit Sandığı verilmişti.

Bu düşünce tarzı sadece bana ait bir düşünce tarzı değildir. Pek çok insan açıkça söylemese de ima eder. Meselâ Mehmet Ali Önel “Ertan Özyiğit ile Kayıt Dışı – 13 Kasım 2020 programında”, Kuran’a atıfta bulunarak Âdemin yaratılmasından olayı almış ve İblisin, insanları kendi etki alanına almak için çalıştığına vurgu yapmıştır. Sayın Önel iblisin, insanları kendine tabi etmek için kıyamete kadar izin aldığını anlatmıştır. Ayrıca bu işi yapmak için En’âm 112 ayetinde belirtilen insan ve cin şeytanlarını kullandığını söylemiştir. Programda, insan şeytanlarının, adı geçen kabalist iş adamları olduğunu anlatmıştır.

Cin şeytanlarının da cinlerden oluştuğunu söylemiştir. O iş adamları bir takım özel törenlerle, bu cin şeytanlarıyla irtibatta olduklarını ve şeytandan direk vahiy aldıklarını iddia etmiştir. Kuran’da, Şeytanın insanlara vahiy edebileceğini söyler. O iş adamlarının irtibatta olduğunu söylediği varlığın isminin, Mikâîl olduğunu söylemiştir.

Fakat Mehmet Ali Önel Bey’in önemle vurguladığı bir durum daha var. Bu iş adamları şeytanın direktifleriyle bir yere kadar geldiler ama artık şeytan için yeni bir dönem başladı. Bunu da “Elon Musk, Dr Harari gibi insanların şimdiye kadar süregelen düzene karşı çıkışından anlıyoruz” diyor. Ayrıca şeytana kanallık yapan medyumların “şeytanın bu insanlarla bir hesaplaşmaya girdiği, onların altındaki halıyı çekmeye başladığını” açıkça ifade ettiklerini söylemiştir. Artık onların yaptığı kötülükleri yine onların medyasıyla ifşaata başladığı görüşündedir.

Benzer durumu Sayın Mehmet Ali Bulut da şöyle anlatmaktadır.

Araf suresinde geçen ve yeni bir Yahudi neslin ortaya çıkacağına işaret eden (Ve halefe halfun…) (169) ayeti de 1711’e tekabül eder. Nitekim o tarihlerde başlayan uyanış, tam da 1820’lerde meyve vermeye başladı. O tarihe kadar Avrupa’nın varoşlarında son derece sefil ve sefih bir hayat yaşayan Yahudiler, o tarihten itibaren gizli bir el değmiş gibi herkesten ve her hükümetten itibar görmeye başladılar. Aralarında kurdukları saklı bir komita (ben ona hep zındıka komitesi dedim) ve onun saklı örgütleri (Masonluk, Roteryenlik, Lions ve para gücüyle ele geçirdikleri hükümetler) sayesinde insanlığı ele geçirip intikam almak peşine düştüler. (Darvin, Freud, Karl Marks… ve diğerleri o niyetin özel tasarımlarıdır ki Hıristiyanlığın şahsında insanlık kudsiyetini zir u zeber ettiler).

Büyük servetler elde etmeleri zamanı ise “ve size büyük bir servet ve oğullarınızla imdat ettik” (İsra, 6) ayetinin matematik değer itibarıyla tekabül ettiği 1860’tır. Dünyanın siyasi ve ekonomik dengesinin yerle bir edildiği, tefecilikle başlayan bankacılık ve geçici krallık sisteminin (particilik) devreye sokulduğu, 1865’te Prag’da düzenlenen Birinci Siyonist kongresinin ardındandır. Rothschild ailesinin geliştirdiği ve sonradan bankacılık sistemine evrilecek tefecilik yoluyla tüm milletler ve devletler onların sömürü alanına girdi.

Bir diğer Yahudi aile de Rockefeller ailesidir. Onların ortaya çıkma zamanı da 1840 civarıdır. Bu iki aile yeni bir Yahudi anlayışıyla ortaya çıktılar ve insanlıktan intikam almak ve kendilerine vaad edilen ikinci iktidar çağını gerçekleştirmek için harekete geçtiler. 1860’lardan itibaren dünya tamamen bu iki ailenin kontrolü altına girmişti.[3]

Görüldüğü gibi insanlık içinden seçilmiş birileri yardım görerek insanlığın kapitalist ve materyalist sisteme yönlendirilmesi sağlandı. Bu insanlığın tekâmül edebilmesi için plânlanarak oluşturuldu. Herkes bu işte şeytanın parmağının olduğunu iddia eder. “Bu kadar kötülük ancak şeytanın işi olabilir” diye düşünürler. Oysa şeytan diye ayrı bir varlık yoktur.

Agarta’nın Misyonu adlı makalemde, Yüce konsey diye dünyayı organize eden bir grup Süper İnsandan bahsetmiştim. Bizim; Tanrı, Şeytan, İblis, Melek, Cin, uzaylı vb. diye düşündüğümüz tüm işlerin arka plânlayıcıları bu konseyin üyeleridir. Daha doğrusu onların kontrolleri altında bir gurup görevli ekip vardır. Onlar insanların tekâmüllerini 12 bin yılda tamamlayabilmesi için her türlü kılığa ve modele girerek bizleri eğitirler. Tanrı da, şeytan da olurlar. Gerekirse cin olur, gerekirse bilimsel yönlendirme yaparlar. Birine vahyeder, onu destekler din oluşturur, başkasına izafiyet teorisinin sezgisini verirler. Yeri geldiğinde Enlil, yeri geldiğinde Zeus olurlar. Sümer’de saban yapmayı öğretir, Yunan’da bilim yapmayı… Yakup peygamberle güreş tutar, Dogonlara Sirius’tan geldiklerini anlatırlar.

Bütün uğraşları, en kısa sürede Ademoğlunun en zor dönemi olan Yarı Bilinçli Dönemlerini bitirmelerini sağlamak. Onun için zaman zaman toplumlara misyon yüklerler. Bu misyon yüklemeyi taraf tutmak gibi düşünmeyin. Çünkü, bu hayatınızda Türk iseniz öncesinde Yahudi, daha öncesinde Almandınız.

Bahsettiğimiz bu Konsey, Yahudi iş adamlarını kullanarak dünyayı kötülüğün deneyimlendiği deccaliyetle buluşturdu. Niye Yahudiler? Çünkü şimdi Mikâîl diye kendini tanıtan varlık, o zaman Yahwe idi. Bu Yahudiler de Levili soyundan gelenlerdir. Büyük bir ihtimalle onlarla kolay iletişim kurulabilmesi için -o zamanlar- genlerine müdahale edilmiş olmalı. Onun için seçilmiş ırk diye söylenmiş ve onlar da kendilerini korumuşlardır. Yani diğer ırklarla karışmadan gelebilmişlerdir. Böylece kendilerini koruyabilen o insanlar kullanılarak kötülük dünyada egemen olmuştur. Sanırım bu insanların özel cin çağırma seansları yapmaları gerekmez. Onların ileri derecede medyumsal özellikleri vardır. Onlar direk irtibat kurabilirler.

Son zamanlarda o insanların ifşa edilerek etkilerini azaltma isteği nedendir? Ne değişti? Değişen şey, zamanın sonunun yaklaşmış olmasıdır. Artık kıyamet zamanı geldi ve kötülük düzeni sona ermelidir. Yani Ehrimen dönemi bitmekte, Ahura Mazda dönemi başlayacaktır. Biz Ahura Mazda döneminin, ya da Kuran’ın deyimiyle Talût sisteminin işaretlerini arıyoruz. Deccaliyet sistemine karşı çıkmaya aday adayı ülke olarak, Türkiye’yi görmekteyim. Elbette bunu söyleyebilmek için çok erken ama aldığım işaret ve içimdeki sezgi, Türkiye’nin bu yöne girdiği yönünde. Böyle bir durumda tüm batı hatta Rusya ve Çin karşı duracaktır. Zaten batının karşı duruşunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Rusya karşılıklı çıkarlar yüzünden sessiz kalıyor gibi gözükmektedir. Diğer ülke Çin’in henüz kapsama alanına girmediğimizden bizimle ilişkisi normal sistem üzerinden gitmektedir.

Kuran, Bakara 247’de “ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir” diyerek, Talût’un zengin olmayacağına vurgu yapmaktadır. Türkiye, ayette belirtildiği gibi zengin olmayan bir ülkedir. Fakat konum olarak muazzam bir konumu vardır. Doğu ile Batı arasında oluşu, her iki kültürü de özümsemiş ve kendi sentezini oluşturmuş bir durumdadır. Bir batılı da, bir doğulu da, Türkiye’de kendini yabancı hissetmeden yaşayabilir. Ayetin devamındaki Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştirsözü henüz gerçekleşmemiş bir durumdur. Ben, Türkiye’nin bu konumu elde edebileceği yola girdiği düşüncesindeyim. Eğer düşündüğüm gibiyse bu Türkiye’nin kaderidir.

Türk insanı bugüne kadar “bizden bir şey olmaz” mantığına hâkimken son zamanlarda bu düşünce kalıplarını yıkarak muazzam açılımlara gebe gözükmektedir. Artık gençlerimiz ülkesine bir şeyler katmak için yarışır olmuştur. Bu muazzam bir kapasitedir ve kısa sürede kaymağını verecektir. Vermeye de başlamıştır. Aselsan’da öldürülen gençler bir şeylerin değişmekte olduğunun delilidir. Ayrıca yerli İHA ve Siha’lar, Bilimsel bir konuda Nobel alan Aziz Sancar, Kovid 19 aşısını bulan Türkler vb. bir şeylerin değişmekte olduğunun ciddi işaretleridir. Ayrıca İslâm dinine yeni bir bakış açısı getirilmeye çalışılmaktadır. Atatürk’ün, din anlayışının, eskiyle bağını koparması yüzünden; yeni insanlar, eski alimlerin tahakkümünden daha kolay kopması sağlanmıştır. Bu sebeple Türkiye’deki yenilikçiler, Kuran’a yeni bir bakış açısıyla bakabilmektedir.

Ayetlerin devamını hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Ben Bakara 248 ayetindeki “Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktırsöyleminin gerçekleşmesini beklemekteyim. Nasıl gerçekleşeceğini bilmiyorum ama yaşayanlarımız nasıl gerçekleşeceğini görebilecektir. Fakat Bakara 249-250 ayetlerinden bu mücadelede çok az ülkeden destek göreceğimiz ve zorlu uğraşların bizi beklediğini anlayabiliyorum. Ne kadar sıkıntı çekeceğimiz “Câlut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: ‘Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!’” ayetinden anlaşılabilir. Tüm dünyadaki güçlü ülkelere karşı yalnız kalacağız. Fakat ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir ayeti gereği elimize hiç düşünemeyeceğimiz güçler ve kaynaklar geçecek. Ayetteki “vücut” maddi imkânlar anlamındadır. Bulunan doğalgaz rezervinin bile, işaret olduğunu düşünüyorum. Böylece karşı durmaya devam edebileceğiz. Tabut’un gelmesiyle durum tamamen lehimize dönecek ve elimiz çok rahatlayacaktır. Sanırım ondan sonra diğer ülkelerde gardlarını düşürecektir.

Bir kardeşimin, Tabut’un Kuran olduğunu söylemesiyle, düşüncelerimde ciddi değişiklikler oldu. Daha önce Ahit sandığı olduğunu sanıyordum ama, onu meleklerin getirmesine anlam yükleyemiyordum. Tabut’un ele geçirilmesi; Kuran’ın sembolik anlatımının ortaya çıkması anlamında olabilir. Onda, Rabbiniz tarafından bahşedilmiş bir gönül huzuru vardır” söylemi olması, Kuran sayesinde, dünyada bir sükûnet dönemi yaşayacağız anlamını çağrıştırır. Onu melekler/melikler taşımaktadır” söylemi ise bu işte bir yöneticinin parmağının olduğunu söyler gibi… Çünkü melek ile melik aynı köktendir ve, buradaki kasıt melik olabilir. Eğer gerçekten inanıyorsanız, bunda sizin için bir delil vardır” söylemi de Kuran’a inananların ama, gerçekten inananların, onu anlayacakları anlamındadır. Gerçek inançtaki kasıt, mevcut anlam değil de, sembolik anlamının öne çıkarıldığı inancı kasteder.

Medeniyetin kökeni doğudan filizlendi ama batıda gelişti. batışında da yine doğu daha doğrusu hem doğu hem de batı işin içinde olmalı. Onun için Türkiye bu süreçte kullanılacaktır. Bildiğiniz gibi Türkiye yarı doğulu yarı batılıdır. Onun için kıyamette görev alacaktır…Sanırım Türkiye’yi önümüzdeki süreçte ciddi bir mücadele beklemektedir. Bu mücadelenin sonunda “Derken, Allah’ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Câlut’u öldürdü” ayeti gereği Türkiye bu mücadeleyi kazanacak ve kapitalist sistem sona erecektir. Mehdiyet sistemi devreye girecek ve dünyaya adalet gelecektir. Ayetlerdeki Talût Türkiye’ye karşılık gelmektedir. Fakat Türkiye kapitalist sisteme karşı mücadeleyi kazanmasına rağmen onu yok edemeyecektir. Para kazanma hırsı insanın tabiatında vardır. İnsanın tabiatı gereği, kapitalist sistem kendiliğinden ortadan kalkmaz. Onun ortadan kalkması için yeni bir döneme girilmesi gerekir. Sanırım Kurtuluş savaşı sonrası, Türkiye’de oluşan radikal değişikliklerin bir benzeri, o dönemde, bütün dünyada olacaktır.

Ayette Câlut’u yok edecek olanın Davut olduğu yazmaktadır.  Yani sistem değişikliği yapacak olan Davut’tur. Ben Davut’un Mesih olduğunu düşünüyorum. Kuran, Sebe 10 ayetinde “Andolsun ki, biz Davud’a tarafımızdan bir fazilet verdik. “Ey dağlar! Onunla beraber tesbih edin.” dedik ve bunu kuşlara da (emrettik) ve ona demiri yumuşattık.” diyerek Davud’a ayrıcalıklar verildiğini söylemektedir. Ayrıca Kuran’a göre mehdi” adlı makalede, Davud’un İsa olduğunu ve ona verilen özelliklerin bir kısmından bahsetmiştik. Davut ve Süleyman dünyadaki “çalışarak geçinme” sistemini değiştirerek, çalışmadan ihtiyaçların karşılandığı yeni sisteme geçişi organize edecektir. Sözlü gelenekte Deccalı öldürenin İsa peygamber olduğunu söylemiştik. Yani Davut, İsa Peygamberdir. Fakat yanlış anlaşılmasın, göklerden gelecek kimse yoktur. Yeni düzende de insanların tek amacı tekâmül etmek olacaktır. Kendine hizmet ile tekâmül ettiğimiz şimdiki sistem bitecek ve başkalarına hizmet ile tekâmül sistemine geçeceğiz. Yani negatif tekâmül bitecek ve pozitif tekâmül dönemi başlayacaktır. Kendine hizmet dönemi bittiği için, geçinmek için çalışmak gerekmeyecek. O dönem Altınçağ dönemidir. İnsanların müzik, spor ve sanatsal faaliyetlerden başka bir uğraşısı olmayacaktır.

Dünyada var olan kurtarıcı beklentisindeki kişiler, hep aynı kişiyi işaret ediyor. Adına ister Mehdi, İster İsa, İster Mesih, İster Maitrea, ister Ahura Mazda deyin, ismin bir önemi yoktur. Ben ona Mesih diyeceğim. Mesih insanlığı kıyamete ve Altınçağa hazırlayacak olan seçilmiş kişi olacaktır. O görevli gelecek ve sistemi değiştirecektir. Türkiye’nin sistemi değişikliklere hazırlaması sonrası devreye girecek ve dünyada radikal değişiklikler yapacaktır. Bizim gibi doğup büyüyecek ve zamanı geldiğinde görevine başlayacaktır. “Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediği şeylerden de öğrettiayeti gereği, gücünü ilâhi kaynaklardan alan Mesih’in önünde kimse duramayacaktır.

Komplo teorisyenleri televizyonlarda veya youtoup kanallarında küreselcilerin tek dünya devleti oluşturup dünyaya hükmedeceklerini söylemektedir. Mehmet Ali Önel’de o insanların şeytandan direktif aldıklarını anlatmaktadır. Benim bu konudaki görüşüm farklıdır. Evet o insanları Yüce Konsey organize etmiştir. O insanlarda tek dünya devletini kendilerinin yöneteceğini sanmış olmalılar ama, asıl amaç o insanlar kullanılarak tekâmül sisteminin devreye sokulmasıdır. Amaç, kötülük olması değil, kötülüğün deneyimlenmesidir. Tekâmül sisteminde kötülük deneyimlenmesi olmazsa olmazdır. Insanlığın en zor dönemi olan o dönem bitmek üzere. Kovit 19 pandemisiyle yeni bir dönemin başladığını düşünmekteyim.

Seyfullah Demir


[1] Bakara 246. İsrail oğullarının Musa’dan sonra ileri gelenlerine! Hani onlar, bir peygamberlerine: “Bize bir kumandan gönder de Allah yolunda savaşalım…” dediler. O da: “Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder misiniz?” dedi. Onlar: “Bize ne oldu da yurtlarımızdan çıkarıldığımız ve çocuklarımızdan ayrıldığımız halde Allah yolunda savaşmayalım?” dediler. Bunun üzerine savaş kendilerine farz kılınınca da onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ama Allah, o zalimleri bilir.

247. Peygamberleri onlara: “Allah, size hükümdar olmak üzere Talût’u gönderdi.” demişti. Onlar: “Ona bizim üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir.” dediler. Peygamberleri de “Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir.” dedi. Hem Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir.

248. Peygamberleri, onlara şunu da söylemişti: Haberiniz olsun, Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir sekine (sükûnet, gönül rahatlığı), Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye (kalıntı) vardır. Onu melekler getirecektir. Eğer iman etmiş kimselerden iseniz, bunda sizin için kesin bir ibret, bir alâmet vardır.

249. Talût, ordu ile hareket edince dedi ki: “Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır).” Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talût ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. “Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir.”

250. Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!”

251. Derken, Allah’ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut’u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.

[2] Çölde Sayım 1: 47-53

[3] http://mehmetalibulut.com/mehmetalibulut/ayagi-yere-basmayan-bir-yazi-i-luciferin-iktidari-yahut-deccalizm