Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Kuran’ın sembol diliyle yazıldığını söylemekteyim. Kuran, “Yecüc Mecüc gibi” anlamının ne olduğu bilinmeyen kelimeleri, sembol şeklinde kullandığı gibi; “demir gibi” bazı kavramları da bilinen anlamlarının arkasına gizlemiştir. Bunu yapmasındaki sebep, gerçek anlamın kıyamette ortaya çıkmasını sağlamak içindir. Zaten Kuran’ın sembolik dille yazılmasının sebebi de odur. Bir metin yazıyorsunuz ama vermek istediğiniz mesaj çok sonraki insanlara gitmelidir. Yani asıl hedef, ancak kapasite olarak onu anlayacak, gelecekteki insanlar olacaktır. Kuran bu mantıkla yazılmış bir eserdir. Elbette içindeki tüm mesajlar, sembolik değildir. Zira mevcut inancın oluşmasını da sağlaması istenmiştir. Böylece mevcut inanç oluşmuştur. Artık, gerçek mesajın ortaya çıkması zamanıdır. Zira, îlâhi mekanlardan bize ulaşan son kitaptır. Bu son kitap, kıyametle ilgili gerekli bilgileri de içermelidir. Aslında, sembolik dili tamamen kıyamete yöneliktir. Bu sembolik anlatım bazı Hadislerle de desteklenmektedir.

Benim anlamını tespit edebildiğim önemli semboller şunlardır: Kıyamet, Sur’a üfürülmesi, Yecüc Mecüc, Dabbet-ül Arz, Ashabı Kehf veya Rakim, Zülkarneyn, Cennet, Cehennem, Şeytan veya iblis, Ademin ve Şeytanın cennetten kovulması, Sekar ve 19, Kalu Bela, levh-i mahfuz, Allah, Hü, Rab, Güneş, Dağlar, Demir, Meleklerin kimliği, Davud, Talût ve Câlut kelimeleridir.

Tek Tek bu kavramların sembolik anlamlarını inceleyelim.

Kıyamet:

Kuran’ın kıyameti vurguladığı pek çok ayeti vardır. Tüm ayetler bir felaket haberi şeklindedir. Ben can alıcı birkaçını alacağım.

[stextbox id=”warning”] Zilzâl 1’den 5’e: Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı, Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı, Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman. O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır.

Nâziât 6-7: O gün deprem sarsar, Onu ikinci bir sarsıntı izler.

Tekvîr 1, 2, 3: Güneş katlanıp dürüldüğünde, Yıldızlar bulandığında, Dağlar yürütüldüğünde.

Kehf 47: O kıyamet gününü hatırla ki, dağları yürüteceğiz ve yeryüzünü çırılçıplak göreceksin. Bütün insanları, mahşerde toplayacağız hiçbir kimseyi bırakmayacağız.[/stextbox]

Bunlar haricinde Kâri’a 4-5, Vâkı’a 4’den 6’ya kadar, Müzzemmil 14, Fecır 21,  Hac 1, Abese 33, Kıyâme 6’dan 10’a kadar, Yasin 49, Mülk 16-17, Tûr 9-10, Hâkka 14,  Mürselât 8, 9, 10, Nebe 19-20, Me’âric 8-9, Kehf 47, Ta-ha 105-106 vb. ayetler de kıyamet senaryoları içerir.

Bu ayetlerde sembolizmi düşünmezseniz, kıyamette felaket yaşanacağını düşünürsünüz. Bu kadar felaket tellallığından sonra “nasıl kıyametin felaket olmadığını düşünebilirsin” diye sorabilirsiniz. Bunun cevabı için Kuran’dan değişik bir mantıkla cevap oluşturabiliriz.

Kuran, kıyameti tüm dünyada hatta tüm evrende aniden yaşanacak bir olgu olarak sunar. Kamer 50, Nahıl 77 ayetlerinde ise, kıyametin göz açıp kapamadan daha kısa bir süre süreceği anlatılır. Süreç sabah güneşinin doğuşu gibi, dünya döndükçe gerçekleşecek bir mevzu değildir. Zümer 68 ayetinde dediği gibi “sûra üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır.”

Ayetlerden çıkardığım mantığa göre, kıyametin; tüm evrende -en azından güneş sisteminde- gerçekleşecek bir olay olduğunu anlayabiliyoruz. Eğer bu olayı felaket olarak alırsak, olabilecek en kısa süreli felaket, güneşin patlaması olabilir. Her durumda göz açıp kapayana kadar gerçekleşemeyecek olaylardır. Dünyadaki insanların ilk öleniyle en son ölecek arasında saatler olur. Çünkü dünyanın güneşe bakmayan tarafı çok daha geç etkilenir. Ayrıca bilinebilen ya da bilinemeyen hiçbir felaket tüm insanların göz açıp kapayana kadar bir sürede ölmesini sağlayamaz. Hele tüm uzayı düşünürsek asla mümkün değildir.

Burada benim düşüncelerim devreye girer. Zira, Kuran düz nesir şeklinde yazılmış bir metin değildir. Şiirsel ve sembolik dille yazılmıştır. Kıyamette bu sembollerden biridir. Son kitap olması hasebiyle kıyamete çok çok fazla yer vermiş olması anlaşılır bir durumdur. Zira, daha sonra başka kaynak gelmeyecektir.

Kıyameti şöyle tanımlayabilirim: insanın, bedenli yaşamdan bedensiz yaşama geçiş sürecini sembolize eder. Gerçekler insanlıktan gizlendiği için de felaket senaryosu arkasına gizlenmiştir. Aslında kıyamet kelime anlamı olarak dikilmek, ayağa kalkmak anlamındadır. Ayağa kalkmak demek gaflet uykusundan uyanmak demektir. Kıyametin en güzel tanımı yine Kuran’da, Kâf Suresinde vardır.

[stextbox id=”warning”] Kâf 20: Sur’a üfürülür, işte bu, tehdid(in gerçekleşme) günüdür.

Kâf 21: Her can, kendisiyle beraber bir sevk memuru ve bir şahid bulunduğu halde gelir.

Kâf 22: “Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.” der.[/stextbox]

 Ayetlerde, Sur’a üflendikten sonra, kişinin gaflet perdesinin kalktığını ve gerçekleri gördüğü söylenir. Benim anlatmaya çalıştığım kıyametin gerçek anlamı budur. Oysa mevcut inanışta, “birinci sura üfürüldüğünde herkesin öleceğine, ikinci sura üfürüldüğünde tekrar dirileceğine” inanılır.

Eğer olaylara sembolizm kapısından bakarsak, felaketlerin yıkacak olduğu, inançlardır. Bazen peş peşe depremler bazen kasırga bazen gürültü olarak hep dünyasal felaketlere vurgu vardır. Bu anlatım dünyasal olan tüm değerlerin, ortadan kalkacağı anlamını taşır. Meselâ; dağların un ufak olacağı söylemini ele alırsak: Hristiyanlığı bir dağ, Ateizmi başka bir dağ, başka bir inancı da başka bir dağ gibi düşünmeli. Un ufak olacak olanlar bu inançlardır. Yani dünyada ne kadar inanç varsa (bilim, dinler, tüm izmler buna dahildir) hepsi un ufak olacaktır. Gerçeği göreceğimiz için tüm bu şeylerin boş bir balon olduğunu anlayacağız. Zira, gerçek Rab bilgisi hâkim olacaktır.

Gökyüzü ve yeryüzü tüm evreni temsil eder. Evrenin madde yapısını değil, evrendeki tüm inançları temsil eder. Böylece, -varsa- başka gezegenlerdeki inançlarda bu yapı içinde yok olacaktır. Yani kıyamet sadece dünyada değil tüm evrende gerçekleşecektir. Fakat kıyametten dolayı tek yaprak yerinden kıpırdamayacaktır. Zira, kıyamet sadece insan gibi canlılara kopacak ve onun boyut değiştirmesini sağlayacaktır.

Yecüc ve Mecüc, Dabbet-ül Arz, Ashabı Kehf ve Rakim: Bu semboller bizden önceki jenerasyon tarafından bize bırakılan kütüphaneleri sembolize eder. Yecüc ve Mecüc Tibet’te Agarta diye bilinen yeraltı kütüphanesini, Dabbed-ül Arz ise Mısır’da Sfenksin sakladığı kütüphaneyi sembolize eder. Ashabı kehf ve Rakim ise Kuran’da Yedi uyurlar diye bilinen bir hikâye ile sembolleştirilmiştir. Geçmişten bize kalan kütüphanelerin içindeki bilgilerin isimleridirler. Yani Yecüc-Mecüc ve Dabbet-ül Arz diye sembolleştirilen mağaraların içindeki bilgilerin biri Ashabı Kehf diğeri Rakim olarak şifrelenmiştir. Bunlar haricinde dünyanın pek çok yerine gizlenmiş, ahit sandığı şeklinde bilgi içeren sandıklar vardır. Bunların sayısı yedi tane olmalıdır. Onun için yedi uyurlar diye sembolleştirilmişlerdir. Beş sandık ve iki kütüphane. Kıyamete kadar hepsi yer altında gizli ve saklı kalacaklardır. Bu konu, Zülkarneyn’in bize bıraktığı sırlar ve  Antik mega yapılar-niçin-yapıldı adlı makalelerden okunabilir.

Zülkarneyn: Kelime anlamı olarak, iki devire hakim biri anlamındadır. Bu iki devrin insanlarını organize edecek olan demektir. Kuran, Zülkarneyn kıstasıyla, Mehdinin yapacağı üç görevi anlatır. Bu görevler içinde Yecüc-Mecüc ve Dabbet-ül Arz kütüphanelerini açmak, zamanı geldiğinde onların önüne set yaparak, bir sonraki döneme kadar kapatmak da vardır. Konu, Zülkarneyn kimdir adlı makaleden okunabilir.

Cennet: İnsanlardan öte dünyaya gidemeyeceklerin, bin yıl sürecek altın çağ’da tekamüllerini yapabilecekleri dünyasal mekân. Kuran, 4 adet cennet olduğunu söylemektedir. Konu Cennet cennet dedikleri bir kaç köşkle bir kaç huri adlı makaleden okunabilir.

Cehennem: Başka bir adı da Sekar’dır. Ahirete gidenlerin, bedensiz yaşayıp tekamüle devam edecekleri yer. Kuran, Cehennemin 7 kapısının olduğunu anlatır. 7 kapı, 7 gök katı olarak düşünülmelidir. Yoksa mekânın olmadığı bir yerde kapı da anlamsızdır. Konu Cennet ve cehennemin anlamı adlı makaleden okunabilir.

Şeytan veya İblis: Kuran, insanı hayatta tutan güdülerin tümünü şeytan sembolü altında toplar. Yani ego, sahiplenme, annelik, cinsellik, lider olma veya sürüye dahil olma, hayatta kalma içgüdüleri gibi içgüdülerimizin hepsine şeytan diyoruz. Bu güdüler bizi dünyada hayatta tutar ve neslin devamını sağlar. Fakat bunu sağlarken egoist bir tutum sergilememize de vesile olur. Bu sayede kötü olma potansiyelimiz tavan yapar.

Kuran’da birkaç yerde, şeytanın kıyamete kadar cennetten kovulduğu hikâye edilir. Bu insanın yapısının sembolik anlatımıdır. Evet, iblis elbisesi bizi tekâmül ettirirken aynı zamanda kötü olmamızı da sağlamaktadır. Ve kıyamete kadar sürecek bir süreçtir. Dünyadaki sistemi bizim bu yapımız şekillendirmektedir. Başkalarını ezebilmemiz, çalabilmemiz, sömürebilmemiz sürüngen beynimizin sadece kendi çıkarımızla ilgilenmesinden gelmektedir. Insan beynimiz bunun kötü olduğunu söyler ama sürüngen beyin daha baskın olduğu için insan beyninin sesini baskılar. Baskılayamadığı insanlar da vardır elbet ama, onlar azınlıktadır. Bakara 30’da melekler “A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” diye itiraz ederken, anlatılan şey budur. Melek olmanın yolu şeytan olmaktan geçmektedir. Konu Sürüngenlikten insana giden yol adlı makaleden daha geniş olarak okunabilir.

Âdemin ve Şeytanın, cennetten kovulması: Kuran’a göre hem Âdem hem de şeytan cennetten kovulmuştur. Fakat Kuran iki farklı olay gibi lanse eder. Oysa iki olay insanın oluşumunun tam anlatımıdır. Adem insanı temsil eder. Yani madde beden ve içine ruh üflenmiş olan şeye Âdem denir. Dünyaya sürülen Âdem, hem ruhsal hem de bedensel güdülere sahip olarak gelir. Ruhsal yönümüzden sevgi ve vicdan gelirken diğer tüm güdülerimiz hayvansal bedenimizden gelir ve onlara şeytan diyoruz.

Ruhsal güdülerimiz, bedensel güdülerimizi zapt ettiği oranda kâmil insan oluruz. Oysa, şeytan dediğimiz şey, hayvansal yönümüzdür ve bize primat bedenlerinden miras kalmıştır. Ruhumuzdan gelen sevgi ve vicdan, bedenden gelen tüm güdülerle çelişir. Sürekli çatışma halindedirler. Hayatta kalma öncelikli olduğu için, hayvansal güdülerimiz daha baskındır. Bizler geliştikçe ruhsal güdülerimiz daha ön plana çıkar ve hayvansal güdülerimizi baskılar. Konu, Âdemin cennetten kovuluş sembolizmi adlı makaleden okunabilir.

Sekar ve 19 sayısı: Sekar ile Cehennem aynı anlamdadır. Ruhların bedensiz olarak, tekâmül etmek için yaşadıkları yerdir. Sekar Kuran’da 7 gök katı dediği bölgenin tamamının başka bir adıdır. Görünen evreni kapsamaz. Yani Sekar, yedi kademeden oluşur. Yedi kademeden sonra Ârş gelir. Sekar, Ârş’ın içinde daha doğrusu kapsamındadır. Ârş okyanus ise sekar bir atom olabilir. Yedi yörüngeli bir atom gibi düşünülebilir. Bir elektron, ilk yörüngeden başlayarak yedinci yörüngeye yükselebilir. Hâlâ atomun elemanıdır. Elektron yedinci yörüngeden ayrıldığında artık atomun elemanı değil okyanusun elemanı olur. Atom örneği Ârş ile Sekar arasındaki ayrım için güzel bir örnektir. Bir insan da bir elektron gibi tüm o katları çıkarak Ârş’a gider. Zaten başta da Ârş’tan gelmiştik. O’ndan geldik, O’na döneceğiz söyleminin gerçekleşmesi böyle olacaktır. Burada Ârş diye anlattığım bölge, Sicim kuramındaki 11 boyutlu uzaydır. Onun için bir Ârş içinde, sayısız Sekar var olabilir.

Müddesir 30 ayetindeki, “Üzerinde 19 vardır” sözünü bu gözle incelediğimizde “Sekar’ın üzerinde 19 kademe daha vardır” diye anlamalıyız. Bu da bize, Sekarla birlikte 20 level’lı bir sistemin varlığını gösterir. İlk level Sekar, ikinci level Ârş ve devamında diğer level’lar.

Her Ârş nasıl, sayısız Sekar ihtiva ediyorsa, Ârş’ın üstündeki ilk level da sayısız Ârş ihtiva edebilir. Bu böyle 20. level’a kadar sürüp gider. Hatta her level kendi içinde kademelere bölünüyor olabilir.

Bu düşünceler fantastik gibi gelebilir ama beyin jimnastiği açısından bilinmesi gerekir.

Bilimsel literatüre göre Sekar; sicim kuramının öngördüğü üç ile onuncu boyut arası bölgedir. Onun içinde olduğu Ârş ise, 11 boyutlu uzay bölgesi olarak düşünülmelidir. Konu Müddessir suresi ve 19 sayısı adlı makaleden okunabilir.

Kâlû Belâ: Bu sembolü mevcut inanç; ruhların geçmişte toplu olarak yaratıldığı bir dönemi kastettiğini söyler. Fakat Prof. Dr Zeki Bayraktara göre; Araf 172’de “insanların sırtlarından zürriyetlerinin alındığı vakit”

, Allah’ın varlığına şahit tutulduğunu anlatmaktadır. Sayın Zeki Bayraktar zürriyetin “cinsel organları” kastettiğini söylüyor. Zira tıp, cinsel organların, ceninin sırtında oluştuğunu bilmektedir. Cinsel organlar 5. haftadan itibaren sırtta oluşur ve 8. haftadan itibaren yavaş yavaş bilinen yerlerine doğru yönelirler. Bu süreç 7. aya kadar sürer. Yani ayet, organların sırtlarından yerlerine doğru hareket ettiği zamanda şahitlik yapıldığını söylemektedir.

Bana da bu anlam mantıklı gelmektedir. Zira genel inanç çok mantıklı değil. Kimsenin hatırlamadığı bir dönem yerine daha elle tutulur bir çözüm sunar. Bebeğin anne karnında oluşmaya başladığı o dönemde, cenin içine ruh üflendiği zamanı anlatır. Yani, bir bebeğe ne zaman ruh üflenir sorusunun cevabı verilmiş olur. Sanırım o dönemde içine ruh üflendiği için artık insan statüsüne dahil olur. Artık insan statüsünde olduğu için sistemin işleyişini anlayabilecek seviyede olacağından ayrıcalık kazanmıştır. Konuyu Kâlû belâ sembolizmi adlı makaleden okuyabilirsiniz.

Hü (O), Allah, Rab: Mevcut inanç tümünü tek güç olarak tanımlamasına rağmen bunlar üç ayrı gücü temsil eder.

Hü (O): Türkçesi O olan ve yaratıcıyı işaret eden, işaret zamiri. Fakat Kuran bu kelimeyi, isim yerine kullanır. Benim Kaynak Olarak düşündüğüm ve “O’ndan geldik O’na döneceğiz” mantığının ana sorumlusu olan güç. Bu gücü Allah olarak düşünürler ama Âl-i İmrân 18. ayette. “Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka tanrı yok, ancak ‘O’ vardır. Bütün melekler ve ilim uluları da dosdoğru olarak buna şahittir ki, başka tanrı yok, ancak O aziz, O hakîm vardır.” Ayetinde görüldüğü gibi Allah’ın da şehadet ettiği güç, başka bir güçtür. Bu güç Tanrı olarak düşünülmemelidir. Ancak sistemin kurucusu, plânlayıcısıdır. Allah da Rab da onun eseridir. O kendinde bulunan bilinçsiz enerjisini bilinçlendirmek için bir program yaptı. Biz, Allah, Rab ya da bildiğimiz, bilmediğimiz her ne varsa bu sistem içinde O’na doğru evrilmektedir.

Allah: Kuran, Allah’ın özelliklerini anlatırken genelde doğada kendiliğinden olup giden (yağmur, rüzgâr vb.) olayları örnek gösterir. Bu yapı onun görünen evrenin yazılımını temsil ettiğini göstermektedir. Yani, evrende olan doğa kanunları yazılımının ismi Allah’tır. Fakat Allah levh-i mahfuz programı içinde bir alt programdır.

Rab: “Terbiye edip eğiten, varlıkları belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götüren, gelişmeyi yöneten” demektir. Rab kavramı, “yaratan” ve “îlâh” gibi kavramlarla karıştırılmamalıdır. Kuran’da Rab Allah’ın isimleri arasında kullanılmamıştır. Rab, Allah’ın yaptığı ana işi belirtir. Yani Rab, bizi ve paralel evrenleri yöneten Allah’ın yönetme vasfıdır. Rabbül Alemin sözü Alemlerin yöneticisi anlamındadır.

Bu kullanımından başka, Yüksek Melekler Topluluğu ya da Arşı taşıyanlar gibi başka tanımları da vardır. Fakat mevcut inanç bu tanımların Rab kavramının açılımı olduğunu düşünmez. Konuyu Kurana göre tanrı tek değil adlı makaleden okumalısınız.

levh-i mahfuz: Mevcut İslam inancına göre her şeyin yazılı olduğu kitaptır. Bunun asıl anlamı her şeyin içinde olduğu program demektir. Yani öte dünyayı içine alan yazılım demektir. Görünen evren, bu program içinde bir alt programdır. Bu yazılım Kaynak tarafından oluşturuldu. Kaynak katında tüm zamanlar aynı noktada olduğu için O yaptığı programın sonucunu aldı. Onun için içine girip müdahil olmaz. Daha doğrusu olmasını gerektirecek bir durum olmaz.

Güneş: Bilgiyi sembolize eder. Fakat Kuran’daki her Güneş kelimesi sembolik değildir. Pek çoğu, gökteki güneş anlamındadır. Benim tespit edebildiğim Kehf 86 ve 90 ayetlerinde sembolik anlamda kullanılmıştır. “Güneşin batması” bilginin gizlenmesi ve “Güneşin doğması” bilginin aşikâr olması demektir. Bu konuyu Zülkarneynin bize bıraktığı sırlar linkinden daha detaylı okuyabilirsiniz.

Güneş, bazı hadislerde de bilgi anlamında kullanılmıştır. “Güneş battığı yerden doğmadıkça, kıyamet kopmaz” hadisi en önemlisidir. Daha doğrusu başka var mı bilmiyorum. Fakat bu söylemin birçok versiyonu var. Aynı söylem “Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz” şeklinde de söylenmektedir. Bu versiyon Güneş kelimesini gerçek anlamıyla alan hadis aktarıcılarının, hadisi kendi anladıkları gibi aktardıklarından doğmuştur.   

Dağlar: Bu söz, çoğu ayette, bildiğimiz dağ anlamıyla kullanılmıştır. Benim anlayabildiğim Kehf 47 ve Enbiya 79 ayetlerindeki dağlar, “inançlar” anlamında kullanılmıştır. Bu kelime de, tıpkı “güneş” kelimesi gibi, gerçek anlamının arkasında, farklı bir sembol saklamaktadır.

Kehf 47 ayetinde: “O gün ki, dağları yerinden götürürüz ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün.” diyerek dünyadaki tüm inançların yok edileceğini ve inanç yönünden tüm dünyanın çırılçıplak olacağını anlatmaktadır. Burada “çırılçıplak” kelimesi, o inançlardan hiçbirinin kalmayacağı anlamındadır. Ta-ha 105-106 ayetlerinde de “Bir de sana dağlardan soruyorlar, binaenaleyh de ki: rabbim onları un ufak edip savuracak da yerlerini düpedüz bomboş bırakacak” demektedir. Bu ayette de inançların tamamen dünya üzerinden kaldırılacağını anlatmaktadır.

Demir: “Görüşü açık kişi” anlamındadır. Demirin sembol olarak kullanıldığı Hadid 25, Sebe 10 ve Kaf 22 ayetleridir. Bunlar harici kullanılan demir, metal olan demiri kasteder. Bu ayetlerden Kaf 22, direk demirin kelime anlamını verir. Yani demirin ne anlama geldiği Kaf 22 ayetinden anlaşılır. Onun için aslında pek sembol sayılmaz ama mevcut inanç bunu o anlamda almadığı için buraya almak istedim. Aslında içerdiği sembol, Mesih anlamındadır. Zira kıyamette görüşü açık olacak kişi ancak Mesih olabilir. Yani, demir Mesih’in özelliklerini anlatır. Fakat Sebe 10 ayetine göre “bu görüş tam olarak açılmamış sadece demir yumuşatılmıştır” demektedir. Bizim anlamamız gereken şey, Mesih’in görüşü kısmen açılacaktır. Tam olarak açılmayacaktır. O ayetteki Davut’da Mesih’i ya da Mehdi’yi sembolize eder. Bu konuyu daha detaylı Kurana göre mehdi linkinden okuyabilirsiniz.

Davut, Talut ve Câlut: Davut bazı ayetlerde Mesih ya da Mehdi anlamındadır. Kuran’ın Bakara süresi 246-251 ayetlerinde bahsedilen olaylar, kıyamette yaşanacak olaylardır. Bu ayetleri doğru anlayabilmek için önce kullanılan sembolleri anlamak gerekir.

İsrailoğulları=İnsanlık, Davut=Mehdi, Talut=İsa dönemi, Câlut=Deccaliyet dönemi, Su=para, Nehir=Maddiyat.

Bu eşitliği yaptığınızda ve Materyalist sistemin imkânları ile olaylara bakarsanız: Ayetler, insanlığın Mehdiyi beklediği ve geldiğinde olacak olayları anlatır. Bu konuyu yukarda da paylaştığım Kurana göre mehdi linkinden okumalısınız.

Bunlar haricinde benim sembolik dil kullanılarak anlatıldığını düşündüğüm bakara, Musa-Hızır, Yusuf, Yunus vb. kıssaları da vardır. Fakat henüz çözüldüklerine rastlamadım.

Seyfullah DEMİR