Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Şair Yunus:

Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni

Diyerek cennetin önemli olmadığına çok güzel vurgu yapmıştır. Bende bu makalemde cennetin nasıl bir yer olduğunu araştıracağım. Bu konuda güvendiğim iki kaynağa başvuracağım. Biri Kuran, diğer MS 2150 kitabıdır.

Makalelerimi okuyanların Kuran’ın sembolik dille yazıldığını söylediğimi bilirler. İşte cennet; altınçağı sembolize eder. Cennetin Kuran’daki tanımıyla, Makro felsefeyi birleştirdiğimizde karşımıza güzel bir anlatım çıkar. Ben her iki kaynağın da bizi bilgilendirmek üzere yazdırıldığını düşünmekteyim.

Bunun için önce; önemli iki tanımı anlamak zorundayız. Makro felsefe ve mikro felsefe…

En kısa tanımıyla Makro felsefeye göre kendine değil başkalarına hizmet önemlidir. Mikro felsefeye göreyse başkalarından önce kendine hizmet önemlidir.

Mikro felsefeyle yaşam günümüz dünyasıdır. Ego ön saflarda güreşir. Hayvansal güdülerimiz tüm benliğimizi sarmıştır. Öncelikle kendimizi düşündüğümüz için, her zaman başkalarından korkar, çekinir durumda oluruz. Bu felsefenin belirleyici niteliği ise, insanların anlık zevk arayışı içinde olmalarıdır. Örnek vermek gerekirse: Sanayi kuruluşları çevreyi kirletmemek için alınacak önlemleri pahalı buldukları için kendi politikacılarını türetip, çevre kirliliği ile mücadeleye karşı oy verdirmeleri, buna çarpıcı bir örnektir; çünkü hem sanayici hem de politikacı kendi geçici refah ve mutluluğunu, çocukları dâhil tüm insanların uzun vadedeki refah ve mutluluklarından önde tutarlar.

Makro felsefeyi en iyi anlama şekli; iki yaşayış arasındaki farkları görmekten geçer. Mikro toplumda; devletin üstlendiği görevlere, Makro toplumda ihtiyaç yoktur. Makro toplumda hükümet yoktur, polis ve benzeri güçler yoktur. Çünkü mikro bölünmeler ve haksızlıklar yoktur. Tüm fiziksel gereksinimler; karşılıksız sağlandığı için, kimse para kullanmaz, kişisel mal edinilmez. Her şey herkesin kullanımına açıktır ve herkes bu ortak yaşama gerektiği ölçüde katkıda bulunur. Orada; ne mikro çekişme veya umursamazlıkların kurbanı olan insanları gözetmeye yönelik yardım kuruluşlarına, ne de yasama kurullarına ve sonu gelmez mikro önyargılarıyla sert tartışmalar içindeki yasa koyuculara gerek vardır. Patron ya da İşçi olmadığı için aralarındaki bitmek tükenmek bilmeyen çekişmeler, dolayısıyla sendikalar yoktur. Hükümet olmadığı için politikacılara da gerek yoktur. Ne CIA’ye ne MİT’e ihtiyaç vardır. Orada mikro dünyaya özgün bürokratik kuralların hiçbirine gereksinim duyulmaz. Haksızlık olmadığı için hâkime, hasta olmadığı için doktora gerek yoktur.

Makro toplumda düşmanca, öfke dolu tüm davranışlar mikro düşüncenin ürünü olarak değerlendirilir; çünkü bu davranışlar mikro ‘Ben’i ya da mikro grubu yabancı kabul edilenlere karşı korumaya yöneliktir. Makro açıdan bakıldığında yabancı yoktur.

Makro toplumun elbette en büyük üstünlüğü tek dil, tek kültür, tek din (Makro felsefe), tek yönetim ve tek ırkı -insan ırkını- öngörmesidir.

Makro toplumda en saygın iş birine yardım etmektir.

Makro felsefe de yönetici seçimle gelir ama bu seçim, makamı hak edebilecek birkaç eşit aday arasında yapılır. Bir göreve adaylık; kişinin tekâmül seviyesine göre, görev alma arzusu olarak görülür. Başkalarına hizmet; en üstün erdem olduğu için, göreve talip olunur. Asla emir komuta şeklinde bir yönetim yoktur ama tekâmülde üstte olanın tavsiyelerine kesinlikle uyulur. Çünkü onların tavsiyelerinin en doğru tavsiye olduğuna inanılır.

Makro toplum hakkında daha detaylı bilgileri almak isteyenler yazının sonunda linkini verdiğim kitabı okumalıdır.

Makro felsefeyi bir miktar inceledik. Şimdi de onu; Kuran’daki cennet tanımıyla karşılaştıralım. Kuran’da en geniş cennet tanımı, Rahman ve İnsan surelerinde verilmiştir. Ben gerekli ayetleri zaten inceleyeceğim ama isteyen daha fazlasını yazının sonunda ki ayetlerde bulabilir.

 [stextbox id=”warning”]

Nisâ  57  İman edip salih ameller işliyenleri ise, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Orada ebedî olarak kalacaklar. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız.

Tûr  20  Art arda dizilmiş koltuklar üzerinde yaslanmış olarak.” Ve biz onları parlak, iri gözlü hurilerle eşleştirmişizdir.

[/stextbox]

 [stextbox id=”grey”]MS 2150 kitabında da işlenen ana konulardan biri Jon Lake’ın eşleridir. Lake’ın hem ikiz ruhu hem de ruh eşleri vardır. İkiz ruh tınısı (frekans) açısından, eşiyle tam uyumludur. Ruh eşi ise ikiz ruh kadar uyumlu değildir ama ona en yakın olanlardır. Tek ikiz ruh olmasına rağmen birkaç ruh eşi olabilir. Fakat bu ruhlar ille karşı cins olmak zorunda değildir.[/stextbox]

Hemen önümde adeta ışık saçan gerçek bir kadın duruyordu!

Yanardöner mavimsi-yeşil renkte, biçimli kalçalarını örten bir tunik giymişti. Gök mavisi gözleri her şeyi bilen, benimseyen bakışlarla beni kucaklıyordu. Kısa altın sarısı saçlarından süzülen güneş ışığı başının çevresinde parıltılı bir hale oluşturuyordu.

Bu pasaj MS 2150 kitabından alınmıştır. Jon Lake’in ruh ikizi Lea’yı gördüğünde, oluşan etkiyi anlatan bu satırlar, günümüz erkeklerinin rüyasıdır. Bu satırlar Kuran’ın erkeklere methini yaptığı Huri’nin de güzel bir karşılığıdır. Fakat Kuran erkek egemen bir topluma hitap ettiği için, Nuri’lerden bahsetmez. Fakat kadınlar içinde; aynen kusursuz ölçülerde erkeklerin olduğunu bilmek gerekir. Her erkeğin birkaç ruh eşi olduğu gibi kadınlarında birkaç ruh eşi vardır.

Aslında orada bildiğimiz anlamda seks olmaz. Frekansları aynı olan ruhların birbirleri içinde erimeleri yaşanır ve asla orgazmla kıyaslanamayacak oranda, çok büyük haz yaşanır. Ve aslında ruh eşi ille karşı cins olmak zorunda da değildir. Fakat kaynaktan ayrılan ruhlar birbirinin zıddıdır. Bu ille cinsellik olarak nitelenmemelidir. Ruh ikizleri genelde karşıt cinsten olmayı düşünme eğiliminde olurlar. Fakat dediğim gibi bu durumu kadın-erkekle özdeşleştirmek, durumu çok basite indirger. Onlar birbirlerinin tamamlayıcılarıdır. Yani bir elmanın iki yarısı gibidirler. Birleştiklerinde tam olurlar. Fakat ikiz ruh ile bu birleşme, bir kere ve finalde yaşanacaktır. Onun yerine finale gelene kadar, ruh eşleriyle bu duruma en yakın hal, sürekli yaşanır.  Ruh eşiyle bir olunmaz ama alınabilecek en iyi haz alınır.

 [stextbox id=”warning”]Nisâ  124  Erkek veya kadın, kim mümin olur da güzel amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da haksızlığa uğratılmazlar.[/stextbox]

Yukarıda da anlattığım gibi Makro toplumda kimseye en küçük haksızlık yapılmaz. Onun için asla kolluk kuvvetlerine veya avukata gerek yoktur. Zaten sakinlerinin başkalarına hizmet için yanıp tutuştuğu bir toplumda, birilerinin haksızlık yapmasını beklemek biraz abes kaçar.

 [stextbox id=”warning”]Muhammed  15  Kötülükten sakınanlara vaad edilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunların durumu, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimsenin durumu gibi olur mu?

Tevbe  21  Rab’leri, onları kendi katından bir rahmet, bir rıza ve bir cennetle müjdeler ki o cennette onlar için bitmez tükenmez nimetler vardır.[/stextbox]

Altınçağın en önemli özelliklerinden biri, insanların geçinmek için çalışmak zorunda olmamalarıdır. Orada savurganlık olmamasına rağmen, her isteyenin istediği kadarına sahip olduğu bir düzen vardır. Eğer insan; her gün istediği kadar yiyip, istediği kadar içebileceğini bilirse; biriktirmek için uğraşmaz. Bu sınırsız nimetler MS 2150 kitabına göre, robot makineler tarafından sağlanmaktadır. Bana göre bu makineleri görevliler yapmışladır. Ayetteki “bal dereleri” gibi tanımlar, her şeyin sınırsız derecede bol olacağı anlamı taşımaktadır.

 [stextbox id=”warning”]A’râf  49  “Allah onları hiç bir rahmete erdirmiyecek, diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı?” (Cennetliklere dönerek): “Girin cennete, artık size ne korku vardır, ne de siz üzüleceksiniz” derler.[/stextbox]

Mikro yaşamda hemen her şey korku üzerine kuruludur. Önce anne-baba, öğretmen korkusu… Şükür ki günümüzde pek çok toplumda bu korkudan kurtulunmuştur ama hâlâ daha var olan toplumlar var. Fakat, asıl korkularımız başkalarının bize kötülük yapma korkusudur. Ve bu yaşamda işsiz kalma, dinden çıkma, evlatsız kalma, parasız kalma, cehennemde yanma, yalnız kalma gibi sayısız korku içinde yaşarız. Makro yaşamda bu korkuların hiç biri yoktur. Daha doğrusu korku olabilecek bir durum yoktur. Onun içinde, hiç hayal kırıklığı veya olumsuzluk yaşanmaz. Böylece üzülecek bir durum asla olmaz. Ölüm bile, yok olmak anlamında olmadığı için, kimse ölüm için üzülmez.

 [stextbox id=”warning”]Yâsîn  55  Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.[/stextbox]

MS 2150 kitabındaki anlatıma göre de insanların en büyük uğraşısı başkalarına yardım, spor ve sanatsal faaliyetlerdir. Onun için, yaşam alanlarının büyük bir bölümü, bu tür faaliyetleri yapabilmek için ayrılmıştır. Bunu anlamak için, kitaptan bir paragraf almak yeterli olacaktır.

 [stextbox id=”grey”]Kocaman oyun alanı, bir kenarı yüz seksen metre uzunluğunda olan bir kare biçimindeydi ve üzerinde çağlayanlar, geniş kumsallı gölcükler bulunan bir akarsuyla çevrelenmişti. Birkaçı çengel adıyla bildiğim alete benzeyen bir sürü jimnastik ve oyun aleti, alanı benek benek kaplıyordu. Onları görünce içimden, dörtte bir boyumda olup da, tünel kaydıraktan kayabilmenin veya on beş metrelik yatay merdivenin bir ucundan diğer ucuna tutuna tutuna gidebilmenin coşkusunu yaşama isteği geldi.[/stextbox]

Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, su; çok kullanılan bir süsleme aracıdır. Her yer suya dayalı bir eserle kaplanmıştır. Onun için Kuran’da otuz üç ayette “Altlarından ırmaklar akan cennetler” sözüne vurgu yapmaktadır.

 [stextbox id=”warning”]İnsan 13 Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.[/stextbox]

Altınçağda iklim, denetim altında tutulur. Kitap “yarı tropikal iklimi denetim altında tutulmakla birlikte, ısı geceleri altmış, gündüzleri de en fazla seksen derece Fahrenhayt arasında değişiyordu.” diyerek bu durumu teyit eder.

Yanlış anlaşılan bir duruma da, değinmeden geçemeyeceğim. Kuran cennet ehlinin de, cehennem ehlinin de oralarda ebedi kalacaklarını söyler. Bu durum bakış açısına göre hem doğru, hem yanlıştır. Eğer ruhların cennet ya da cehennemde ebedi kalacakları sanılıyorsa; bu yanlıştır. Çünkü;

 [stextbox id=”warning”]Rahman 26-27 Yer üzerinde bulunan her şey fânidir. Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) baki kalacaktır.[/stextbox]

diyerek “Rabbin zât’ından başkasının baki olmayacağını söyler. Bu iki durum çelişir gözükmesine rağmen, aslında ruh tekâmül edip rabbin zât’ına dâhil olacağı için, bir çelişki yoktur. Yani ruh ebedidir ama, yaşam mekânı cennet ya da cehennem değildir. O bu mekânlarda kaynakla bir olana kadar, geçici bir süre kalacaktır. Yani yok olacak olan ruh değil, mekânlar olacaktır. Ayrıca Kuran; Hud 107-108 ayetlerinde “Onlar orada gökler ve yer durdukça duracaklar” diyerek, bu sürenin ne kadar olduğunu da, detaylandırmaktadır. Zaten gökler ve yer ruhların tekâmüllerini tamamlamalarıyla da, yok olacaktır.

  [stextbox id=”warning”]Furkân  24  O gün cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, dinlenecekleri yer pek güzeldir.[/stextbox]

MS 2150 kitabından bir pasaj alarak bu durumu anlatmaya çalışayım. Kitapta ileri teknolojiyle döşenmiş odalardan, banyolardan, mutfaklardan bahsetmektedir. İnsanlara çok geniş alanlar düşmektedir. Zaten yer ve kaynak sorunu hiç yoktur.

 [stextbox id=”grey”]On Gama binasından oluşan Delta, 5 mil uzunluğunda, iki mil genişliğinde, ortalama derinliği dokuz metre olan yapay bir gölün çevresine sıralanmıştır. On Gama binası gölün her iki yanına birer mil ara ile dizilmiştir. Gölün bir ucunda bakım-onarım bölümlerini de içeren yönetim binası, diğer ucunda Merkez Danışma bilgisayarının ve Araştırma Merkezi’nin bulunduğu bina vardır. Delta’daki on iki bina da onikişer katlıdır ve her biri bir kenarı 135 metre olan kare biçimindeki bir alana oturtulmuştur. Bu binalar ve göl, içinde bakımlı parklar ve Delta bölgesi denen çiftlik arazileri bulunan yüz mil karelik bir alanın merkezindedir.[/stextbox]

Bu tanım bana tam olarak Kamboçya’daki Ankor kentini anımsatmaktadır. Orada bulunan binaların tümü, su ile çevrelenmiş ve su, süsleme amacı için kullanılmış bir araçtır. Yani dünyanın başka hiç bir yerinde, bu derece, su ile süslenen benzer bir kent yoktur.

 [stextbox id=”warning”]

Kehf  31  İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

Fâtır  33  Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir.

[/stextbox]

MS 2150 kitabında giysi olarak anlatılan şey, insanların auralarından etkilenerek renk alan tunikleridir. Henüz tuniğin nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz.

 [stextbox id=”warning”]Meryem 62 Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak “Selam” işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da hazırdır.[/stextbox]

Mikro insanın en büyük sorunu, iletişimdir. Herkes kendini birilerine kabul ettirme derdindedir. Onun için sürekli konuşulup, yazılmaktadır. Çok büyük bir konuşma kirliliği oluşmaktadır. Biri; bir şey derken, diğeri; tam tersini savunabilmektedir. Kimse diğerinin düşüncesini beğenmez. Hiç bir din mensubu diğerini, Ateist ise hiçbirini beğenmez. Bilimde bile bir birlik yoktur. Biri evrim var, diğeri yok der. Politikacılar ise, aynı argümanlarla diğerlerine veryansın eder. Kısacası dünya tam bir “boş laf” cennetidir. Oysa makro dünyada; tüm bu sözler geçerliliğini yitirmiştir. Konuşulan şeyler, ruhun tekâmülüne yarayan gerekli sözlerden başkası olmaz.

 [stextbox id=”warning”]Kamer  54  Takva sahipleri cennetlerde, nur içindedirler.[/stextbox]

Bana göre cennet için en güzel tanım budur. Çünkü bu yapı madde yapısını değil, ruhun yapısını anlatıyor. Yani o insanların yapısının ışıktan yani aslında enerjiden olduğu vurgulanmaktadır. Bu durumda; bu “nur”un, çok farklı yeteneklerinin olması gerekir. İşte, makro yaşamda ruhsal yapının bazı yetenekleri kullanılır. Bunlar Durugörü, Önceden Bilme, Geçmişi Bilme, Psikokinezi, Telekinezi ve Astral Projeksiyon olarak sıralanabilir. Aslında bu yeteneklerin hepsi ruhun yetenekleridir ama insan bedenlenirken bu yetenekleri köreltilir. Altınçağda ise bu yetenekleri kullanmayı öğrenirler. Bazı altınçağ tanımlarında; “insanlar sihirli güçlere sahip olacaktır” diyerek bu duruma vurgu yapar.

Makro felsefe de ana unsur tekâmül etmektir. Yani sistem tamamen insanların tekâmül etmesi üzerine kuruludur. Aslında mikro felsefe de aynı amacı güder. Aradaki fark makro felsefede kişiler açıkça tekâmül etmenin gereklerini yaparlar, oysa mikro felsefede gizli tekâmül vardır. Kişilere sunulan hayatları ve güdüleri sayesinde haberleri olmadan, zorunlu tekâmül ederler.

Zorunlu tekâmülün gereğini, diğer yazılarında yazmıştım. Bir ruh; yeterli bilinç düzeyine gelmediği zaman, “tekâmül etme” isteği oluşmaz. Çünkü, tekâmül gönül rızasıyla yapılabilecek bir şeydir. Eğer kişi yeterli bilinç seviyesinde değilse, bu rızayı göstermez. Bunun en önemli sebebi “açık tekâmül”ün; başkalarına hizmetle olmasıdır. Yeterli tekâmül seviyesinde olmayanlar, başkalarına hizmete sıcak bakmazlar. İşte, makro felsefe bu başkalarına hizmet mantığı üzerine kuruludur. Yani pozitif tekâmül edilir.

Bu durumu, Kuran’da vurgular.

 [stextbox id=”warning”]Fussilet 11 Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” Onlar şöyle dediler: “İsteyerek geldik!” (yaşar Nuri Öztürk)[/stextbox]

Diyerek göğün yani meleklerin isteyerek, yerin, yani insanın istemeyerek O’na varmasına vurgu yapar. Ayette: insanın; önceleri istemeyerek, kıyametten sonraysa isteyerek, O’na varışına vurgu vardır. Ayetteki istemeyerek sözü, insan için geçerlidir ve zorunlu tekâmülü simgeler.

Yani mikro insan, tekâmülü gönüllü başaramaz. Onun için negatif tekâmül düşünülmüştür. Negatif tekâmül: “kendine hizmetle olur” demiştik. İşte, içinde bulunduğumuz bu dünya, bu işi yapmaktadır. İnsanda oluşturulan bedensel güdüler yani iblis elbisesi, onun kendine hizmeti gönüllü yapmasını sağlar. Öyle ki bu yolda her türlü melaneti yapmakta kendinde hak görür. Kendi çıkarı için başkalarını soyar, öldürür, dünyayı kirletir, zehirler. Daha çok servet yapmak için diğer toplumlar arasında savaşlar çıkarır. Kendisi; var olan servetine servet katmak için, on binlerce insanın ölümüne aldırmaz. Oysa elde ettiği serveti, yemeye ömrü yeterli değildir. Kazandığı paraları, şanı şöhreti bırakıp gitmek durumundadır. Bunu da çok iyi bilir ama giydiği iblis elbisesi onu hep teşvik eder.

Makro bakış açısında; kaza diye bir şey yoktur. Çünkü, her şey planlıdır ve her şey ama her şey bir “deneyim”dir.  Bir çocuğun tecavüze uğraması bile hem tecavüzcü, hem de çocuk açısından bir deneyimdir. Fakat makro felsefede tecavüz vakası olmaz. Bir tecavüz vakasının olması için, ileri derecede gelişmemiş ruh gerekir. Çünkü ancak öyle bir ruh, üreme güdüsüne yenilerek, birkaç dakikalık zevk için, bir masumu katledebilir. Oysa, makro felsefe yaşanan altınçağda; ego, kıskançlık, kin tamamen köreltilmiştir. Üreme de tamamen kontrollüdür. Kontrollüdür derken kendi kuralları vardır ve asla tecavüze varamaz. Zaten kurallarıyla olmazsa, hiçte zevkli bir şey olmaz. MS 2150 kitabından, detayları okumanızı öneririm. Ayrıca Kuran’da, bu duruma vurgu yapar.

 [stextbox id=”warning”]Hicr  47  Biz o cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar.[/stextbox]

Diyerek cennete, birbirine kin güden ve çekişen insanın olmayacağını vurgular. Aynı tanım A’râf  43  ayetinde de yapılmaktadır.

Üreme konusu gelmişken önemli bir konuya değinmem gerek. Dikkat ederseniz tecavüz olayı sadece insana özgüdür. Hayvanlar tecavüz edemez. Çünkü dişi feromen salgılamayınca erkek uyanmaz. Yani, dişi hazır olmayınca erkek de hazır olmaz. Sadece insanda, dişi hazır olsa da olmasa da, erkek çiftleşebilir. Bunun özellikle oluşturulduğunu düşünüyorum. Çünkü insan yaratılırken vahşi olacağı biliniyordu. Vahşetini artırabilmek için üreme sistemi bu şekilde oluşturulmuştur. Kendine hizmetin en önemli ayağı “ego”, “kin”, “üreme” üçlemesidir. Hiç etik olmamasına rağmen, negatif tekâmülün en önemli üç ayağıdır. Özellikle gelişmemiş dönemlerde bu üç güdü olabildiğine görev başındaydı. İnsanlık geliştikçe ruhsal güdü olan “sevgi” devreye girmekte ve şeytani yönü dizginlemektedir.

Tekâmül ederken, erkekler bu üreme güdüsünden daha fazla yararlanırken, buna karşılık; kadınlar annelik güdüsüyle pozitif tekâmül edebilmek konusunda, erkeklerin babalık güdüsünden epey daha fazla yararlanır. Erkekler daha çok düşünerek tekâmül de avantaj sağlarken, bu açığı kadınlar daha uzun yaşayarak kapatırlar. (Elbette söylediklerime uymayan kadın veya erkekler de olabilir ama ben genel ortalamadan bahsediyorum.)

Makro toplumun en büyük üstünlüğü tek dil, tek kültür, tek din yani Makro felsefe, tek yönetim ve tek ırkı yaratabilmiş olmasıdır” demiştik. MS 2150 kitabına göre bunu başarabilmeleri 2000’li yıllarda dünyada felaket olması ve dünya nüfusunun 300 milyona kadar azalmasıdır. Geriye kalanların böyle bir toplum yaratabilmesi mümkün olabilmiştir. Aslında kıyametin gizlenmesi için kullanılan felaketin, burada da devrede olduğunu görüyoruz. Gerçekten bir felaketle nüfus azalsaydı bile, böyle bir felsefenin kurulmasını mümkün değildi. Bunu sağlamanın tek yolu, sistemi bilen birilerinin işe el atmasıyla ancak olur. Yani kutsal mekânların bu işin içine girmesiyle sistem ancak kurulabilir.

Zaten kıyamette kimin tekâmülü yetip kimin yetmeyeceğini, görevliler ayıracaktır. Kuran’da bu işin, kişilere sorulmadan yapılacağını söyler. (Rahman 41) Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından tutulur  demektedir. Bu işi ise (A’râf  46 ) “A’raf üzerinde de, her iki taraftakileri simalarından tanıyan kişiler vardır” diyerek yapacak görevlilerin olduğunu söyler. MS 2150 kitabından bu işin nasıl yapılacağını daha iyi anlıyoruz. Çünkü her insanın tekâmülüne göre bir aurası vardır. Demek ki görevliler kişilerin auralarına bakarak, onun bedensiz yaşama geçip geçemeyeceğine karar verebilmektedirler.

Aura aynı zamanda oluşturulacak altınçağdaki şehirler içinde gereklidir. Çünkü Kuran’a göre; dört adet cennet vardır. Bu sayıdan altınçağda, dört yerleşim yerinin yapılacağı anlaşılmaktadır. Her cennete, tekâmül seviyesi birbirine yakın olan insanların yerleştirilmesi gerekecektir. İşte aura, bu işi yapmak içinde önemlidir. MS 2150’ye göre eğitimini almış herkes, kişilerin auralarını görebilmektedir. İnsanların tekâmüllerinden; bazısının diğerlerinden daha ilerde olduğu, böylece daha önce bedensiz yaşama geçmeleri gerektiği tahmin edilebilir. İşte Kuran (Rahman 54) İki cennetin de devşirmesi yakındır diyerek bu durumu vurgular. Demek ki iki yerleşim yeri, diğer ikisinden daha erken devşirilecektir.

 Kuran insan aurasını amel defteri olarak sembolleştirmiştir.

 [stextbox id=”warning”]İsrâ 71 Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız. O gün, kimin amel defteri sağ eline verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklar.[/stextbox]

Kıyamet günü rehber ruhumuzla beraber auramıza bakılacak ve tekâmülümüz yeterliyse cehenneme, yani bedensiz yaşama alınacağız.

Altınçağ:  negatif tekâmül sistemi içinde tekâmül etmekte zorlanan, bir miktar ruh için kurulmuştur. Onlar bu sayede pozitif tekâmül ederek, tekâmüllerini tamamlarlar. Onun içinde, makro felsefe geliştirilmiştir. Fakat makro felsefeyi uygulayabilmek için de insanların güdüleri yani iblis elbisesi değiştirilmiştir. Eğer ego, üreme, kıskançlık, kin gibi güdüler dizginlenmeseydi, makro toplum ancak hayal olarak kalırdı. Yani, günümüz insanını alarak, makro toplum oluşturulamaz. Onun için kıyametten sonra altınçağa alınan insanların hazırlanabilmeleri için bir kereye mahsus olmak üzere, ölmelerine izin verilir. Böylece yeniden doğarken, güdüleri değiştirilmiş, yeni bedenlerde doğmaları sağlanır. Kuran, cenneti anlatırken, Duhân 56 ayetinde, “Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar” diyerek durumu gayet güzel özetler.

Görüldüğü gibi kıyamette öte dünyaya gidemeyen ve negatif tekâmül yapmakta zorlanan ruhlar için özel olarak sistem oluşturulmuştur. Kuran’da; Âdem’e secde etmeyen, şeytana uyanların cehenneme gideceği, az bir kesimin ise uymayarak cennete gideceği söylenmişti. (Araf 17, Sad 82) İşte cennete gidecek olan az kesim, altınçağın nüfusunu oluşturan, tahminen 300 milyon kişi olacaktır. İblis hakkıyla görevini yaparak, ekseri çoğunluğu bedensiz yaşama direk olarak götürecektir.

Yanlış anlaşılmasın, altınçağdaki insanlar; daha önce mikro yaşamda bir miktar bedenlenmiş insanlardan olacaktır. Çünkü pozitif tekâmül için, belli bir bilinç düzeyi olması zorunludur. Ruh, belli bir süre negatif tekâmül ettirilerek gerekli seviyeye kadar yükseltilir. Yani, altınçağda gönüllü tekâmül esas olduğu için, her ruhun bu sistemi kabul etme seviyesi farklıdır. Onun için farklı seviyelerde insan olacaktır. Biri, birinci seviyede gönüllü tekâmülü kabul ederken, diğeri üçüncü seviyede gönüllü olacaktır. Her ruh, gönüllü olana kadar zorunlu tekâmülde tutulur. Onun için kitapta, 9 tekâmül seviyesine kadar her kademeden bir miktar ruh olduğu söylenir. Bizler ise; gönüllü tekâmülü, bedensiz yaşamda kabul edenleriz. Onun için altınçağa sokulmayız. Zaten kıyamet, bizim seviyemiz yeterli olduğunda kopacaktır. Daha doğrusu bizler kıyamete kadar yeterli tekamülü sağlayacak şekilde organize ediliriz. Kıyametin saati değişmez.

Hep bedensiz yaşamdan bahsediyorum ama asıl kastım, öte dünyadaki yaşamdır. Bizler kıyametten sonra da, tekrar süper bedenlerle dünyada bedenleneceğiz. O konu Agartanın misyonu adlı makaleden okunabilir.

Aslında kitapta sistemi normal insanların kurduğu imajı vardır ama normal insanlar henüz tekâmülün ne olduğundan haberleri yoktur. Hakkında hiçbir şey bilmedikleri, daha da önemlisi gereğinden bile haberleri olmadığı öyle bir sistemi kurmaları asla mümkün değildir. Sistemi kuracak olanları, bizler; “mehdi ya da Mesih ve arkadaşları” olarak biliyoruz. Kuran, bu uğraşların küçük bir kısmını “Zülkarneyn” kıstasında anlatır.

Görevliler bu sistemi bin yıl kadar sürdüreceklerdir. Zaten  onuncu tekâmül seviyesine ulaşan kişinin fiziksel bedeni ölürken, ruhu bir üst düzey olan, “bedensiz yaşama” çıkmakta özgür kalır. Bu işlemi biz ölüm olarak tanıyoruz ama MS 2150 kitabı tekâmül-aşma diye tanımlıyor. Bu sayede bin yıllık süreçte tüm ruhlar bedensiz yaşama geçmiş olacaklardır. Fakat görevliler, uzun yıllar boyunca insanın arkasından gelecek olan, yeni nesli yetiştirmeye devam edecektir.

Seyfullah Demir

MS 2150 kitabını indirmek için tıklayın.

NOT: MS 2150 kitabında adı geçen mikro Adası tamamen bilgi vermek amaçlıdır. Gerçekte altınçağda mikro yaşam yoktur.

 [stextbox id=”black”]

Rahman

  1. Rabbinin makamından korkan kimselere iki cennet vardır.
  2. İkisinin de çeşitli ağaçları, meyvaları vardır.
  3. İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır.
  4. İkisinde de her türlü meyvadan çift çift vardır.
  5. Astarları atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin de devşirmesi yakındır.
  6. Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.
  7. Sanki onlar yâkut ve mercandırlar.
  8. İyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?
  9. Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.
  10. (Bu cennetler) yemyeşildirler.
  11. İkisinde de fışkıran iki kaynak vardır.
  12. İkisinde de her türlü meyva, hurma ve nar vardır.
  13. İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.
  14. Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş hûriler vardır.
  15. Bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.
  16. Yeşil yastıklara ve hârikulâde güzel işlemeli döşeklere yaslanırlar.
  17. Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!

İnsan

  1. Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir.
  2. Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.
  3. Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur.
  4. Yanlarında gümüşten kaplar, billur kupalar dolaştırılır.
  5. Gümüşten öyle kadehler ki onları türlü türlü biçimlere koymuşlardır.
  6. Onlara orada bir dolu kadeh sunulur ki, karışımı zencefildir.
  7. Bu orada bir pınardır ki, adına “selsebil” derler.
  8. Etraflarında ölümsüz hizmetçiler dolaşır, onları görünce saçılmış inciler sanırsın.
  9. Orada nereye baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün.
  10. Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir.

[/stextbox]