Beyin cerrahı Eben Alexander geçirdiği bir rahatsızlık sonucu ÖYD (Ölüme yakın deneyim) geçirmiş. Kendi dalı olmasına rağmen ÖYD sırasında yaşadıklarını nörofizyolojik olarak açıklayamayacağına karar vermiş. Dünyada böyle durumlar yaşayan çok insan var. ÖYD (Ölüme yakın deneyim) yaşayanların ortak görüşü öldükten sonra insanın bilinçli varlığının devam ettiği yönündedir. Dünyada milyonlarca vaka olmuş olması bilim insanlarında kafasını karıştırmaktadır. Fakat, kimi bilim insanları bazı uyuşturucuların yada bazı deneylerin aynı etkiyi yaptığından dolayı, bu durum, beyin sapının insana oynadığı bir oyun olarak görmektedir. Bu konuda nette bir çok yazı bulunmaktadır. ÖYD’in varlığına inanan insanlar dünya çapında konferanslar düzenleyip insanları aydınlatmaya çalışmaktadır.

ÖYD yaşayanlara göre ölümden geri dönüşün sebebi ölüm zamanının gelmeyişidir. Yani o insanın geçirdiği bir hastalık veya kaza sonrası ölüm yaşadığı fakat henüz dünyadaki yaşam deneyimini bitirmediği için tekrar dünyaya geri dönmektedir. Bence asıl sebep bu sayede dünya insanına ruhun varlığının anlatılmaya çalışılmasıdır.

Yukarda linkini verdiğim röportajdan bir pasaj almak istiyorum. Bu satırlar benim vermeye çalıştığım görüşü özetliyor.

 [stextbox id=”grey”]

–   Ölüme Yakın Deneyim yaşayanlar, deneyim sonrasında ‘Ölüm yok, yaşam sonsuz,’ diyorlar. Ben de farklı değilim. Şöyle bir noktaya geliyorsunuz: ‘Yaşam sonsuzsa…. Ölümden sonrasından veya doğumdan öncesinden söz etmek niye? Belki de yeniden tanımlamamız gereken şey ölüm değil, yaşamdır!

–  Ölüm, benim için artık içinden geçtiğim bir ‘kapı’ veya bir ‘bilinç değişimi’ haline geldi. Ben de diğer milyonlarca insan gibi bu deneyimler sırasında ve sonrasında, bir bedenden ibaret olmadığımı, yaşayan bir ruh olduğumu, yani ebedi olduğumu fark ettim. Ölümden korkum yok, çünkü ölmekte korku yok, devamlılık var. Son duraklar yok. Yalnızca büyüme, kendimizi yetkinleştirme ve Yaratıcı ile birlikte oluşturma potansiyelimizi gerçekleştirme söz konusu.

[/stextbox]

Görüldüğü gibi ÖYD yaşayanlar için yaşam ve ölüm anlamını değiştirmektedir. Üstelik bu insan sıradan insan değildir. Bir üniversitede profesörlük yapmaktadır.

ÖYD yaşamayan ve insanı doğanın eseri gören uzmanlara göre ise ÖYD bir yanılsamadır. Bu konuda en büyük delilleri bazı uyuşturucuların ÖYD yaşarken hissedilen duyguların etkilerini verdiği, dolayısıyla beyin sapının bir sonucu olduğu yönünde olmaktadır. Karşı görüştekilerin sunduğu en önemli argüman ise makinelere bağlı insanın en küçük bir beyin faaliyetinin olmamasıdır. Kişinin kesin olarak beyin ve beyin sapının faaliyetlerinin durmuş olduğunun tespit edilmiş olması o kişinin beyin veya beyin sapından kaynaklanan bir halisünasyon yaşayamayacakları aksi halde cihazların böyle bir faaliyeti tespit edeceği yönünde olmaktadır.

Görüldüğü gibi konu tam olarak aydınlığı kavuşmuş olmamasına rağmen bilimin gelişmesiyle yeni yeni verilerin ortaya çıkmasıyla sis perdesinin azaldığı yönündedir. Fakat şunu söylemeliyim. ÖYD yaşayanlar için bu işin kesinlikle tereddüt edilen bir yanı yoktur. Onlar için kesinlikle ölümden sonra bilinç devam etmektedir.

Bilim, ruhun varlığını kabul etmediği için olayları beyinsel faaliyet olarak görmektedir. Santrifüj etkisiyle beyinlerine oksijen gitmeyen askerlerin yada uyuşturucu alarak aynı şeyleri yaşayan insanların da ruhlarıyla beyinleri arasındaki bağ azalıyor. Ruh beyine bağlanmakta zorlanıyor. Böylece ruh bir miktar serbest kalıyor. Bu da onların kısmi ÖYD yaşamalarına sebep oluyor. Gerçek ÖYD yaşayanlar ile aralarında önemli bir fark, ruh hiçbir zaman  öte dünyaya doğru gitmez. Bedeninin çevresinde kalarak yakın çevresini görür. Geri çevrilecek kadar uzaklaşamaz.

Bu konuda bilimin bulduğu ve ruhun (dolayısıyla bilincin) devam ettiği yönündeki dolaylı gelişmelerden biri M kuramıdır. M kuramının oluşumuna büyük katkılarda bulunan Hawking paralel evrenlerin olduğunu söylemektedir. Hatta bu paralel evrenlerde eşizlerimizin olması gerektiğini söylemektedir. Eğer böyle bir evren varsa orada olan eşizlerimiz biz değilde bizden önce ölen büyüklerimiz olma durumu da söz konusudur. Çünkü bunun böyle olduğunu Amerikali bilim insanı Robert Lanza söylemektedir. Önemli olduğu için 2009’da Milliyette yazılan haberin tümünü alıyorum.

Bilim Adamından Şok Teori: Ölüm Yok!

 [stextbox id=”grey”]

ABD’li bilim adamı Robert Lanza yayınladığı bir hipotez ile ölümün aslında var olmadığını iddia etti.

09:03 | 11 Aralık 2009

Lanza’nın bilim dünyasını ikiye bölen şok iddiasını dayandırdığı nokta ise bilim ve felsefeyi buluşturuyor.

Lanza, ölümün insanlar için bir yok oluş değil, sınırsız sayıda Evren içerisinde bir diğerine geçiş olarak tanımlıyor. Bu geçiş senaryolarının hiç birinde ise bugün anladığımız anlamda bir ölüm gerçekleşmiyor sadece enerji şekil değiştiriyor.

Lanza, insan bedeninin zaman içerisinde işlevini yitiriyor olmasının “Ben kimim?” diye sorma becerisini gösteren yanımız ile aynı şey olmadığını iddia ediyor. Lanza’ya göre insan beyninde bulunan enerji kaynağı, bedenin ölümü ile birlikte yok olmuyor.

Doğadan enerjinin asla ölmediği veya yok edilemediği gerçeğinden yola çıkan Lanza, bu enerjinin bizi biz yapan en önemli öğe olduğunu ve bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürdüğünü iddia ediyor.

Zaman ve uzay kavramlarının aslında bizim bazı şeyleri tanımlayabilmek için uydurduğumuz kavramlar olduğunu da söyleyen Lanza, bahsettiği ölümsüzlüğün bizim anladığımız anlamdaki zaman içerisinde bir son olmadığını, bu zaman kavramı dışında var olmaya devam etmek olduğunu da söylüyor.[/stextbox]

Görüldüğü gibiölümün insanlar için bir yok oluş değil, sınırsız sayıda Evren içerisinde bir diğerine geçiş” olarak söylenmesi bir ruhun daha doğrusu bilincin varolmasının delilidir. Bir bilim insanının “ruh vardır” anlamına gelecek açıklamalar yapması risktir. Çünkü bu tür söylemlere, diğer bilim insanları tarafından acımasızca saldırılmaktadır. Dinlerin öngördüğü bir şeyi, bilimin kabul etmesi inançsız bilim insanları için çok zordur. Bu açıklamayı yapan sayın Lanza ciddi veriler bulmasaydı bu söylemi yapmaya cesaret edemezdi.

Hawking’in iddia ettiği paralel evrenler düşüncesi 1900 yıllarından beri vardır. Fakat cinlerin perilerin yaşadığı dünyaları çağrıştırıyor diye bilim tarafından sumen altı edildi. Son zamanlarda gündeme gelmelerinin asıl sebebi ruhun varlığının artık bilinmesinin gerektiği içindir. Kutsal mekanlar bu bilginin dünyada gündeme gelmesini istemiş olmalıdır. Kıyamete beş kala bu bilginin insanlara aktarılması ve kıyamette olacakları kolay anlama ve kabul etmek yönünden gereklidir.

ÖYD yaşayan insanların ortak noktalarından biri huzur ve sevgi ortamıdır. Ayrıca kişinin özel karşılanma ritüelleri vardır. Bu karşılanma şekli kişiye ve inançlarına göre değişiklik göstermektedir. Bir Hıristiyan genelde İsa veya Meryem ana tarafından karşılanır. İnançsızlar ise akraba motifleriyle karşılanır. Bir çocuğun anlatımında ondan önce ölen çok sevdiği köpeği tarafından karşılandığı şeklindeydi. Yani kutsal mekanlar öte dünyaya uyum problemini en aza indirebilmek için en uygun karşılama törenini hazırlarlar. Bu konuda bir çok kaynak olmasına rağmen öte dünyanın da yapısını anlattığı için Michael Newton’un Ruhların Yolculuğu adlı kitabının okunması gerekir. Bence ölüme hazırlanmak isteyen herkesin bu kitabı okuması gerekir. Budistler bu konuda bizlerden çok ilerdedir. Onlar ölen insana öte dünyada karşılaşacağı şeyler konusunda uyarılır ve ölmeden hazırlanırlar. Bizim gibi ölmemek için hayata tutunmaya çalışıp gereksiz acı çekmezler.

Ortak nokta huzur ortamıdır dedim ama bu konuyla ilgilenenler huzursuz ortamların da olduğunu söylemektedir. O durumları yaşayanların konudan haberlerinin olamaması sağlanmaktadır. Budist inancına göre böyle kötü durumlarla karşılaşılanların hafızası silinmektedir diye kabul edilmektedir. Yani dünyada kötülük yapan yani cehennemliklerin öte dünyada cezalarını çekecek olmaları kabul edildiğinden böyle düşünülmektedir. Oysa gerçek öyle değildir. Öte dünyada hiçbir kul kötülük görmeyecektir. Bu dünya bir eğitim yeridir ve eğitim alan insanın yaptıklar yada yapacakları bilindiği için ceza diye bir şey yoktur.

Durumu bir örnekle anlatmaya çalışayım. Bir köyde zalim bir ağa var ve kendi marabalarına kötülük edip sömürmektedir. Genel inanışa göre ağanın cehennemde ceza görmesi gerekir. Oysa gerçek şöyledir. Bedenlenme zamanı gelen ağaya birkaç hayat alternatifi sunulur. Bunlar içinden bir alternatifte bir köyde ağa olarak insanlara eziyet etmesi vardır. Eğer ruh ağa olmayı seçerse yanlış yapmış olmaz. Çünkü dünyadaki eğitim alması gereken yaşam deneyimini seçmiş olur. Büyük bir ihtimalle ona sunulan diğer hayatlarda bu ağanın yaşamına benziyordur. Bu ruh dünyaya gelip yapması gerekenleri yapar ve öldüğünde başarılı bir hayat yaşadığı için takdir edilir, cezalandırılmaz.

Bunun mantığı şudur. Ağanın tebaası olan insanlar için öyle eziyetli bir hayat yaşamaları gerekiyordu. Onların tekâmülleri en iyi o şartlarda sonuç verebilirdi. İşte ağanın eziyet ettiği her ruh öte dünyada bu ağaya teşekkür eder. Kesinlikle onu yermez veya kızmazlar. Ağa ise daha önce ezilen bir ruh konumunda idi. İşte böyle zıt hayatlar tercih edilerek denge korunmaya çalışılır. Aslında tekâmül için tercih edilmeyen hayatların başında rahat hayatlar gelir. Özellikle orta çağda prens veya prenses konumunda yaşayan ruhların bu dünyadaki rahatlıklarını terk etmek istememesi onların astral dünyalarda sıkışıp kalmasına sebep olabilmekteydi. Öldüğünü kabul etmeyen ruh dünya ile öte dünya arasında geçiş kapısı olan astral dünyada sıkışabiliyor. Kendini dünyada gibi kabul edip hayalet, cin, peri hikâyelerine sebep olabilmekteydiler.

Günümüzde rahat hayat yaşayan Avrupalılar için aynı şey söz konusu değil. Çünkü tekâmül etmenin en önemli etkisi düşünme eylemini yapmaktan geçer. İnsanlar geliştiği için hem düşünme eylemini yapmakta hem de eskiden olduğu gibi astral dünyaya sıkışmazlar. Onun için gelişmiş ülkelerde cin peri hikâyeleri çok azalmıştır. Oysa gelişmemiş ülkelerde cin, peri, hayalet, büyü gibi olgular hâlâ gündemini korumaya devam eder. Bu durum gelişmiş ruhlarla gelişmemiş ruhların farklı yerlerde yani kendi gelişmişliğine uygun ortamlarda bedenlendiğini göstermektedir. İşte dünyada da gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkelerin neden var olduğunu göstermektedir. Gelişmemiş ruh kısır döngüler ve küçük çıkarlar içine sıkışıp kalırken, gelişmiş olanlar daha evrensel olabilirler.

Amerika’da yayınlanan “Heaven is for Real” adlı kitap, küçük bir çocuğa ait ÖYD anıları içeriyor ve en çok satanlar listesine girmiş. Çocuk ameliyatta ÖYD yaşamış ve ölen kız kardeşiyle dedesini gördüğünü anlatmaktadır. Tarih boyunca her zaman karşılaşılan bu durumun popüler olması gereksiz değildir. Birçok kişi, inançlarına uymadığı için bu durumu hayal ürünü olarak görür. Birilerinin hayal ürünü olduğunu sandığı bu duruma bazıları da kesin inanır. Çevremizde ÖYD yaşamış insanlar olmuş olabilir. Fakat genellikle mevcut inançlarla uyuşmadığı için pek anlatılmaz. Cesaretli olanlar bu deneyimlerini anlatabilir. Ben Türkiye’de ÖYD yaşamış iki vakayı örnek olarak göstereceğim. Birini hepiniz tanıyorsunuz, Prof. Yşar Nuri Öztürk, diğer ismini vermek istemeyen bir hanım kardeşimiz.. Sayın Yaşar Nuri Öztürk’ün olayı bir TV programında anlatmıştı. Onu videodan izleyebilirsiniz. Ben o hanımın yazdıklarını kendi ağzından aktarmaya çalışacağım.

İzmir’de yaşayan hanım kardeşimin, ÖYD yaşadığını öğrenince, kendisiyle irtibata geçtim ve o deneyimini yazmasını istedim. Sağ olsun beni kırmadı.

 [stextbox id=”grey”]

Seyfullah Bey, merhaba. Ö.Y.D deneyimimi buradan mesaj olarak gönderiyorum        

Küçük kızımın doğumunun kırkıncı günüydü 09.02.1982 tarihinde (24 yaşında) aşırı kanama ile Manisa doğumevine götürüldüm. Yapılan müdahale sonucunda, doktor hatasından kaynaklanan durumdan, rahim duvarı yırtıldı ve ince bağırsakta iki delik oluştu. Ege Üniversitesine sevk edildim. Vücutta ancak yüzde kırk kadar kan kalmıştı, “hayatta kalmak için sınır” demişlerdi. Acil olarak genel cerrahi servisinde ameliyata alındım…

Ameliyatın beşinci saatinden sonra, bedenimi ve ekibi yukardan seyrederken buldum kendimi. Karnımda iki kişi, aynı anda çalışıyordu. Biri diğerine takılıyordu,

O dikiş hemen açılır, diyordu.

Narkozcu Hanım:

Hasta EX oldu, çabuk olun kara kutuyu hazırlayın, demişti.

Ortalığı bir telaş aldı. Bir yandan bana sesleniyorlardı

…. hanım: geri dön, geri dön. Sesleri kuyudan gelir gibiydi.

Ben sizi görüyorum, duyuyorum, diyordum.

Uyanığım neden farkında değilsiniz,

Ah bir işaret verebilsem,

Parmağımı kıpırdatabilsem.

Fakat bedenime hükmedemiyordum. Hiç bir iletişimim yoktu. Rahatsızlık veren bir durum… Ekibi yöneten doktor

Çabuk olun, dedi.

Kapatın; yaşarsa iki gün sonra tekrar açarız, devam ederiz, dedi.

Bu arada Narkozcu Zahide Hanım devamlı beni geri çağırıyordu. Ben, o kadar güzel bir enerji ve ışıkla sarılmıştım ki! geri dönmek istemiyordum. Artık “beni rahat bırakın”, “ellerinizi o bedenden çekin” diyordum, uğraşları rahatsızlık verici. Gerçi; acı yok, bedenin ağırlığı yok, tüy kadar hafif bir (sonsuz) özgürlük duygusu ve müthiş huzurlu bir an… Bu arada ilk elektro şok müdahalesi yapılmıştı, olumsuzdu. Zahide Hanım ekibe;

Bebeğini gördünüz mü?  Çok güzel bebek… Anneyi kaybedersek bana verirler mi?” demişti.

Ameliyathanenin önünde hemşirenin kucağında bebeğimi gördüm! İşte o andan sonrası için isteğim değişti. Tekrar bedenime çekildim. İkinci elektro şok başarılıydı. Bebeğim için geri döndüm.

Ertesi gün yoğun bakımda açtım gözlerimi. Doktora:

Ben masada ameliyat esnasında uyandım ama siz fark edemediniz, dedim.

Sen gitmiştin, geri geldin. Şükür başardık, dedi.

Ekip yine toplandı, her şeyi tüm ayrıntısı ile benden dinlediler. Şaşırdılar ama seyrekte olsa, böyle vakaların olduğunu söylediler. İki ve üç gün aralıklarla dört ameliyat daha geçirdim. Yirmi dört gün yoğun bakımda kaldım ve vücudum sadece damar yoluyla beslendiği için geçici körlük yaşadım.

Şükür, hepsi aşıldı. Sonunda ikinci ve farkındalıklı bir hayat bahşedildi

Bu deneyim, dikkatimi beden yerine “ruh”a çevirmeme vesile oldu. Artık aslolanın ruh olduğunu biliyorum. Dünya hayatı bir illüzyondur. Ruh; ‘sonsuz sevgi’ içinden yaşadığı döngü gereği zorlu deneyimler yaşar…

Sevgi ve Işıkla

İsmini vermek istemeyen Hanım kardeşimiz.

[/stextbox]

Aslında o hanım ÖYD yaşadıktan sonra geçmiş yaşamını da hatırladı. Bahsettiği “farkındalıklı hayat” ile onu kastediyor.

Önceki hayatında, yapayalnız bir hayat yaşamış ve dayanamayınca intihar etmiş biriydi. Şimdiki hayatında da yalnızdı ama bir evlilik yapmış ve çocukları var.

Benim anladığım (kendi düşüncesi de aynı yönde) İntihar edip bitiremediği hayatını tamamlıyor. O hayatında belli bir süre yalnız yaşamıştı. Doğal ölümü gelene kadar dayanabilseydi şimdiki yaşamı olmayacaktı. Fakat dayanamayıp intihar edince, yeni bir hayat planıyla tekrar bedenlendi. Bu sefer nispeten daha kolay bir hayat planlandı. Çünkü zaten önceki hayatında bir miktar yaşamıştı. Bu yaşamında kalan kısmı tamamlayacağı için tamamen yalnız olmasına gerek kalmadı. Bir evlilik ve çocuklarıyla ona daha kolay dayanabileceği bir hayat sunuldu.

Bazı ruhlar zor hayatları tercih ederler. Bunun nedeni bir ruh Kalu Beladan kıyamete kadar 500-700 bedenlenme yaşar. Zor hayat seçenler bedenlenme sayısını 500 kereye indirir. Kolaya kaçanlar ise 700 kerede tekâmülünü tamamlar. (Rakamlar yaklaşıktır) Bunun tek faydası; zor hayatı seçenler, dünya hayatına daha az maruz kalırlar. o hanımla konuşurken “zaten hep zor hayatları seçmişim” demişti.

Bazıları “ne fark eder” diyebilir. Zor ama daha az bir hayat seçen ile nispeten kolay ama daha çok hayat yaşayan arasında bir fark yok. Bana göre de öyle. Matematiksel bir değer verebilsek hepsi sonuçta aynı değere ulaşmak zorundadır. Şöyle diyelim; tekâmülde 3500 puana ulaşan tekâmülünü tamamlamış olsun. Zor hayatlar 7 puan kolay hayatlar ise 5 puan olsun. Ya, 7 puanlı 500 zor hayat ya da 5 puanlı 700 kolay hayat yaşayacaksın. Veya bazen kolay, bazen zor hayatta yaşayabilirsin. Sonuçta kaç hayat yaşarsan yaşa 3500 puanı doldurmak zorundasın. Sanırım bu örnek durumu daha anlaşılır yapmıştır.

Ben ruhun tercihine sebep olabilecek en makul açıklamanın: dünya hayatının bir rüya, bir kâbus gibi olduğunu ve daha az sayıda kâbus görüp kurtulmak isteği; tercihi o yönde kullanmaya ittiğini sanıyorum. Başka bir sebep ise oluşturulan dünyada ki bazı hayatların çok zor olması kaçınılmaz bir sonuçtur. Yani doğanın yapısından gelen bazı zor hayatlar olmak zorundadır. İşte o zaman o hayatları birilerinin yaşaması gerekir. Rehberler bu hayatları öğrencilerine tavsiye etmek zorunda kalabilirler.

Dünya hayatının bir rüya olduğu konusunda yaptığım hesaplara göre, dünyada 80 yıl yaşayıp ölen biri öte dünyaya gittiğinde dünya zamanıyla 14 dakika geçtiğini görecektir. Yani görüldüğü gibi dünya hayatı gerçekten 10-15 dakika süren bir rüyadan ibarettir.

Nasıl olursa olsun, güllük gülistanlık bir yaşam asla kimseye sunulmaz. Yani dünyadaki her yaşam zorluklar içerir. İstisnasız herkes zorluklar yaşar. Fakat bu zorluklar sürekli olmayabilir. Her yaşamda inişli çıkışlı dönemler olur. Çünkü her ruhun katlanabilme düzeyi vardır. İniş yaşar ama sonra işler düzelir, tam her şey düzeldi derken, tekrar bir iniş yaşar. Bu inişler maddi olabileceği gibi sağlık ya da sosyal yönden de olabilir. Para içinde yüzerken, Cem Gariboğlu gibi yaptığınız (yaptırıldığınız) bir hata yüzünden intihara giden bir süreç yaşamak zorunda kalabilirsiniz. Cem Gariboğlu’nun ailesi de çocuklarının acısını çekmek zorunda kalarak zorluklara göğüs germek zorunda bırakılır.  Sizce fakir bir hayat mı, yoksa çocuğu intihar etmiş bir hayat mı daha zorludur.

Cem Gariboğlu, kalan hayatını yaşamak için tekrar bedenlenecek. Fakat ille gelecekte bedenlenmeyebilir. Belki geçmişte ve dünyanın herhangi bir yerinde bu hayatının kalan kısmını tekrarlayacak. Hem de bu hayatına benzer bir hayat olacağı kesindir.

Adını vermek istenmeyen hanımın yaşadığına benzer bir durumu, Prof. Yaşar Nuri Öztürk yaşamış. O da ameliyatı sırasında ÖYD yaşamış. Zamanı gelmediği için geri gönderilmiş. Sizce Yaşar Nuri Öztürk yalan mı söylüyor? O kendinden çok emin. Müslüman olduğu için doğru yolda olduğunu düşünüyor. Her dinden insan böyle şeyler yaşadı ve yaşıyor ama kimse, böyle bir şey yaşadı diye din değiştirmedi. Demek ki! öte dünya için bağlı olunan din önemli değil. Önemli olsaydı, geri dönenlerin bir kısmı din değiştirmesi gerekirdi… Kimse din değiştirmedi ama huzurun ve sevginin orada olduğundan eminler… Ve çoğunluğu tanrı diye tanımladığı bir gücün varlığına kesinlikle inanıyor

Türkiye’de yaşanmış ÖYD vakalarını okumak için bu sayfaları ziyaret etmelisiniz.

Seyfullah DEMİR