Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

İslam dini inanışına göre Muhammed peygamber, son peygamberdir. Fakat bu durum, Kuran’ı da son kitap yapar mı?  Genel konsensüs Kuran’ın da son kitap olduğu şeklindedir ama bu durum doğru mu? Bizzat Kuran’ın söylemine bakarak bu durumu değerlendirmeye çalışalım.

Enbiyâ 105 ayetinde “Yemin olsun ki Zikir’den sonra Zebur’da da ‘Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır.’ diye yazmıştık.” diyerek Kuran’dan sonra Zebur adında bir kitap daha geleceğini söylemektedir. Tefsircilerin hiçbiri, bu ayetteki Zikir kelimesini Kuran olarak düşünmez. Çünkü son peygambere gelen kitaptan sonra peygamber gelmeyeceğine göre kitap da gelmeyecektir. Oysa durum çok farklıdır.

Öncelikle; zikir olarak çevrilen, (الذِّكْرِ) żżikri kelimesini inceleyelim. Sâd 87 ayetine göre, öğüt anlamındadır. Ayet “O Kuran, bütün âlemler için, bir öğüttür.” diyerek anlamı tanımlar. Bu durumda öğüt olacak şey, kutsal mekanlardan mesaj anlamındadır. Onun için, Enbiya 105’deki anlamı bazısı Tevrat, bazısı da, Levhi Mahfuz olarak düşünmüştür. Fakat bu ayet harici kullanılan Zikir kelimesi çoğunlukla, kutsal alandan gelen bilgi olarak kabul edilmiştir.

Kuran’ın kendisini açıklama yöntemini kullanarak bu kelimenin neyi kastettiğini arayabiliriz. Bu kelime  [tooltip layout=”classic” text=”Bunları biz sana ayetlerden ve hikmetli zikirden (Kuran’dan) okuyoruz.” effect=”1″]Âl-i İmrân Suresi 58’de, [/tooltip] [tooltip layout=”classic” text=”Senden evvel de Resul olarak başka değil, ancak kendilerine vahy veriyor idiğimiz erler göndermişizdir, ehli zikre sorun bilmiyorsanız” effect=”1″]Nahl Suresi 43’de, [/tooltip] [tooltip layout=”classic” text=”Senden evvel de başka değil ancak kendilerine vahiy gönderdiğimiz bir takım ricâl gönderdik, haydin zikr ehline sorun bilmiyorsanız ” effect=”1″]Enbiyâ Suresi 7’de, [/tooltip] [tooltip layout=”classic” text=”Çünkü zikir (Kuran) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.” effect=”1″] Furkân Suresi 29’da [/tooltip] [tooltip layout=”classic” text=”Sâd bu zikrile meşhun Kuran’a bak” effect=”1″] Sâd Suresi 1’de, [/tooltip] [tooltip layout=”classic” text=”Onlar, kendilerine zikir geldiği zaman onu yalanladılar. Kuşkusuz O, yüce bir Kitap’tır.” effect=”1″] Fussilet Suresi 41’de[/tooltip] de kullanılmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, iki farklı anlam verilmiştir. Ben Enbiya 105 ile Furkân 29 ayetlerinin aynı anlamda olduğunu düşünüyorum. Bunu sezgisel bir öngörü olarak düşünmelisiniz.

Furkân Suresi 29.ayette; “Andolsun, Zikir bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı” diyerek żżikri kelimesinin Kuran’ı kastettiğini kesinleştirir. Durumu tam anlayabilmek için, [tooltip layout=”classic” text=”O gün zalim kimse ellerini ısıracak: ‘Eyvah!’ diyecek, ‘keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım!’” effect=”1″]Furkân 27[/tooltip] ayetini de, okumak gerekir. O ayet sayesinde, bahsedilenin kesinlikle Kuran olduğu anlaşılır. Diğer ayetlerde de, żżikri kelimesi, Kuran ya da kutsal mekanlardan gelen bilgi olarak çevrilir. Ben en uygun anlam olarak Enbiyâ 105 ayetinde de, Kuran anlamını kullanacağım.

Hemen herkes bu ayetlerde bahsedilen Davud’un, Tevrat’ta bahsi geçen ve Golyat’ı öldüren, Kral Davut olduğunu düşünür. Zebur’un, Tevrat’ın bir bölümü olan Mezmurlar olduğu kabul edilir. Oysa Tevrat’ta adı geçen Davut, peygamber değil, İsrail Kralıdır. Mezmurlar ise, tanrının peygamberine indirdiği bir kitap değil, tamamen Kral Davud’un tanrıya methiyesidir. Yani olması gerekenin tersidir. Bu uyuşmazlığı Yahudiler; “Kuran’ın acemice taklidine”, Müslümanlar ise; “Tevrat’ın değiştirilmiş olmasına” bağlar. Oysa bu durum Kuran’ın ilginç yazımından kaynaklanır.

Çünkü Kuran’ın, indirildiği döneme söylemesi gereken ile, kıyamette söylemesi gereken aynı değildir. Onun için, sembolik dil kullanır. İnsanlık da, zaten sürekli geliştiği için, sembolizm konusunda da, gelişir. Böylece kıyamette anlaşılması gereken anlam, o zaman gelmeden anlaşılamaz. Bu sembolizmin kamufle edilebilmesi için, Kuran, Tevrat’ı kullanır. Daha önce Kuran’ın Mesih’i Davud sembolizmi içinde gizlediğini yazmıştık. [tooltip layout=”classic” text=”İşte o Davud’a, Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve soyuna, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a, ve Süleyman’a da vahyetmiş, Davud’a da Zebur vermiştik.” effect=”1″] Nisa 163[/tooltip] ve [tooltip layout=”classic” text=”Rabbin göklerde ve yerde olan kimselerin hepsini en iyi bilendir. Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik.” effect=”1″]  İsra 55 [/tooltip]ayetlerinde “Davûd’a da, Zebûr’u verdik” diyerek bir kitap, daha doğrusu bilgi verildiğini söyler.

Kuran’ın Sâd 88 ve 89 ayetlerinde farklı bir vurgu vardır.  “O Kuran, bütün âlemler için, bir zikir, bir öğüttür. Herhalde onun haberini bir zaman sonra bileceksiniz” diyerek iddialı bir argüman ortaya koyar. Bu argüman bugüne kadar gerçekleşmemiş bir iddiadır ama zaten sorun yoktur. Çünkü bu iddianın anlaşılmasının “bir zaman sonra olacağı” açıkça belirtilmektedir. İşte bu iddianın gerçekleşme zamanına doğru gittiğimizi düşünüyorum.

Yazdığım makalelerde Kuran’da geçen Davut isminin Tevrat’ta bahsedilen Kral Davut ile bir ilgisinin olmadığını söylemekteyim. “Altınçağ görevlileri ve özellikleri…” adlı makalede, bu durumu farklı bir pencereden inceledim. Ayrıca Kuran’a göre mehdi” adlı makalede de, Mehdi konusunu okuyabilirsiniz. Kuran bu şekilde, gelecekte ortaya çıkması gereken bilgileri saklayabilmektedir.

Bu durumda Kuran’dan sonra, Zebur adında başka bir kitabın daha geleceği anlaşılmaktadır. Kuran bu kitabın Davud’a verildiğini söyler. Bu söylem benim iddialarımla tamamen örtüşür.

Peygamberliğin sona ermesi ama vahyin sona ermemesi garipsenebilir. Oysa durum düşünüldüğü gibi değildir. Peygamberliğin sona ermesinin sebebi, dinler döneminin bitmesidir. Onun için, peygamberlerin sonuncusu Muhammed peygamberdir. Oysa vahiy sistemi devam eder. Fakat peygamberlerdeki gibi açık olarak değil de, daha kapalı olacaktır. Hatta bu sistemde peygamber gibi tek kişi değil de, pek çok kişinin görevli olması gerekecektir. Ve en önemlisi bu bilgi, bir din oluşturmak için değil, gerçek bilginin oluşturulması için olacaktır.

Gerçek bilgi ise, bir din içermeyeceği için, tüm dinlere son verecek bir şey olacaktır. Gerçek bilgi öncelikle bilimsel verilerle örtüşmelidir. Ayrıca dini bilgileri de kapsamalıdır. Bu bilgilerin herkes tarafından kabul edilmesini sağlayacak şey ise, sanırım test edilebilir olması olacaktır.

Benim düşüncem dinler döneminin sonuna gelmekteyiz. Artık gerçekler ortaya çıkmak zorundadır. Bunu; Kuran’da “Hadid” (Demir) sıfatıyla anılan, yarı uyanmış kişi tarafından oluşturulacak bir gurup, gerçekleştirecektir. “Yarı uyanmış kişi” ile neyi kastettiğimi “Kuran’a göre mehdi” adlı makaleden okuyabilirsiniz. Sebe 10 ayetinde “Davud’a demiri yumuşattık” diyerek bu durumu anlatır. Demir, uyanmış olmaktır. Demirin yumuşatılmış olması ise, görüşün bir miktar açık olması demektir. Bu konu “Kuran’a göre Mehdi” adlı makalede genişçe işlenmiştir.

İşte Davud’a verilecek Zebur’u bu minvalde değerlendirmek gerekecektir. Davud’un yazacağı kitap, bir din içermeyeceği gibi, Kuran gibi, direk Allah’ın sözlerini de içermeyecektir. Sanırım Davud, vahiy yoluyla değil de daha belirsiz olan sezgiler sayesinde kitabını yazacaktır. Sezgileri ona yol gösterecek ve yeni bilgileri bize sunacaktır. Bu bilgiler içinde en önemli olanları, Kuran’ın farklı yorumlanması olmalıdır. Çünkü başka türlü “bir zaman sonra haberlerini söyleyebilmesini” açıklamak mümkün olmaz. Ayrıca Sâd 87 ayetindeki “O Kuran, bütün alemler için, bir öğüttür” söylemi de ancak o zaman gerçekleşme imkânı bulacaktır.

Kuran, Davud’a bazı ayrıcalıklar ve özellikler verildiğini söyler. Neden o tür ayrıcalıklar verildiğini anlıyoruz. Çünkü, insanlığı kıyamete hazırlaması gerekenler, sıradan insanlar olamaz. Fakat, bir Süpermen olacaklarını da sanmayın. Onların tek ayrıcalıkları “bilgi” konusunda olacaktır. Dünyanın en büyük gücü bilgidir. İşte bu insanlar, öyle bilgilere vakıf olacaklar ki, tüm insanlık onlara biat etmek zorunda kalacaktır. Zaten tüm dinler ve bilimsel gelişmeler tamamen kontrol altındadır. Ve hiçbiri gerçek bilgiye ulaşamaz. Gerçek bilgi, çok farklı olmamasına rağmen, hemen herkes için, şok niteliğinde olacaktır. Özellikle bilim en büyük şoku yaşayacaktır. Bunun sebebi, her bilgiyi test edebilmeleri sebebiyle, kendilerinden çok emin olmalarıdır.

Benim görüşüm, Kuran’da adı geçen peygamberlerin çoğu kıyamet sürecinde görev alacak ekibi sembolize eder. Özellikle Davud’un oğlu Süleyman’ın da bu süreçte önemli görevlilerden biri olacağını düşünüyorum. Çünkü bu iki kişiliğe özel yeteneklerin verilmiş olması önemlidir. Nisâ 163.ayette “Muhakkak biz, Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur’u verdik” diyerek pek çok peygamber ismi sayar ve hepsine vahye dildiğini söyler. Bu onların hepsinin sezgileriyle yapmaları gerekenleri yapacakları anlamındadır. Sadece Davud sezgilerini yazacaktır. Ayetteki sıralamanın da önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer sıralama bir ipucuysa, sadece Nuh peygamber, Muhammed peygamberden önce yaşamış demektir. Yani Nuh ve Muhammed peygamber hariç, diğerlerinin tümü kıyamet sürecindeki görevlilerdir.  Ve Kuran’daki özelliklerine bakarak ne iş yapacaklarını tahmin edebiliriz.

Neml 16 ayetine göre Süleyman Davud’a varis olup dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuf tur.” Bu ayete göre Süleyman Davud’un varisidir.  Bunu şu şekilde yorumlayabiliriz. Süleyman, Davud’dan sonra gelen görevlidir. Yani bayrağı Davud’dan alacaktır. Bu ikisi ayrı kişiler olabileceği gibi, baba oğul da olabilirler. Çünkü Sâd 30.ayette “Davud’a Süleyman’ı bahşettik” der. Bu durum ancak Davud’un oğlu olursa mantıklı olur. Yoksa bir insanın başkasına bahşedilmesi, mantıklı değildir.

Anladığım kadarıyla Davud ve Süleyman’a benzer özellikler verilmiş. Bazı ayetlerden, dağlar ve kuşlar ile ilgili özel yetenekleri olduğunu görüyoruz. Dağlar inançları, kuşlar ise insan ruhlarını sembolize eder. Yani bu iki kişi dünyada bulunan tüm inançları kaldırıp tek gerçek bilgiyi yerleştirecekler. Bunu açık olarak Ta-ha 105 ile 106.ayetlerinde görüyoruz. Ayette (Ey Muhammed!) Sana dağların kıyametteki durumunu sorarlar, de ki: “Rabbim onları ufalayıp savuracak. Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak” demektedir. Dağları, dünyada bulunan irili ufaklı inançlar olarak alırsanız, kıyamette hepsinin yok edilerek, tek bir bilginin olacağı anlaşılır olur. Bu bilgi bir inanç içermeyeceği için süreç Davud’la başlamalıdır. Çünkü ona Zebur verilmiştir. O kitap hem diğerlerine hem de insanlığa bilgi vermelidir. Onun için, büyük bir ihtimalle Davud kıyamet sürecine kadar görevlidir. Ondan sonrasını Süleyman liderliğindeki ekipler götürecektir. Belki de bir lider yoktur. Her görevli kendi sezgilerine göre işi organize ederek, yapması gerekenleri yapacaktır. Fakat yine de öne çıkacak biri olacaktır. Çünkü kıyametten sonra kalanların yaşayacağı dört cennet kurulacaktır. Bu süreci, Süleyman organize edecektir. Çünkü rüzgâr ve cinler onun emrine verilmiştir. Bence rüzgâr teknolojiyi, cinler ise işinde uzman teknik personeli sembolize ediyor. Onları organize edecek olan odur. O ekipler sayesinde çok teknolojik kentler kuracaklardır. Bu şehirlerde yiyecekleri, yapay zekâ kumandalı makineler yapıp, kentlerde yaşayanların kullanımına sunacaktır. Kentlerde yaşayan hiç kimse çalışmak zorunda olmayacaktır. Zaten Kuran’da da cennet, “altlarından ırmaklar akan” ve dünyasal yiyeceklerle dolu bir yer olarak tanımlanır. Orada sadece barış ve sükûnet vardır.

Davud ve Süleyman baba oğul ise, Davud 60 yaşını geçkin olmalıdır. Çünkü Süleyman da 40 yaşlarına doğru yanaşmış olması gerekir. Bu durum, Kuran’daki [tooltip layout=”classic” text=”Beşikte de yetişkin çağında da insanlarla konuşacak ve iyilerden olacaktır. ” effect=”1″]Ali İmran 46[/tooltip] ve [tooltip layout=”classic” text=”Allah şöyle diyecektir: ‘Ey Meryemoğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla! Hani seni Rûhu’lKudüs (Cebrâil) ile desteklemiştim. Beşikteyken ve kemâle ermişken insanlarla konuşuyordun. Sana yazıyı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. İznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapmış ve ona üflemiştin, o da iznimle kuş olmuştu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştirmiştin. Ölüleri iznimle (hayata) çıkarmıştın. İsrailoğulları’na âyetlerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin: ‘Bu ancak apaçık bir sihirdir’ dedikleri zaman seni, onlardan korumuştum.'” effect=”1″]Maide 110[/tooltip] ayetlerinin söylemiyle örtüşür. Kuran, orada İsa peygamberi anlatırken, “fî-lmehdi vekehlen” sözünü kullanır. Bu söz Arapçada 60 yaş ve üstü insanlara söylenir. İsa peygambere bu söz ile hitap edilmesi ilginç tesadüflere de gebe gözükür. Bu durum, sözlü gelenekteki “İsa peygamber gelecek” sözüyle tam bir örtüşme oluşturur. Elbette göklerden bir İsa peygamber beklemiyorum ama bu söylemin, sözünü ettiğimiz Davud ile çakıştığı ortadadır. Bu durumda Süleyman da sözlü gelenekteki mehdi karşılığına denk gelir.

Nisa 159.ayette de bu durumu destekler bilgi bulunmaktadır. Ayet “Ehl-i kitaptan hiçbiri yoktur ki, onun (İsa’nın) ölümünden önce ona inanmış olmasın. Kıyamet günü de o, onlara karşı şahit olacaktır.” demektedir. Geçmişte yaşayan İsa peygambere, yaşadığı süre içinde çok çok az kişi inanmıştı.  Davud’un İsa olması durumu bu ayeti anlamlı kılar. Çünkü Davud, Zebur sayesinde, değil Ehl-i kitaba inananları, tüm dünyayı ikna edecektir.

Bu süreç Sâd 35 ayetinde Süleyman’ın duası gibi sona erecektir. O ayette Süleyman: “Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki, ardımdan hiç kimseye yaraşmasın” diyerek sürecin kendisiyle biteceğini anlatmaktadır. Bu sürenin ne kadar olacağını Kitabı mukaddesin [tooltip layout=”classic” text=”1 Sonra bir meleğin gökten indiğini gördüm. Elinde dipsiz derinliklerin anahtarı ve büyük bir zincir vardı. 2 Melek ejderhayı –İblis ya da Şeytan denen o eski yılanı– yakalayıp bin yıl için, bağladı. 3 Bin yıl tamamlanıncaya dek ulusları bir daha saptırmasın diye onu dipsiz derinliklere attı, oraya kapayıp girişi mühürledi. Bin yıl geçtikten sonra kısa bir süre için, serbest bırakılması gerekiyor. 4 Bazı tahtlar ve bunlara oturanları gördüm. Onlara yargılama yetkisi verilmişti. İsa’ya tanıklık ve Tanrı’nın sözü uğruna başı kesilenlerin canlarını da gördüm. Bunlar, canavara ve heykeline tapmamış, alınlarına ve ellerine onun işaretini almamış olanlardı. Hepsi dirilip Mesih’le birlikte bin yıl egemenlik sürdüler.” effect=”1″]Vahiy 20’de 1’den 4’e[/tooltip] kadar olan ayetlerden anlıyoruz. Şeytanın yakalanıp yeraltına bin yıl süreyle kapatılacağını söylüyor. Buradan kendine hizmet ile değil de başkalarına hizmet ederek tekâmül edilecek sürenin, bin yıl olacağını anlıyoruz. Bu döneme Kitabı Mukaddes altın çağ, Kuran cennet der.  Fakat o dönemde olan herkes, bin yıl kalmayacak. En uzun kalan bin yıl kalacak. Kuran’a göre şehirlerden ikisinde tekâmül daha kısa sürer. [tooltip layout=”classic” text=” Astarları atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin de devşirmesi yakındır.” effect=”1″]Rahmân 54[/tooltip] ayetinde “İki cennetin de devşirmesi yakındır” diyerek bu durumu anlatır. Davud ile Süleyman, oluşturacakları şehirlere yerleştirecekleri insanları, tekâmül seviyelerine göre yerleştirecekler. Onun için, tekâmülde daha ilerde olanlar, daha erken devşirilecek, yani öte dünyaya daha erken gidebileceklerdir.

Seyfullah DEMİR


ahit sandığı Allah altınçağ ANKOR WAT astral astral beden atom teorisi avatar babil beden bilgisayar bilinç cehennem Cennet deccaliyet eski çağ hayvan insan kızları isa içinde karn kaynak Kuran machu picchu makro felsefe matrix mehdi melekler mikro felsefe nefilimler nippur oluştur petra reankarnasyon ruh seyfullah demir sümer Sümerli tekamül yardım yazı yaşıyoruz yeniden doğuş yönlendirme Zülkarneyn