Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Yazılarımda kutsal mekânların isteği olmadan bir yaprağın dahi kımıldayamayacağını yazıp duruyorum. Yani dünyada olan haklı haksız tüm olayların veya beğendiğiniz ya da beğenmediğiniz tüm inançların müsebbibi de onlardır. Eğer bu mantık doğruysa hem Tevrat’ta hem de İncil’de sonra gelecek olan inançların işareti olmalıdır.

Aslında Kuran, İncil ve Tevrat üç büyük din denilen dinler, dünyanın maddi yönünü organize eden kategoriyi oluşturur. Fakat inanç olarak bunlara bir de ateistlik vb inançları da  eklemek gerekir. Çünkü dünyanın madde yönünü oluşturan asıl inançlar bunlardır. Maddi yöne en çok değer verenden başlayarak sıralamak gerekirse; Ateizm, Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık olarak sıralanır. Bu durumun neden böyle dizayn edildiğini Cennet ve cehennemin anlamı  adlı makalede yazdım. İncil’de ciddi bir şeye rastlamadım, onun için, Tevrat’taki sonradan gelecek inançları ima edecek ayetleri incelemeye çalıştım.

Yeşaya bölüm 9’da, Rab’bin Celileyi onurlandıracağı yazmaktadır. Karanlıklar içinden bir ışığın çıkacağı anlatılır. Bir çocuk doğacak ve isminin “Esenlik önderi” veya “Harikalar yaratan” olacağını söylemektedir.

 [stextbox id=”warning”]

Yeşaya 9’a 1 Bununla birlikte sıkıntı çekmiş olan ülke karanlıkta kalmayacak. Geçmişte Zevulun ve Naftali bölgelerini alçaltan Tanrı, gelecekte Şeria Irmağı’nın ötesinde, Deniz Yolu’nda, ulusların yaşadığı Celile’yi onurlandıracak.

Yeşaya 9’a 6 Çünkü bize bir çocuk doğacak, Bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak.

[/stextbox]

Hıristiyanların inancına göre, İsa, Celile bölgesindeki Nasıra kasabasındandır. İsa’nın çocukluğunun geçtiği yerdir ve Hıristiyanlıktaki en önemli hac merkezlerinden birisidir. Bu düşünce sadece bana ait değildir. Hristiyanlar da tam olarak bu düşünceleri paylaşırlar.

Yaşeya 9’a 6‘daki çocuğun tanımında “Güçlü Tanrı” tanımı ilginçtir. Çünkü tek tanrı olan RAB, başka hangi güçlü Tanrı’dan bahsetmektedir. Bu tanımlama Musevilerden çok Hıristiyanlar için olduğu görülmektedir.  Bazı Museviler farklı bir anlam vererek, Hıristiyanların yanlış yorumladıklarını savunmaktadırlar.

Ayrıca Yeşaya 53’de, 1’den 12’ye olan ayetlerde tam olarak Hıristiyanlığın öğretisi verilmektedir. İsa RAB’bin önünde büyüyen bir fidan olduğu, insanların günahları için kendini feda ettiği, ağzından tek bir hileli söz çıkmadığı halde karnının deşildiği anlatılır. Hatta RAB onun ezilmesini uygun gördüğünü, acı çekmesini istediğini, kendini kurban olarak sunarsa soyundan gelenleri göreceğini ve günlerini uzatacağını söylemektedir. Özellikle “başkaldıranlar için de yalvardı” sözü tam oturmaktadır. Çünkü İsa’nın çarmıhta “Baba onları affet, ne yaptıklarını bilmiyorlar” dediği söylenmektedir. Ayrıca Romalı bir asker tarafından mızrakla karnının deşildiği de rivayet edilir.

Görüldüğü gibi Rabbin önünde, kurak yerlerde fidan gibi büyüyen çocuk canını feda ettiği için yani kendini suç sunusu olarak sunduğu için ünlüler arasında yerini aldı. Hem de soyundan gelenleri yani Hıristiyanları, RAB gördü ve kıyamete kadar günlerini uzattı.

Oysa, Museviler İsa’yı peygamber olarak kabul etmediler. Çünkü o Levili değildi. İsa Yahudalı idi. Tevrat’ta Musevilere kimin peygamber olacağı söylenmiştir. RAB Yasanın Tekrarı 18’in 1-2 ayetlerinde Levililere mal mülk vermemiş, onlara kendini miras olarak verdiğini söylemiştir. İşte bu durumdan dolayı Levililerden başkasını peygamber olarak kabul etmemişlerdir. Böylece Hıristiyanlığın da, Museviler tarafından kabul edilmemesini sağlamıştır. Museviler kabul etmemiş ama yine de dünyanın en kalabalık dini olmuştur.

Aynı Yasanın Tekrarı 18’in 18inci ayetinde “biraderleri arasından bir peygamber gelecek ve RAB’bin sözlerini söyleyecektir” demektedir. “Musa gibi bir peygamber” anlatımı İsa’yı çağrıştırmaz. Çünkü, İsa’nın öğretisi ile Musa’nın öğretisi benzeşmez. İsa, Musa’nın getirdiği hükümlerin pek çoğunu değiştirmiştir. Örneğin İsa, Matta 5’in 38-39’zuncu ayetindeGöze göz, dişe diş’ denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.” diyerek Tevrat’taki Levililer 24’e 19 ayetinde “kim komşusunu yaralarsa, kendisine de aynı şey yapılacaktır“. Levililer 24’e 20-21 gibi bir çok ayette “kırığa karşılık kırık, göze göz, dişe diş olmak üzere, ona ne yaptıysa kendisine de aynı şey yapılacaktır”, kısas hükmünü kaldırmıştır. Oysa Kuran Bakara 178’de bu hükmü yumuşatmış olmasına rağmen, yürürlüğe koymuştur. ‘Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır’. Yani Musa ile Muhammed’in öğretisi pek çok yerde benzeşir. En bariz benzerlikler; fes, kara çarşaf, oruç, hac, kurban, namaz (kıyam, rukü, secde), abdest, teyemmüm, cünüplük, gusül, hayızlı kadının ibadet yapamaması, ibadetlere niyetle başlamak, örtünme, günde beş kere ibadet yapmak, Kudüs olmak kaydıyla kıble, ölüyü yıkamak, kefenlemek, sünnet olma, dini nikâh, erkeğin talak ile boşaması, kadının boşayamaması gibi birçok benzerlik vardır. Elbette bu sayılanlar nüans farklarıyla bir miktar farklıdır. Fakat bu gün, sünnet diye bildiğimiz şeylerin pek çoğu peygamber zamanında, toplumda var olan geleneklerden oluştuğu görülmektedir. Kuran’ın da pek çok hikâyesi Tevrat’la benzerdir. Onun için bazıları Kuran’ı, Tevrat’ın acemice taklidi gibi düşünür. Yani Muhammed ile Musa’nın şeriatı haddinden fazla benzerdir. Kaynak: http://www.ilimdunyasi.com/asri-saadette-islam/yahudilik-ve-gelenekleri/?wap2

Ayrıca Musa’nın anne ve babası vardır. Oysa İsa sadece anneye sahiptir. Tevrat soyu babadan götürmektedir. Sayılan soy kütükleri hep babadan oğula gitmektedir. Yani birader baba tarafından akraba olmalıdır. İsa’nın babası olmadığına göre baba tarafından torun olamaz. O zaman Yasanın Tekrarı 18’e 18-19 ayetinde kastedilen Muhammed peygamber olmalıdır. Çünkü Muhammed kendisini, İsmail’in torunlarından saymaktadır. Oysa İsa babaya sahip olmadığından birader olamaz. Ayrıca “RAB’bin sözlerini söyleyecektir” sözü Muhammedi çağrıştırır. Çünkü Kuran, tamamen Allah’ın sözlerinden oluşmaktadır. İncil’deki gibi üçüncü şahıslar tarafından anlatılmaz. Kuran tamamen birinci tekil (ya da “biz” diyerek birinci çoğul) kişi ağzıyla yazılmıştır. Bir tek Fâtiha süresi istisnası vardır. Onda da bazı görüşlere göre Fâtiha’yı söyleyenler meleklerdir. İncil ise, olayları dışarıdan seyreden bir kişi ağzı ile anlatılır. Bu durum biraderleri arasından çıkacak olan peygamberin, Muhammed olduğunu gösterir.

Tekrar İbrahim’in hikâyesine dönerek, Müslümanlığın izlerini aramaya devam edelim. İbrahim peygamber câriyesinden bir oğula sahiptir ama, RAB onu İsmail’in mirasçısı kabul etmez. İlle de karısı Sara’dan bir çocuğunun olmasını ister. RAB’bin ısrarını İbrahim de anlamaz. Adetten kesilmiş olan 90 yaşındaki karısının ve 99 yaşında kendisinin çocuklarının nasıl olacağını anlamamaktadır. Aslında sebebini RAB belli etmektedir. Hacer’in oğlu İsmail ve Sara’nın oğlu İshak ile iki ayrı din ve iki ayrı ümmet plânlamaktadır. Fakat Tevrat’ta “anlaşmamı İshak’la devam ettireceğim” der. Öyle de olur. Rab anlaşmasını, Yaratılış 17’de 1-27 ayetlerinde belirttiği gibi, İshak’ın soyu ile günümüzdeki Yahudilere kadar devam ettirir.  Fakat Rab, Kuran aracılığı ile, Muhammed’le de, başka bir anlaşma yapmıştır. Bu durum Rab’bin İbrahim’in cariyesi Hacer’e Yaratılış 16’ya 10 ayetinde verdiği  “Senin soyunu öyle çoğaltacağım ki, kimse sayamayacak” sözünün gereğidir. Bu sözün karşılığı; şu anda dünyada yaşayan 1,57 milyar olan Müslümanlardır. Ayrıca da İbrahim’e Yaratılış 17’ye 4 ayetinde söylediği  “Birçok ulusun babası olacaksın” sözünün tecellisi, Hristiyan+Müslüman+Musevilerin nüfusu olarak, dünyanın yarısı kadar insandır.

İşte Rab, verdiği sözleri yerine getirmek için, İsmail ile annesini evden kovdurur. Çölde susuz kalan Hacer, oğlunun ölümünü görmeyeyim diye bir ok atımı uzaklaşıp ağlamaya başlar. O zaman RAB’bin meleği gelerek onlara sahip çıkar. Hacer orada bir kuyu fark eder ve kurtulurlar. Yaratılış 21’e 8-21 ayetlerinde yazdığı hikâyeye göre, İsmail Paran çölünde yaşar ve orada Mısırlı bir kadınla evlenir.

RAB anlaşmasını İshak’la yaptığı için İsmail’in hikâyesi Tevrat’ta sona erer. Biraz daha oğullarını sayar ve ileri zamanlarda İsmail’iler olarak değinir, o kadar. Hikâyenin devamını Kuran ve Muhammed’in hadislerinde görebiliriz. Muhammed kendisinin İsmail’in soyundan geldiğini söylemektedir. Ayrıca Hacer’in bulduğu suyun bugün Müslümanların zemzem dediği su, olduğunu görüyoruz. Ayrıca Tevrat’ın dediği “bir ok atımı mesafe” bugün Kâbe’deki safâ ve Merve arasıdır. İsmail çölde tanrının evini yani Kâbe’yi inşa etmiştir.

Tevrat’ın “Yaratılış 21’e 18 ayetinde “Kalk, oğlunu kaldır, elini tut. Onu büyük bir ulus yapacağım” Sözü de Müslümanları kastettiği çok açıktır. Bazıları paran çölünün Mekke olmadığını söyleyebilir ama, bence Paran çölü, tüm Arap yarımadasını kapsayan çölün adıdır. Onun için paran çölü Mekke’yi de içerir.

Kuran’da da Muhammed peygamberin yeni bir ümmet oluşturacağı anlatılmaktadır. Kuran Muhammed peygamberi ümmi olarak tanımlamaktadır. Genel kanı olarak “okuma yazması yok” diye çevrilen bu kelimeyi bana göre “kitap verilmeyenler” olarak çevirmek gerekir. Aslında peygamberin kime gönderildiğini yine Kuran açıklamaktadır. Yasin 6 ayeti “Babaları uyarılmamış, tam gaflet içinde olan toplumu uyarman için gönderildin” diyerek, Hristiyan ve Musevi inancına sahip olmayanları, uyarmak için gönderildiği anlaşılmaktadır.  Onun için “ümmi” kelimesini “babaları uyarılmamış, tam gaflet içinde olan toplum” ya da “kitap verilmeyenler” olarak tanımlamak gerekir. Ayetlerde “ümmi” yerine bu cümlelerden birini, özellikle Yasin 6 ayetini koymak gerekir.

Bu tanıma göre ayetler Arâf 157 ayetinde “Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki...” diyerek devam eden ayette ümmi kelimesine yukarıdaki anlamı koyduğumuzda Onlar ki, –Babaları uyarılmamış, tam gaflet içinde olan topluma gönderilen– peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki…” şeklinde karşımıza çıkar. Ve bu anlamın çok daha mantıklı olduğu ve tam olarak oturduğu görülür. Ayette onlar olarak söylediği Müslümanlardır ve peygamberin Tevrat ve İncil’de de müjdelendiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, Araf 158 ayetinde; De ki ”Allah’a ve Allah’ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o –Babaları uyarılmamış, tam gaflet içinde olan topluma gönderilen– peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz” sözü de aynı mantıkla çok daha mantıklı bir anlama kavuşmaktadır.

Kuran, Cuma 2 ayetinde “O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.” demektedir. Bu ayette “ümmi” kelimesini okuma yazması olmayan anlamında düşünürsekokuma yazması olmayan toplum içinden bir peygamber gönderildi gibi bir anlam çıkar ki! bu durum doğru olamaz. Çünkü o dönem insanlar ticaret yapmaktaydılar. Okuma yazma olmadan ticaret yapmak pek mümkün değildir. Peygamberin içinde bulunduğu o toplumda mutlaka okuma yazması olan birileri mevcuttur.

Kuran’da “ümmi” kelimesinin, “kitap verilmemişler” anlamında olduğu çok açıktır. Görüldüğü gibi Kuran Muhammed peygamberin daha çok Musevi ve İsevi’lerin haricindeki diğer insanlara gönderildiği anlaşılmaktadır. Rab sonuçta planlarını gerçekleştirmiş ve maddiyata değer veren üç büyük dini oluşturmuştur. Bu dinlerden maddiyata en çok değer veren Museviliktir. İsevilik daha az değer vermektedir. İslam ise maddiyata hepsinden daha az değer vermektedir. Maddiyata verilen değerin zıddı miktarda da maneviyata değer verilmektedir. Bu yapıdan dolayı İslam’da “hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya, hemen ölecekmiş gibi öte dünyaya çalışmak gerekir” mantığı hâkim olmuştur. Yani, İslam maddi ve manevi yönü aynı derecede önemser.

Tevrat’ta anlatılan İbrahim peygamberin hikâyesi Kuran tarafından da desteklenmektedir.

 [stextbox id=”warning”]

İbrahim 39: “İhtiyarlık halimde bana İsmail’i ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitir.

Hûd 71: İbrahim’in karısı ayakta duruyordu bunun üzerine yüzü güldü. Ona İshak’ı ve İshak’ın arkasından da Yakub’u müjdeledik.

Sâd  45:  Kullarımız İbrahim’i

, İshak’ı ve Yakub’u da an. Onlar eller ve gözler sahipleri idiler.

[/stextbox]

Görüldüğü gibi Kuran İbrahim peygamberin diğer oğlu İshak ve torunu Yakup peygamberi onaylamaktadır. Elbette yeni bir din kuracağı için onların neslinden gelenleri dışlaması gerekirdi. Kuran’da öyle yaptı ve İsrailoğullarını yerden yere vurmuştur. Çünkü onun amacı İsrailoğullarının değil, diğer insanların inanmasıydı. Nitekim amacını yerine getirmiştir.

Farklı bir konuya daha değinmek istiyorum. Tevrat’ta Rab peygamberliği Levililere vermiştir. Ben bunun özel bir önemi olduğunu düşünüyorum. Peygamber yol gösteren demektir. Fakat yol göstermesi için ilâhi kaynaktan yönlendirilmesi şarttır. Dünya üzerindeki her şey planlar gereğiyse materyalist sistem de Rab’bin işidir. Rab bu işi yapabilmek için peygamberler kullanmış olmalıdır. Tevrat ve Kuran’da ceza olarak Yahudilerin dünyaya yayıldığı söylenmektedir. İşte dünyaya yayılan o Yahudiler aracılığıyla dünyadaki sistemlerin kurulduğunu düşünüyorum. Aslında Rab’bin kullandığı kişiler Levililerdir. Sanırım Rab onların genlerine müdahale ederek, sezgiyle kolay yönlendirilmelerini sağlamış olmalıdır. O Levilileri dünyanın pek çok yerine göndererek amacını gerçekleştirecek şartları oluşturmuştur. Dinleri de, bilimi de onlar sayesinde oluşturmuş olmalıdır. Peygamberimizin ya da Einstein’ın Levili olduğunu düşünüyorum. Dünyanın deccaliyet sistemine gelebilmesi için bu insanlar aracılığıyla düzene müdahale etmiştir. İnsanlık kötülüğü meleklere yakıştırmadığı için bu işin organizatörünün şeytanın olduğunu düşünmektedir. Hatta bazıları mason cemiyetinin başında olan kişinin Lucifer olduğunu iddia etmektedir. Oysa 10-15 dakikalık bir rüya kadar olan bu dünya hayatı, tekâmülün en iyi şartlarına sahiptir. Bu şartları sağlayanlar kötülüğü de organize etmek zorundaydı. Hitler de böyle bir görevliydi. 42 suikasttan kurtulmuş olması sebebiyle kendisinin seçilmiş olduğuna inandığını düşünüyorum. Ama o kendini Mesih gibi bir şey sanmasına rağmen, ona biçilen rol çok başkaydı.

Seyfullah DEMİR