Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Medeniyetin, Sümerlerle yoktan ve bir ön hazırlığı olmadan birdenbire ortaya çıkması biraz gariptir. Bu durumu birçok kişi doğal süreç olarak görür. Oysa müdahale edilmeyen ve doğal süreci yaşayan toplulukların böyle bir medeniyet kuramadıkları görülür. Konuyu açıklığı kavuşturmak için bazı kaynaklardan alıntılar yaparak başlamak istiyorum. [stextbox id=”grey”]

Sümerlerde Bilim:

Yerleştiklerinde çanak-çömlek yapmayı ve madenleri işlemeyi biliyorlardı. Aşağı Mezopotamya’da Dicle ve Fırat nehirleri kıyısında Uruk, Lagaş, Eridu, Ur, Kiş gibi kent devletleri kurdular. Gelişmiş bir yapı tekniği kullanıyorlardı. Yerleştikleri kesimlerde muazzam bir sulama sistemi kurup, kanallar, barajlar ve bentlerle hem seli önleyip bataklıkları kuruttular hem de düzenli sulamaya dayalı bir tarım geliştirdiler. Tekerleği de icad eden bu toplum tarlaları öküzlerin çektiği sabanlarla sürüyorlardı.

60 rakamına dayanan seksajismal sayı sistemini kullanan Sümerler’in “sos” dedikleri bu 60′lık birim bütün zaman ve mekan hesaplarında kullanılmaktaydı ve onları bir uyum içersinde birbirine bağlıyordu. Ayı 30, yılı 360 gün olarak hesapladılar. Gece ve gündüzü 12′şer saate böldüler. Bir yılı 12 ay olarak hesapladılar. Ay ve Güneş tutulmasını hesapladılar. Aritmetik ve geometrinin temellerini attılar. Çarpma ve bölme cetvellerini buldular. Daireyi 360 dereceye böldüler

Sümerlerde Dil ve yazı:

İlk yazıyı M.Ö. 3200 yıllarında Sümerler buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir.

Sümerce’nin Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba olmadığı bilinmektedir. Dilin bazı özellikleri Ural-Altay grubu dilleriyle büyük benzerlik gösterse de bazı dilcilere göre dil bu gruba tam olarak dahil edilemez. Hint-Avrupa Dil Ailesi’nden çok sondan eklemeli yapısı sebebiyle bazı araştırmalarda Moğolca, Türkçe, Japonca ve Korece ile yakın akrabalıkları iddia edilmektedir.

Sümerlerde Hukuk:

Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlilere dünyadaki ilk Hukuk devleti denebilir. Otoritenin korunmak istenmesi hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Lagaş Kralı Urukagine tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar “fidye ve bedel” sistemine dayanıyordu.

Sümerlerde Matematik, astronomi ve burçlar:

Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.) Sümerliler astronomide de gelişmişlerdir. Burçları ilk Sümerler bulmuştur ve günümüze değin gelmiştir. Artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerliler bulmuşlardır.

Sümerlerde Edebiyat:

Sümerlilerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi’dir. Sümerliler kendi ülkelerine Kengir, konuştukları dile Emegir ve kendilerine Sag-giga derlerdi.

Sümerlerde Toplum yapısı:

Devlet kentlerden oluşmuştu ve her kent surlarla çevrili idi. Kent içinde yüksek bir tepeye yapılan tapınak bulunurdu ki bu sosyal yaşamın merkezini oluşturmaktaydı.

Başlangıçta Anaerkil bir toplum yapısına sahiptiler. İşbölümü derinleşmişti; 1. sınıfı din adamları ve askerler, 2. sınıfı halk, 3. sınıfı ise kölelerin oluşturduğu bir toplumsal hiyerarşi vardı. Sürekli savaşlar sonucunda halktan her insan kolayca köle edinebiliyordu. M.Ö. 3000-2500 yıllarında yüksek ruhbanlardan oluşan egemen sınıflar, dinsel yapıya sahip kent devletlerinin yöneticileri olarak ortaya çıktılar. Bu kral-rahipler dinsel ve siyasal işleri yürütürlerdi. Bir kentin başrahibi, aynı zamanda o kentin başkanıydı.

Hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı ve insan görünümündeydiler, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. Tanrılar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilirdi.

Sümer mitolojisinin en önemlilerinden biri Gılgamış Destanı’nda da adları geçen tanrılardan başlıcaları şunlardır:

-Anu veya An: Gök tanrısı, önceleri baş tanrıyken sonra yerini hava tanrısı Enlil almıştır.

-Enlil: Hava tanrısı, tanrıların babası, tapınağı Ekur Nippur kentindeydi.

-Enki: Bilgelik tanrısı

-Nimmah (Ninhursag): Ulu hanım, ana-tanrıça

-Nanna (Sin): Ay tanrısı

-Utu (Şamaş): Güneş tanrısı, ay tanrısı Nanna’nın oğlu.

-Ecem (Kueen) : Kraliçe Soylular tanrıçası.

-İnanna (İştar): Aşk ve Bereket Tanrıçası

İlk defa Akadlar tarafından içten çökertildi ve bundan sonra bir daha eski haline gelemedi; M.Ö. 2000′li yıllardan sonra uygarlıkları bağımsız kimlikleriyle yaşayamadı. Ardından gelen Akad ve Babil uygarlıkları çoğunlukla Sümerler’in izlerini taşıdılar. Kendilerine özgü dilleri ve çivi yazıları uzun süre yaşadı. Sümer inanışları ve mitolojisi de Fenike – Yunan – Roma bağlantısıyla günümüze dek ulaştı. Şu an Dünyamızda kullanılan İncil, Tevrat ve Kuran’da da Sümer inanış ve felsefesinin izlerine rastlandığını savunanlar vardır. Bu izler özellikle, Adem&Hava, Habil-Kabil, Nuh tufanı, Eyüp peygamber gibi figürlerde belirginlik kazanır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCmerler adresinden alıntı.)

[/stextbox]

Haziran 2001 Bilim Teknik dergisinin “Uygarlığı doğuran halk” isimli yazının giriş yazısını da almak istiyorum.

 [stextbox id=”grey”]“Birçok şeyin ilkini merak ederiz. ‘Bu ilk ne zaman yapılmıştı?’ diye kendimize sorduğumuz çok olmuştur. Sümer uygarlığından söz ederken merak ettiğimiz birçok ilk’e yanıt bulabiliriz. Dünya kültürünün üzerine kurulduğu bilgi birikiminin temelinde Sümerler vardır. Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce, MÖ 3000’lerde Sümerler yazıyı bulmuşlar, ilk kent devletlerini kurmuşlar, ilk yasaları düzenlemişler, ilk mit ve destan örneklerini vermişlerdi. İnsanlık bir tan sökümü yaşıyordu ve bunu sağlayan Sümerler olmuştu.”[/stextbox]

Bu alıntılardan da anlaşıldığı gibi Sümer uygarlığı bu günkü medeniyet seviyemize yakın idi. Ön hazırlığı olmadan böyle bir medeniyet nasıl ortaya çıktı? Üstelik ortaya çıkan uygarlık düzeyi hiç yabana atılabilecek gibi değildir. Oysa Sümerlerden çok sonraları oluşan hemen hemen her medeniyet Sümerlerden çok daha geridir. Sümerlerin ulaştığı seviyeye gelebilmek için aradan 4000-5000 yıl geçmesi gerekmiştir. Oysa Sümerlerin örnek alacakları bir ön prototipleri yoktu. Daha önce öyle bir sistem hiç olmamıştı ve onlar en ideale yakın sistemi kurabildiler. Kral ya da Rahipleri işi suiistimal edip kendi diktatörlüğünü oluşturmadı. Oysa günümüzde bile seçimle iş başına gelip diktatörlüğünü ilan eden birçok insan var. Sümerlerin hemen ardından gelen akad, ve Babilliler krallıklarını ilan etmişlerdir. Sümerler kendinden 5000 yıl sonra yaşayan Saddam Hüseyin ya da Hitler gibi insanlardan çok daha uygardır.

kabile-5-

Şekil 1 Daha önce medeniyetle karşılaşmayan amazon yerlileri

Bu durumun nasıl gerçekleştiğini anlamak için Sümer tanrılarına bakmak gerek.  Çünkü bir Sümer tableti “Güzel görünen ne varsa, tanrıların lütfüyle yaptık” der. Gerçektende Sümerleri yoktan var eden tanrılarıdır. Çünkü onların tanrıları aralarında yaşar ve onlara medeni olabilmek için her şeyi öğretirlerdi. Elbette yarı vahşi insanları medeni hale getirmek kolay değildir. Bir çocuğun eğitilmesi gibi özenle uğraşmış olmalılar. Hatta çocukların eğitilmesi çok kolaydır. Çünkü onlar o zamanki insanlar gibi zekâ özürlü değildir. O insanlara basit bir şeyi anlatabilmek için bile, defalarca anlatmak veya göstermek zorundaydılar. Sümerler yazıyı anlayabilecek kadar geliştiği için onlara “me” denilen kullanma kılavuzları şeklinde bilgi verilmekteydi. Bu yazımda “me”lerin ne olabileceğini bir Sümerlinin ağzından okuyabilirsiniz.

Sümerleri bu şekilde eğiten tanrıların Atlantislilerden kalan ekibin elemanları olduğunu anlamışsınızdır. O insanlar kendilerinden sonra gelen insanlığı kıyamete hazırlayabilmek için ilk müdahalelerini yapmış oldular. Bir müddet Sümerlerin başında onları yönetmişler ve kendilerinin tanrı olduğunu kabul ettirmişlerdir. Zaten zekâ özürlü bir insan için onlar ancak tanrı olabilirdi.

Ekiplerin kendilerini tanrı olarak sunmasını, bazıları etik bulmayabilir. Fakat insanların yönlendirilebilmesinin en kolay yoludur. Çünkü ekipler sürekli onların başında duramazdı. Gittiklerinde de koydukları kurallara uyulmasını din sağlayabilirdi. Yani tanrıların onları eğitebilmelerinin püf noktası dindir. Günümüzdeki insandan bu durumu anlamak mümkündür. Günümüzde pek çok insan dini ritüelleri severek ve isteyerek uygular. Bunu cennet ya da cehennem diye inandıkları bir şey için yaparlar. Oysa ne cennet nede cehennem ispatlanmış bir olgu değildir. Eğer dinler insanlara cenneti/cehennemi ortaya koymadan “ibadet yapın bu sizin kendi iyiliğinizedir” deseydi bu gün ibadet yapan kimse olmazdı. İşte Sümer tanrılarının kendilerini tanrı olarak sunmalarının asıl sebebi öğrettiklerinin dini bir zorunluluk olarak kabul edilmelerini istemeleridir. Çünkü her Sümerlinin başında bir tanrı olacak durum yoktu.

Tanrıların insanları yönlendirmeleri Sümer medeniyetiyle başlamadı. Aynı tanrıların ayak izleri hem Çatalhöyük’te hem de Göbeklitepe’de de gözükmektedir. Hatta Göbeklitepe bilimin bir tabusunu yıkarak zihniyette devrim yapmıştır.

Bilim, Göbeklitepe bulunana kadar dinin yerleşik düzen sonucu ortaya çıktığını düşünüyordu. Göbeklitepe’de tersi olduğunu anladı. Yani insanların avcı-toplayıcı düzenden yerleşik düzene; dini ritüelleri uygulamak için toplanılan bir bölgeden çok fazla uzaklaşamamanın sonucu yerleşik düzene geçilmek zorunda kalınmıştır. Elbette tanrılar, yerleşik düzene geçen insanların geçimlerini sağlayacak uygun yöntemleri geliştirmelerini sağlamıştır. Çatalhöyük’te buğday ekildiğini, sığır yetiştirildiğini biliyoruz. Oysa Göbeklitepe’de bu izler yoktur. Demek ki tanrılar bu süreç içinde insanlığın bu seviyeye gelmesini sağlayabilmiştir. Fakat asıl gelişme Sümerlerle başlamıştır. Bunun nedeni insanlığın zekâ olarak Göbeklitepe ve Çatalhöyük insanından fersah fersah ilerde olmasıdır.  Elbette zeka çok yavaş ilerleyen bir süreçtir. Bu yazımdaki zekâ gelişimini gösteren “Yıllara göre hasat edilen insan türleri” şekline bakarsanız geçmiş insanlar o parabolün alt kısmında yer alıyordu. Onun için gelişim yavaş yavaş olmak zorundaydı.

Ekipler bir medeniyeti bir müddet geliştirip kendi ayakları üstünde duracak seviyeye getirdiğinde onu en zeki gördükleri insan yöneticilere bırakmışlardır. Bir müddet daha bu şekilde devam eden devletler sonra bir şekilde yıkıldı. Fakat ekipler dünyanın başka bir yerinde başka bir insan gurubunu alıp ona da medeniyeti öğretmeye devam etti. Böylece Sümer, Olmek, Yunan, Mısır, Roma, İnka, Aztek vb. gibi farklı medeniyetler oluşmuş oldu. Bu medeniyetler sayesinde insanlık sürekli gelişti. Her medeniyet bir öncekinden bir tık daha ileri götürülebildiği için bu güne gelinebilmiştir.

İnsanlığın belli bir düzeye gelmesiyle, insanlığı yönlendirme işlemi değişikliğe uğradı. Sümerlerin tanrıları aralarındaydı. Aynı şekilde Tevrat’ta da insanla iletişim telsiz aracılığıylaydı. Fakat insan gelişince vahiy alabilecek kadar gelişmiş oldu. O zamandan beri vahiy yöntemi ile dinler oluşturulmaktadır. Artık sadece dini değil, bilimsel olan bilgiler de verilmektedir. Açık vahiyle dinlerimizi, kapalı vahiyle bilimimizi geliştirdiler. Normal süreç içinde elde edemememiz gereken bilimsel bilgileri, dâhi dediğimiz kişiler vasıtasıyla bizlere ulaştırdılar. Yani dâhiler; medeniyetimize yön çizen Atlantisliler tarafından kullanılan aracılardır.

kabile-7-

Şekil 2 Ok ve yay kullanan Amazon yerlileri.

Dâhi olmanın sırrı adlı makalede “dâhi düşünülemeyeni düşünebilen insandır” diye yazdım. Demek ki dâhinin ulaştığı bilgi düşünülemeyendir. Eğer biz normal süreç içinde o bilgiyi düşünemeyeceksek gelişimimizin ne kadar yavaşlayacağını tahmin edersiniz. Eğer bizler Atlantisliler tarafından geliştirilmeseydik tam olarak ok ve yayla savaşan bir medeniyetten bir adım ileri gidemezdik. Zira şu anda Afrika, Avustralya ya da Amerika içlerinde böyle insanlar var. Ve doğal olan, onların o vaziyette olmasıdır. Yanlış olan, medeniyetin kurulabilmesidir.

Son zamanlarda Amazon içlerinde, daha önce medeniyetle hiç iletişimi olmayan kabile bulunmuştu. Alttan yukarı helikoptere mızrak ve ok atıyorlardı. Derme çatma bir kulübeleri vardı. Ve işte insanlığın kendiliğinden ulaşacağı medeniyet düzeyi ancak bu kadar olurdu. Resimde görülen bu insanların anatomik olarak bizden pek farkı yok. Zekâ olarak da insanlığın zekâ ortalamasında olduklarını düşünüyorum. Zira, diğer yerli kabileler öyleler. O zaman onları geri bırakan tek şey, bize verilen bilgilerin onlara verilmeyişidir.

Bilime göre insanın doğal gelişim sürecini yaşadığımız için, bu medeniyetleri geliştirebildik. Oysa bu sav doğru olamaz. Zira, bilim bu sav ile kendisiyle çelişir duruma düşer. Bu güne kadar ok ve yay ile avlanabilen yirminin üstünde hominid türü bulundu. Eğer doğal süreç ise, tüm bu hominidlerin de medeniyet geliştirdiklerini kabul etmesi gerekirdi. Ya da günümüzde ortalama insan zekâsında olmasına rağmen, medeniyet geliştiremeyen resimde görülen insanların olmaması gerekirdi. Aslında doğal olan resimdeki yerlilerdir. Onlara müdahale edilmediği için, ulaşabilecekleri maksimum seviyeye gelmişlerdir. Insan zekâsının önündeki en büyük engel model sorunudur. Eğer önünde bir model yoksa kendisi ancak yerlilerin seviyesine ulaşabilecek kapasitededir. Tanrıların insanlara yaptığı en büyük kıyak, onların beyinlerinde oluşturabilecekleri bir fikir oluşturmasıdır. Zaten tekâmül dediğimiz şey de tam olarak bu şekilde gelişmektedir. Dünyadaki tüm gelişmeler mutlaka bir model üzerinden kurgulanarak ulaşılmıştır. Insan beyninin ulaşamayacağı durumlar ise sezgi ile insanlığın hizmetine sunulmuştur. Einstein örneğinde olduğu gibi…

Zaten, pek çok kişi, insanları uzaydan gelen birilerinin eğittiği konusunda hemfikirdir. Yönlendirildiğimiz konusunda çok fazla veri var. Fakat bilim, kurguladığı tarihsel sürece uymadığı için, bu tür verileri görmezden gelir. Onun için bu konuda çok fazla karmaşa yaşanmaktadır. Eğer geçmişte, bizim gibi medeniyet kurmuş bir türün varlığı kabul edilirse, durum yerli yerine oturacaktır. Her gelişme gibi bu gelişmede belli bir evrim geçirmeden kabul görmeyecektir. Yaktığım bu ateş bu süreci başlatır diye umut ediyorum.

Seyfullah DEMİR