Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Öncelikle belirtmeliyim ki! ben, hiçbir dinin ya da düşüncenin mensubu değilim. Yazdıklarım tamamen, kendi düşüncelerimdir. Bu minvalde niyetim, ne İslam’ı yermek, nede yüceltmektir… Benim amacım yıllardır yaptığım araştırma ve incelemelerin sonucunda ulaştığım bilgileri paylaşmaktır. Bu düşüncelerim hiçbir kesimin düşünceleriyle moda mod uymaz. Her kesimin -bana göre- doğrularını alıp yanlışlarını eleştirmekteyim. Din konusu kutsal değer olduğu için, pek eleştirmek istemem ama bazen zorunlu oluyor.

Ben, tüm dinlerin kutsal olduğunu ve insanların tekâmül etmeleri için, oluşturulduğunu düşünüyorum. Dinlerdeki asıl amaç, kişilerin Tekâmül edebilmeleri için, yaşam alanı oluşturmaktır. Onun için, çeşitli dinler ve faklı akımlar vardır. Tüm bu inanışlar insanların yapısı ya da bozması değildir. Her şey ana planın eseridir. Ana programa Kuran Levhi Mahfuz demektedir. Onun için, “benin dinim doğru, seninki yanlış” demek, sadece inançla söylenebilir. Hiç kimsenin elinde delil yoktur. Var olduğu söylenen delillerle, kişi, ancak kendini kandırır. Başkası için o deliller, saçmalıktan başka bir şey değildir. Kişi, daha doğmadan, hangi inançta doğacağı bellidir. Çünkü en iyi tekâmülü, o yaşam alanında yapacaktır. Kişinin kalbi o inanca mühürlenmiştir. Onun için, başkasına saçma gelen deliller, ona bilimsel kanıtlarmış gibi gelir. 

Yaşam alanı olarak düşünmeyi, bir kandırmaca gibi görmek doğru değildir. Yazılarımda bizlerin, henüz çocukluk dönemini bitirememiş olduğumuzu söylüyorum. İşte dinler, bizim bu çocukluk döneminde, doğru yönde gidebilmek için, uymak zorunda olduğumuz şeylerdir. “Doğru” kelimesi yanlış anlaşılmasın. Benim söylediğim “doğru” sadece tekâmül için, yapılması gerekenleri yapmayı içerir. Eğer çocuğunuz okula gitmek istemezse “onun özgür seçimidir” diye düşünmezsiniz. Gelecekteki refahı için, onu ikna eder, olmazsa zorlarsınız. Kendi kararlarını vermesine ancak belli bir yaştan sonra izin verirsiniz. İşte dinler, tam olarak bu işi yapmaktadır. Onun için, kıyamete kadar hükümleri vardır. Çünkü kıyametten sonra, kendi kararlarımızı verebilecek olgunluğa geleceğiz.

Kıyamette, tüm dinler kalkacaktır ve gerçek bilgi hâkim olacaktır. Fakat her din mensubu “gerçek bilginin” kendi dininde olduğunu sanmaktadır. Oysa gerçek bilgi bir din içermeyecektir. Bu bilgilerin ne olacağını zamanı geldiğinde öğreneceğiz.

Edindiğim bilgileri, hem Kuran’dan hem de, bilimden elde ettim. Fakat asıl baz aldığım, bilimdir. Önce, bilimsel konularla geliştim. Sonra, aynı şeylerin birçoğunun Kuran’da da olduğunu gördüm. O zaman bizi yönlendirenlerin, her iki yöntemi de kullandığını anladım. Tüm yazılarımı okuyanlar, beni çok daha iyi anlayacaktır. Çünkü her makalem, ana konunun bir köşesiyle ilintilidir.

Araştırmalarımı yaparken ilk ulaştığım sonuç şuydu! Eğer Tanrı diye bir şey varsa ve insanı yarattıysa, kesinlikle insana ihtiyacı var olmalıdır. Kuran’da bu ihtiyacın iki farklı anlatımla anlatıldığını gördüm. İlki çok çocukça ve bencilce olarak

 [stextbox id=”warning”]Zariyat 56 Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.[/stextbox]

 düşüncesiydi. Bu mantık, hiçte bir tanrıya yaraşır mantık değildir. Çevrenizde bir tanıdığınız, bir sürü robot yapsa ve onları belli kurallara uymaları için, içlerinden bir robotu uyarıcı olarak görevlendirse; o robotlardan bazıları özgür iradeleriyle, görevlendirilen robota inanmasa ve, bu inanmayanları ateşe atıp yaksa; onu sadistlikle suçlarsınız. “İlle de inanmalarını istersen, hepsine sen ulaş” dersiniz. Böyle adaletsiz ve güvensiz bir yöntemi, insaf dışı görürsünüz. (En azından ben görürüm.) Fakat Allahın böyle yapacağına inanırız. Onun böyle bir hakkının olduğunu düşünürüz. Ben bu mantığın doğru olamayacağını düşündüğüm için, incelemeye devam ettim.

İnceledikçe ikinci ama, biraz gizli bir mantık daha gördüm.

 [stextbox id=”warning”]Enbiya 16-17 Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık.[/stextbox]

 mantığıydı. Bu iki mantık birbirleriyle çelişiyordu. Öyle ya! hem eğlence istemiyordu, hem de kendine tapınan kullar yaratmıştı. Bu iki durum, bana iki farklı amaç gibi göründü. Bana göre; ilk mantık mevcut İslam inancını oluşturdu. Yani bugünkü İslam inancı bu mantığa göre şekillendi. (Elbette tek başına bu ayetler değildir. Durumu kısaca anlatabilmek için, bu ayetleri seçtim.)

İkinci mantıktaysa, gizli bir amaç var gibi duruyor. Tanrının canı sıkıldı da bu işleri yaptı gibi durmuyor. Bir amaç olmalı. Bu amacı incelemeye çalıştığımda, yine biraz gizlenen ruh konusuna ulaştım. İnsan ruhu tanrıdandır ama tanrı bir parçasını dünyaya neden göndersin? Üstelik burada tanrıyı tanımayan, ona söven, onu istemeyen bir sürü insan olacağını bile bile… Kuran’a göre Allah insanın kötü olacağını bilmektedir. Fakat ona rağmen yine de gizli bir sebepten yaratması gerekmiştir. Bunca hakareti duymayı göze alacak kadar önemlidir.

 [stextbox id=”warning”]Bakara 30 Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler): “Âa!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.[/stextbox]

 Meleklerin dahi bilmediği bu önemli sebep, bizim ve evrenin yaratılmasının asıl sebebidir.

İşte bu sebebi incelediğimde, insanın ruhunu ve bu ruhun tekâmülünü görmekteyim. Tanrıdan çıkan ve insan sayesinde, yine O’na döndürülecek olan ruhun, geri dönüşü; tekâmülle olabilecektir. Bu mantık, meleklerin bir zamanlar insan olduğunu söyleyen ayetle de, desteklenmektedir.

 [stextbox id=”warning”]ENBİYA 26 – Böyle iken dediler ki: “Rahmân çocuk edindi.” Allah bundan münezzehtir. Doğrusu melekler (Allah’ın çocukları değil.) ikram olunmuş kullardır.[/stextbox]

Ayetteki “ikram olunmuş kul” sözünün karşılığı tekâmüldür. Bu mantığa göre bir zamanlar dünyada yaşamış olan Atlantisliler, şimdi melekleri oluşturmaktadır. Fakat bir insanın kan döken canavardan, bir meleğe dönüşmesi için, epey zaman geçmesi gerekir. Melek olmanın yolu, bozgunculuk ve kan dökmekten geçiyor. İşte Bakara 30’da, meleklerin bilmediği şey budur. Fakat, meleklerin bilmediği şeyi, benim biliyor olmam, garip gelebilir. Gerçekte, melekler her şeyi biliyorlar. Bu anlatım tarzı bizi bilgilendirme yöntemidir. Onun için, bende bu bilgiyi bilebiliyorum. Yani biz görelim diye, o ayetler, o şekilde oluşturulmuştur. Hep, Kuran’ın sembolik dille yazıldığını söylüyorum. Gerçi bu ayette pek sembol yok. Direk olarak meleklerin insanlardan oluştuğunu söylemektedir. Bu ayette tek gizlenen şey tekâmüldür. Aslında anlatılan şey “bir zamanlar dünyada yaşamış birileri, tekâmül ederek melek oldular” mantığıdır.

Kuran, kan döken bir canavardan meleğe dönme süresini de vermektedir. Secde 5 ayeti bu durumu anlatır. Ayetin daha geniş anlatımını “Zamanın Yapısı” adlı makaleden okumanızı tavsiye ederim.

 [stextbox id=”warning”]Secde 5 O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.[/stextbox]
ayetidir. Ayette sistemi kuranın “O” olduğunu fakat geri dönüşün kendiliğinden olduğunu görüyoruz. Bu sürenin de 1000 yıl süren bir gün olduğunu anlıyoruz. Yukarıda linkini verdiğim makaleden, bin yılın, dünya zamanıyla 64 bin yıl kadar sürdüğünü okumuşsunuzdur. Burada, sistemi kimin kurduğu sorusunun cevabı “Kaynaktır”. Dünyadaki tekâmül sistemi dahil, tüm sistem onun eseridir. Bu sistemin içinde olan ve onun tüm kurallarına tabi olan Yüksek Melekler Topluluğu, dünya hayatını kısaltabilmektedir. Yani tek müdahaleleri, dünyadaki tekâmül sürecine olabilmektedir.

Tekâmül, yeniden doğuş düşüncesiyle beraber düşünülmelidir. Tek hayatta tekâmülü bitirmek mümkün olamayacağından, her ikisini beraber düşünmek zorunludur. Fakat mevcut yorumlara göre, İslam da, yeniden doğuş yoktur. Oysa benim yaptığım incelemeye göre, Kuran’da yeniden doğuş olduğu düşüncesi, olmadığı düşüncesinden daha baskındır. Bu konuyu “Kuran’da reenkarnasyon inancı var mı?” adlı makaleden okuyabilirsiniz. Son zamanlarda yeniden doğuş düşüncesi, bazı ilahiyatçılar tarafından da, Kuran’da müteşabih yani anlamı kapalı, kabul edilmiştir. Bazıları, Kuran’a geçmişte yapılan yorumu, günümüzde de son sürat savunmaktadır. Eğer incelerseniz, ortaya attıkları ayetler, yeniden doğuşu değil, yaşanmış olan önceki hayatlarına geri gidebilmelerini yasaklar. Bu durumu yeniden doğuşa atfetmektedirler. Oysa yeniden doğuş da, aynı şekilde, yaşanmış bir hayatın tekrarını kabul etmez. O hayattan alınacak olan, alınmıştır. Hayatı tekrar ederse, yeni bir şey alamayacağı için, gereksiz bir bedenlenme olmuş olur.

 [stextbox id=”warning”]MÜ’MİNUN 99 – 100 Nihayet onlardan (yani müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, “Rabbim, der, lütfen beni (dünyaya) geri gönder,” “Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.[/stextbox]

Bu ayet anlattığım mantıkla incelendiğinde, harika bilgiler içerir. Aynı hayatın tekrarı kabul edilmez ve ölümden tekrar dirilene kadar, bir berzah hayatı vardır. İşte bu berzah hayatı da, dünya hayatı kadar önemlidir. Yeniden dünyaya gelebilmek için, bir hazırlık dönemi gerekir. Önceki hayatında elde edilen kazanımlar, berzah hayatında ruha yüklenir. Ondan sonra, bir sonraki hayat için, hazır olunabilir. Ayetteki yeniden diriliş mevcut inanış için, kıyametteki son diriliş olarak alınır. Gizlenen tekâmül konusu yüzünden, öyle anlaşılması istenmiştir. Açık olmayan bu bilgileri, peş peşe dizdiğimizde çok farklı şeyler görüyoruz. Ancak o zaman buradaki “yeniden dirilişin” çok kereler olduğu anlaşılabilir.Bundan başka önemli ayetlerden biri de: [stextbox id=”warning”]

Meâric 4 Melekler ve Ruh, elli bin sene uzunluğundaki bir günde Ona yükselir.[/stextbox]

Ayette O’na yükselmek üzere olan ruhun bir gününün uzunluğu verilmektedir. Yani elli bin yıl, ruhun yolculuk ya da tekâmül süresi değildir. Ruh, bir günün uzunluğu elli bin yıl olduğu bir günde, arşa yükselecek anlamı taşır. Bu durumda kuantum katlarının en altında bir gün bin yıl, en üstünde elli bin yıl sürdüğünü görüyoruz. Bu durumun detaylarını “Zamanın yapısı” adlı makaleden okumanızı öneririm. Dikkat etmeniz gereken bir konu ise süre konusudur. Bizim, öte dünyadaki gün ya da dakika kavramları hakkında bir fikrimiz yok. Kuran, öte dünyadaki zamanı tanımlamak için bile, dünya zamanını kullanır. Bizde aynısını yapacağız. Yani öte dünyada gün dediğimizde bunun süresi dünyadaki bir günün geçtiği süre kadardır. Bu tanıma göre [tooltip layout=”box” text=”O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.” effect=”1″]Secde 5 [/tooltip]ayetini şöyle anlamalıyız. Ahirette, dünyadaki 24 saat kadar bir zaman geçtiğinde, dünyada bin yıl geçmiş demektir.

Çoğunlukla Mearic 4 ayeti, yolculuk olarak alınır. Oysa bunu, yolculuk olarak almak saçmalıktır. Çünkü, o zaman, Kuran diye bir şey olamazdı. Cebrail, sadece O’na çıkmak için, dünya yılıyla 50 bin yıl süren bir yolculuk yapmak zorundaydı. Bir o kadar da geri dönüşte geçer. Yani dediğim gibi, Kuran diye bir şey olamazdı. Bu kavramı “O’na döneceksiniz” söylemiyle beraber düşünmek gerekir. Ayet, O’nunla bir olmaktan bahsediyor. Yani sistemin O’na döndürülmüş olduğu durumu söylüyor. Bunun da ancak tekâmülle gerçekleşeceği görülebilir.

tekamul1

Şekil 1 Ruhun kütleden bilince dönüşmesi

Şimdi de tekâmül etmenin bilimsel karşılığını anlamaya çalışalım. Diğer yazılarımda da yazdığım gibi, ruh dünyada bedenlendikçe gelişir. Tekâmül olarak aldığım bu süreç, tamamen bilincin gelişmesidir. Başlangıçta sıfır olan bilinç gittikçe artar. Bilinç ise, IQ ve EQ denilen zekâlardan oluşur. Aslında tekâmül bir dönüşüm işlemidir. Ruh tekâmül ettikçe kütle kaybeder ve dalga titreşimi artar. Başlangıçta sadece kütle varken, sonra kütle azalarak bilinç artar. Bu artış E=mc2 ile formüle edilir. Örneğin, astral düzeyde oluşturulan atom, tekâmül sürecine sokulur. Bu bildiğimiz hidrojen veya Karbon atomu ya da diğerlerinden başkası değildir. Ruh atom halindeyken, sıfır bilince sahiptir. Atom bir canlı bedenine bağlanarak, otomatik süreç boyunca zekâ kazanması sağlanır. Bu süre yaklaşık 48 bin yıl sürer ama, çok az kazanım olur. Hayvan bedenlerinde tekâmüle sokulan ruh, hayvanın yaşadığı zorlukları yaşayarak etkilenir. Önceleri olaylara etki etmez ama, uzun süren bu sürecin bir yerlerinde etki etmeye başlar. Sorunlara çözüm bulmaya çalışır. Örneğin; karganın cevizi kırmak için, trafik lambalarındaki trafiği kullanması gibi. Bu süreçte hemen bütün hayvanlar kullanılır. Böcekler, balıklar ve sürüngenlerin bir kısmı ruh taşımaz. Rüya ruhun işlevidir, onun için rüya görmeyen hayvanların, ruh taşımayacaklarını düşünüyorum. Bu süreçteki hayvanları, bilim daha iyi tespit edecektir.

Şekil 1’de tekâmül sürecini izleyebilirsiniz. Ruh, astraldeki bir atom olarak başlar, tekâmül ettikçe dalga titreşimi artar. İlk olarak en küçük dalga titreşimi artışında, atom dağılır ve alt elemanları olarak devam eder. Bu noktada ruhun enerjisi “güçlü kuvvet” dediğimiz kuvveti aşar.  Böylece ruh alt elemanlarına bölünür. Artık ruh tek atomdan değil proton, nötron ve elektronlardan oluşan bir enerjidir. Titreşimi arttığı için, 4 boyutlu uzayın elemanı olur. Bu uzay, Kuran’da geçen 7 gök katının ilkidir ve içindekileri karanlık madde olarak biliyoruz. Fakat yanlış anlamaya sebep olmamak için, bu proton, nötron ve elektronların süpersimetrik parçacıklar olduğunu anlamak gerekir. Onun için onları göremiyoruz. Çünkü dalga titreşim frekansları, alıcılarımızın alamayacağı seviyeye çıkmıştır.

Kısacası, ayetteki ikram olunmuş kul sözünün karşılığı, tekâmüldür. Ruh tekâmül ederek, dalga titreşimini artırmaya devam eder. Bu sırada sadece titreşimi artmaz, aynı zamanda enerjisi de artar. Enerjisi arttıkça yeni bir kritik değere ulaşır. Enerji “renk kuvvet”ini geçtiğinde yeni bir uzaya geçer. Bu uzay 5 boyutlu uzaydır ama artık süpersimetrik proton veya süpersimetrik nötronlar parçalanarak kuarklarına ayrılmıştır. Ruhun toplam enerjisi, oluşan yeni parçacıkların enerjileri toplamıdır. Bu süreçte dalga titreşimi de artmaya devam eder. Süpersimetrik Kuarklar da henüz keşfetmediğimiz bir kuvvete ulaştığında, alt parçacıklarına ayrılır ve bu süreç sicimlere kadar sürer.

tekamul2

Şekil 2 Sicim ve antisicim birleşerek ARŞ’a geçer.

Şekil 2, Evrendeki bir ruhu ve, anti evrendeki ikizini temsil etmektedir. Her iki ruh, aynı süreçleri yaşayarak ayrı ayrı tekâmül eder. Her ikisi de, sicimlerine ayrıldığında birleşirler. Ruh tekâmül ettikçe kütlesi azalır dedik ama, sicim olduğunda da kütlesi vardır. Hem de ilk atom halindeki kütlesine sahip olmaya devam eder. Aslında süreç içinde ruhun kütlesi hiç azalmaz. Sadece aynı kütle çok fazla parçacık tarafından taşınır.  Bir sicim olarak çok küçük bir kütleye sahip olur ama, o ruhu oluşturan tüm sicimlerin toplam kütlesi, ilk oluştukları atoma eşittir. Fakat tüm sicimler antisiyle birleşerek, tamamen enerjiye döner. Kütle yok olur ve ruh saf bilinç olarak, Kaynakla bir olur. İşte o zaman Kuran’da yazan “Bize döndürüleceksiniz” eylemi gerçekleşmiş olur.

Tüm bu süreç içinde bir yere kadar tekâmül, insanla olmaktadır. Hayvan bedenleriyle başlayan süreç, birinci gök katını geçer. İkinci gök katında ruh, insan bedenlerine enkarne olur. Ruh geçici sürelerle, farklı bedenleri kullanarak gelişir. Kıyametten sonra ise, artık açık tekâmül dönemi başlar. 

Otomatik dönem dediğim süreç, 48 bin yıl kadar sürer. Ondan sonra yarı bilinçli dönem başlar ve oda 12 bin yıl kadar sürer. Bilinçli tekâmül süreci ise, 3997 yıl sürecektir. Bunun 3000 yılı süper insan dönemi ve geri kalan 997 yıl ise, bedensiz olacaktır. Kıyametten sonra, tekâmülün değerini anlayacak olduğumuz için, çok daha verimli olacaktır. Çünkü, tüm enerjimizi tekâmül etmeye ayıracağız. Oysa şimdi, tekâmül etmek gibi bir kaygımız yok. Fakat, yaşadığımız hayattaki zorluklar ve gelişmeler bizi tekâmül ettiriyor. Yani zoraki tekâmül ediyoruz. Onun için süreç bilinçli döneme göre çok daha yavaş olmaktadır.

Evrenimiz astral dünyanın yansımasıdır ya da hologramıdır. Astral düzeyde olan atomlar, dünyamıza da yansır. Fakat tekâmülle alt elemanlarına ayrılan atom, artık evrenimize yansımaz. Fakat kütle çekim etkisini hissederiz. İşte bilim insanlarının, karanlık madde dedikleri şey odur. Bu durumu başka yazılarımda da yazdım. Evren insanın tekâmül etmesinden kaynaklanan bir kütle kaybına uğramaktadır. Yani bizler Kaynakla bir olduğumuzda evrenden bir atomu eksiltiriz. Bu süreç bizden öncede devam ettiği için, uzun süredir evren, kütle kaybetmektedir. Arka plan fon ışımasına göre kozmik tarihin ilk yarısı sonunda kütle kaybı başlamış. Demek ki o zamana kadar evrende canlı oluşamamış. Canlının oluşumundan sonra, evrenin gittikçe yavaşlayan genişleme hızı, tersine dönerek gittikçe hızlanmış.

Seyfullah Demir