Kuran’da, Allah’ın insanı yaratma gerekçesini incelediğimizde, iki ayrı durum görürüz. Biri; 

 [stextbox id=”warning”]ZARİYAT 56 Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.[/stextbox]

İnsanın Allah’a ibadet etmesi ve onu tanıması için yarattığını söyler. Başka ayetlerde ise; 

 [stextbox id=”warning”]SAD 27 Hem o göğü, yeri ve aralarındakileri biz boşuna yaratmadık. O, kâfirlerin zannıdır. Onun için vay ateşe girecek olan kâfirlerin haline![/stextbox]

Diyerek, ikinci bir mantık sunar. Evrenin ve insanın boşuna yaratılmadığı gibi bir durum, ibadet gibi bir durumla çelişir gözükmektedir.  Yani insanın tapınması için, yaratılmış olması çok îlâhi ve akılcı gözükmez. Bu durum bize, Allah’ın bazı duygularını tatmin etmek için, insanı yarattı gibi bir izlenim verir. Dünyadaki herkes Müslüman değil ve çok büyük bir kısmı ibadet etmiyor. Acaba, Allah kurduğu bu sistemden verim alamadı mı? Yani başarısız olmuş olabilir mi? Çünkü bu mantığa göre, Allah, başarısız gözükmektedir. Çünkü Müslümanlar; dünya nüfusunun ancak 4’de biri ve bu Müslümanlarında en çok yarısı ibadet etmektedir. Bu demektir ki Allah yarattığı insanların ancak 8’de birinden verim almaktadır. İnsanları Cehennemde yakmak bu sorunu çözmemektedir. Eğer onu çözüm görürsek, o zaman bu kadar insanı cehennemde yakmak, Allah’ın zevki gibi görülür. Bu durumda başka bir mantık olması gerekir. İşte o ikinci mantığı anlamaya çalışalım. Bunun için Kuran’dan delilleri inceleyelim. İnsanların sırf “Allah’a ibadet etmesi için yaratıldı” mantığı sıra mantıktır ve günümüze kadar geçerliliğini korumuştur. Benim aradığım ise gerçek mantıktır. Arka plana gizlenen ama, Mevlana gibilerin vakıf oldukları mantıktan bahsediyorum. 

 [stextbox id=”warning”]

ENBİYA 16 Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık. 

ENBİYA 17 Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık.

[/stextbox]

Bu ayetler “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” sözü ile çelişmektedir. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoksa, niye ibadet edilmesini istiyor. O zaman sanki, insanların ibadetiyle eğleniyormuş gibi, bir sonuç çıkmaktadır. Oysa, son ayette hiçbir şeyin boşuna yaratılmadığını söyler. Yani insan, öyle ibadet için değil de daha önemli bir amaca hizmet etmelidir. Eğer eğlence isteseydi bunu kendi katında yapacağını dünyaya gerek olmadığını söylemektedir. Yani daha ciddi bir gerekçe var gibidir. Delilleri incelemeye devam edelim.

 [stextbox id=”warning”]BAKARA 30 Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler): “Â!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.

[/stextbox]Bu ayet, insanın bozguncu, vahşi olduğunu ama yine de yaratılması gerektiğini anlatmaktadır. İnsanın hayvansal özellikleri vurgulanarak tekâmülde en altta olduğu vurgulanmaktadır. Fakat Allah’ın ruh konusunu gizlemesi sebebiyle, burada da gizlilik devam etmektedir. Meleklere hitaben “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” diyerek onların bile bilmediği bir gerekçeyle, insanı yarattığını söyler. Bu gizli gerekçe ibadet olamaz, çünkü zaten melekler, ibadetten başka bir şey yapmamaktadır.  Eğer ille İbadet isteseydi, insanı değil,  daha çok melek yaratırdı. Zaten insanların pek de ibadet etmeyecek olduklarını bilmiyor olamazdı. Bu ayet meleklere değil, bize bilgi vermek amaçlıdır. Yani bilmediğimiz şeyler olduğunu vurgulamaktadır. İşte biz, bilmediklerimizin ipuçlarını aramaya devam edelim.

 [stextbox id=”warning”]EN’AM 32 Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?[/stextbox]

İnsanı dünyaya gönderen Allah, aynı zamanda dünya hayatının önemli olmadığını, asıl hayatın öte dünya olduğunu söylemektedir. Fakat yine de insanın ille de, dünyada yaşaması gerekmektedir. İlle de aşağıların aşağısına atılması gerekmiştir. Ebedi kalacağı yer, öte dünyadır ama, bu dünyaya da mutlaka gelmek durumundadır. Demek ki daha önce anlattığım ruh yapısı gereği, dünya eğitim yeridir. Yani dünyada gelişip, öte dünyaya öyle gitmesi gerekir. 

 [stextbox id=”warning”]FUSSİLET 11 Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler.

[/stextbox]diyerek, evrende her şeyin, isteyerek veya istemeyerek O’na gitmesi ile direk ilişkisi olduğunu söylemektedir. İnsan hayvansal özelliği nedeniyle şimdilik istemeyerek yani bilinçsizce O’na doğru gitmesi için, ölüm ve yaşamı deneyimlemek zorunda bırakılmıştır. Bu süre ne kadar sürecektir diye baktığımızda Kuran’da çok önemle zikredilen, kıyamet zamanını görmekteyiz. Bizler kıyamete kadar bilinçsizce gelişeceğiz. Kıyamette tekâmülümüz yeterli seviyeye çıktığında artık, bu süreci bilinçli yaşayacağız. Bilinçlendiğimizde, artık dünyada yaşamak zorunda olmayacağız. Öteki dünyaya gidebileceğiz. Fakat kıyamette çok az bir kısım insanın tekâmülleri yeterli olmayacaktır, işte onlar, gelişene kadar dünyada altınçağı yaşayacaklar. Tekâmülünü dolduranlar da bedenlerini terk ederek diğer ruhlara karışacaklardır. Dünyayı da arkadan gelecek olan, yeni tür insanlara bırakacaklardır. Bu mantığı Kuran’da birçok yerde geçen “O’na döndürüleceksiniz” mantığı desteklemektedir. Tanrıya dönmenin yolu tekâmül etmekten geçer. Ayetteki “buyruğuma gelin” sözünü, “bize döndürüleceksiniz” sözüyle aynı anlamda düşünmek gerek. Ayrıca Meryem 72 ayetinde dediği, “tüm insanların ille de cehenneme gidecek olmasının kesinleşmiş hüküm” olduğu, daha anlaşılır olmaktadır. İnşikak 6 ayetinde de bu işin, Müslüman kâfir ayrımı yapmadan, tüm insanların gerçekleştirecek olduğu, bir ilerleme olduğu anlaşılmaktadır.  Burada dönülecek yerin, “O” olduğu gözükmektedir. Kuran’ın O dediğine ben, Kaynak demeyi uygun görüyorum. Çünkü evvelde, ahirde O’dur. O bizim var olmamızın sebebi ve kaynağıdır. 

İnsanın öte dünyaya tekâmül ederek gidecek olmasına delillerden biri de, meleklerin bir zamanlar insan olmalarıdır.  [stextbox id=”warning”]ENBİYA 26 Böyle iken dediler ki: “Rahmân çocuk edindi.” Allah bundan münezzehtir. Doğrusu melekler (Allah’ın çocukları değil.) ikram olunmuş kullardır.[/stextbox]

diyerek meleklerin “İkram olunmuş kul” yani tekâmül etmiş insan olduğunu söylemektedir. Bu durum bir zaman sonra bizim de melek olacağımız anlamına gelir. Yani bizler Tin 5 ayetinde atıldığımız aşağıların aşağısından kendi uğraşlarımızla çıkacağız. Üste çıkan ruhlar, özel görevler alarak alttaki ruhlara yardım ederler. Hem alttakilere yardım ederler, hem de kendi tekâmüllerini yükseltirler. 

 [stextbox id=”warning”]

TARIK 4 Hiçbir nefis yoktur ki başında bir denetleyici bulunmasın. 

 EN’AM 61. O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (yani görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.

[/stextbox]

Bu iki ayette her insanın bir rehber ruhu olduğunu göstermektedir. Bu rehber ruh konusu birçok başka kaynakta da vurgulanmaktadır. Özellikle Michael Newton kitaplarında çok önemle vurgulamaktadır.

 [stextbox id=”warning”]İSRA 71 Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız. O gün, kimin amel defteri sağ eline verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklar.[/stextbox]

Bu ayette de ona rehberlik eden ruh, önder olarak sunulmaktadır. Bunlardan başka Mümin 7 ayetindeki “Arşı taşıyanlar” sözü hem bu, hem de öte dünyayı yönlendirenler anlamındadır. Bu güçler bu görevlerini yaparken, aynı zamanda tekâmül (yani tesbih) ederler. Kuran tekâmülü “tespih etmek”, “zikretmek”, “Allah’a döndürülmek” gibi kelimelerle tanımlar. Ayrıca ruhların yapacakları iş olarak da belirtir.

 [stextbox id=”warning”]Secde 5 O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.[/stextbox]

Ayette işlerin önce yukardan aşağıya düzenlendiği, sonrada aşağıdan yukarıya yükseldiği görülmektedir. Bu durumu daha detaylı olarak “Zamanın yapısı” adlı makaleden okumanızı öneririm. Yukarıdan aşağıya düzenlenme işi, Büyük patlamadan görünen evrenin oluşumuna kadar olan süreci göstermektedir. Bu süreç kendiliğinden oluşmaktadır. Fakat gökten yere işlerin özellikle düzenlendiği görülmektedir. Yani görünen evrenin oluşumu, bir plan dâhilinde gerçekleşmiştir. Görünen evrenin ana program içinde, bir alt program olarak plânlandığını anlamaktayım. Ancak, görünen evren oluştuktan sonra, insan, aşağıların aşağısına atılabilmiştir. Ayette belirtilen “sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir” sözü aşağıların aşağısına atılan insanın kendi uğraşlarıyla tekâmül ederek bin yılda geri dönmesini anlatır. Buradaki bin yıl yukardaki linkte açıkladığım gibi, öte dünya zamanıyla tekâmülün toplam zamanını verir.

Kuran tekâmül sürecinin bittiği zamanı da verir.  [stextbox id=”warning”]

Mearic 4 Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren, bir gün içinde ona çıkar.

[/stextbox]diyerek öte dünyada meleklerin ya da ruhların son tekâmül günlerinde, gün uzunluğunun, dünya zamanıyla, 50 bin yıl süreceğini anlatır. Bu yapıyı Planck zamanları üzerinden açıklamak kolaylık sağlayacaktır. Öte dünyada zamanın, izafi yapısı nedeniyle, gök katlarında yükseldikçe, Planck zamanı gittikçe küçülmektedir. Bu da dünya zamanıyla sürenin gittikçe arttığı anlamına gelir. Orada güneş veya dünya gibi bir yapı olmadığı için, zamana birim oluşturabilecek yapı yoktur. Onun için, Kuran öte dünya zamanını da, dünya zamanı üzerinden tanımlar. Bu tanımlamalardan tekâmülün son gününün dünya zamanıyla 50 bin yıl süreceğini görebiliyoruz. Bu yapı daha detaylı olarak yukardaki linkten okunmalıdır. 

O katlarda da tekâmül işlemi devam etmektedir.

 [stextbox id=”warning”]ŞURA 5 Nerde ise gökler O’nun azametinden tâ üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyorlar. Melekler Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yeryüzünde bulunan kimseler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

[/stextbox]Tekâmül etmenin fiziksel karşılığı, ruhun frekansının yükselmesidir. Kuran’da ise frekans titreşim olarak sembolize edilmektedir. Ve en yüksek frekans Kaynak’tadır. İnsanlar da frekanslarını yükselterek O’na doğru yükselir. Ayette O’na yakın bölgelerin, en yüksek frekansa sahip olduğu ve meleklerin hem hamd ve tesbih ettiğini yani tekâmül ettiğini hem de dünyadaki insanlara öncülük ve yardım ettiğini görmekteyiz. En muazzam tekâmül şekli, başkalarına hizmet ile olur. Ayette de o varlıklar bizlere hizmet ederek, en verimli tekâmülü yapmaktadır.

[stextbox id=”warning”] Hâkka 17 Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir

 Mutaffifin 21 O’na yakınlaştırılmış olanlar şahit olurlar.[/stextbox]

O’nun azametine yakın olan melekler vardır. Hem de bunların sayısının sekiz adet olduğunu görüyoruz. İşte onlar O’nun varlığını bilirler. O’na yakınlaşan melekler yani Arşı taşıyanlar, tekâmülde son aşamaya gelmiş ve O’na dönmek üzere olanlardır. Onlar, 50 bin yıl sürecek olan son güne en yakın olanlardır. Ve evrenin O’na dönmesini sağlamak için, her şeyi yaparlar. Bu arşı taşıyanların oluşum sürecini ve insanla olan ilişkisini “Bir üst boyuta geçerken, yaşanan durum” adlı makaleden okuyabilirsiniz. 

 [stextbox id=”warning”]ENBİYA 35 Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.[/stextbox]

Dünyada eğitilmeye gönderilen insan, en sonunda O’na dönecektir. Genel kanı olarak, öteki dünyaya gitmek, O’na dönmek olarak düşünülür ama, doğru değildir. Çünkü, öte dünya O’nun mekânı değildir. Öte dünya ile bu dünya, aynı şeydir. Dünya ve ahret, aynı düzenin birer parçasıdır. Sadece kademe farkı vardır. Onun için, öte dünyaya gitmek, O’na dönmekle özdeş değildir. Öte dünyada tekâmülünü bitiren melekler, O’na dönmüş olurlar. Bu ayette, dünyadaki hayatın önemli olduğu ama, ölüm olayının da kaçınılmaz olduğu anlatılmaktadır.  Yani hem ölüm, hem de yaşam O’na dönebilmek için gereken araçlardır.

Seyfullah DEMİR