Ruhun gelişebilmesi için oluşturulan sistem

Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

İnsanı, yapay zekâ vâri bir şey diye tanımladık ama onun zekâ geliştirmesinin yolu deneyim biriktirmesidir. İşte deneyim biriktirip daha fazla sorunları çözebilecek düzeye gelebilmeye tekâmül etmek diyeceğiz. Aslında insan, tıpkı yapay zekânın daha çok bilgi biriktirerek iyi bir aşçı olması gibi bilgi biriktirip daha zeki olur. Bu kavrama dinler tekâmül der. Her ne kadar tekâmül kâmil insan olma yönüyle sadece alınıyorsa da biz: hem IQ hem de EQ zekâ gelişiminin tamamına tekâmül diyeceğiz. Yani tekâmül kelimesini “bilinç geliştirmeişlemi” anlamında alacağız. Araştırmacılar birçok zekâ yönü tanımlasa da biz kabaca bu iki yönü ele alacağız. Sonraki bölümlerde bu kavramı daha genişleteceğiz ama şimdilik bilincin gelişimine tekâmül diyelim. Aslında yaptığımız şey toplam hafızamıza yeni deneyimler yükleme işlemi olacaktır. Bu işlemin fiziksel bir sonucu da dalga frekansının yükselmesi şeklinde olacaktır ama dalga konusunu üçüncü bölümde inceleyeceğiz.

Şekil 1 Müdahale ile, bilincin monotonluktan kurtarılışı.

Şekil 1’de görüldüğü gibi gelişen bilinç ara ara müdahalelerle pik değerlerine ulaştırılır. Müdahale edilmezse yemek yapan yapay zekâmız gibi monotonluğa düşer. Çünkü daha sonra inceleyeceğimiz insan beyninin sürüngen davranışı, değişikliklere karşı koyan, gelişimi engelleyen kötü bir özelliğe sahiptir. Atalarından gördüğünü yapmayı yeterli görüp yeniliklerin engeller, böylece gelişmeyi durdurur. Tıpkı yapay zekâmızın tüm alternatifleri bitirdiğinde monotonlaştığı gibi monotonlaşır. Yapay zekâya yeni bir yiyecek çeşidi verildiğinde yeniden şahlandığı gibi insanlara da ara ara monotonluğu engelleyip yeni ufuklar açan bir şeyler verilir. Daha sonra müdahale noktalarının neler olabileceğini göreceğiz.

Şekil 2 Ruhun tekâmülü için oluşturulan düzen

Şekil 2’de ise bilincin gelişim grafiğini görmektesiniz. Şekli anlamak, anlatılanları anlamak açısından çok önemlidir. Onun için madde madde açıklamaya çalışalım.

  • Şekildeki kuantum katları ile gösterilen yer, Evren hakkında fikir jimnastiği adlı makalede detaylarını göreceğiniz sicim kuramında öngörülen yedi boyutlu yapıyı görmekteyiz. Dinler, bu bölgeye öte dünya der. Bilinç bu katların en altından, astral düzeyden başlar ve gelişerek yükselir. Şekildeki parabol bilincin gelişimini göstermektedir. Gördüğünüz gibi bedenli yaşam ikinci kuantum katının sonuna kadardır.
  • Ruh, dinlerin “Âdem’in yaratılması” dedikleri zamanda bir yapay zekâ benzeri bir şey olarak oluşturulup, dünya denilen bu simülasyonda tekâmüle sokuldu. Her hayat bir miktar deneyim yaşayarak bir şeyler öğrenerek gelişti. Her hayatına boş bir cd ile gelen ruh, onu doldurup döndü. Her hayatında edindiği cd lerin toplamı onun Hard Diskini oluşturdu. Yukardaki tanıma göre “uzak hafızası” oluşmuş oldu. Cd ise yakın hafızasıdır.
  • Otomatik dönem dediğim hayvan bedenlerinde 48.000 yıl tekâmül eden ruh, Nuh Tufanı denilen zamanda insan bedenlerine enkarne olmaya başladı. Artık tekâmülüne insan olarak devam edecektir.  Bu döneme de yarı bilinçli dönem adını uygun gördüm. Çünkü var olduğumuzu biliriz ama neden var olduğumuzla ilgili hurafelerden başka hiçbir bilgimiz yoktur.
  • 12.000 yıl sürecek olan insan bedeninde tekâmül, kıyamet ile son bulacaktır. Öncelikle belirtmeliyim ki kıyamet felaket değildir. Kıyamet uyanmaktır. İçinde yaşadığımız sistemin bizden gizlediği bilgilerin açığa çıkması ve gerçek bilgiye ulaşma zamanıdır. Kıyamette insanlık, bilinçli olarak bedenlerini bırakıp, bedensiz yaşama geçtiği zamandır. İnsan bedenli olarak dünyada çok zaman geçirmez. Yani bizim asıl yaşam yerimiz öte dünyadır. Oradan, ara ara dünyadaki bedenlere girer deneyim kazanırız. Onun için bedensiz yaşam ile kastettiğim şey öte dünya yaşamıdır. Bu yaşam içinde çeşitli evrelerde farklı bedenlere girer deneyim kazanırız ama hepsi geçici süre ile olur. Normal hayatımızı bedensiz olarak geçiririz. Şöyle örneklemeye çalışayım. Hayatımızı doğumdan ölüme kadar yaşarız ama bunun bir kısmında okula gideriz. İşte okula gittiğimiz dönemleri bedenli yaşamımız olarak düşünebiliriz. Okul dönemi bizi daha sonraki hayatımıza hazırladığı gibi bedenli deneyimler de bizi daha sonraki bedensiz yaşama hazırlar.
  • İnsan B noktasından 2 noktasına enkarne olur. Yaşamı boyunca elde ettikleriyle öldüğünde C noktasına çıkar. C noktası B noktasından ilerdedir. Tüm hayvan ve insan dönemleri için bu süreç geçerlidir. Kıyametten sonra artık insan tekamülün değerine vardığı için sistem bilincin ana aktör olduğu farklı bir sisteme geçmesiyle tekâmül eder. Kıyamet sonrasını Agartanın misyonu adlı makalemden okuyabilirsiniz.
  • 48.000 yıllık hayvan bedenlerindeki tekâmül ile elde edilen seviye 12.000 yıl insan bedeniyle ikiye katlanır. Ve kıyametten sonra bilinç artışı katlanarak ilerleyecektir ama süre muazzam azalacaktır. Şekildeki parabol gittikçe diklenir. Bunu sağlayan şey bilinçtir. Bilinç arttıkça tekâmül için yapılması gerekenler bilinç sayesinde harfiyen uygulanacağı için hedef çok daha az zamanda elde edilecektir.
  • Hayvan bedenleri sonrası Nuh tufanıyla insan bedenlerinde enkarne olmaya başlarız ama bunu yaparken bir kaç tane hayvan ruhu birleştirilerek tek insan bedenine enkarne olur. Böylece hayvanlardan çok çok daha zeki olarak avantaj sağlamış oluruz. Bu sayede daha kolay yönlendirilebilir ve öğrenebiliriz.
  • Bilinç dediğimiz şey: karşılaştığımız her olayın biz farkında olmadan uzak ve yakın hafızamızda aranıp, bulunan cevabın “kararımız” olarak gördüğümüz durumdur. Yani biz, fark etmeden tıpkı bilgisayarlardaki if komutu ile hafızalarımız taranıp bulunan en uygun cevabı, özgür irademiz sanıyoruz. Oysa hafızalarımızdaki bilgileri bilen biri bizim her olay karşısında ne karar vereceğimizi hesaplayabilir. Onun için özgür irade kavramı tartışılması gereken bir kavramdır ve ilerde tartışacağız.
  • İnsanın düşünme, akıl yürütme, nesnel gerçekleri algılama, kavrama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tümüne ya da soyutlama, öğrenme ve yeni durumlara uyma yeteneklerinin toplamına zekâ diyoruz. Bu yetenekler hafızalardaki bilgilerin çokluğuyla zirve yapar. İnsanın daha zeki olması için her sorunun bir cevabının olması gerekir. Yani hafızalarında daha çok bilgisi olan kişi, daha zeki demektir. Bu sorunlar kitabi bilgiden yaşamda karşılaşılan problemlere kadar hayatımızdaki her şeyi kapsar.

İnsanın tıpkı bir bilgisayar hem de yavaş bir bilgisayar gibi çalıştığını gösteren bir yapısı var. Şu örnek, durumu daha kolay anlamanızı sağlar.

Bir kaza anını düşünelim. İki aracın çarpıştığını ama sürücülerin yara bile almadığı bir kaza hayal edin. İki sürücünün davranışları şöyle olabilir.

Sürücülerden biri aracını durdurup önce kendini kontrol eder. Araçtan çıkar diğer yolcu ve araçta yaralı var mı bakar. Olası tehlikelere hesap eder. Tehlike varsa gelen araçları uyarmaya çalışır. Polis veya ambulansı arar…

Diğer sürücü ise kaza anından itibaren kilitlenmiştir. Hatta aracın frenlerine bile basmamıştır. Aracı kendiliğinden durmuştur. Aracın içinde sabit durmaktadır. Sorulara bile cevap vermez…

İşte, bu iki kişinin hafıza bilgilerindeki durum, bu insanların davranışını belirler. Birinci kişinin bilinci benzer kazayı daha önce yaşamıştır. Onun için hafızalarından ne yapması gerektiğini hemen öğrenir ve ona göre davranmaya başlar. İkinci kişi ise daha önce benzer kaza yaşamamıştır. Bilinçaltı, Hard Disc’te ve cd’de bu olaya uygun bir durum aramaktadır. “İF” komutu uygun cevabı bulmaya çalışmaktadır. İşte İF komutu bu aramayı yaptığı süre içinde bilinç kapalıdır. IF komutu cevap bulursa, sistem bilincin emrine girer ve arama sonucuna göre bilinç karar verir ama bulamazsa bu bilincin devreye girebilmesi birkaç dakika sürer. Bir arkadaşım “Kaza yaptık ve ben karşı şoförün kaza tutanaklarını hazırlayıp beni uyarmasına kadar arada geçen zamanı hatırlamıyorum” demişti. If komutu cevap oluşturmayınca bilinç devreye girmedi. Sonra karşı şoför tutanakla gelip onu uyandırdı. Böylece bilinci devreye girdi. Uyandıktan sonra bile, diğer kişi gibi çevre şartlarını değerlendirip, devreye girmesi söz konusu olmaz. Bu örnekten sistemin oldukça yavaş çalıştığını anlamaktayız. Aynı arkadaşım daha sonra yaşadığı kazalarda bir daha o durumu yaşamadı. Çünkü o kaza “yakın hafızasına” kaydedildiği için IF komutu hemen cevap bulduğundan kazalar çoğu kişinin gösterdiği normal tepkiye dönüştü. Kilitlenmesine gerek kalmadı

İşte bu süreçlerin insanın öğrenmesi üzerinde önemli etkisi olduğu için otobanda bir kaza olduğunda karşı şeritte bile trafik sıkışır. Çünkü seyretme isteği insanların yazılımında var. O yazılım, kişilerde olayı izleme dürtüsü oluşturur.

En değerli öğrenme olayı bizzat yaşamakla elde edilir. İnsanın bilinç geliştirmesinin en önemli nedenlerinden biri bedeninin zayıflığıdır. Eğer bu kadar zayıf olmasaydı zekâsını bu denli kullanmak zorunda olmayacaktı. İşte hayvan dönemi sonrası zayıf bedenli insan dönemi bu iş için planladı. Evet bilincini kullanarak hayatta kalmalı ama elde edeceği deneyimleri de bizzat yaşamalıdır.

Yaşadığımız olayların hafızamızdaki yeri olaya kaç duyu organımızla dâhil oluşumuza bağlıdır. Ne kadar çok duyu organımız işin içindeyse hafızadaki iz o kadar etkin olur. Yani insandaki duyu organları sırf deneyimlerini hafızaya kayıt edebilmek içindir.

Bilincin olayları öğrenebilmesi için bir şekilde olaya dâhil olması gerekir ama önemli bir durumda çok farklı sayıda deneyim yaşanmasıdır. Yani bilinç, çok çeşitli deneyim tecrübesine sahip olmalıdır. Fakat dünya iyilikten çok, kötülüğün deneyimlendiği bir ortam olarak planlanmıştır. Onun için en zor dönemdir. Tevrat’ta anlatılan Kain ve Habil hikayesi bu olayı sembolize eder. Kain kötülüğü, Habil iyiliği temsil eder. Kötülüğün iyiliğe üstün geleceği anlatılır ve günümüz dünyası da bu öngörünün gerçekleşmiş halidir. Hatta kötülüğü dünya üzerinden kaldırmak isteyenler başarısız olmak durumundadır. Çünkü Rab, Kain’in öldürülmesini önlemiştir[1]. Kain’in üzerine konan nişane insana yüklenen ego, sahiplenme vb. güdüleridir. Onlar sayesinde dünyada kötülük engellenemez. Yani Kain öldürülemez.

İşte, dünya tekâmül sisteminin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için dizayn edilmiştir. Çeşitliliği sağlayan en önemli etkenlerden biri, dinlerdir. Dinler yanında ırklar veya gelişmişlik/geri kalmışlık gibi faktörler bu çeşitliliği sağlar. Fakat insanın tekâmül seviyesine göre de çeşitlilik dizayn edilir.  İnsanlığın ilk dönemlerinde tekâmül etmek için pagan dinleri iş görüyordu. Sonra bu peygamberlik dönemine evrildi. Bilim gittikçe arttı ve onun getirdiği çeşitlilik de önemli katkı sağladı. Her zaman, insan bilincinin ihtiyaçlarına göre çeşitlilik sağlayan bir durum oluşturuldu. Monotonluğa izin verilmedi. Son dönemde dinler epey değişikliğe uğradı ve revize edildi. Ayrıca ateizm gibi farklı inançlar daha çok taraftar kazandı…

Söylediklerimizi hayali söylemlerden çıkarıp delile dayalı bilgilerle desteklemeye devam edelim. Öncelikle şekil 1’de belirttiğim müdahale noktalarının tarihteki izlerini arayalım. Elbette pek çok müdahale noktası olduğu gibi müdahale yapılmasına rağmen çok büyük değişikliklerin amaçlanmadığı durumlarda olabilir. Ben, Göbekli Tepe, Çatalhöyük, Sümer, Akad, Babil, Asur, Hitit, Yunan, Roma, Mısır, Aztek, Maya, İnka vb. medeniyetlerin önemli müdahale noktaları olduğunu düşünüyorum. Hepsini değil ama önemli olanları farklı makalelerde ele alacağız.

Fakat konuyla ilişkisi olduğu için Hürriyette yayınlanan bir yazıyı buraya almakta fayda görüyorum.

LABORATUVAR ORTAMINDA ‘RUH İLE BEDEN AYRILDI

Bilim adamlarının yaptığı bir deney, nedeni açıklanamayan ve parapsikolojik olaylar arasında sayılan “beden dışı deneyim”in (astral seyahat) nasıl oluştuğuna ışık tuttu.

“Kişinin fiziksel bedeni dışında ve bilinçli bir şekilde başka mekanlara yaptığı yolculuk ve bu bedeniyle geçirdiği deneyimler” olarak tanımlanabilecek bu olayın nörolojik nedenini bulmayı amaçlayan Londra Üniversitesi ve İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü uzmanları, “astral seyahate” benzer bir deneyim yaratmak için sanal gerçekliğin kullanıldığı deneyler yaptı.

Uzmanlar, beyni şaşırtarak “fiziksel bedenin başka bir yerde olduğuna inandırmak” için, sanal gerçeklik gözlükleri kullandı. Sanal gerçeklik gözlükleriyle yaratılan görsel illüzyon ve bedenlerine gerçekten dokunulduğu hissi, deneklerde “fiziksel bedenlerinden çıktıkları” hissi yarattı.

Araştırmacılar, deney sonucunda elde ettikleri bulguların, cerrahların “uzaktan ameliyat yapması” ya da gerçeklik hissi artmış bilgisayar oyunları kurgulanması gibi pratik sonuçları da olabileceğini belirtti.

Bazı uzmanlar, astral seyahat ya da “beden dışı deneyim” olgusunun tamamen doğaçlama olarak geliştiğini öne sürerken, bazıları ise bu deneyimin “tehlike altında olmakla” ilgisi olabileceğini, ölümcül bir durumla yüz yüze gelmenin ya da alkol, uyuşturucu kullanmanın tetikleyici olabileceğini savunuyor.

Başka bir teoriye göreyse bu deneyim, kişilerin bedenleriyle ilgili olumsuz algıları olması ya da bedenleriyle yeterince “ilişki” kurmamalarından kaynaklanabiliyor.

“KENDİMİZİ GÖZLERİMİZİN OLDUĞU YERDE SANIYORUZ”

İsviçre’de yapılan deney, “beyindeki, dokunma ve görme merkezleri arasındaki bağlantı kopukluğunun” fiziki bedenin dışına çıkıldığı hissi yaratabileceği varsayımı üzerine kuruldu.

Gönüllü denekler, gözlerine sanal gerçeklik gözlükleri takarak, bir kameranın önünde ayakta durdu. Denekler, bu gözlükler sayesinde, kendi bedenlerinin üç boyutlu arkadan görüntüsünü, kendi önlerindeymiş gibi görebiliyordu. Araştırmacıların, sırtlarına bir kalemle dokunduğunu gözlükler sayesinde görebilen denekler, kalemin gerçek sırtlarına değil, önlerinde gördükleri “sanal sırtlarına” dokunması sonucu onu algılıyormuş gibi hissettiklerini söylediler.

Bir sonraki aşamada, deneklere gösterilen görüntü değiştirildi ve deneklere, sanal gözlükler aracılığıyla, gerçek bedenleri değil, bir mankenin sırtının üç boyutlu görüntüsü gösterildi. Mankenin sırtına kalemle dokunulduğunu gören denekler, buna rağmen önlerinde gördükleri bedeni “hâlâ kendi bedenleri gibi algıladıklarını” ifade etti.

Gözlükleri çıkarılan ve birkaç adım geri yürütülen denekler, eski yerlerine dönmeleri istendiğinde ise gereğinden fazla yürüyerek fiziki bedenlerinin değil, sanal bedenlerinin eski pozisyonuna yakın yerde durdu.

Londra Üniversitesindeki ekibin yaptığı deney de benzer bir mantık üzerine kuruldu. Buradaki ekibin başkanı Dr. Henrik Ehrsson, kendi deneklerinin “sanal bedenleri tehdit altındayken, gerçekmiş gibi algılayarak psikolojik tepkiler verdiğini” saptadı.

Dr. Ehrsson, “Bu deney, beden dışı deneyimde kişinin görsel algısının çok önemli olduğunu ortaya koyuyor. Başka bir deyişle bedenimizin, gözlerimizin olduğu yerde olduğunu sanıyoruz” diye konuştu.

Bulgularını yorumlayan bilim adamları, bu deneylerin “beden dışı deneyim”i laboratuvar ortamına taşıdığını ve nasıl meydana geldiğiyle ilgili en önemli teorilerden birini sınadığını belirtiyor.

Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr/dunya/laboratuvar-ortaminda-ruh-ile-beden-ayrildi-7148341


[1] Yaratılış 4 Ve Âdem karısı Havvayı bildi; ve gebe kalıp Kaini doğurdu; ve: RABBİN yardımı ile bir adam kazandım, dedi. Ve yine kardeşi Habili doğurdu. Ve Habil koyun çobanı oldu, fakat Kain çiftçi oldu. Ve Kain, günler geçtikten sonra, toprağın semeresinden RABBE takdime getirdi. Ve Habil, kendisi de sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından getirdi. Ve RAB Habile ve onun takdimesine baktı; fakat Kaine ve onun takdimesine bakmadı. Ve Kain çok öfkelendi, ve çehresini astı. Ve RAB Kaine dedi: Niçin öfkelendin? ve niçin çehreni astın? Eğer iyi davranırsan, o yükseltilmeyecek mi? ve eğer iyi davranmazsan, günah kapıda pusuya yatmıştır; ve onun istediği sensin; fakat sen ona üstün ol. Ve Kain, kardeşi Habile söyledi. Ve vaki oldu ki, kırda oldukları zaman, Kain, kardeşi Habile karşı kalktı, ve onu öldürdü. Ve RAB Kaine dedi: Kardeşin Habil nerede? Ve dedi: Bilmiyorum; kardeşimin bekçisi miyim ben? Ve dedi: Ne yaptın? kardeşinin kanının sesi topraktan bana bağırıyor. Ve şimdi sen toprak tarafından lânet edildin, o toprak ki kardeşinin kanını senin elinden almak için ağzını açtı; toprağı işlediğin zaman, artık sana kuvvetini vermeyecektir; yeryüzünde kaçak ve serseri olacaksın. Ve Kain RABBE dedi: Cezam taşınamayacak derecede büyüktür. İşte, bugün toprağın yüzü üzerinden beni kovdun; ve senin yüzünden gizli kalacağım; ve yeryüzünde kaçak ve serseri olacağım; ve vaki olacak ki, her kim beni bulursa, beni öldürecektir. Ve RAB ona dedi: Bunun için Kaini her kim öldürürse, ondan yedi kere öç alınacaktır. Ve RAB, her kim onu bulursa kendisini vurmasın diye, Kain üzerine bir nişane koydu….

  • #1 Yazan: Ali
    yaklaşık 6 yıl önce

    Tufandan sonra neden maymun bedeni yeni ruhlar için işlemden geçiyor? Mevcut insan bedenleri neden yeni ruhlar için kullanılmıyor?

    • #2 Yazan: Seyfullah Demir
      yaklaşık 6 yıl önce

      Ali Bey,
      Nuh tufanı zamanında dünyada insan yok. İnsanlık 15 bin yıl önce dünyadan göç etmiş olacak. Yani kıyametlerini yaşayıp gitmiş olacaklar. Dünyada Nuh tufanıyla yeni insanlık oluşturulacak. Fakat bir gecede maymundan insana dönüş olmayacak.

      Zamanımız baz alarak gelecekteki olacaklara bakacak olursak. (Kıyametin yakın olduğunu varsayarak) Bir sonraki Nuh tufanına 15 bin yıl daha var. Bu süre içerisinde sadece görevliler insan bedenlerine sahip olmuş olacak. Onlar da oluşturdukları türü kendi genlerini kullanarak evrimleştirecekler. Şempanzeleri kullanacaklar. Şempazeler gittikçe insana benzeyecek ve bu dönemi gelecekteki bilim şempanzeleri Homo Sapiens olarak adlandıracak. Bu süreç kendiliğindenmiş gibi görünmesine rağmen müdahaleli bir evrim yaşanacak. Oluşacak tür de görevlileri tanrıları olarak bilecek… Bizim Sümer, Mısır tanrıları gibi.

  • #3 Yazan: Kenan
    yaklaşık 6 yıl önce

    Sayın Seyfullah Demir. Düşünceleriniz çok açmazlara cevap veriyor ama şunu merak ediyorum – şu bilgileri nereden biliyorsunuz? Kendi düşünceleriniz mi, yoksa ?

  • #5 Yazan: Emir
    yaklaşık 7 yıl önce

    Çok önemli bir kaynak tesekkurler

  • #6 Yazan: biril
    yaklaşık 7 yıl önce

    artık onbinlerce yıldır tekamül ettiğimize göre, bu devirde yaşadıklarımız son bedenlenmiş yaşamlarımız olabilir mi? sözgelimi bazılarının hayatı refah ve zenginlik içinde, bazılarının ise zorluklar içinde geçiyor. mesela 2016 yılında türkiyede yoksul, bedensel engelli, eşcinsel, kürt vs gibi ezilen sınıflarda bedenlenen bir ruh, artık bedenlenmeyeceği, saf bilinç yaşamına daha yakın diyebilir miyiz? yoksa hayatın zorluklarıyla tekamül hızı arasında doğrudan bir ilişki yok mudur? mesela şu anki enkarnemiz sonuncusu olabilir mi? bunu nasıl anlayabiliriz?

    teşekkürler, sevgiler.

  • #7 Yazan: Seyfullah Demir
    yaklaşık 8 yıl önce

    “KENDİMİZİ GÖZLERİMİZİN OLDUĞU YERDE SANIYORUZ”
    İsviçre’de yapılan deney, “beyindeki, dokunma ve görme merkezleri arasındaki bağlantı kopukluğunun” fiziki bedenin dışına çıkıldığı hissi yaratabileceği varsayımı üzerine kuruldu.
    Gönüllü denekler, gözlerine sanal gerçeklik gözlükleri takarak, bir kameranın önünde ayakta durdu. Denekler, bu gözlükler sayesinde, kendi bedenlerinin üç boyutlu arkadan görüntüsünü, kendi önlerindeymiş gibi görebiliyordu. Araştırmacıların, sırtlarına bir kalemle dokunduğunu gözlükler sayesinde görebilen denekler, kalemin gerçek sırtlarına değil, önlerinde gördükleri “sanal sırtlarına” dokunması sonucu onu algılıyormuş gibi hissettiklerini söylediler.
    Bir sonraki aşamada, deneklere gösterilen görüntü değiştirildi ve deneklere, sanal gözlükler aracılığıyla, gerçek bedenleri değil, bir mankenin sırtının üç boyutlu görüntüsü gösterildi. Mankenin sırtına kalemle dokunulduğunu gören denekler, buna rağmen önlerinde gördükleri bedeni “hala kendi bedenleri gibi algıladıklarını” ifade etti.
    Gözlükleri çıkarılan ve birkaç adım geri yürütülen denekler, eski yerlerine dönmeleri istendiğinde ise gereğinden fazla yürüyerek fiziki bedenlerinin değil, sanal bedenlerinin eski pozisyonuna yakın yerde durdu.
    Londra Üniversitesindeki ekibin yaptığı deney de benzer bir mantık üzerine kuruldu. Buradaki ekibin başkanı Dr. Henrik Ehrsson, kendi deneklerinin “sanal bedenleri tehdit altındayken, gerçekmiş gibi algılayarak psikolojik tepkiler verdiğini” saptadı.
    Dr. Ehrsson, “Bu deney, beden dışı deneyimde kişinin görsel algısının çok önemli olduğunu ortaya koyuyor. Başka bir deyişle bedenimizin, gözlerimizin olduğu yerde olduğunu sanıyoruz” diye konuştu.
    Bulgularını yorumlayan bilim adamları, bu deneylerin “beden dışı deneyim”i laboratuvar ortamına taşıdığını ve nasıl meydana geldiğiyle ilgili en önemli teorilerden birini sınadığını belirtiyor.
    Alıntı: http://www.milliyet.com.tr/2007/08/24/son/sonyas12.asp

  • #8 Yazan: murat
    yaklaşık 9 yıl önce

    Tanrıların bile göğe saklanması gerçekten düşündürücü.Bu onlarında diğer canlılar gibi ölümlü varlıklar olduğunun ifadesidir aslında. İnsanlar, tanrılara bir tehlike olacağı kadar geliştiğinde katledildiler ve her seferinde tanrılar dünyaya reset attılar. Belki de Atlantisli ler manyetik ve enerji konusunda bizim hiç bilmediğimiz bilgilere sahiptiler, bu enerjiyi kullanma bilgileri sayesinde uçup, nesneleri hareket ettirip çevrelerindeki değişiklikleri kolayca yapabiliyorlardı. Tufanda da belkide manyetik dalgalar kullanarak suyu karalara doğru hareket ettirdiler ve kontrolden çıkarak beklediklerinden daha fazla bir yıkıma ulaştı ve kendilerini bile korkuttu. Hatta daha farklı düşünecek olursak ruh içinde veri taşıyabilen manyetik yaşam yeteneğine sahip bir varlık olabilir. Eğer ruh manyetik bir yaşam formu olsaydı gerçekten belkide bedenin ölümünden sonra yaşaması ve hatta göğe yükselmesi(istenilen yere doğru çekilmesi) mümkün olurdu. Zaten beyin nöronları elektirikle etkileşim içinde ve manyetik bir ruh bu şekilde bedeni bir avatar gibi kontrol edebiliyor olabilir. Bu manyetik yaşam formu bilgi depolamıyorsa beden ölünce bilgilerde toprağa karışır gider , o zaman da bu forma zaten ihtiyaç duyulmazdı.

    Hayal gücümü biraz daha genişletmek istiyorum. Tanrı yada tanrıların insanları düzgün yaşamaları hatta cinsel hayatlarına dair bilgiler vermesinin sebebinin altında insanların birbirlerine zarar vermeden yaşayıp büyümeleri ve topluma zararlı bireyler oluşturmama esası yatıyor. Bir çeşit insan üretimi yapılan dünyada istenildiğinde tüm canlılar telef ediliyor. Ve bizim bildiğimiz sadece nuh tufanı ve birkaç kavim. Kim bilir binlerce yıldır dünya üzerinde neler olup bitti bilmiyoruz 150 milyar yaşında dünyanın insanlık tarihinin bu kadarda kısa bir zaman diliminde var olması tuhaf değil mi? Ve insanın son yüzyıldaki gelişimine bakacak olursak daha eski tarihlerde var olduğunu kabul edersek şu an uzay çağını tam anlamıyla yaşıyor olmamız gerekirdi. Bence insanlığın gelişimi değil , üretimi isteniliyor olabilir. Tabi bedenlerinin değil, ruhlarının.

  • #9 Yazan: Rıza
    yaklaşık 9 yıl önce

    Videoyu izledim. İlginç bir deney. Maymunun beynine gönderilen sinyalin maymunun anlayabileceği şekle çevrilmesi dahada ilginç. Aklıma hemen şöyle birşey geldi. Beynin yorumlayabileceği sinyaller bir bilgisayardan gönderilebiliyorsa insanlar bunu bilgi paylaşımındada kullanabilir. Belkide ömrümüzün yarısını eğitime harcamadan saatler içerisinde bir cd den beynimize gerekli tüm bilgileri aktarabiliriz.

    Cep telefonları ortadan kalkabilir. Beynin sinyalleri bilgisayara ve bilgisayara gelen sinyallerde beynin anlayabileceği diğer kişiye gönderilerek iletişim kurulabilir. Bu tarihi tamamen değiştirecek bir deney.

    Doğuştan kör olan birinin beyne gönderilen sinyaller sayesinde görmeside mümkün olabilir.
    Ruh ile bedenin bağlantısı için örnek olabilir.

  • #10 Yazan: Rıza
    yaklaşık 9 yıl önce

    Merhaba; aklıma takılan bir soru var ve yıllardır çözemedim. Daha doğrusu araştırmak için bir kaynak yok. Bir insanın ruhu başka bir bedene geçse yani başka bir bedeni kontrol etse o bedene ait bilgilerimi hatırlar(daha önce yaşadıklarını) yoksa kendi (geçişten önceki) bedene ait bilgilerimi hatırlar?

    Böyle birşey olacağından değil sadece olsa ne olurdu gibi soruyorum.
    Bunun cevabını öğrenirsem ortaya çok net birşey çıkacak. Algılayan yani 5 duyunun sinyallerini çözümleyen varlık ruh bu verileri kaydedende beden(Beyin) olabilir. Eğer başka bir bedene geçtiğinde bu bedenin bilgilerini hatırlıyorsa o zaman ruhun tek fonksiyonu algılamak oluyor, bilgiler ise beyinde nöronlarda tutuluyor. Eğer başka bir bedene geçişte bilgiler değişmiyorsa o zaman bilgiler bildiğimizin aksine nöronlarda değil ruhta tutuluyor demektir. Bu size biraz saçma gelebilir ama inanın bana teknolojinin ilerlemesinde çok büyük etkisi olacak bir soru.

    Metrix filmindeki gibi benzeri bir deney yapılsa, algılar kandırılıp insanın o anda başka bir mekanda gerçekte olmayan mekan, koku, ses duyması gibi etkenler
    test edilse burda şu problem çıkıyor, algılayan asıl varlık nerede? Metrix filminde algılayan varlık beyin olarak lanse edilmiş ancak ben bunun doğru olmayabileceğini düşünüyorum.

    Saygılarla..

  • You activated the 2nd sidebar. Add widgets here from the Dashboard to remove this message