Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…
Kuran’da bulunan akıl dışılıklar ve cevapları
Bu yazımda Müslümanları biraz eleştireceğim. Çünkü Müslümanlar Kuran’ı bırakıp başka verileri kullanarak kendilerine başka din edindiler. Önce bu durumu inceleyelim.
Mevcut İslam inancını oluşturan en büyük kaynak hadislerdir. Aslında Kuran yapısı gereği istenilen tarafa çekilebilecek bir yapıya sahiptir. Onun için hadislerle oluşturulan din bile Kuran’dan zorlamada olsa cevaz alır. Ve bu duruma en büyük gerekçe ise, “Dini Peygamberden daha iyi kim bilecekti” bahanesidir. Bu gerekçe bile çok geçerli değildir ama geçerli sayarak bu durumu incelemeye çalışalım. Aslında bu durumu başkaları da inceleyerek harika bilgiler vermişlerdir. Ben can alıcı birkaç bilgiye değineceğim. Detaylı bilgileri almak için Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah İle Aldatmak” veya İstanbul Kuran Araştırmaları Grubu’nun “Uydurulan din ve Kuran’daki din” kitaplarının okunmasını tavsiye ederim. Her ikisini de e-kitap olarak bulabilirsiniz.
Hadislerin din üzerindeki etkisini anlamak için, “Seâdet-i Ebediyye: Tam İlmihal” kitabının yazarı Hüseyin Hilmi Işık’ın bir sözünü anlamak yeterlidir. “Ebu Hureyre’yi inkâr eden şeriatın yarısını inkâr eder, çünkü hükümlerin çıktığı hadislerin yarısını, Ebu Hureyre nakletmiştir.” Görüldüğü gibi, şeriatı oluşturan şey, rivayet edilen hadislerdir. Eğer Hureyre’nin rivayet ettiği hadisler bu kadar etkili ise, var olduğu söylenen 2 milyon hadis, tüm dini oluşturacaktır. Acaba Kuran bu hadislerin neresindedir. Elbette bu görüşleri savunanlar Kuran’a uymayan hadis olamaz diyecektir. Fakat, Kuran hemen her şey için, cevaz verecek bir niteliktedir. Örneğin; Muaviye dönemindeki İbni Kesir’in “El Bidaye Ve’n Nihaye” adlı eserindeki “Ebu Hureyre rivayet eder ki: “Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi ve şöyle dedi: ‘Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla’” veya “Allah’ın Resulü şunu derken duydum: ‘Allah, vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye’” gibi akla mantığa uymayan hadisleri Kuran yalanlamaz. Daha doğrusu yalanlayamaz.
Görüldüğü gibi, hadislerin doğruluğunu Kuran’a bakarak anlayamayız. Elbette hadis rivayet edenler de Kuran’a açıkça ters olacak söz, etmeyecek kadar akıllıdırlar.
Şimdi hadislere neden güvenemeyeceğimizi, birkaç örnekle anlatmaya çalışayım. Örneğin Buhari 600.000 hadis incelediğini söylemektedir. Buhari bu hadisleri peygambere kadar bağlayarak, güvenirliliklerini test etmek zorundaydı. Küçük bir hesapla bunun mümkün olmadığı kolaylıkla görülebilir. Her hadisin doğruluğunu, nakil zincirinin sağlamlığını anlamak için, her hadise, 2 saat ayırdığını düşünelim. Buhari’nin 7 gün 24 saat hiç uyumadan çalıştığını kabul edelim. Sırf bu süre 136 yıl sürer. Oysa bazen sırf bir hadisin, bir zincirinin, bir halkasının sağlamlığının anlaşılması için, günlerce seyahat edildiği iddiasını düşünürsek; Buhari’nin bildiği tüm hadislerin doğruluğunu test etmesinin mümkün olmadığı açıktır. Bir hadis toplayıcısı geçimini başkasının sağlaması koşulu ile en erken 30 yaşında hadis toplamaya başlayıp 60 yaşına kadar bu işi yaptığını düşünürsek, ancak 22.000 hadisin incelemesini yapabilir. (Günde 2 adet hadisin incelendiğini kabul ettim.) Bize bol bol hadis bırakanların aslında, doğru söylemedikleri çok açıktır.
Sorun sadece hadisleri toplayanlarda değil. Başka bir sorunda, bize bol bol hadis rivayet eden kişilerdedir. Örneğin; Ebu Hureyre, peygamberi yalnızca 2 yıl görmüş, ama 5300′den fazla hadis rivayet etmiştir. Bu demektir ki, Ebu Hureyre ortalama günde 7 tane hadis duymuştur. Ve bu hadislerin tümünü de eksiksiz hatırlamaktadır. Bunun mümkün olmadığını sizde test edebilirsiniz. Şöyle geçmişe giderek lise döneminize gidin. Lisedeki fizik öğretmeninizin anlattığı konuları düşünün, bakalım ne kadarını hatırlayacaksınız. Siz daha konuları hatırlayamazken, birde neler anlattığını hiç hatırlayamazsınız. Üstelik siz o konuları sadece derste görmediniz, birde onlara, sınava gireceğiniz için çalıştınız. Siz tek bir söz hatırlamazken, Ebu Hureyre konuşma esnasında geçen bir sözü, nasıl harfiyen hatırlayabiliyor. Bunun mümkün olmadığını size başka bir örnekle daha anlatmaya çalışayım. Peygamberimiz, veda hutbesini, kalabalık bir zümreye yapmıştır. Ve o hutbede söylenen bir sözü, bize üç ayrı şekilde gelmiştir.
1-Size bir emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ki Allah’ın gökten yere uzanmış ipidir. Ona yapıştığınız takdirde asla sapmazsınız.
2-Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve sünnetim.
3-Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve ehli beytim.
Bu üç hadisten, en az ikisinin yanlış olduğu kesin olarak bellidir. Bu hadislerden herkes istediğini doğru kabul ederek, alır. Ehli Sünnet mezheplerin 2.sini, Şii mezheplerin 3.sünü doğru kabul ettiğini görürüz. Çok kişinin şahit olması nedeniyle, en doğru olarak bize gelmesi gereken bir hadisin bile, hatalı olması, durumu tam olarak gösterir. Bu durumda tek kişiden rivayetin ne kadar sorunlu olduğu ortadadır. Elbette hadisler tek değil, çok kişiden nakledildi diye savunma yapılabilir ama hadislerin kahır ekseriyeti tek kişi kaynaklıdır. Bu durum, sözlü aktarımın çok tehlikeli olduğunun göstergesidir.
Sözlü geleneğin tehlikeli olduğunu söyleyenlerden biri de, peygamberdir. Bir hadise göre “Sahabe peygamberden sözlerini yazmak için izin istedi. Ancak onlara izin verilmedi.” El Hatib’teki hadis şöyledir: (Darimi, es-Sünen) “Biz hadis yazarken Hazreti Peygamber yanımıza geldi ve ‘Yazdığınız şey nedir?’ dedi. ‘Senden işittiğimiz hadisler’ dedik. Hazreti Peygamber; ‘Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.’ dedi” (El Hatib, Takyid,) Tirmizi’de de, benzer hadis vardır: “Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi.” (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm) Görüldüğü gibi Peygamber, çok mantıklı bir sebeple, sözlerinin yazılmasına müsaade etmemiştir. Çünkü başka kitaplar yazanların hep sapıttığını biliyordu. Yani o, onlarla bir din oluşturulmasının tehlikesinden haberdardı. Bu konuda ilk dört halife de duyarlı davranmış ve peygamberin sözlerini yazmışlarsa bile, onları imha etmişlerdir. Hazreti Ali, minberden şu hutbeyi vermişti: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.” (İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm) Peygamberin sözlerini toplama geleneği, çok daha sonraları ortaya çıkmıştır.
Bu günkü Müslümanlığın Kuran’a dayanmadığını Prof Yaşar Nuru Öztürk “Allah ile Aldatanlar” adlı kitabında şöyle anlatmaktadır. “Dinde olmayan birçok haram, sevap, dokunulmaz alan, kural, ibadet icat edilmiştir. ‘Dindarlık’ yapay kutsallara saygıyla eşitlenmiştir. Bu durumda, Allah ile aldatanların anladığı anlamda ‘dindar’ olduğunuzda gerçek dinin dışına çıkarsınız. Onların anladığı gibi ‘dindar’ olmadığınızda ise, ‘dinsiz’ diye damgalanırsınız. Tezgâh işte böyle kurulmuştur.” Bu durumun böyle olacağı, Kuran tarafından bile bilinmektedir.
[stextbox id=”warning”]Furkan 30. Ve (o gün) Resul diyecek ki: “Yâ Rabbî! Benim toplumum bu Kur’an’ı yalnızlığa mahkûm etti!” (Mustafa İslamoğlu)[/stextbox]
Ayet, Peygambere kıyamette kavminin Kuran’ı terk ederek, başka şeylere inanıp onu din yapacaklarını söyletmiştir. Yani bu sürecin bu şekilde gideceği plânlanmış bir süreçtir. Tüm bunlardan anlaşılan şey; bu günkü Müslümanlık Kuran’a dayanmamaktadır.
Bu konuya bu kadar değinmemin bir sebebi var. Benim Kuran’la ilgili yazılarımı eleştirenler çoğunlukla, mevcut İslam görüşüne göre değerlendirmektedirler. Mevcut inancın Kuran’la çakışmadığı için, benim söylemlerimle de çakışmayacağı kesindir. Ben hadislere pek önem vermememe rağmen, bazılarının doğru olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü içlerinde gizlenen anlamları, o gün için pek anlam içermemesine rağmen, bugün, muazzam bir bilgi kaynağıdırlar. Onların Peygambere söyletilmiş olması gerekir. Çünkü dünyadaki hiçbir insan onların gerçek anlamını bilerek söyleyemezdi. Anlamları, kıyamette ortaya çıkacak hadisleri kimse uyduramazdı. O hadisleri söyleten güç, geleceği plânlayan güç olmalıdır.
Şimdi Mevcut inanışın Kuran’da olduğunu söylediği şeylere göre akla uymayan bazı sorular.
- Eğer tanrı sonsuz güce sahipse; insanı niye yarattı? Kendine yetmesi ve insana ihtiyaç hissetmemesi gerekirdi.
- İnsanlara sormadan onları yaratarak, onlara kurallar koyarak, onları bazı şeylere zorlama ve sonra uymayanları cezalandırmak mantıksızlığın dik âlâsı değil mi?
- En çok 100 yıl yaşayabilecek insanın yanlışlarına, ilelebet ceza orantısız güç kullanımı değil mi? Bu soruyu daha genişletmek mümkün. Sadece ibadet edip, kimseye faydası olmayan insanlara karşın; Edison, Tesla, Einstein gibi insanlığa çok büyük hizmetler sunan insanların, ilelebet cezalandırılmaları reva mı? Neden, sonsuz güce sahip bir güç, “ateş” gibi akıl almaz bir şeyi, cezalandırma mekanizması olarak kullanıyor? Bu gün insanlar, çok daha mantıklı cezalandırma yöntemleri uyguluyor. Bu kadar insafsız ve insanlık dışı cezalandırma niye?
- Neden insanları uyarmak için, peygamberler seçmek durumunda kalmıştır. Kendisinin herkese ulaşmaya gücü yetmiyor mu?
- Neden Ademin cennetten kovulmasına müsaade etti? Neden şeytanın Ademi kandırmasını engellemedi? Cennete meyve koyup, sonra “bundan yemek yasak” demek bir tuzak değil mi?
- Neden Tekâmül Kuran’da önemle işlenen bir konu iken, mevcut inanışta hiç yer bulmaz
Şimdi sırasıyla soruları cevaplayalım.
1. Eğer tanrı sonsuz güce sahipse; insanı niye yarattı? Kendine yetmesi ve insana ihtiyaç hissetmemesi gerekirdi.
Kuran’daki hâkim düşünceye göre Allah insanı O’na ibadet etsin diye yarattı.
[stextbox id=”warning”]Zâriyât 56 Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.[/stextbox]
Diyerek Kuran bu düşünceye cevaz verir. Aslında bu düşüncenin mantığını sorguladığımızda bayağı sorunlu olduğunu anlarız. Çünkü o zaman Allah’ın bir şekilde bu ibadete ihtiyacı olması gerekir. Bu durum ise Allah’ın, sonsuz güce sahip olmasıyla çelişir. Mevcut inanış burada “İbadet; insan içindir, Allah için değil” savunmasını yapar. Oysa ayet çok açık “bana ibadet etsinler diye yarattım” demektedir. “İnsanların ihtiyacı var, onun için, ibadet etsinler” demiyor. Yani insanın yaratılmasının sebebi Allah’a ibadet etmeleridir. Onun için, uydurulan gerekçe ayetle hiç uyuşmamaktadır. Kuran’ı incelediğimizde başka bir gerekçe daha görülmektedir.
[stextbox id=”warning”]Enbiya 16-17 Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık.[/stextbox]
Diyerek önceki ayetle çelişir gözükmektedir.
[stextbox id=”warning”]Sad 27 Hem o göğü, yeri ve aralarındakileri biz boşuna yaratmadık. O, kâfirlerin zannıdır. Onun için, vay ateşe girecek olan kâfirlerin haline![/stextbox]
Bu ayetle Enbiya 16 -17 ayetindeki mantık desteklenmektedir. Yani insanın yaratılması boşuna değildir. Çok önemli bir gerekçesi olmalıdır. Bu yaratılma nedeni, bir gücün eğlencesinin çok ötesinde bir anlama sahip olmalıdır. Ben bu anlamı “O’na döndürüleceksiniz” ayetinde görüyorum. O’na döndürülmenin yolu tekâmül etmekten geçer. Kuran tekâmül etmeye önem verir. Ve bana göre bu konudaki en önemli ayet Meâric 4’tür.
[stextbox id=”warning”]Me’âric 4 Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir günde ona çıkar.[/stextbox]
Ayette görüldüğü gibi meleklerin ve ruhun ona çıkması söz konusudur. Bunu yolculuk olarak almak saçmalıktır. Çünkü, o zaman, Kuran diye bir şey olamazdı. Cebrail sadece O’na çıkmak için, dünya yılıyla 50 bin yıl süren bir yolculuk yapmak zorundaydı. Bir o kadar da geri dönüşte geçer. Yani dediğim gibi, Kuran diye bir şey olamazdı. Bu kavramı “O’na döneceksiniz” söylemiyle beraber düşünmek gerekir. Ayet O’nunla bir olmaktan bahsediyor. Yani sistemin O’na döndürülmüş olduğu durumu söylüyor. Bunun da ancak tekâmülle gerçekleşeceği görülebilir.
[stextbox id=”warning”] İnşikak 6 Eyinsan! Kuşkusuz sen Rabbine doğru çaba üstüne çaba sarfetmektesin, nihayet O’na varacaksın.[/stextbox]
Ayrıca bu ayette de insanlığın rabbine doğru gittiğini söylemektedir ve O’na varacak olması da, müjdelenmektedir. Burada da tekâmülün başarıya ulaşacağı anlatılmaktadır. Üstelik “Ey insan!” diyerek tüm insanlara seslenmektedir. Dikkatinizi çekerim “Ey Müslüman!” demiyor.
Mevcut inanışta insan kıyametten sonra Allah’a dönmüş olur. Fakat O’na döneceğimiz şey, öte dünyada değil, Ârş’tadır. Ârş ise, öte dünyada değildir. Öte dünya; dünyamızı da içeren kendi içinde kapalı bir sistemdir. Ârş ise bu sistemin dışındadır. Bu sistemin dışına çıkabilmenin tek yolu, tekâmül etmekten geçer. Bu sistemi anlayabilmenin yolu bilimsel makalelerin anlaşılabilmesinde yatmaktadır. Eğer sistemin çalışma prensibini anlayabilirseniz her şey cuk diye yerine oturmaktadır. Kuran’da tekâmül konusunu “Kuran’a göre tekâmül ve bilimsel anlamı…” adlı makaleden daha detaylı okuyabilirsiniz.
Bu mantığa göre insanın yaratılmasının sebebi tekâmül etmesinde gizlidir. İnsan Tekâmül ederek Kaynakla bir olmalıdır. Bu onun yaratılma sebebidir.
Kuran’da bu konu bir miktar gizlidir. Zaten ruh konusunun gizli olduğunu Kuran söylemektedir.
[stextbox id=”warning”]İsra 85 Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”[/stextbox]
Bize de az bir bilgi verildiği söylenmektedir. Aslında epey bilgi verilmiştir ama, gizlendiği için, bunu göremedik. Örneğin Kuran’da çokça geçen “Cin” denen mahlûklar yine bizleriz. Kuran öte dünyada olanlara cin, dünyada olanlara insan demektedir. Ayetlere dikkat edildiğinde bunu anlamak mümkündür. Her cin kelimesi insan kelimesiyle kullanılmıştır. Böylece ikisinin aynı şey olduğu anlatılmak istenmiştir.
Eğer tanrı insanı tekâmül etmesi için, yaratmış ise neden “bana ibadet etsinler diye yarattım” demiştir. Kuran çok ilginç yazılmış bir kitaptır ve bize iki ana mantık sunmaktadır. Biri şu anda oluşmuş olan İslam inancı ve diğeri ise, kıyamette ortaya çıkması istenen mantıktır. İşte o ayet mevcut inanışın oluşmasını sağlamaya yöneliktir. Mevcut inanışın oluşmasını sağlamak için, Ebu Hureyre gibiler kullanılmıştır. Eğer ayette “bana ibadet etsinler” yerine “bana gelsinler” yani “tekâmül etsinler” kelimesi konulursa anlam tam oturmaktadır. Buradan ben şunu anlamaktayım: Müslümanlık insanların tekâmül edebilmesi için, farklı bir yaşam alanı oluşturur. Tıpkı diğer dinler gibi… Onun için, dünyada tek din olması istenmemiştir. Her din ona inananları kıyamete kadar geliştirmek içindir. Diğer inançlarından farklı olarak yalnızca Kuran’ın kıyamette tüm insanlara rehber olması söz konusudur. Dikkat edin, rehber olacak olan şey, İslam değil, Kuran’dır. Bunu da yapabilmesi için, kıyamete hitap eden ayetlerin anlamlarının ortaya çıkması gerekir. Yani sembolizminin çözülmesi gerekir.
Benim ruh ile bilinci aynı anlamda kullandığımı biliyorsunuzdur. Ayrıca bu bilinci Kuran, “İblis” sembolü içinde de gizlemektedir.
- İnsanlara sormadan onları yaratarak, onlara kurallar koyarak, onları bazı şeylere zorlama ve sonra uymayanları, cezalandırmak ne kadar mantıklı?
Aslında cezalandırma diye bir şeyin olmadığını anlamak, bu tür soruları gereksiz kılar. Bu durumda da Kuran’da cehennemin ne anlama geldiğini anlamak gerekir. Yukarda da belirttiğim gibi sistemin çalışmasını anlayan herkes, ruhun enerji olduğunu ve enerjinin ateşte yanmayacağını bilir. Fakat burada cezayı ille de yanmak olarak düşünmek gerekmez.
Konu yine mevcut inanca gelip dayanmaktadır. Mevcut inançta tekâmül önemsenmez. Çünkü tekâmülün getirisi olan yeniden doğuş inancı, reddedilmektedir. İşte kıyamete kadar oluşması istenen inanç sisteminde, yeniden doğuş olmamalıdır. “Dünyada dinlerin var olma sebebi!” adlı makalede üç büyük dinin, bilincin matematik zekâ yönünü geliştirmek için, oluşturulduğunu anlattım. Tekâmül ve yeniden doğuş düşüncesi, matematik zekâ yani IQ yönüne değil, sosyal zekâ yani EQ yönüne etki etmektedir. Fakat sosyal zekâ yönü, Budizm gibi doğu dinlerinin geliştirmesi gereken yöndür. Onun için, Müslümanlıkta ruh konusu bir miktar gizlidir. Eğer gizlenmeseydi Budizm ya da Hinduizm gibi bir yaşam tarzı oluşacaktı. Oysa istenen o değildir.
İşte cehennem ve cennet bu mantığın açıklarını kapatmaya yöneliktir. Çünkü, tek bir hayat yaşayan birinin haksızlıklarını ya da haklarını vermek için, bu sistem oluşturulmuştur. Yoksa çok büyük açıklar oluşacağı için, taraftar bulması mümkün olmayacaktı. Onun için, cennet ve cehennem üç büyük din dediğimiz batı dinlerinde vardır. Doğu dinleri, yeniden doğuşa inandığı için, cennet ve cehenneme ihtiyaç duymazlar. Birçok hayat yaşayan bir ruh için, her türlü şartlar deneyimlenmiştir. Bir hayatında “ezen” ise, diğer hayatında “ezilen” olmuş olabilir. Böylece bir ceza veya mükâfat gerekmez. Fakat doğu dinleri ile benim yeniden doğuş görüşüm arasında fark vardır. Orada kötülük yapanlar daha alt düzeyde, hatta hayvan olarak bile bedenlenebilirler. Ben bu tür yeniden doğuş inancını kabul etmiyorum. Bana göre; insan olarak bedenlenmeye başlayan ruh, kıyamete kadar insan bedenlerinde doğar. İyilik veya kötülük yapması onun enkarne olacağı bedeni etkilemez. Etkileyen şey, tekâmül için, neye ihtiyacı olduğudur. Yani her hayatında en yüksek verim ile tekâmül etmesi için, bir hayat seçilmesi ana esastır. Ezen ve ezilen olması bu şartlara göre belirlenir. Fakat tekâmül etmek için, ezilen olması, daha çok istenen bir durumdur. Çünkü çok daha verimli tekâmül sağlamaktadır. Ezilen olabilmesi için, ille de birilerinin ezen olması gerekir. Ezilenlerin fazla olması, tekâmülde daha iyi sonuç verdiğinden olmaktadır. İşte cehennem, bu ezilenlerin zor hayatlarına katlanabilmeleri için, yardımcı bir unsurdur. Kendisine eziyet eden insanın cehennemde yanacak olduğunu bilmesi, içinde bulunduğu kötü şartlara dayanabilmesini sağlamaktadır.
Başlığa dönecek olursak, ceza diye bir şeyin olmadığını bilmek gerekir. Çünkü her insan dünyaya gelirken yaşayacağı hayatı bilir ve kendisi seçer. Seçtiği hayatı deneyimler. Zamanı geldiğinde alması gereken önemli kararları ezberler. Çoğu kişi yaşamıştır, bazen çok aptalca kararlar alabiliriz. “Ben böyle bir kararı nasıl aldım” diye şaşırdığımız olur. Bunun nedeni yaşamamız gerekeni seçtiğimizdendir. Bu kararı mantıkla değil, içten gelen bir sesle alırız.
3.En çok 100 yıl yaşayabilecek insanın yanlışlarına ilelebet ceza orantısız güç kullanımı değil mi?
Bu sorular cehennemin varlığının ne kadar hatalı bir görüş olduğunu göstermek açısından önemlidir. Kuran’ın sıra yorumuna göre, cehennemde yanılır ve çıkış da yoktur.
[stextbox id=”warning”]NİSA 56 Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri biz yarın bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler vereceğiz. Çünkü, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
MAİDE 37 Cehennem ateşinden çıkmak isterler. Ama oradan çıkacak değillerdir. Onlar için, devamlı bir azap vardır.
Hûd 119 Ancak Rabbinin rahmetle yarlığadığı kimseler başka. Onun için,dir ki, onları yarattı. Ve Rabbinin “Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım” sözü böylece tamam oldu.[/stextbox]
Kuran’da Allah’ın merhametli olduğu, pek çok ayette söylenir ama merhamet, bu ayetlerle tam bir zıtlık içerir. Bu ayetlere göre, Ayetleri inkâr eden kâfirler cehenneme atılacak, acıları son bulmasın diye, derileri yenilenecek ve bu ceza ilelebet sürecek. Ve üstelik cehennemin insan ve cinlerle doldurulacağına da yemin edilmiş.
[stextbox id=”warning”]
BAKARA 6 – 7 Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
ARAF 101 İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.
Müddesir 56 Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O’dur, bağışlayacak da.
[/stextbox]
Görüldüğü gibi, dünyadaki 7 milyar insandan 1,6 milyar kadar Müslüman var ve geri kalanlar cehennem kütüğü. Çünkü Allah özellikle onların kalplerini mühürledi. Yoksa cehennemi doldurma yeminini nasıl gerçekleştirecek. Ayetlerde açıkça söylenen bu durumu bir değerlendirelim. Merhamet kısmı tamamen inananlaradır. İnanmayanların merhametten nasibi yoktur. Onun için, bu anlatımda “tanrı merhametlidir” sözü geçerli değildir.
60-80 yıl kadar ateist olarak yaşayan ve sınır tanımayan doktorlarda gönüllü çalışan bir kişi, genel İslam mantığına göre ilelebet cayır cayır yanacak. Çünkü Allah’ı tanımıyor hatta inkâr ediyor ama, hayatını riske sokarak tanrının bile unuttuğu ücra yerlerde, insanlara yardım etmeye çalışıyor.
Kuran’ın sıra yorumuna göre bu insan ilelebet yanacak. [tooltip layout=”box” text=”Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri biz yarın bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler vereceğiz. Çünkü, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” effect=”1″]Nisâ 56[/tooltip] ayeti hükmüne göre, acı çeksin diye derileri yenilenecek. Ölmek yok, çünkü Allah öyle adil ki, 60-80 yıl yanlış yaşamış bir süreye, ilelebet ceza vermiş. Bu nasıl adalettir? Allah’ın insanlara reva gördüğü bu cezaya göre Allah sadisttir. Hatta sadistler bile, belki 1 milyon yıl sonra insafa gelebilir. Oysa Allah bir milyon değil trilyon yıl sonra bile insafa gelmeyecek. Ve Müslümanlar bunun doğru olduğuna inanır. El insaf… Allah böyle sadist bir şey olabilir mi?
Şu söylenebilir, Allah akıl vermiş, doğru yolu bulsaydı diye. Oysa [tooltip layout=”box” text=”Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.” effect=”1″]Bakara 7[/tooltip] ayetinde o tür insanların kalplerinin mühürlü olduğunu görüyoruz. Oysa [tooltip layout=”box” text=”Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?” effect=”1″]Yunus 99[/tooltip] ayetinde peygamberin bile insanları zorlayamayacağını görüyoruz. Kuran bunu açıkça söylemektedir. Ne kadar kişinin kalbi mühürlü ne kadarının mühürsüz olduğu planlıdır. Büyük çoğunun kalbi mühürlüdür, çünkü cehennem dolacak…
Benim bu ayetlere yorumum çok farklıdır. Bir Müslümanın kalbi Müslümanlığa, bir Budist’in kalbi Budizm’e mühürlenmiştir. Diğer inançlar için, kulakları kilitlidir. Yani her insan inanacağı şeyi bilerek seçmekte ve doğmaktadır. Onun için, hemen herkes inançlarına sımsıkı sarılır. Çünkü tekâmülde alacağı kademe, en iyi o zaman sonuç verecektir. Ondan dolayı inançlarına (doğru olmasa bile) inanır.
Genelde söylediklerime karşı çıkanların itirazı “Yüz kişiyi öldür, çal, çırp, insanlara eziyet et; ahrette de ağalar gibi yaşa” şeklinde olmaktadır. Bu mantık doğru değildir. İnsan vicdanı ile öte dünyaya gider. Bu yaptıkları onun için, yüz karasıdır ama onu kimse cezalandırmaz. Aksine onu teselli eder ve yeni hayatında çok daha iyi bir insan olabilmesi için, çalışılır. Ego gibi dürtüler bedenin getirisidir ve insana kötülük yaptıran şeylerdir. Kıyamette insanlar bedenlerini terk edecekleri için, ego, kin gibi şeyler, yani Kuran’ın şeytan dediği bu güdüler öte dünyaya gitmeyecekler. Onun için, öte dünyada insanlar kendilerini tarafsızca yargılayabileceklerdir.
Eğer kişi yaptığından pişmanlık duyarsa ve yaptığını telafi etmeye çalışırsa onu hemen herkes bağışlar. İşte öte dünyada durum tam olarak böyledir. Kişi yaptığı kötülüklerin farkına varır ve onları yaptığı için, kendini suçlar. Zaten ego gibi ona o kötülükleri yaptıran duyguları olmadığı için, pişmanlık duyar. O kişiyi cezalandırmak yerine teselli etmek gerekir. Bir dahaki hayatında daha iyi olması için, ona fırsat vermek gerekir. Bu durum [tooltip layout=”box” text=”Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. ‘Bizi buna erdiren Allah’a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler.’ derler. Onlara şöyle seslenilir: ‘İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz’.” effect=”1″]Araf 43[/tooltip] ayetinde ” Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız” söylemiyle anlatılmaktadır.
Kuran’daki cehennem inancı, içinde, cevabı da saklamaktadır. İşin sırrı Meryem 71 ayetinde gizlidir.
[stextbox id=”warning”]Meryem 71 İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.[/stextbox]
İstisnasız herkesin cehenneme varması ve bunun kesinleşmiş hüküm olması önemlidir. Çünkü ruh bir enerjidir ve ancak enerji ortamında yaşayabilecektir. İşte burası da cehennemdir. Yani öte dünya cehennemdir. Fakat bu mevcut inanışa terstir. Çünkü iyilerin cehenneme gitmesi hatalı olmalıdır. İşte [tooltip layout=”box” text=”Sonra Allah’dan korkup, sakınanları kurtaracağız ve zalimleri de toptan cehennemde bırakacağız.” effect=”1″]Meryem 72[/tooltip] bu ayetin kamuflesini sağlamaktadır. Böylece önemli bir bilgi, Kuran’da gizlenebilmiştir.
Bu kadar insafsız bir ceza yöntemi olan “ateş”i kullanmanın amacı ise, yine bir gerçeği saklamak içindir. Kuran ateşi “enerji” anlamında kullanmaktadır. Yani cehennem kelimesinde, öte dünyanın yapısının anlatımı gizlenmiştir. Orası enerji ortamıdır.
4.Neden insanları uyarmak için, peygamberler seçmek durumunda kalmıştır. Kendisinin herkese ulaşmaya gücü yetmiyor mu?
Yapılması istenen şey, tüm insanların (tek kişi bile zayi edilmeden) tekâmüllerini tamamlamalarıdır. Fakat her ruhun tekâmül etmesi için, farklı farklı ortamlar gereklidir. İşte dinler, tarikatlar veya materyalizm gibi tüm inanç sistemleri bir yaşam alanı oluşturur. Her ruhun tekâmülünde en uygun ortam, bu inançlar içinden seçilir. Çünkü her ruha yetecek kadar çeşit mevcuttur. Onun için,, dünyada tek bir dinin oluşması istenen bir şey değildir. Eğer Allah inananlara ulaşsaydı herkes aynı şeye inanacaktı. Bu da istenen çeşitliliği sağlamayacaktı. Onun için, dinler, bazı seçilmiş kullar aracılığıyla oluşturuldu. Aslında, önde gözüken peygamberlerden çok daha fazlası, gizlide kalmıştır. Örneğin Müslümanlarda ilk Müslümanların çok büyük etkisi vardır. Mesela; Hatice, Ömer, Osman, Ali gibi insanlar, dinin yayılmasında çok etkili olmuşlardır.
Arabistan çöllerinden çıkan bir dinin, dünyanın üçte birini etkileyecek seviyeye gelebilmesi kolay değildir. Bu işe kutsal mekânların katkısı olmak zorundadır. O dönemlerde bilginin paylaşılması ancak sözel olmak durumundaydı. Uzaktaki insanlar dedikoduyla din değiştirmiş olmalıdır. Çünkü bugünkü telekomünikasyon yöntemleri olmadığı için, kaç kişinin haberi olabilirdi. Ayrıca günümüzde kaç kişi nette elde ettiği bilgiler ile, din değiştirmiştir. Söylendiği gibi dinin yayılmasının kılıç zoruyla olması da pek olası değildir. Çünkü, kişi zorla Müslüman olsa bile, bu, köprüyü geçene kadar ancak sürer. Gizliden kendi inancını devam ettirebilir. Elbette bir miktar etki etmiş olsa da, ana etken olamaz. Bence ana etken kutsal mekânların desteğidir. Onlar, o insanların kalplerini ısındırmışlardır. Böylece kısa sürede büyük kitlelere ulaşabilmiştir. Müslümanlıktan önceki inançların o insanların inanç ihtiyaçlarını karşılamıyor oluşu da etken olabilir ama bence ciddi etken değildir. Çünkü günümüzdeki dinler de, insanların ihtiyaçlarını karşılamıyor oluşuna karşılık, inanç devam ediyor. Dediğim gibi en büyük etki, o insanların kalplerinin ısındırılmasıdır ve bu doğumdan önce ruha yüklendiği için, kimse tarafından görülmez.
Bu etki ruhun yaşayacağı hayatı seçerek gelmesiyle açıklanabilir. İşte dinlerin yayılmasında bu yöntem çok etkilidir. Kişi daha doğmadan Müslüman bir hayat seçmiş olduğunda, dünyada bedenlendiğinde nerde olursa olsun Müslüman olacaktır. Çünkü suyun çatlağını bulması gibi kişi, Müslümanlığı bulacaktır. Bu onun doğal akışıdır. Kendini orada huzurlu hissedecektir. Bu durum her inanç için, geçerlidir. Bu yöntemle dünyada kaç inanç olacağı ve kaç kişinin inanacağı plânlanmıştır. Hatta her hayat kişiye özel plânlanır.
Yani Tanrı her kuluna ulaşabilir ama bunu tercih etmez. Çünkü onun amacı dinlerdeki gibi değildir. O hiçbir ruhu zayi etmeden kazanmak derdindedir. Allah’ın, insanların tek dine mensup olmasını istemediği açıktır.
[stextbox id=”warning”]
Yunus 99 – 100 Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?
Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler.
[/stextbox]
Yani “Herkes Müslüman fıtratı üzerine doğar” ya da “Allah, tüm insanların Müslüman olmasını ister” gibi sözler birer Müslüman uydurmasıdır. Her dinde benzer bir düşünce yapısı vardır.
5.Neden Adem’in cennetten kovulmasına müsaade etti? Neden şeytanın Adem’i kandırmasını engellemedi?
Eğer Âdem’in cennetten kovulmasındaki mantığı bize sunulan anlatımla kabul ederseniz, Allah sıradan güçleri olan bir varlık haline döner. Çünkü Şeytan Allah’a gözükmeden Âdem’i kandırmıştır. Allah ise o anda orada olmadığı için, duruma müdahale edememiştir. Sonra geldiğinde durumu anlamış ve Âdem’i cennetten kovarak cezalandırmıştır. Bu mantık Allah’ı, epey güçleri olan ama, sınırsız ve sorunsuz bir varlık olmaktan çıkarır. Öyle her yerde hazır ve nazır biri değildir. Bir varlık şeklinde ve zaman içinde olan biridir. Zaman içinde gezer ama her zamana aynı anda bakamaz. Müslümanlar böyle bir Allah’ın varlığına inanır ama bunu bilmezler. Bu açmazı düşünmez ve göz ardı ederek kendilerini kandırırlar. Oysa durum çok başkadır.
Kuran ya da diğer din kitapları tarih kitabı değildir. Tarihsel olaylardan çok, bilgi vermek amaçlıdırlar. Âdem’in hikâyesi de yaşanmış bir süreç değil, bilgi verme yöntemi olarak düşünülmelidir. Sembolik bir anlatım olduğunu anlamak gerekir.
Kurandan birkaç ayeti alarak inceleyelim. [stextbox id=”warning”]
Sad 71. Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım.”
Sad 72. ”Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın.”
Sad 73 Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.
Sad 74 Yalnız İblis etmedi, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
Sad 75 Allah: “Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” dedi.
Sad 76 İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
Sad 77 Allah: “Hemen çık oradan, artık sen kovuldun.”
Sad 78 “Ve elbette lanetim ceza gününe kadar senin üzerindedir.” buyurdu.
Sad 79 İblis: “Ya Rab! O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.” dedi.
Sad 80-81 Allah: “Haydi belirli bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin” buyurdu.
[/stextbox]
Çok güzel bilgiler içeren bir anlatım… Kısaca özetlemeye çalışayım, daha detaylı olarak “Âdem’in cennetten kovuluş sembolizmi” adlı makaleden okuyabilirsiniz.
Dünya denen gezegende bir madde beden yaratıldı. Bu yaratma sürecinin ne kadar zaman aldığını ayet belirtmiyor ama ilk canlıdan primata kadar geçen süreci kastettiğini düşünüyorum. Çünkü Sâd 71 ayetinde “insan yaratmaktayım” diyerek sürecin devam ettiğini ima etmektedir. Sâd 72’de “onu tesviye edip, düzelttiğimde” diyerek bu işlemin bir zaman alacağını söylemektedir. Burada çamur, elementleri, yani insanın madde bedenini anlatıyor. Fakat içine ruh üflenmesi durumu da vardır. Demek ki insan, iki ana unsurdan oluşmaktadır. Biri madde beden, diğer ise Ruh… İşte kuran bu madde bedene “insan” ruh’a ise “cin” demektedir. Yalnız cin denmesi için, öte dünyada olmak gerekir. Yani bizlerin ölmüşleri cin statüsündedir. İblis sembolizmini “Kuran’da İblis ve Şeytan, neyi temsil eder?” adlı makaleden okuyabilirsiniz.
Ayetlerde, Adem’e secde etmeyen “iblis”; aslında kendisidir. Kendisine secde edemez. Şeytan ise, içinde bulunan, hayvansal güdüleridir. Ve onlar insanı kötü yapan duyguların tümüdür. Kıyamete kadar insanla beraber olacaklardır. Çünkü bu duygular dünyada yaşayabilmek için, gerekli mekanizmalardır. Eğer şeytan olarak nitelenen ego, üreme, annelik, sahiplenme vs güdüleri olmasaydı, insan çoktan yok olup giderdi. Dünyada uzun süre kalmasını sağlayan şey, bu güdüleridir. Ruh, insana vicdan ve sevgiyi katar ve her ikisi de dünyada yaşayabilmek için, negatif durum oluşturur. Fakat insanlık geliştikçe bu duyguların öne çıktığını görüyoruz. Yani bizim ruhsal güdülerimiz, hayvansal güdülerimizi baskıladığı oranda, iyi insan olmaktayız. Ölüm ve doğum olayının olması da, sırf ruhun tekamülünü gerçekleştirebilmesi için, kurulan bir mekanizmadır. Eğer insan paslanmayan bir metalden yapılsaydı ve enerjisini güneşten alsaydı ölümsüz bir şey olabilirdi. Üstelik çok daha kolay şekilde de oluşturulabilirdi.
Cennet; Âdem ve Havva için, ekmek elden su gölden bir yaşam alanıdır. Fakat bu ortam ruhun tekâmülü için, iyi şartlar sunmaz. Onun için, insanlığın zor şartlara sahip ortamlara gönderilmesi gerekir. İşte cennetten kovulma sembolizmi onu anlatır.
Bana göre cennet, ilk insanın oluşturulduğu dünyasal bir yerdir. Yani dünyadaki bir laboratuvar ortamıdır. Zaten hem Kuran, hem de Tevrat cennet ile, bir bahçeden bahseder. Bence Orta Doğu Afrika’da bir hayvanat bahçesi olmalıdır. Orada geliştirilen insanın, tüm dünyaya yayılması gerekiyordu. Onun için, cennetten kovuldu. Böylece dünyayı kolonileştirdi.
- Tekâmül Kuran’da önemle işlenen bir konu iken, neden mevcut inanışta hiç yer bulmaz?
Aslında bu soruya şimdiye kadar yazılanlarla, cevap verilmiş oldu. Belki bazıları Kuran’da tekâmülün değerini anlamamıştır. Konuyu “Kuran’a göre tekâmül ve bilimsel anlamı…” adlı makaleden okuyabilirler. Ben konuyu verdiğim linkte inceledim. Burada da dolaylı destek veren ayetlerden birini incelemek istiyorum. bakara 216
[stextbox id=”warning”]Bakara 216 Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.[/stextbox]
Ayettin ikinci yarısı, önemli mesaj içermektedir. İnsanlar için, doğru gözüken bir şeyin yanlış, yanlış olanın doğru olabileceği anlatılmaktadır. Eğer bu ayeti tekâmül konusunu göz önüne alarak değerlendirirsek, ne demek istediği çok açık gözükmektedir. Daha anlaşılır olması için, şöyle örnekleyeyim. Çok zengin bir insan, daha sonra iflas edip, çok zor bir hayat yaşayabilir. Kişi açısından baktığımızda bu onun için, kötü bir durumdur. Oysa durum tam tersidir. O kişi, zor hayatı yaşayarak, tekâmülde çok büyük merhale almış olabilir. Yani geçici dünya hayatının eziyetli geçmiş olması, kötü olmayabilir.
Ayete dönecek olursak, insanlar için, savaşların kötü olduğu, hoşlanmadıkları söylenmektedir. Gerçekten de savaşlar, insanlığın yüz karasıdır. Fakat tekâmül açısından baktığımızda, savaşlar büyük yarar sağlamaktadır. İlk faydası teknoloji ve bilimin gelişmesinedir. Bunun en güzel örneğini Hitler’de görürüz. Hitler, dünyaya egemen olma tutkusu yüzünden, bilim ve teknolojiye çok büyük yatırımlar yapmıştır. O dönemlerde normal şartlarda yapılmayacak yatırımlar yapılmıştır. Aynı şekilde, karşı güçlerde, aynı araştırma geliştirme çalışmalarını yapmak zorunda kalmışlardır. Bu araştırmalar bilim ve teknolojinin sıçramasına sebep olmuştur. İşte bu araştırmalar tekâmül için, olumlu katkı yapmaktadır.
İkinci faydası, insanların dünyada çok fazla zaman geçirmelerinin önüne geçilmiştir. Tekâmül açısından en verimli dönem, insanın öğrenme dönemidir. Bunun da en verimli zamanı, okullarda olur. Daha sonraki hayatı, ikinci derecede fayda sağlar. Bu hayatı da 35-40 yaşlarına kadardır. Ondan sonraki dönem pek fayda sağlamaz ama, sıfır da değildir. Ancak Nasrettin Hocanın dediği “bir dirhem şeker için, bir çeki odun çiğneyemem” durumuna döner. Savaşlar, bu gereksiz dönemlerin yaşanmasını epey engeller. Onun için, ayette, savaş kelimesinden sonra bu açıklama yapılmıştır. İnsanlardaki yaşama içgüdüsü, ölümü öcü gösterdiği için, savaşları sevmeyiz ama bizi organize edenler durumu iyi bilir.
Mevcut İslam inanışı, yeniden doğuşu kabul etmez. Onun için, yeniden doğuşun olmazsa olmazından tekâmül, görmezden gelinir. Bu konuyu irdeleyen Prof Yaşar Nuri Öztürk, yeniden doğuşun olabileceğini kabul etmektedir. Fakat o da, çok fazla kere, yeniden doğmaya, sıcak bakmamaktadır. Çünkü onun tek kaynağı Kuran’dır. Kuran’da da bu konu gizli olduğu için, ancak bu kadarına ulaşabilmiştir. Eğer aklınızı ipotek vermediyseniz sizde birçok şeyin bize gösterildiği gibi olmadığını göreceksiniz.
Kuran’ın bu şekilde yorumlanacağı bilinen ve ayrıca, plânlanan bir süreçtir. Flynn etkisi bu sürecin neden böyle plânlandığını anlamamızı sağlar. Konuyu “Flynn etkisi” adlı makaleden okuyabilirsiniz. Geçmişte insanlığın soyut konuları, çok daha zor anladığını biliyoruz. Bu da Sembolik dille yazılan Kuran’ın gerçek anlamının ortaya çıkamayacağını gösterir. Ondan dolayı, soyutu somutlaştırmak için, peygamberin sözleri ve Tevrat kullanılmıştır. Kuran’a bu günkü anlamının verilebilmesinde Tevrat, tartışılmaz bir kaynak olmasına rağmen, sembolik anlamı için hiçbir değeri yoktur. Bu sayede Kuran, iki farklı anlam içerir durumdadır. İkinci anlamı, kıyamette ortaya çıkacak ve insanlığı kıyamete hazırlayacaktır.
Seyfullah DEMİR
yaklaşık 6 yıl önce
Merhaba Seyfullah Bey ;
Aşağıda ENBIYA süresi 98-102 arası ayetler var.Hiçte sizin dediğiniz gibi.CEHENNEM ödül yeri olarak verilmemiş.Aksine ceza yeri olarak verilmiş.
Yorumlarınızı bekliyorum.
tşkler…
﴾98﴿ Şüphe yok ki siz ve Allah’tan başka taptığınız tanrılar cehennem yakıtısınız, hepiniz oraya gideceksiniz.
﴾99﴿ Onlar tanrı olsalardı cehenneme gitmezlerdi. Oysa hepsi orada ebedî kalacaklardır.
﴾﴾100﴿ Orada onlara sızlanıp inlemek düşer. Onlar orada başka bir şey işitmezler.
﴾101﴿ Daha önce bizden en güzel sonucun vaadini almış olanlara gelince, işte onlar cehennemden uzak tutulurlar.
﴾102﴿ Onlar cehennemin uğultusunu işitmezler, canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar.
yaklaşık 6 yıl önce
Nail Kardeşim,
Yazılarımda Kuran’ın iki görevinin olduğunu yazdım.Birincisi mevcut sistemin oluşması. Bu aynı zamanda Kuranın en alt anlamıdır. Kuran’ın yedi bohca olduğunu söylerler. Yedi bohcayı bilmem ama en az iki anlamının olduğunu biliyorum. İşte mevcut inancın oluşması için bu en alt anlam kullanılmıştır. Ayrıca bunun oluşumu için Kuran’dan çok uydurulan hadisler kullanılmıştır. Fakat cennet, cehennem kavramları Kuran’ın en alt anlamında da mevcuttur.
Kıyametteyse sembolik anlamı çözülecek ve ikinci görevini yerine getirecek. O zaman örneğin gerçek anlamı ortaya çıktığında Müslümanların da Kafir (gerçeği örten) olduğunu anlayacağız. Kuranın dediği gibi çok çok az insan cennete diğerlerinin tümü cehenneme gidecek. Eğer insanların çok büyük bir bölümü (8 milyar insanlardan 300 milyon hariç) cehenneme gidecek ise, bunun iki anlamı olabilir. Ya Allah sadisttir insanları yakmaktan hoşlanıyor, ya da cehennemin başka bir anlamı var. Kuran sembolizminden ikincisinin doğru olduğunu anlıyorum… Yazılarımda bu tür detaylar daha etraflıca açıklanmıştır… İyi okumalar…
Not: O rakamları başka ezoterik kaynaklardan çıkardım. Kuran’da miktar yoktur.
yaklaşık 6 yıl önce
Bir kaç soru soracam: 1) Hangi meal, hangi çeviri bu aldıkların? 2) Ruhun cin olduğu çıkarımını nereden yapıyorsun? Bu konuda pek açıklık yok anlatımında. 3)ego, üreme, annelik, sahiplenme gibi hisleri şeytan olarak isimlendirmişsin kendince. Ego nefsii, üreme ve annelik insani hislerdir ve islam bunları helal dairesinde olsun emreder. Sahiplenme de aynı şekilde olması gereken hislerdir, şeytanla zerre kadar alakası yok. Sen bu hisleri neye göre şeytan olarak addediyorsun?
yaklaşık 6 yıl önce
Kürşad bey, Okumaya devam edin cevaplarınız blokta var…
yaklaşık 7 yıl önce
ALİ İMRAN 141
Allah’ın imana erenleri her türlü boş ve yararsız şeylerden arındırması ve hakikati inkar edenleri etkisiz hale getirmesi için.
Tekamülün sebebi olarak Kuranda en güzel anladığım şekli budur.Fakat ayetteki liyumahhısa kelimesi Allah’ın onları elemesi(inananları) anlamına da gelir.
yaklaşık 7 yıl önce
Bunlar ne böyle yaa ! Böyle bi anlayış olamaz yani insan inanmayacak olduktan sonra ne kadar derin ne kadar muhteşem bir zekaya sahip olursa olsun inanmıyor demek ki. Yani tamam düşünmek kötü bir şey değil de bu kadar da yapmayın ya. Şeytan da kendince haklıydı düşüncesinde , ateş topraktan üstündü ona göre , çok düşünmüştü oysa, çok iyi biliyordu.Ama yanıldı. Her şeyi çok iyi ve doğru düşündüğünü düşünmek şeytanın yoludur Allah muhafaza eylesin amin. Allah bizi ; hadis inkarcılarının şerrinden , dinin güzel ahlak olduğunu söyleyen muhteşem ötesi güzellikteki Peygamberimizin (S.A.V.) sözlerini unutmanın şerrinden ,O’nun sözlerini bir kenara koyup kendi bildiğimiz anladığımızca dine bakmamızın şerrinden , bizi ve tüm müslüman alemini korusun. Amin.
yaklaşık 8 yıl önce
Biz iyilik yapalım,insanlara kötülük yapmayalım,gerisi kolay…Kalbimiz iyilik nisbetinde açılacak,sırlara yavaş yavaş vakıf olacağız,çünkü bazı şeylerde alın teri kişinin öz kazancı olmakta ve onunla işi gittikçe sermaye yaparak ilerletme yetisi elde edecektir.
yaklaşık 8 yıl önce
Merhaba,
Yazılarınızı ilgi ile okuyorum. Fakat hep cevapsız kalan bazı sorularım var.
1-Basitçe; evrenin yaratılışının sebebi Kaynak’ın parçalarının Tekamül ederek saf enerjiye dönüşmesi ve tekrar kaynağa geri dönmesini sağlamak ise. Buna neden ihtiyaç duyuldu? Yani Tanrı kendisine kulluk etmeleri için (tekamül etmeleri için) ruhları yaratıyor ve tekamül edebilmeleri için de dünyayı ve canlıları yaratıyor. Neden?
2- Tekamül için nelere ihtiyaç olduğu belirlenmiş, planlanmış ve otomatik bir sürece bağlanmış ise en başta kaynak neden kendi parçalarından tekamül sürecini başlattı? Zaten en baştan tekamülün gerçekleşip tüm ruhların kaynağa döneceği belli ise bu sürece neden ihtiyaç var?
3- Tekamül edecek olan ruh zaten saf sevgi ve vicdandan ibaret bir enerji ise neden tekamül etmeye ihtiyacı var? Tekamül sonunda olması beklenen şey zaten saf enerji olması değil mi?
Aslında üç soru da tek sorunun parçaları NEDEN?
Tabi eğer Kaynak (Tanrı) büyük patlama ve büyük çatırtı arasında oluşan bir enerji bilincinden ortaya çıkmış ise büyük çatırtının meydana gelebilmesi için tüm bu mekanizmanın oluşması ve başı sonu belli olan bir plan dahilinde gerçekleşmesi konusu NEDEN sorusuna mahal vermeksizin “sürecin kendini gerçekleştirebilmesi için” cevabıyla kapanabilir. Fakat Kaynağın (Tanrının) tüm bunların üzerinde bir güç olduğu konusunda hemfikir isek o zaman sanırım en büyük soru budur NEDEN Tanrı böyle bir düzen kurmaya ihtiyaç duymuştur?
yaklaşık 8 yıl önce
Merhaba Onur kardeşim,
Büyük bir ihtimalle sorularının cevabını anlayacak kadar gelişmiş değiliz. Fakat yine de benim anlayabildiğim bir cevap var. Fakat kutsal yada ulvi bir cevap bekliyorsan hayal kırıklığına uğrayacağın kesin.
3. sorundan başlayayım: İnsan saf sevgi ve vicdandan oluşur ama bilinci sıfır olarak başlar. Yani tekamül ederek bilincin EQ ve IQ yönüyle gelişimini sağlarız. Benim tekamül sonucu saf enerji olarak kaynağa dönüşümüzü anlamak için http://seyfullahdemir.com/kurana-gore-tekamul-ve-bilimsel-anlami/ adlı makalemi okumalısın. Bu makaledeki ikinci şekil ikiz ruhların saf enerji haline dönüşüp kaynağa dönüşünü sembolize eder.
2. soruna gelince: Kaynak ol deyince olduramıyor. Onun için böyle çetrefilli yollar izliyor. (Yazılarımda aslında kaynak katında her şeyin olup bittiğini yani kaynak istediğini aldığını yazdım. Yani bizler zaman genişlemesi sebebiyle uzun süreçler yaşıyoruz. Kaynak zaman genişlemesine tabi değil. Onun için aslında kaynak ol dedi ve her şey olup bitti ama bizler için süreç uzun…Biraz karmaşık oldu ama başka anlatım bulamadım.) Tüm ruhların kaynağa dönecekleri kesinleşmiş hükümdür ama Kaynak bilinçsiz yönünü bilinçlendirdiği için bu süreçler yaşanıyor. Yani kaynak gittikçe ve hızla bilincini artırıyor.
NEDEN? sorusunun da cevabı, evrenin en değerli şeyi BİLİNÇ için olduğu gözüküyor.
Aslında kaynak olduğumuzda her şey asıl o zaman başlayacak. Biz şimdi anne karnındaki bir fetus gibiyiz. Fetus gibi hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir yer için el yordamıyla anlam çıkarmaya çalışıyoruz.
yaklaşık 8 yıl önce
Merhaba Seyfullah Bey
https://www.youtube.com/watch?v=vwGCEo57vIg
Bu video sizce nerede yanılıyor ? Söylediklerinizle çok bağlantı bulunmasına rağmen kafamı karıştıran Atlantisliler kıyameti yaşadı mı ?
yaklaşık 8 yıl önce
İlhan Yılmam’ın söylediğine göre altınçağ kökün bitişinde gelecek bir dönem fakat 6. ve 7. dönemler altınçağı kapsıyor olamaz mı ? 1000 yıllık rahat ve huzur dönemi kökün içerisinde gerçekleşiyor olamaz mı ? sonrasında da ”şeytan serbest kalacak” lafı yeni tekamül sürecine sokulacak insan türünü(iblis) yeni bir dönemi anlatmıyor mu o laf ? hani Deccal tekrardan dünyaya hakim olacak diyordu okuduğum yazılarda, bu yeni bir kök dönemini anlatan bir laf değil mi sizce de ?
yaklaşık 8 yıl önce
Oğuzcan kardeşim,
Başkalarının ne dediğini bilemem… 6. yada 7. çağ diye bir şey yok. Kök ırk diye bir şey yok. Daha doğrusu bir kısım doğruyla harmanlaşmış yanlış bilgiler var.
Benim tahminim dünya üzerinden yüz binin üzerinde insanlık hasat edilmiş olmalıdır. Her hasat dönemi birbirinin aynısıdır.
Yani hepsi aynı şeyleri yaşar. yaklaşık 10-12 bin yıllık insan döneminden sonra kıyamet yaşanır. Kıyametten sonra 1000 yıllık altınçağ dönemi yaşanır. Bu durum her insanlığın yaşadığı bir şeydir. Bizden önce yaşlayanlara birileri çeşitli adlar vermektedir. Siz başka bir şey diyebilirsiniz ama ben Solon’un hatırına Atlantisliler demeyi uygun gördüm. Onlardan öncesine de Mu’lular dedim. Bu isimleri seçmemin sebebi biliniyor olmalarıdır. Yoksa anlatılan hikayeler doğrudur demiyorum. Atlantis yada Mulular hakkında anlatılanların hepsi doğru değil. Doğruyla yanlışı ayırmak kolay değil ama sistemin çalışma prensibini anladığında yanlışı anlayabiliyorsun. Yazılarımdan yaralanabilirsiniz. Her makalem konuyla ilişkilidir…
yaklaşık 8 yıl önce
Hmmm…peki New World Order’ın Mesih Deccal ve altınçağ ile bir bağlantısı bulunmakta mıdır ? Şu an Suriye ve ortadoğuda yaşanılanlar yahudilerin vaad edilen topraklar(arz-ı mevud) planlarına yönelik yapılıyorsa ve hedef de 2023 ise bu ne anlama geliyor ? Mesih Deccal savaşı çok mu yakın ? yani kıyamet hiç bilmediğimiz kadar yakın olabilir mi ? Teşekkürler…
yaklaşık 8 yıl önce
Birileri plan yapıyordur ama bizi organize edenlerin planları gerçekleşir. Hedef 2023 olduğundan benim haberim yok. Mesih deccal savaşıyla neyi kastettiğini bilmiyorum ama kıyamet çok yakın olabilir…
Fakat şundan emin olabilirsin dünyada bir toz zerresi bile planlar dışı bir hareket yapamaz…
yaklaşık 8 yıl önce
Hmmm…o zaman bence kıyamet çok yakında, Illuminati denen örgüt de sonuçta plan dışı bir hareket yapamıyor hatta Illuminati olacakları biliyor, cinlerle iletişim halindeler, ”bizi yönlendirenler”den kastettiğiniz üst boyutta olan cinler olduğunu varsayıyorum, o zaman 2016-2020 yılları arasında Mehdi’nin gelip altınçağı başlatacağını söyleyen Nostradamus’da cinlerden bilgi aldı ? Bizi yönlendirenlerden kastettiğiniz üst boyutta olan ölmüşlerimiz yani cinlerse, Kur’an’ı göndereninde cinler olmadığı ne malum ? ama Kur’an’da şöyle bir ayette var;
Dediler ki, ‘Sen yücesin, velimiz (dostumuz) onlar değil, Sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çokları onlara inanıyordu.'[Sebe, 41]
Bu ayet kafa karıştırıcı işte…cinlerle irtibat şirkse ve ilişiğimiz yoksa neden bir üst boyuttan varlıklarla iletişim olsun ?
yaklaşık 8 yıl önce
Cinler bizim ölmüşlerimizdir. Bizden fazlasını bilemezler ve üstün meziyetleri yoktur. Bizi yönlendirenlerle kastım bizim türümüzden önce dünyada yaşamış ve kıyamet ile saf bilinç olarak yaşamaya başlamış türdür. Onlar melek statüsündedir.
yaklaşık 8 yıl önce
Merhaba seyfullah bey
Bizim ölmüşlerimiz derken reenkarne olmayanlar mı ? Tekamül dediğimiz süreklilik arz eden bir durum değil mi? Bazı yazılarınızda buna değinmiştiniz.
Teşekkürler
Sinan
yaklaşık 8 yıl önce
Doğru Sinan kardeşim. Dünyada bedenlenmemiş olanlar cin statüsündedir. Fakat dünyadaki hayalet cin hikayelerine sebep olanlar ise astrale sıkışıp kalanlardır. Onlar öteye geçmek istemezler. Çünkü öte taraf onlar için anlaşılmazdır. Zeka seviyeleri yetmediği için öte tarafı anlayamadıklarından dünyadan ayrılmak istemezler. Onun için astralde takılı kalırlar ve dünyaya dönebilmek için emek verirler. İşte hayalet hikayeleri onların bu uğraşlarıdır. Geçmişte bu olaylar çok daha fazlaydı. İnsanlık gittikçe daha akıllı olduğu için öte dünyaya gitmekten imtina eden ruhlar da azaldı…
yaklaşık 8 yıl önce
Merhaba yanıt için teşekkür ederim. Bazı düşüncelerimi sizinle paylaşmak isterim şöyleki;
farklı zamanlara doğma meselesine çok net bakamıyorum çünkü bir akış var ve zaman bize göre yapılmış. başlangıç ve son belli ise arasındaki zamanda biz “kaderimizi boynumuza astık ise” karar mekanizmalarımızın değiştiği anlarda zamanda değişebilir düşüncesindeyim. Ama sadece ve sadece bize göre.
Paralel evrenler eğer sonsuz sayıda ise sonsuz sayıda “uğur” un yani benim hayat yollarım ve/veya başlangıçlarım/sonlarım olmalıdır. Çok ütopik görünse de dünyanın sadece tek zamanlı bir yerde olduğuna inanmıyorum. Kaderinin de sonsuz sayıda sonuçlandırabileceğini düşünüyorum. Evet bir kıyamet var ve bir şekilde olacak ama burada (bu evrende) olması gerektiği gibi olacak.. belki de evrenin başka yerlerinde başka dünyalarda başka zaman kırılımları yaşanıyor ve sonlar başlangıçlar ya da buna TARIH diyebiliriz, farklı şekilde işleniyor herşey. Peygamberimizin tüm alemlere (evrene) gönderildiği bilgisinden yola çıkarak belki de garip olabilecek bir düşünceye hasıl oldum. Muhtemelen bu hali ile yanlış ancak mantık olarak hoşuma gittiği için paylaşmak istedim.
Sevgiler
Ugur
yaklaşık 8 yıl önce
Uğur Kardeşim,
Özgür irade zamanın akışını değiştirir. Yani verilmemiş bir kararın geleceği ile o karar verildikten sonraki gelecek aynı değildir. Fakat bu kaderimizin boynumuza asılı olmasını engellemez. Çünkü zaman içinde serbestçe gezenler bizim kararımıza bakıp hayat planımızın ondan sonrasını ona göre yaparlar. Yani bizim kararlarımızın sonucuna göre hayatımızda karşılaşacağımız olayları organize ederler. Sadece bizim değil o karardan etkilenen herkesin hayat planı ona göre oluşturulur. Örneğin Hitler tüm dünyadaki herkesin hayat planlarını etkilemiştir.
Paralel evrenler konusuna gelince olay biraz daha farklıdır. Biz tek evrende oluruz. Paralel evrenlerde olanlar ise bize en çok benzeyen ama başkası olur. Şöyle örneklemeye çalışayım. Bir dans topluluğu düşünün. Müziğin bir yerinde herkes çökmek durumunda olsun. Fakat tek kişi çökmeyi unutsun. İşte siz bu evrende çökmeyen kişisiniz. Başka evrende ise en yakınınızdaki arkadaşınız çökmeyi unutmuştur. Orada siz değil en yakınınızdaki kişi vardır. Bu konu epey karışık bir durumdur. Becerip anlatabilmişsem çok iyi.
Kısacası paralel evrenlerde de benzer durumlar yaşanıyor olsa da bizi, bizim evrenimiz ilgilendirir. Orada başkaları tekamül eder. Elbette ölümden sonra onlardan birinde enkarne olmak mümkündür… Yani “uğurun” farklı yaşam yolları yoktur. Neler yapacağı ve sonuçları bellidir. Çünkü ona tekamül edeceği en iyi şartlar sunulmuştur.
yaklaşık 8 yıl önce
Tekrar Merhaba :);
Bir sorum daha var;
Sevgi bilincin bir hadisesiyse, ruh tekamül ettikçe mi sevgi gelişir ? yapay zekaların sevmesi mümkün mü ? duygular bilincin eseri midir ? gelişen bilinç sayesinde mi duygular oluşur ?
yaklaşık 8 yıl önce
Cevabınıza gelince insan geliştikçe insani yönü olan EQ zeka yönü artar. Böylece kamil insan olma yolunda ilerler. Böylece zaten ruhunda var olan sevgi daha çok aktiflenir, öne çıkar. Şeytani yönünü baskılar.
Yapay zekaya da içgüdüler eklenebilir. Sevgide bir güdüdür.
yaklaşık 8 yıl önce
Sayın Seyfullah Demir,
Web sitenize tekamül kavramını araştırırken rastladım. Bu zamana dek sizin ifadenizle “mevcut islam inancı” çerçevesinde yaşadım. Yazılarınızla kafamda birçok soru oluştu. Sizden ricam iki sorumu yanıtlamanızdır. Yazınızda şöyle bir kısım bulunmaktadır: “Bu mantığa göre insanın yaratılmasının sebebi tekâmül etmesinde gizlidir. İnsan Tekâmül ederek Tanrıyla bir olmalıdır. Bu onun yaratılma sebebidir.”
Sorum ise şudur; insan ruhunun neden tekamül etmesi gerekiyor. Bunca süreç ve yaşanılan olmasa ve insan yaratılıştan bu özelliklere sahip olarak yaratılsa, tüm bu sürece gerek kalırmıydı?
İkinci sorum ise, tarih kitabı değil, sembolik anlamlar taşıdığını belirttiğiniz kuranın, hakiki anlamanı bilmememiz ve sembolik olduğunu neden anlamamamız gerekiyor? Örneğin sizin ifadelerinize göre, cehennem ve ateş var deniyor ama aslında ceza yok. Peki bu bir kandırmaca değil midir? Yalan söylemekten men edilen uyarılar bulunan bir kitapta, böyle bir uygulamanın sebebi nedir?
saygılarımla
Fatma
yaklaşık 8 yıl önce
Değerli Fatma kardeşim,
1-“İnsan ruhunun neden tekâmül etmesi gerekiyor. Bunca süreç ve yaşanılan olmasa ve insan yaratılıştan bu özelliklere sahip olarak yaratılsa, tüm bu sürece gerek kalır mıydı?” diye sormuşsun.
Olayı basite indirgemek gerekirse, bizler tam olarak birer yapay zekâyız. Yapay zekâ programlayan bilim insanlarının en büyük sorunu yapay zekânın karşılaştığı yeni bir olay karşısında bir tepki veremiyor oluşudur. Eğer ne yapması gerektiği programında yoksa kendi inisiyatifiyle bir cevap oluşturamıyor. Ve bir yapay zekâya dünyada yaşayan tüm insanların yaşadığı tüm deneyimlerin karşılığı olan programlama yüklenirse tam olarak bir insan gibi davranır. Fakat bu programın yapılabilmesinin güçlüğünü sanırım kabul edersin.
Ben bu sorunu yaşayan, programcı arkadaşlara şöyle bir öneride bulundum. “Yapay zekâya insanın tüm deneyimlerini programla yüklemek yerine, bu deneyimleri yaşamasını sağlayın.” Bu durum yine zor olmasına karşın daha kolay ve daha uygulanabilirdir. Bu işi yaparken dünya gibi bir ortam yaratılır, yapay zekâ kopya ile milyonlarca çoğaltılır, zaman hızlandırılır. Böylece kısa zamanda sorun çözülebilir. Benim hesabıma göre binlerce yıllık bir deneyim 14 gün gibi bir zamana sığabilir.
Bu açıklamaya bakarak bizim de aynı bu durumu yaşadığımızı anlamak zor olmasa gerek. Bizi programlayan güç tüm alternatifleri bizim programımıza koymak yerine onu deneyimleyerek öğrenmemizi sağlamak için tekâmül sistemini kurmuş. Yani biz bilinç geliştiriyoruz. Bizim için geçen uzun sürelerde sadece bizim içindir.
2- “Kuran tarih kitabı değil, sembolik anlamlar taşıdığını belirttiğiniz kuranın, hakiki anlamanı bilmememiz ve sembolik olduğunu neden anlamamamız gerekiyor?” diye sormuşsun…
Kuran’ın sembolik anlatım olduğunun Kuran’daki işareti müteşabih ayetlerdir. Benim düşüncem bu ayetler sembolik anlatımlardır. Fakat muhkem ayet diye düşündüğümüzün bazısı da müteşabihtir. Örneğin Adem’in ve şeytanın yaratılması hikayesi de bana göre sembolik anlatımdır.
3- “Peki bu bir kandırmaca değil midir? Yalan söylemekten men edilen uyarılar bulunan bir kitapta, böyle bir uygulamanın sebebi nedir?” diye sormuşsun…
Tüm inançlar; insana çeşitli deneyimler yaşayabilmek için yaşam alanı sunmak için oluşturulmuştur. Fakat insan zekâ olarak sistemi anlayamayacak düzeyde olması yüzünden, bir şeylere zorlanması gerekir. Yani tekâmül insanın insafına bırakılmaz. Çeşitli kanun ve kurallarla yapmaları gerekenleri yapmaları sağlanır.
Eğer insana gerçekler anlatılarak tekâmül etmesi istenseydi sanırım aval aval ve boş bakmaktan daha ötesini yapmazdı. Ama onu zorlayarak (Örneğin, yaşam sevgisi, ego gibi güdüler yanında cehennemde yanma korkusu gibi yapay zorlamalar) istenenleri yapmasını sağlamıştır. Bunu bir zorunluluk olarak düşünmek gerekir.
Bu durumu şöyle örnekleyeyim. Benim Özürlü bir yeğenim var. Bıçakla oynamayı çok seviyor. Bıçakla oynamak onun yaşam amacı gibi sanki. Fakat kendisini kesmesinden çok korkuyoruz. Kendisine kesmeyen bıçak verdiğimizde kesinlikle kabul etmiyor. Ona, “kendini kesersin” diye bir şeyi anlatabilmenin de imkânı yok. İşte insanlık da tam bu düzeydedir. Ona zamanı gelene kadar gerçeği anlatmanın imkânı yoktur.
Biz yeğenime durumu anlatarak değil de, ona fiziksel engeller koyarak durdurmaya çalışıyoruz. Kendi evlerinde gerekli önlemler alınmış. Annesi bıçaklara ulaşamayacak şekilde evi düzenlemiş ama başkalarına gittiklerinde ilk işi mutfağı aramak oluyor. Eğer ona bıçakla oynadığında cehennemde yanacağını anlatabilseydim bu yalanı seve seve ona söylerdim. Çünkü bu onun yaralanmasını engelleyecek en makul yol olurdu.
Yeğenime yaptığımız fiziksel engeller bizim yaşam sevgisi gibi güdülerimizin yaptığına karşılık gelir. Ona bir şey anlatamadığımız için cehennem korkusuna karşılık bir durum oluşturamıyoruz. İnsanlık ise geliştikçe öyle engeller oluşturulmuş. Örneğin Pagan dinlerinde hatta Tevrat’ın ilk dönemlerinde cehennem kavramı yoktur. İnsanlık geliştikçe cehennem kavramı devreye girdi. Ve zamanı geldiğinde de gerçek anlamı ortaya çıkacaktır.
yaklaşık 9 yıl önce
selam.
hadisler konusundan başlarsam, hadislere taraf ya da karşı değilim. ben dinimi hiçbir zaman hadisleri anlamaya çalışsarak yaşamadım. hadisler benim için eğer Kuran ile çelişmiyorsa ekstra bir bilgidir. Nihayetinde peygamber sadece kendisine vahyedilene uymak zorunda oda Kurandır ve bu Kuranda açıkça belirtiliyor. dolayısıyle Kurana uymayan hadislere hiç itibar etmem. ama dinimi hadislerden de öğrenmem. İslam inancını oluşturan şey belki günümüzde böyle olabilir. ama gerçekten Kurana iman etmiş insan hadislerden din öğrenmez. bunu çok rahatlıkla kurandan anlayabilir. genel kabul hadisçi olsada hiç az sayılmayacak kadar benimle aynı görüşe sahip olanlarda var.
ibadet konusuna gelince ibadet konusuna çok yanlış bakıyorsun ve gerçekten objektif düşünebildiğini sanmıyorum.ibadetten kastın nedir bilmiyorum.
çünkü: ibadet deyince namaz kılmak oruç tutmak ve hacca gitmekten ibaret sayılıyor. doğrudur. bunlar temel ibadetlerdir.
İnsan hayatını biraz düşününce yılda 30 gün oruç tutmak günde beş vakit namaz kılmak ve imkanın varsa ömründe en azından bir defa hac görevini yapmak insan hayatının çok büyük bölümünü kaplamaz. peki bir insan bu ibadetlerden geri kalan zamanda ne yapar ki çok büyük bir zaman. zaten sorunda burda başlıyor. bu ibadetleri yapanların cennete gitme garantisi yok.
birşeye dikkat etmeni isterim Kuranda oruç un nasıl ev nezaman tutulacagıyla ilgili ayetler sadece bakara 183-184-186-187. ve Allah Bakara Sûresinin 183 . Ayetinde
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. der ve
-bu ayetlerin hiçbirisinde bunları yapmazsanız sizi cehenneme göndereceğim demez.-
hatta genel olarak Kuran da insanları ibadet etmediği için cehenneme göndereceğini söylemez.
diğer oruçla ilgili ayetlerde ise genelde fidye ödemek için insanlar oruç tutar
Bakara Sûresinin 196 . Ayetinde
Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin. ve
Nisâ Sûresinin 92 . Ayetinde
Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkan bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ardarda oruç tutması gerekir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
ayetlerinde olduğu gibi. sende ibadetlerle ilgili ayetleri okursan demek istediğimi çok rahat anlarsın. hatta Allah bu ibadetleri yapmakta birtakım zorluklar yaşayanlar için esneklik bırakır. insanlara zorluk yapmak istemediğini belirtir. diğer ibadetlerle ilgili ayetleri yazmayacağım. bu örnekler yeter diye düşünüyorum. ama tavsiye derim Kuranda ibadetler ile ilgili ayetleri bulup inceleyebilirsin ve eminim göreceksinki bu ibadetlerin yapılmaması değildir cehenneme gidişin sebebi.
sonuç olarak bu ibadetlerin nasıl yapılması gerekitiği ile ilgili ayetler Kuran da çok az geçer.
onların yerine 700 nün üzerinde ayette insanın aklını kullanmasını ister. hatta Yunus 100. ayetinde
de Hem Allah’ın (akıl ve irade vermek suretiyle gerçekleşen) izni olmasaydı, hiçbir insan imana eremezdi! Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mahkun eder! der.
bununla birlikte en çok infak etmek yani malından az olandan az çok olandan çok vermesini ister. kimlere: yakın uzak akrabaya yolda kalmışa esirlere kimsesizlere yoksullara gibi.
haksız yere insanları öldürmemeyi emreder.
erdemli olmayı emreder.
okumayı emreder.
gibi daha birçok şey Kuranda en başta yazdığım ibadetlerden daha çok geçer.
benim için ibadet etmek namaz oruç hac dan ibaret değildir. ukarda yadıklarımın ve yazmadıklarımın tamamı ibadettir. ve tüm bunlar kesinlikle insan içindir. ibadetler dünyasal getiri içindir ama sadece dünya için değil ahiret içinde çok önemlidir. dünyasal getirisi bizim ibadet ederek kötülüklerden uzaklaşmamızı sağlar. ama bu tek başına kesinlikle yeterli değil. sadece ibadet etmke olsaydı Allah sadece ibadet ederek cennete girebileceğimizi söylerdi.
Furkan 15. ayette derki De ki: “Ee, şimdi bu mu hayırlı, yoksa takva sahiplerine vaad edilen ebedi cennet mi? Ki o bir ödül ve bir son duraktır.
cennet takva sahiplerine vaad edilen bir yerdir.
bu durumda takva sahipleri kimlerdir hemen Kuran dan örnekleyim
O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.(Al-i İmran, 3/134)
Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler. (Al-i İmran, 3/135)
Onlara denir ki: “İşte size vaad edilen bu cennet, Allah’a yönelen, O’nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah’tan korkan ve O’na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur. (Kaf, 50/32-33)
burda cennete gireceklerin özelliklerinde dikkat edersen ibadet edenler demiyor, onun yerine onun emirlerine diyor. emirleride yukarda örneklediğim tarzda şeyler.
devam edelim cennetlik olan takva sahiplerinin özelliklerinin anlatıldığı ayetlere
İnanıp; iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız. (Nisa, 4/57)
sonuç olarak Allah Kuranda cenette gieceklerin özelliklerini anlatırken kendisine ibadet edenleri kastetmiyor ya da sadece kendisine ibadet edenleri söylemiyor. bu dünya hayatında aklını kullanan, parasından ihtiyaç sahibine veren dünyada iyii işler yapanları cennetine koyacağını söylüyor. tabii ki burda ön şart bakara 2-3-4 de olduğu gibi öncelikle Allaha iman etmek. ve şirk koşmamak.
nihayetinde ibadet erdemli olma yolunda en önemli konudur. çünkü gönülden ibadet edenler ve Allahın tüm emir ve yasaklarına uyanlar erdemli olabilirler. erdemli olmakta aslında benim olgunlaşma senin ise tekamül dediğin şey.
hem düşünsene bu dünyada hayatı boyunca kötülük yapmış olan insanlar sence olgunlaşırlar mı ? (tekamül ederlermi?) bu sorunun cevabı bence kesinlikle hayırdır ve o insanlar sonraki hayata yani ahirete olgunlaşmamış olarak gideceklerse sence Allaha ulaşmış olurlarmı ya da şöyle diyelim olgunlaşmış insanlarla aynı derecede mi olurlar. olmaz diyeceğini tahmin ederek diyorum ki işte o insanlar ahirette cehennemliklerdir.
not: mümkün olduğunca diğer yazılarını okuyorum. ilginç olan ve cevap yazmak istediğim çok şey var. dilerim onlar hakkında da yazabilirim. vermem gereken cevaplar için uzun yazılar yazmam gerekiyor. zamanımın yetersizliğinden dolayı ara ara yazmaya çalışacağım.
selam.
yaklaşık 9 yıl önce
selam
yazılarını okuyorum. ilginç bir bakış açın var. onları farklı bir zaman ve ortamda konuşabiliriz.
cevap vermek zorunda hissettiğim bir yazı. dilerim benim senin yazını okuduğum gibi sende önyargısız okursun.
sorularına cevap vermeden önce anlamak istediğim noktalar var.
mevcut islam inancını oluşturan kaynağın hadisler olduğunu söylemişsin. (Bu büyük oaranda doğrudur). ayrıca bahsettiğin kitapları okumuşluğum var.
sonrada
“Bu konuya bu kadar özen göstermemin bir sebebi var. Benim Kuran’la ilgili yazılarımı eleştirenler çoğunlukla mevcut İslam görüşüne göre değerlendirmektedirler. Mevcut inancın Kuran’la çakışmadığı için benim söylemlerimle de çakışmayacağı kesindir.” diyerek çok net hüküm vermişsin.
mevcut inancın kaynağını hadislerden aldığını yazıyorsan ve buna inanıyorsan mevcut inancın Kuran la çakışmadığını iddia edemezsin. dolayısıyle senin söylemlerinle çakışmaması tam aksi olarak Kuran la çakıştığı içindir.
sorularına verdiğin cevaplara cevaplar 🙂
– Eğer tanrı sonsuz güce sahipse; insanı niye yarattı? Kendine yetmesi ve insana ihtiyaç hissetmemesi gerekirdi.
Allah ın insanları (cinler kısmı ayrı ve uzun bir konu) kendisine kulluk etmesi için yaratması hakim düşünce değil kesin ve net bir bildirimdir.
evet Allah insanları ve cinleri kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. bunun mantığını sorguladığında baya sorunlu olduğunu anlamışsın (ben hiç öyle anlamıyorum). gerekçe olarakta Allah ın bir şekilde bu ibadete ihtiyacı olduğunu, bununda Allah ın sonsuz gücüyle çeliştiğini söylemişsin. mevcut islam inancının ibadet insan içindir savunmasını ise uydurma ve ayetle çelişik olduğunu belirtmişsin.
şimdi sorularım şunlar
ayette “İnsanların ihtiyacı var onun için ibadet etsinler” demiyor -diyerek sonuca ulaşmaya çalışırken, sen ayette benim sizin ibadetinize ihtiyacım var demiyorken Allah ın ibadete ihtiyacı olduğunu nasıl çıkardın?
ayrıca sonraki 57 ve 58. ayetlerde Allah insanlardan ne herhangi bir rızık ne de besin istemediğini (yani insana ihtiyacı olmadığını) çünkü kendisinin bütün rızıkları veren saglam dayanıklı mutlak güç ve kudret sahibi olduğunu söylüyor. (ben yaptığım savunmayı uydurarak değil sonraki ayetleri delil göstererek yapıyorum.
– enbiya 16-17. ayetle zariyat 56 çelişik görünür demişsin. çelişki tam olarak nerededir. çelişki olabilmesi için birbirine aykırı şeyler söylenmesi gerekmezmi.
çelişkinin aksine birbirini tamamlayan ayetlerdir. yaratılışın boş ve gereksiz bir amaç değil kendisine kulluk etmek için olduğunu anlatır.
ayrıca mülk 2. ayete de ölümü ve hayatı kimlerin güzel davranacağını sınamak için yarattığından bahseder.
tekamül etmek konusunda birçok noktada seninle aynı düşünüyorum. ancak Kuran a göre düşünürsek yazılması gerekneler var.
tekamül etmek yerine olgunlaşmayı tercih ederim. o yüzden olgunlaşmak diye yazdığımda tekamül etmeyi anlayabilirsin.
bir çok yerde Kuran ın söylemediği şeylerle ilgili kendince hükümler vermişsin. bu hiç doğru değil. çünkü Kuran ı anlayarak okumamışsın. dolayısıyle böyle hükümler vermememlisin. en azından mevcut inanış diyerek Kuran ın söylemediği şeyleri Kuran danmış gibi söylememelisin. bunları teker tekrer yazmıcam ancak yeri gelirse örnekleyerek kısaca anlatabilirim. Kuran ı parça parça değil de bür bütün olarak algılayıp okursan ve bir bütün olarak düşünürsen sende inanıyorum ki çelişkilerinin ortadan kalktığını göreceksin.
gelelim tekamül ya da kendi deyişimle olgunlaşma konusuna. genel olarak yukardaki konudan sonra olayı olgunlaşmaya getirmişsin ve
“Eğer Tanrı insanı tekâmül etmesi için yaratmış ise neden “bana ibadet etsinler diye yarattım” demiştir.” diyerek kendince bir takım açıklamar yapmışsın.
Olgunlaşmak tabii ki Allah ın bizden istediği şeydir. zaten kulluk etmemizi istemeside insanın kendi olgunluğunu tamamlayıp ölümden sonra Allah a tertemiz olarak ulaşmayı sağlamak istemesidir. Kuran ın sunduğu iki mantıktan bahsetmişsin. birisi şu an oluşan islam inancı diğeri ise kıymette ortaya çıkması istenen mantık. Şu an oluşan islam inancı diye bir şey yoktur. Şura 13 , Fatır 43, Fetih 23. ayetlerde anlaşıldığı gibi Allah ın tek dini islamdır ve Allah ın dininde, kanunlarında sünnetinde değişiklik yoktur.
Peygamberlerin ve kitapların görevi bu olgunlaşma sürecinin nasıl başarıya ulaşacağını insanlara bildirmek ve “hatırlatmaktır”.
ibadet etmek ile olgunlaşmak benzerlikler gösterebilir ama senin anladığın gibi eşanlamlı olamaz çünkü kapsadıkları şeylerin oranı çok farklı. bizden ,istenen şey hem ibadet hem de olgunlaşmaktır. Zaten Kuran ve daha önce gönderilen kitaplar ve sayfalarda bunun nasıl yapılacağını hatırlatır ve yapılmaz ise ne olacağı ile uyarır. ibadet etmek olgunlaşmanın bir gereğidir. çünkü yanlış yapmaktan alıkoyar dolayısıyle olgunlaşmana en büyük katkıyı sunar. bu da ibadetin Allah için değil insanın kendisi için olduğunun işaretidir.
örnek ayetler: Bakara Suresi, 21. Ayet
Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız. ( Allah a karşı gelmek, olgunlaşmayı ya da tekamülü gerçeklerştirememektir aynı zamanda)
Nisâ Suresi, 36. Ayet
Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez. ( çok açık şekilde iyiliğin ‘olgunlaşmanın’ gereğinin yapılan iyiliklerle olacağını anlatır. Kibir ve övünme olgunlaşmanın karşısındadır.
Allah evet olgunlaşmamızı ister. Bunu da nasıl yapacağımızla ilgili bize yol gösterir. İbadette bunlardan biridir.
Yani Allaha kulluk etmek (ibadet etmek) de diğer özellikleriyle beraber olgunlaşmanın bir gereğidir.
yaklaşık 9 yıl önce
“ayette “İnsanların ihtiyacı var onun için ibadet etsinler” demiyor -diyerek sonuca ulaşmaya çalışırken, sen ayette benim sizin ibadetinize ihtiyacım var demiyorken Allah ın ibadete ihtiyacı olduğunu nasıl çıkardın?” diye yazmışsın. Şuradan çıkardım. Bu işlem birinin işine yaramalı. Bu işi insanlar çıkarmadığına göre, çıkaran fayda görmeli.
Şöyle mantık yürütüyorum. Dünyada Müslüman olmayanlar da yaşıyor ve bir kısmı hiç ibadet yapmıyor. Bırak ibadeti Allah’a bile inanmıyor. İbadet etmeyenlerin dünyadaki yaşamlarından ibadet etmedikleri için bir eksilme olmamış. Aksine çoğu Müslümanlardan çok daha iyi şartlarda yaşıyorlar. Yani ibadetin dünyasal bir getirisi yok. (Spor olsun diye emredildiğini iddia etmezsin sanırım) Gelelim öte dünyaya katkısına: Kuran’dan anladığım kadarıyla kişi ibadet etmiyorsa cehenneme gitmez. Ancak, Allah’ın emri olan ibadeti yerine getirmiyorsa cehenneme gider. Yani aslolan emrin yapılıp yapılmadığıdır. Yani Allah sözünü dinlemeyenleri yakmakla tehdit ediyor. Niye? Şizofren midir? Eğer şizofren değilse bu ibadetleri emretmekten bir amacı olmalı. Dünyasal olmadığına göre öte dünyasal bir fayda vardır. (Bu faydanın O’na dönmekle ilişkisini yazılarımda yazdım.)
Ben tekâmül kelimesine değinerek devam edeceğim. Eğer Flynn etkisi adlı makalemi okursanız. İnsanlığın her 10 yılda 3 puan zekâ artışı sağladığını görürsün. İşte benim tekâmül dediğim şeyin bir yönü bu zekâ artışı diğer yönü senin söylediğin olgunlaşmadır. Her ikisinin toplamına tekâmül diyorum.
İnşikak 6 ayetinde “Ey insan! Kuşkusuz sen Rabbine doğru çaba üstüne çaba sarfetmektesin, nihayet O’na varacaksın.” Diyerek önemli bir bilgi vermektedir. Benim tekâmül dediğim şey bu çabaların getirisidir. Yani insanlar dünyaya tekâmül etsinler diye gönderiliyor. Ve Allah hiç ayrım yapmadan bütün insanların bu işi başaracak olduklarını müjdeliyor. Yani Müslümanlar başaracak ama inançsızlar başaramayacak demiyor. Tüm insanlar başaracak. Bu işin sonunda bazısı cehenneme bazısı cennete gidecek ama sonuçta herkes başaracak. (Cennet ve cehennemin de sembol olduğunu makalelerimde yazdım).
“Allah evet olgunlaşmamızı ister. Bunu da nasıl yapacağımızla ilgili bize yol gösterir. İbadette bunlardan biridir. Yani Allaha kulluk etmek (ibadet etmek) de diğer özellikleriyle beraber olgunlaşmanın bir gereğidir.” Demişsin. Ben bu sözünden ibadet etmeyenlerin olgunlaşamayacağını çıkarıyorum. Böyle bir kabul doğru değildir. Çünkü dünyada hangi açıdan bakarsan bak Müslümanlar geridedir. Eğer senin dediğin doğru olsaydı Müslümanlar her açıdan ilerde olmalıydı. Bunun böyle olmamasının iki sebebi olabilir. Ya Allah yanıldı. Aslında ibadet insanları olgunlaşmakta geri bırakıyor ya da insanlar bu işi hakkıyla yapmıyor. İşte benim iddiam insanlar bu işi hakkıyla yapmadığı yönündedir. İnsanlar, kendi zanlarını uyduruk hadisler sayesinde Allah’ın sözlerine karıştırdıkları için bu durum hasıl olamadı.
Ayrıca hadislerin güvenirliliğine ilişkin bir şey söylemedin. Sen “tüm hadisler doğrudur” diyorsan zaten tartışmamıza pek gerek yok. Çünkü İslam inancını oluşturan şey hadislerdir. Elbette Kuran’a açıkça aykırı bir hadisi kimse üretmeyeceği için kimse hadislerin Kuran’a uymadığını iddia edemez. Fakat Allah’ın sözüne insan sözü karışmış olur ki buda dinin zıvanadan çıkması demektir. Peygamberin sözlerine itiraz ettiğimi sanma. Ben doğru olduğunu asla bilemeyeceğimiz hadislerle bir inanç oluşturmaya karşıyım.
Diğer eleştirilerini de bekliyorum. Emeğin için de teşekkür ederim…
yaklaşık 6 yıl önce
İyi günler kabir azabı,bedenin mezara gomulme mecburiyeti hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum makalelerinizi ilgiyle okuyorum
yaklaşık 6 yıl önce
Mevcut İslam inancında Kabir hayatı diye bir hayatın olduğuna inanılır. Son zamanlarda pek çok kişi böyle bir hayatın olmadığını söylemektedir. Bu yazımda önemli gördüğüm bu konuyu inceleyeceğim.
Kur’an’ı incelediğimizde bu konunun açık olmadığı görülür. Kur’an’ın yazılım özelliğinden dolayı isteyen istediği şeye cevaz verecek sonuca gidebiliyor.
Önce kabir hayatı vardır diyenlerin tezlerini inceleyelim.
Bu görüşü savunanların en önemli dayanağı hadislerdir. Sahih olduğuna inanılan bazı hadislere bakalım.
-Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.”(bk. Tirmizî, Kıyamet, 26).
-“Ölü kabre konduktan sonra, Münker ve Nekir adında iki melek gelip Peygamber Efendimizi (asv)kastederek ‘Bu adam hakkında ne düşünüyorsunuz?’ diye sorarlar. Mümin kimse daha önce/ dünyada iken dediği gibi der: ‘O Allah’ın kulu ve resulüdür. Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve resulüdür.’ Melekler; ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk’ derler ve kabrini genişletip aydınlatırlar. Münafık -ve kâfir- kimse ise, bu soruya ‘Bilmiyorum’ diye cevap verir. Melekler ona da ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk’ derler. Yere denilir, o da adamın kaburgalarını iç içe geçirecek şekilde onu sıkar ve kıyamete kadar orada azap çeker.”(Buharî, Cenaiz, 87; Tirmizî, Cenaiz, 70; -hadis meali özet olarak Tirmizi’den alınmıştır).
-Bera b. Azib anlatıyor: Hz. Peygamber (asv) buyurdu ki; “ ‘Allah iman edenleri hem dünyada hem ahrette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar” (İbrahim 27)’ ayeti kabir sorgusu ile ilgili olarak nazil olmuştur. Ona denilir ki; ‘Rabbin kim?’ o da ‘Rabbim Allah’tır, dinim Muhammed’in(a.s.m) dinidir.’ İşte ‘Allah iman edenleri hem dünyada hem ahrette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar’ ayeti bu sağlam söze işaret etmektedir.”(Müslim, Cennet, 73; Nesâî, Cenaiz, 114; Tirmizî, Tefsir, 14).
-Kabir, ahret menzillerinden ilk menzildir. Eğer kişi ondan kurtulursa, artık ondan sonrası daha da kolay olur. Eğer ondan kurtulmazsa, ondan sonrası daha da sıkıntılı olur. (Kenzu’l-ummal, h. No: 42504).
-Mülk Suresi: onu okuyana şefaat eder, onu kabir azabından kurtarır(bk. Mecmau’z-zevaid, 7/128; Suyutî, İtkan,II/194-198)
Hadislerin doğruluğunu bazı ayetlerle de desteklemektedirler. Özellikle “Mümin 46. Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün de: “Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!” (denilecektir). (Elmalılı)” ayetini delil gösterirler. Ayrıca MÜ’MİNUN 99,100 Onlardan birine ölüm gelip çattığı zaman şöyle der, “Rabbim, beni geri döndürünüz. Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır. (Elmalılı) ayetteki Berzah hayatını delil olarak sunarlar.
Kabir hayatı yoktur diyenler ise Hadisleri göz önüne almazlar. Onların iddiasına göre Hadisler güvenilmezdir ve Kur’an’ı değiştiremeyenlerin dini değiştirmek için hadis uydurduklarını iddia ederler. Onlar sadece Kur’an’dan yararlanırlar.
Onların iddiası:
“Kur’an’ı bir bütün olarak incelediğimizde iki hayatın olduğunu görürüz. Biri dünya hayatı ve diğeri Ahret hayatıdır. Kur’an üçüncü bir hayattan bahsetmez” derler. Firavunun azabını anlattığını söyleyen Mümin 46 ayetini bir bütünlük içinde incelediğimiz de süreklilik anlattığı ve bunun kabir hayatı olarak alınamayacağını iddia ederler.
Müminun 100 ayetindeki Berzah hayatını ise çarpıtma olarak görürler. Ölenlerin geri gelemeyeceklerini ve bir engel olduğunu gösterdiğini söylemektedirler.
Ayrıca İsra 52 (Allah) sizi çağıracağı gün, tam bir hürmetle onun emrine koşacaksınız ve zannedeceksiniz ki, kabirlerinizde pek az bir müddet kaldınız. (Elmalılı) ayetini de her iki görüşün kendi düşüncelerine uygun meallendirdiklerini görürüz. Bazıları buradaki hayatı dünya hayatı olarak alırken bazıları kabir hayatı olarak değerlendirir.
Örneğin; Dünya hayatı olarak alanlar Süleyman Ateş, Şaban Piriş, Muhammed Esed, Kadri Çelik, Hayrat Neşriyat, Ahmet Tekin, Ahmet Varol, Abdullah Parlıyan, Ali Bulaç ve Abdülbaki Gölpınarlı.
Kabir hayatı olarak alanlar Ümit Şimşek, Ömer Nasuhi Bilmen, Hasan Basri Çantay, Elmalılı Hamdi Yazır, Diyanet İşleri ve Ali Fikri Yavuz.
Cemal Külünkoğlu her ikisinin de olduğunu belirtmiş…
Yaşar Nuri Öztürk ve Edip Yüksel ise herhangi bir ayrım belirtmemiştir…
Bu bilgilerin ışığında kendi değerlendirmemi yapmak istiyorum.
Kabir hayatı konusunda Kur’an’ın açık bilgi içermediği kesindir. Fakat öyle bir hayatın olduğu, olmadığından daha gerçekçi duruyor. Fakat bilinen anlamıyla öyle bir hayatın olmasının da sakıncaları vardır. Eğer sadece kabir hayatı varsa pek sorun yok ama kabir azabı varsa bu büyük adaletsizlikler doğurur.
Birincisi hesap henüz görülmemiştir. Çünkü kıyamet olmamıştır. O zaman kim neye göre cezalandırılacaktır? Allah bu işi biliyor olması adaletsizliği kaldırmaz. Çünkü kişi henüz bilmemektedir. Bu gün kime sorarsanız, herkes kendinin cennete gideceğini düşünür. Kabirde farklı düşünmesini farz edemeyiz. O zaman kişi ancak mizan kurulduktan sonra nereye gideceğini öğrenebilir.
İkincisi dünya kurulduğunda ölen suçlu biri, o zamandan beri ceza görmektedir. Oysa kıyamete yakın ölen çok daha az bir zaman ceza görecektir. Bu durum tam bir adaletsizliktir.
Benim değerlendirmeme göre de berzah hayatı vardır. Ve önemli bir merhaledir. Çünkü dünya hayatında yaşadığımız tekâmül seviyesi berzah hayatında ruhumuza yüklenir. Fakat ceza diye bir şey yoktur. Kabir azabı da tıpkı cehennem gibi korkutma amaçlıdır.
Kur’an’da gerçekten iki hayat tanımlanmıştır. Dünya ve ahret hayatı… Aslında berzah hayatı da ahret hayatı kapsamındadır. Kabir hayatı diye bir hayat olamaz. Çünkü ruh bedenden ayrıldığında, öte dünyaya gitmek durumundadır. Kabirler ruhların yaşadığı yerler değildir. Kabir, beden gibi dünyasaldır. Ruh ise dünyasal değildir. İkisi birlikte olamazlar.
Ruh bedene bir cihazla bağlanır. Bedenin içine kendisi girmez. Astral bedeni kullanır. Enerji yapısı nedeniyle dünyaya gelemez. O zaman dünyadaki kabire hiç gelemez. Ancak kısa süre olarak astral bedeni kullanır ve bir çekilme hissiyle boyut değiştirerek kendi makamına gider.
Sonuç olarak Kur’an ruh konusunu bir miktar gizlediği için bu konuda çok açık değildir. Bana göre kabir hayatı diye var olduğu düşünülen hayat ile ahret hayatı aynı şeydir. Fakat azap işi korkutmacadır. Kıyametten önceki ahret hayatlarında bulunduğumuz düzey ile kıyametten sonraki ahret hayatı arasında kademe farkı vardır. Kıyametten önce (5 boyutlu) 2. Kuantum katı, kıyametten sonra ise (6 boyutlu) 3. Kuantum katı sakinleri olacağız.