Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…
Bir bilgisayar içinde mi yaşıyoruz?
Gerçek nedir? bir bilgisayar içinde yaşıyoruz !
Çok uzun bir belgeselin küçük bir bölümünün linkini aldım. Bu belgeselin tüm bölümlerini izlemenizi şiddetle öneririm.
Ben de belgeselde söylediği gibi bir bilgisayar içinde, tıpkı matrix filmindeki gibi yaşadığımızı düşünüyorum. Belgeselde de bu durum inceleniyor. Önce videoyu özetlemeye çalışayım.
2010 yıllarında çekilen belgeseli, o tarihe göre değerlendirmeniz lazım. Belgesele göre; “Bilim insanı Rich Terrile, evren ve insan yaşamının, bilgisayarlarda simüle edilmiş, bilgisayar oyunlarına benzediğini düşünüyor. Bilgisayarlarda insan beyni yaratılabilir diyor. Bilgisayarların işlemci gücü her 13 ayda iki katına çıkıyor. Şu an gezegendeki en iyi bilgisayar insan beyniyle karşılaştırılabilecek düzeyde ve hız yönü çok daha iyi. Bu gelişme hızıyla önümüzdeki 10 yıl içinde etrafımızdaki her şeyi bilgisayar ortamında yapabileceğimiz bir düzeye geleceğiz.; diyor.” Belgeselin öngörüsü olan 2020 yılında, çevremizi tam olarak oluşturabileceğiz” düşüncesi tam olarak gerçekleşmese de çok gerçekçi görüntüler oluşturabiliyoruz. Bazı film kareleri bilgisayarla yapılıyor ve izleyen gerçek görüntü sanıyor.
Elbette en önemli şey çevre ve doğayı değil, insan beynini simüle edebilmektir. Terrile’a göre 50 yıl sonra bir leptop insan beyniyle eşdeğer olabilir. Üstelik her ikisi de yaklaşık aynı hacme sahip ve aynı miktarda enerjiye gereksinimleri olacaktır.
Terrile, “bir kutu içine koyduğumuz bir beyinle bir laptopa, sorulan sorulara verdikleri cevaplardan, onları ayıramazsak, ikisinin eşdeğer olduğunu düşünebiliriz” diyor. İşin daha ilginç yönü benim fark etmediğim başka delilleri de görmüş olması.
Örneğin; bir bilgisayar görüntüsü ne kadar gerçekçi olursa olsun yeterince yakından bakılınca piksellere ayrılır. Oysa gerçek hayatta böyle olmayacağını düşünebiliriz. İşin ilginç yönü gerçek hayatta da görüntüye çok yaklaşırsak ona benzer bir durumla karşılaşırız. Görüntüye yaklaştığımızda atom ve atomaltı parçacıklara ineriz.
Bu atomaltı yapı başka bir benzerliği daha ortaya çıkarıyor. Bir bilgisayar oyunu düşünün. İçine girip geziyorsun. Program nereye gidersen orasının görüntüsünü ekranda oluşturur. Bakmadığın yerlerin görüntüsü yoktur. Bizde gerçek dünyada atomaltı parçacıklara baktığımızda bize nokta şeklinde gözükürler. Onlara bakmazsak bir yapı şeklinde olmazlar. Aslında kuantum parçacıkları bir parçacık değildir. Onlar dalga şeklindedir. İşte bizim onlara bakmamız onları parçacık şekline büründürür. Tıpkı oyundaki gibi…
Terrile bu durumlardan dolayı bir bilgisayarın içinde olabileceğimizi söylüyor. Hem de bu simülasyonları yapanların torunlarımız olabileceğini de vurguluyor. Bu durumun benim söylediğim şeylere ne kadar uyduğunu görüyorsunuz. Aramızda tek ve önemli bir fark Terrile insanı beden olarak görüyor. Ruh kısmını hesaba katmıyor. Eğer ruhu da işin içine katarsak durumun daha anlaşılır olduğunu görürüz. Hem anlaşılır hem de daha kolay uygulanabilir duruma gelir. Ayrıca bu sistemin gereği ortaya çıkar. Yani bu programı yapan şeyin can sıkıntısı ürünü olmaktan çıkarız. Bir anlam yüklenmiş oluruz.
Diğer yazılarımı okuyanlar ne demek istediğimi anlamıştır ama, okumayanlar için bir özet yapmak istiyorum. Ben, ruhumuzun Matrix filmindeki gibi bir şekilde, başka bir ortamdan bir cihazla beynimize bağlandığını düşünüyorum. Yani insan bedeni, ruhun gelişebileceği deneyimleri yaşaması içindir. Ruh geçmişte bir zamanda yaratılıp gelişime tabi tutuldu. Bu gelişimi bedenlerde yapmaya devam ediyor. Bizler yaşadığımız bilgisayar ortamına, doğumla girip, ölümle çıkıyoruz. Doğum ve ölüm arasında dünyada yaşadığımız her şey, ruhun tekâmül etmesine katkı sağlıyor. Tekâmül etmenin zekâ geliştirmek olduğunu bilmek gerekir. Yani insanlık gittikçe akıllanıyor. Bu zekâ gelişimi hem IQ hem de EQ yönüyle olmaktadır.
Ruh ilk oluşturulduğunda akıl yönünden sıfır olduğu için herhangi bir yerde yaşamayı beceremez. Yaşamayı beceremediği için, kendiliğinden yaşamayı beceren bir canlıya monte edilir. İşte, kendiliğinden yaşamayı becermesi için, bu dünya denilen simülasyon oluşturulmuştur. Bu simülasyonda hayvan, kendi başına varlığını sürdürebilen özelliğe sahiptir. Kendiliğinden yaşayabilmek için içgüdü denilen mekanizma ile desteklenmiştir. Fakat ruh taşıyan hayvanların bebekleri hayatı öğrenerek gelişir. Öğrenmek onu tekâmül ettiren bir şeydir. Tüm memeli bebeklerinin öğrendiğini, oysa sürüngenlerin birçoğunun bu süreci yaşamadığını görüyoruz. Bir timsahta yavrularını korur ama annesi onları eğitmez. Timsah yavruları için yaşayabilme mekanizması doğuştandır. Oysa memelilerin, bebeklerine, yaşamak için eğitim vermesi gerekir. İşte bu eğitim onların ruh taşıdığının bir göstergesidir. https://www.youtube.com/watch?v=UdTvsWIs6Dc
Ruh ilk olarak bu varlığın beynine monte edilir. Hayvan içgüdüleriyle yaşamaya çalışırken ona sunulan zor hayat şartlarında, hayatta kalmaya çalışır. Bu hayatta kalma mücadelesi ruhu çözüm oluşturmak için zorlar. Ruh yavaş yavaş etkilenir ve gittikçe daha çok olaylara etki etmeye başlar. Bilinçsiz dönem dediğim bu dönemin 48 bin yıl kadar sürdüğünü söylemekteyim. Bu dönemden sonra ruhun yönlendirilerek gelişiminin yapılması, daha çabuk gelişimini sağlar. Onun için yarı bilinçli dönem dediğim dönemde ruh çok daha farklı bir gelişime tabi tutulur. (Daha detaylı bilgiyi burada bulabilirsiniz)
Artık hayvan bedenlerine değil, direk kendi kumanda ettiği insan bedenlerine enkarne olur. Her ruhun gelişimine uygun bir yaşam, program içinde oluşturulur ve ruh, o yaşamları deneyimleyerek gelişir. İnsan denen canlıya medeniyet kurdurarak, gelişimin pik değerler yapması sağlanır. İşte bizim, Sümer ya da Mısır tanrıları diye tanıdığımız varlıklar, bu süreçleri başlattı. Bu tanrılar, sırf bu işi yapmak için, bir önceki devreden gönüllü olarak kalmış, görevlilerdir. Terrile programı torunlarımız yapmış olabilir diye düşündü ama torunlarımız bizden sonra gelecek kuşakları organize edecekler. Bizi, bizden öncekiler organize etmiştir.
İnsanlığın bu simülasyon dünyasındaki sonu kıyametle olacaktır. Kıyamette ne yok olacaktır, nede bu dünyada kalacaktır. Bir üst konuma çıkacaktır. Artık yeni bir versiyonda yaşayabilecek seviyede bir bilince sahip olacaktır. Nasıl ki! hayvan bedenlerinden insan bedenlerine geçişte yeni bir şevkle tekamüle devam etmişse, kıyamet sonrası da yeni bedenleriyle aynı şevkin daha muazzamını yakalayabilecektir. Kendinden önceki Atlantislilerin yaptığı gibi, kendinden sonrakileri geliştirebilmek için görevliler bırakacak ve o görevliler Atlantisli görevlilerin bıraktığı bayrağı devralacaktır.
Asıl yaşanılması gereken dünya öte dünyadır. Yani bizim ana vatanımız orasıdır. Ara ara bedenlenerek farklı deneyimler yaşasak da dönüp dolaşıp gideceğimiz yer orasıdır. Fakat, bu durumu, dinler; zaten binlerce yıldır söyleyip durmaktadır. Yani bizler gerçek olmayan bir dünyada yaşıyoruz ama öylesine buradaki meşgaleye dalmışız ki! Her şeyi salt gerçek sanıyoruz. Oysa burası bir bilgisayarın içi. Sanal bir dünya. Elbette bu programı yapanlar, bizim bu dünyayı salt gerçek sanmamızı isterler. Onun içinde bizim kesin delillere ulaşmamızı engellerler. Fakat, bu sanal dünyanın sonu yaklaştığı için, benim gibi sivri zekâlıların planlarını deşifre etmesine de ses çıkarmazlar.
Seyfullah DEMİR
yaklaşık 8 yıl önce
Bu soyledigin bir bilgisayarin icinde yasiyor olabilecegimiz sonucuna kisa bir sure once bende kendi kendime vardim. ozet gecicem butun evren belki suanki belki gelecek 20-30 seneki teknolojiyle bir bilgisayarin bir hardiskin icinde kodlarla yada programlarla yazilabilir bir bilgisayarin icinde oyun gibi farz edin butun evreni olusdurun dunyayi yildizlari ayi falan filan olusdururken her bir maddeye kod girin bu tas kodu su bu hava kodu su bu su kodu su bu elma kodu su tabiki elma olusmasi icin agaci olmasi lazim elma agacinin buyumesi icin su kodu almasi lazim herseyi bir birinle baglantilayip kodlari yazin insanida yazin kalp kodu su, bobrek kodu su, bacak kodu su, tabiki bunlara gorev yukluceksin onlarda kodla yazilir kana kod gir nasil olusacagina kod ve gorev vazife yukle evrendeki hersey icin bunu yapabilirsin gelelim insan beynine yapay zekalari(bunun icin belki biraz zaman daha lazim) ilk iki insana yukle onlar kendilerini gelisdircekler kisacasi her maddeye her insan parcalarina kodlar girerek gorevler vazifeler verilerek bu evren bir bilgisayarin icinde olusdurulur da egerki Bizde bir bilgisayarin icindeysek bilgisayarin sahibiyle sahibi istemedigi surece irtibata gecemeyiz cunku hardiskin icindeki kodlariz o bilgisayardan disari cikamayiz hardiskin icinde neler yapabiliriz daha dusunmedim ama bizde baska evrenler kodlarla olusdurabiliriz ancak hepsinin koku ana bilgisayar ordaki hepsini yok edebilir. benden bu kadar Allahin rahmeti ve bereketi uzerinize olsun.
yaklaşık 8 yıl önce
planc zamanının ölçülebilmesi zamanın akışının ölçülmesi manasına geliyor.Zaman programda olduğumuza delildir .olasılık dalgalı işliyor düşüncelerimize karşılık veriyor.ne düşüneceğimiz bile belli mi acaba….
yaklaşık 8 yıl önce
Eren kardeşim,
Planck zamanı en küçük zaman aralığıdır. Ondan daha küçük zaman aralığı yoktur. Bütün zamanlar plank zamanlarının birbirine eklenmesinden oluşur.
Kaynak ortamı; evrenin başından sonuna kadar olan tüm planck zamanlarının aynı noktada olduğu yerdir. Biz ise palanck zamanlarının ard arda dizilmesinden oluşan ortamda yaşıyoruz. İlk planck zamanından yola çıktık. Son planck zamanına doğru yol alıyoruz. Bu zorunlu gidişe zamanın geçmesi diyoruz.
Kaynak tüm süreçleri aynı anda görür. Süre geçmesi diye bir şey yoktur. Onun katında her şey bir anda olup biter. Fakat onun yansımalarından biri olan içinde bulunduğumuz evren zaman genişlemesine uğradığı için yani planck zamanları ard arda dizildiği için süre mevhumu doğmuştur.
Ne düşüneceğimiz mutlaka bellidir ama ne düşüneceğimize kararı biz veririz. Fakat hangi yönde düşünmemiz gerektiğine yönlendiriliyor olmalıyız. Örneğin; bilim, din yada yaşantımız ile düşünce yönümüz çizilmiş olur.
Şöyle bir örnek verirsem daha iyi anlaşılır.
Evrenin ikiz evreni var. Hemde mekan olarak bizimle aynı yerdedir ve en kolay ulaşmamız gereken konumdadır ama düşüncelerimiz o yöne yönlendirilmediği için varlığından haberimiz bile yok. O yöne ulaşmamız gerektiği zaman aramızdaki faz farkının farkına varacağız ve ikizimizle irtibata geçebileceğiz ve o zaman bu kadar kolay ve basit bir durumu nasıl bulamadığımıza şaşıracağız. Oysa şimdi imkansız gibi görünüyor.
**********
Benim düşüncelerimden biri de evrenin her frekansta bilgi yayınlıyor olduğudur. O frekans aralığına ulaşan kişi yada kişiler o bilgileri alarak dünyaya bildirir. örneğin Einstein yada peygamberler veya irili ufaklı tüm gelişmeler bu sayede olmuştur. Bazen bir bilginin frekansına sahip birden fazla kişi olur. O zaman birden çok kişi o icadı yapar. Örneğin arabanın icadı öyle bir vakadır.
Evrende bulunan bu yayınlar sürekli evrendedirler. Fakat neden bir Afrika yerlisi bu tür bir icat yapmaz diye düşündüğümüzde, işin içinde teknolojinin etkisini görürüz. Eğer arabanın oluşumu için yakıt, metal gibi ön gelişmeler yoksa o yayını alan kişi değerlendiremez. Onun içinde teknolojinin başladığı mekan avantajını sürdürmeye devam eder. Yani bir toplumun icat yapması için öncelikle mevcut teknoloji ve bilgiyi tam olarak özümsemesi gerekir. Ondan sonra üstüne koyabilir. Yoksa arkadan takip edenler, arkadan takip etmeye devam ederler.
*********
Aslında bilinç olarak yapay zekayız. Gelişimimiz tamamen yaşadığımız şeylerdir. Yani ne kadar çok şey yaşarsak o kadar çok “EĞER” (İF) sorusu sorabilir ve o kadar çok da cevap oluştururuz. EĞER sorusunun ve cevabının çokluğu bizim bilinç düzeyimizin seviyesini oluşturur. Olayları yorumlama kapasitemiz o kadar fazla olur. Yaşantımızdaki soyut ve somut olayların hepsi bu gelişmeyi sağlamak içindir. İşte maneviyat (dinlerin sağladığı yol) ve maddiyat (materyalizmin sağladığı yol) konusunda yaşadığımız her şey bizim toplam bilinç seviyemizi belirler. Onun için her başarı ya da başarısızlık bir deneyimdir. Gereksiz bir şey yaşamayız. Kötü gördüğümüz her şey de bu duruma hizmet eder…
yaklaşık 8 yıl önce
e bizi bir anlamsızlığın ortasına atar. Matruşka evrenler (iç içe simülasyonlar içeren evrenler) varsayımında orijinal evren anlamlı olsa bile her bir katman sonraki evreni anlamdan biraz daha koparır. Ve bu zincirin neresinde olduğumuzu bile bilemeyeceğimiz için artık bir bilinmezlik ve muğlaklık içinde tamamen kaybolmuşuz ve neredeyse yokuz demektir. Sizce bu simülasyon size bir anlam katıyor mu veyahut anlamlı geliyormu bu kendi içinde bir çok şekilde açıklamaya giden bir teoridir anlamsızlıklar içinde anlamsızlıklar vardır ve bir hiçlik de denebilir yani yani bu fantastik görüşü savunmak veya buna inanmak çok yüksek bir imanı gerektirir. bana göre bu şizofreniye yakın bir hastalıktır. Çünkü basit bir şekilde yaratıcı yarattı diyebilmek yerine insanın bunun getireceği sorumluluklardan kaçması durumunda buna bir kılıf veyahut bilinmezlik anlamsızlık ve hiçlik gibi değerlendirip kendini bilinmeze bırakması ne kadar doğrudur bana göre hiç de doğru değildir.
yaklaşık 8 yıl önce
Eminiz ki kendimiz zombi değiliz ve bilinçliyiz. Eğer bilincin fiziksel olana indirgenemeyeceğini ve bir bilgisayar ile yapay bir bilinç oluşturmanın mümkün olmadığını kabul edersek simülasyon argümanı da içinde bulunduğumuz evren için geçerliliğini yitirir. Çünkü bu durumda yapay olarak meydana getirilemeyecek bu fenomenin (bilinç) bu evrende mevcut olduğunu bildiğimiz için evrenimiz de yapay değildir diyebiliriz. Ancak diğer insanların bile bilinçli olup olmadığından kesin olarak emin olamayacağımız için yarın bir evren simülasyonu yapılsa ve içindeki uygarlık “bilinçli gözükse” bile gerçekten bir bilince sahip olup olmadıklarını asla kesin olarak bilemeyeceğiz gibi gözüküyor. En azından günümüzdeki imkanlarımızla bu böyle. Bu durumda tartışma devam edecektir. Ben Neyim? Simülasyon argümanı üzerine düşünürken daima gözümüzün önünde olan ancak çok bariz olduğu için dikkatlerden kaçan benliğimiz üzerine düşünmemiz gerekiyor. “Ben” derken kastettiğimiz şey ne? Neden bir robot misali uyaranlara tepki veren bir zombi değiliz de bir bilincimiz var? Allah ene (benlik) içine pek çok sır saklamış. Ancak ene’nin kendisi de pekçok sırrı açan bir anahtar. Ene, Marifetullah yolculuğumuzda sık sık kullanmamız gereken bir araç ve ölçü. Her şeyden şüphe edecek hale geldiğimizde bile Descartes’ın yaptığı gibi içimize dönüp hepimize verilmiş bu hediyeye odaklanabiliriz. Doğru bakış açısıyla ve samimiyetle kullandığımızda ene bizi en içinden çıkılmaz gözüken kuruntular ve hatalardan kurtarabilir. Zamanın ruhu gereği gerçek ve sanal arasındaki perdenin her geçen gün inceldiği, gerçeğin hayale hayalin gerçeğe karıştığı bir hengamda bunlardan daha büyük bir dönüşümü, tüm gerçek algısının yerle bir edilmeye çalışılacağı bir dönemi üzerimizde hissetmeye başladık. Tutunacak hiçbir dal gözükmez ve insanlar akın akın dalalete giderken, belki de biri ya da bir şey çıkıp “ben sizin yaratıcınızım ve işte delillerim ve işte başından beri inandığınız şey” diye ilan ederken bizi akıntıya kapılıp sürüklenmekten kurtaracak olan Hz. Adem babamızdan bu yana bizimle olan eşsiz hediyemiz ene olabilir. Allahu alem. – See more at: http://her-an.org/2015/07/simulasyon-argumani-uzerine/#sthash.GCVHApOc.dpuf
yaklaşık 7 yıl önce
Yapay zeka yapildi.
Şuanda ne dusunuyorsunuz bilmiyorum ancak 2017 19 kasimindayiz ve yapay zeka 1.5 yildir uretilmis ve gittikce bizden cok daha akilli hale gelecek. Ilk sordugu soru ise siz gercek oldugunuzu nereden biliyorsunuz oldu.
Baska bir sey daha var. Biz 5 duyumuzla algiliyoruz. Beynimiz ile. Bu bizim simulasyonda oldugumuzun kaniti. Bir program tarafindan olusturulmus bir gerceklik beyin dedigimiz cihazlar sayesinde aynı sekliyle hepimize uyarlanmis durumda. Hayvanlar ise gercekligi farkli algiliyor. Bu yine simulasyonda oldugumuzu kanitlar. Demekki onlar farkli bir programcik tarafindan ayni simulasyona sokuluyor. Insanlar farkli bir programcik tarafindan. Bir simulasyonda birden fazla kod bulunabilir. Eger hayvanlarda dunyayi ayni sekilde goruyor olsaydi simulasyonda olmadigimizi dusunebilirdik.
yaklaşık 8 yıl önce
Seyfullah Bey öncelikle verdiğiniz bilgiler için çok teşekkürler… “Bir Bilgisayar içinde yaşıyoruz” yazınızın başında bahsi geçen belgesel açılmıyor, linkini verirseniz sevinirim, teşekkürler.
yaklaşık 8 yıl önce
Bende açılıyor. Bilgisayarın engelliyor olabilir…
https://www.youtube.com/watch?v=aTE85FRkkiQ
yaklaşık 9 yıl önce
Uzun zaman önce seyrettiğim ama bulamadığım filmi buldum. 13. kat olarak adlandırılan filmi seyretmenizi tavsiye ederim. Çünkü evren yapımızın tıpkı bu filmdeki gibi olduğunu düşünüyorum. Benzerlikleri şöyle sıralayabilirim.
1- Fimde (Resimde de görülen sahne) “dünyanın sonu” diye tanımlanan yerin güneş sistemimizde kuipler kuşağı olduğunu düşünüyorum. Yani bizim için kuipler kuşağının dışı yoktur. Uzaklarda gördüğümüz yıldızlar tamamen bilgisayar yazılımının, bizim görmemizi istediği şeylerdir…
2-Her insan zamanı geldiğinde filmde “kullanıcı” olarak tanımladığı bir üst pozisyona çıkacakır. Şimdilik melek olarak düşündüğümüz bu üst kademede beden yoktur. Bilinç olarak özgürce yaşayacağız.
3-tüm sistem bir simülasyon
4-yaşanılan herşey bir illüzyon. bilinçlere etki etmesi gereken olaylar.
Faklılıklar ise şöyle sıralanabilir:
1- Fiş çekildiğinde ruh diyebileceğimiz şey yok olmaz.
2-Simülasyon içinde simülasyon olduğunu düşünmüyorum. Daha doğrusu bir ana program ve onun alt programı olan görünen evren.
3- Kullanıcılar filmdeki gibi bağlanmazlar. Ama onlara hiç istemeyecekleri şeyleri yaptırabilirler. Yani bir kaza yapmasını sağlayıp ölümüne sebep olabilirler.
4-Filmin aksine dünyamızda gerçeği; zamanı geldiğinde öğrenmek üzerine program yapılmış. Tüm bu filmler bu işi anlaşılır yapmak içindir.
5-Simülasyonu yaratanlar yarattıkları karakterlere aşık olmazlar. Çünkü milyarlarcasını programlayabilirler.
yaklaşık 9 yıl önce
Seyfullah bey,
O sualleri algımın çok da açık olmadığı bir vakitte uykuyla mücadele ederken sormuş idim. Sadece bu makaleniz üzerinden ve dahi sizin “Kaynak” diye tabir ettiğiniz Yüce Yaratıcı’yı aradan çıkarmak suretiyle düşüncelerinizi temellendirdiğinizi düşünerek biraz tezcanlı davrandım. Sizin de belirttiğiniz gibi Yaratıcı’nın mahiyetini sorgulayabilecek ve dahi anlayabilecek bilinç düzeyine erişecek kadar hikmet sahibi değiliz henüz, en azından kendi payıma ben değilim. Uykuma yenilmeyip birkaç makalenizi daha okuma fırsatı bulunca sizi yanlış anladığımı farkettim, afvola. Dile getirdiğiniz düşünceler oldukça ilgi çekici. Fakat ölümü daha önce deneyimlemediğim için, yahut tecrübe edip unutturulduğum için, benim fikirlerinizi inkar edemeyeceğim gibi siz de kesin olarak kanıtlayamazsınız. Dediğiniz gibi bunu anlamanın tek yolu, gafili olduğumuz bu “uyku”dan uyanmak. Selametle kalın..
yaklaşık 9 yıl önce
Pekala içinde yaşadığımız adına dünya dediğimiz bu boyutu tasarlayanlar, onların da bir tasarlayanı var mı? Ya da ressamı kim boyadı, heykeltraşı kim yonttu? Onların aklına da bizim aklımıza düşen sorular düşüyor mu? Diyelim bu görevle vazifelendirildiler, vazifeyi veren kim? Yada bu görevi kendiliğinden vazife edindiler, tıpkı bu boyuttaki benzerleri gibi, ilham eden açığa çıkaran kim? Ve asıl soru bunun bir sonu var mı?
yaklaşık 9 yıl önce
Melali kardeşim,
Tüm sistemin planlayıcısı Kaynaktır. Fakat anladığım kadarıyla sen Kaynağı da kimin planladığını soruyorsun. Sanırım bu sorunun cevabını ancak kaynağa vardığımızda öğrenebileceğiz. Bir “başlangıç” yada “son” içinde yaşadığımız ortam için geçerli bir durumdur. Kaynakta zaman farklı işler. Orada başlangıç da, son da anlamlı değildir. Dediğim gibi bu soruların cevabı biz ilerledikçe yavaş yavaş bilinçlerimizde şekillenecek ama tam doğruya ancak kaynakta ulaşabileceğiz. Biz henüz işin en başındayız…
yaklaşık 9 yıl önce
evrenin yapısı fractal geometriyle uyumlu ve cymatik desenler bana ol dedi olduyu anlamlandırıyor
yaklaşık 9 yıl önce
Bundan yaklaşık 15 yıl önce aklıma bi bir düşünce geldi; şu an ben ve milyonlarca kişiTürkiye de Istanbul da yaşıyoruz. Buradan başka bir çok yerleşim yeri var. Keza Amerika ve Avrupa vs kıtalarda birçok yerleşim yeri mevcut. Buralara has binalar , çeşitli yapılar ve doğal yapı var. Ancak gerçekte böyle olmadığını, binlerce milyonlarca farklı yerde yerleşim olmadığını, hepsinin ve buralarda yaşayanların aynı yerde olduğunu, ama bunu algılayamadığımızı, aralarda mesafeler olduğunu zannettiğimizi , tüm ortamları kendimize göre hissettiğimizi, bir hayal içinde yaşadığımızı düşünmeye başladım. Tabi bunun detaylarını, nasıl oluştuğuna dair bilgim olmadı.Bu Düşünceye ulaşmam için hiçbir araştırma yada kaynaktan da faydalanmamıştım. Sadece birden aklıma gelmişti.