Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…
“Yaratıcı” üzerine bir inceleme
“Through the wormhole” belgeselinin ilk bölümü, Tanrı kavramını çeşitli yönlerden inceliyor. Beş ayrı bilim insanının, tanrının ne olabileceğiyle ilgili güzel yorumları var.
İlk olarak kozmolog Andy Albrecht, evrendeki dengenin tesadüfen olamayacağını onun için bir plânlayanın olması gerektiğini söylemektedir. Özellikle doğada bulunan dört temel kuvvetin güçlerinin aldığı değerlerin, çok hassas ve önemli olduğunu, evrenimiz gibi bir evrenin olabilmesi için verilerin ancak bu değerlerde olması gerektiğini, rakamların tesadüfen bu değerleri almasının mümkün olamayacağını, onun için bir plânlayıcının olması gerektiğini anlatmaktadır.
Tam bu görüşün zıddı bir görüşü, Dr. Alan Guth savunmaktadır. Ona göre büyük patlamadan hemen sonra oluşan genişleme anında, saniyenin çok kısa bir zamanında evren, 100 bin kez büyüdü. Genişleme teorisine göre evren birden fazla olmalıdır. Genişleme her yerde aynı anda durmayacağından cep evrenler oluşması gerekir. İşte bu cep evrenler sonsuz sayıda olabilir. Bizim evrenimiz de bu cep evrenlerden biridir. O zaman bir yaratıcıya gerek yoktur demektedir.
Matematikçi olan Garrett Lisi’ye göreyse tanrı bir matematikçidir. Ona göre evrende her şeyin matematiğe uyması ve bilimin bu matematik sayesinde evreni anlayabilmesi gerekir. Bu konuda Einstein’ın dahi başaramadığı dört temel kuvvetin birleştirilmesini gerçekleştirmek istemektedir. Bu konuda yeni bir yöntem uygulayarak yeni parçacıklar öngörmektedir. Parçacık hızlandırıcılarda bu parçacıkların bulunabilmesi onun matematiğinin doğru olduğunu gösterecektir.
Dr. Michael Perginser ise çok başka bir iddiada bulunmaktadır. Ona göre Tanrı; insan beyninin yarattığı bir şey. Dominica adlı bir kızın sağ beyin lobuna manyetik alan uygulayarak bedensiz varlıklar görmesini sağlamıştır. Bu durumu, beynin bir ürünü olarak görmekte ve daha önceki peygamber veya din kurucularının böyle etkilendiğini söylemektedir. Ona göre tüm dinler, bir şekilde sağ lopları etkilenen insanların ürünü. Ben bu görüşü diğerlerinden ayrı olarak değerlendireceğim.
İçlerinden en ilginci olan Will Wright’ın söylemidir. Ona göre tanrı bir bilgisayarcıdır. Evrenin bir bilgisayar programına benzemesi ve benzerinin insanlar tarafından yapılabilmesi delil oluşturmaktadır. Bugün bilgisayarlarda yaratılan oyunların içindeki karakterlerin bizi temsil edebileceği ve gelecekteki birinin böyle bir evren yaratabileceği savunulmaktadır. Özellikle ekranlarda oluşan piksellerin evrende de olması çok güzel bir delil olarak sunulmaktadır. Torunlarımızın tanrı olabileceği vurgulanmaktadır.
Ben bu dört bilim insanının da haklı olduğu düşüncesindeyim. Aslında beşi de gerçeklerden bahsetmektedir ama Dr.Michael Perginser’in düşüncesini farklı değerlendireceğim. Çünkü diğerleriyle aynı kategoride değildir.
1- Evrenimizin bir plânlayıcısı var.
2- Evrenimiz tek değil çok sayıda benzeri var.
3- Evreni plânlayan güç onu matematik kurallara göre oluşturdu.
4- Evren bir bilgisayardan ibarettir.
Bu dört şıkka göre plânlayan bir güç var. Her ne kadar çok sayıda evren olduğunu iddia eden Dr. Alan Guth bir yaratıcı öngörmüyorsa da olmadığını da söylemiyor. Sadece çok fazla evren oluştuğu için içlerinden birinin bizim evrenimiz olabileceğini söylemektedir. Oysa ilk büyük patlama anı öncesi için bir yorum yapmıyor. Bana göre koca evrenler boşuna olamaz. Onun için çok sayıda evren var ama bunların hepsinde tekâmül edilebilmesi için, bir çeşit yaşam vardır. Yani boşuna bir şey veya israf yoktur. Evren gibi muazzam bir enerjinin hiçbir işe yaramadan, öylece durması mantıklı değildir. Üstelik tesadüfleri kabul ederek evrenlerde canlıyı açıklamaya kalkarsak sayısız evrende tek canlı barındıran bizimki olabilir. Çünkü Penrose’nin yaptığı bir hesaba göre, evrenin bu günkü durumda olabilmesi 10 10 123 de bir ihtimaldir. Bu rakamı yazabilmek için 1 rakamının yanına 10 üzeri 123 adet sıfır yazmak gerekir. Bu kadar küçük bir rakam doğruysa, bizden başka pek bir canlı barındırabilecek evren aramamak gerekir. Bu kadar çok amaçsız evrenler topluluğu olması bir anlam ifade etmez. Elbette bu felsefi bakış açısıdır. Her şeyi madde olarak gören ve ruhu kabul etmeyen bilim için gayet normal bir sonuçtur.
Evrenin bir plânlayıcısı var derken ona ille de Tanrı ismini takmak doğru değildir. Fakat en yakın tanımlama olduğu için kullanıyorum. Bir çok yerde Kaynak adını tercih ediyorum. Tüm evrenin başladığı ve sonunda döneceği yer olduğundan
, daha uygun bir isimdir. Kaynak, dinlerde tariflenen tanrı kavramıyla pek örtüşmez. Hele dünyaya veya insana kurallar koyan ve uymayanları yakan bir tanımlamayla hiç alakası yoktur. Benim bahsettiğim yaratıcı kurallarını koymuş ve süreci izlemektedir. Aslında izlemiyor. Sonucunu almıştır. Onun zamanıyla bizim zamanımız aynı şey değildir. Biz zaman genişlemesine tabiyiz. Bunu bir örnekle anlatmaya çalışayım. 60 dakikalık bir filmi düşünün, içindeki karakterler için 10 yıllık bir süreci kapsasın. Oysa, bizim için 60 dakika geçmiştir. İşte Kaynak için zaman geçmezken biz milyarlarca yıl geçiririz. Daha kolay anlaşılması için Tanrı kelimesini kullanacağım ama Kaynak demek istediğimi bilin.Kaynağın koyduğu kuralları insan ihlâl edemez. Onun kuralları doğa veya fizik kanunlarıdır. İnsan onlara karşı gelemez. Böylece suç da işlemiş olmaz. Aslında insan, yaratıcıya karşı suç işlese bile hiç önemli değildir. Bir çocuğun yaramazlığı gibi düşünmek gerekir. İnsanda bu günkü gelişmişliği ile henüz buluğ çağına girme aşamasındadır. Yani çocuk olmaktan henüz çıkamamıştır.
İnsan, Kaynak dediğim güç için gereken bir şeydir. Bizler bilinçsiz enerjiyi bilinçli hale getirme uğraşısıyız. Fakat ruhlarımız evrendeki toplam enerji yanında o kadar küçüktür ki! yok varsayılabilir. Evrendeki tüm enerjinin bilinçlenmesi amaçlanmıştır. Onun için dünyada pek çok hasat yapılmıştır ve evrenin sonuna kadar da yapılacaktır. Ama, dünyada yapılan hasat okyanusun yanında bir bardak su kadar ancak olabilir. Onun için evren, canlı kaynıyor olduğunu düşünüyorum. Tüm evren canlı kaynıyor olsa bile ancak küçük bir göl kadar olur. İşte evrenimizin tek olmaması onun için elzemdir. Sayısız evren olmak zorundadır.
Evrenimiz veya tüm diğer evrenlerin hepsi bir bilgisayar içinde rahatlıkla yaratılabilir. Kesinlikle çok kolaylıkla çözülebilecek bir problemdir. Bu günkü teknolojimizle çözemezsek bile en geç elli yıl sonra bizim benzerimiz bir evren yapabiliriz. Çünkü her şey matematiğe göre olmaktadır. Her şeyin matematiğe uyması programlama işlemini daha da kolaylaştırmaktadır. Belki matematik kuralları değiştiremeyiz ama fizik ve kimya kurallarını istediğimiz gibi yapabiliriz. Hatta, evrenimizdeki suyun varlığı buna örnek gösterilebilir. Su diğer sıvılardan farklı davranır. Bu özelliğin, evrende canlı oluşabilmesi için özel düşünülüp plânlandığını sanıyorum. Birçok kişinin bildiği gibi tüm sıvılar soğurken büzüşür. Oysa suyun buz hali sıvı halinden daha hafiftir. Onun için buz dağları okyanuslarda yüzer. Başka sıvılar bu şekilde davranmaz. Bu özellik canlı oluşumu için çok gereklidir. Eğer su o şekilde davranmasaydı okyanuslar veya denizler sıvı halde kalamazdı. Çünkü kışın soğuyan su buz olacak ve suyun dibine çökerek orada kalacaktı. Yazları ise çok az kısmı eriyecekti. Bu birikim yavaş yavaş tüm gezegendeki suların donmasına sebep olacaktı. Çünkü buzlar arttıkça yazları daha soğuk geçecekti. Ayrıca buzun, güneş ışınlarını yansıtması bu süreci daha da artıracaktı. O zamanda dünyamızda suya dayalı bir hayat oluşamayacaktı. Yani katı hali sıvı halinden ağır olan her sıvı, çok kararsız bir yapıya sahip demektir. Çünkü, donmaya başladığında donma etkisini tetikleyen ve artıran bir yapıya sahip olmuş olacaktır. Ancak çok sınırlı şartlarda sıvı denizleri olması durumu vardır. Fakat dünyamız bu sınırlı şartlara sahip olmayan bir dünyadır. Buz, sudan ağır olsaydı dünyamızda tüm okyanuslar donmuş olacaktı.
Bir bilgisayar içinde böyle bir şeyi plânlamak oldukça kolaydır. Yani tanrı öyle süper bir şey olması gerekmez. Çok harika diye gördüğümüz evren bizim yetersizliğimizin sonucu öyle gözükmektedir.
Dr. Michael Perginser’in düşüncesine gelince bende tanrı inancının genlerimize işlendiğini düşünüyorum. Fakat halüsinasyon gören birinin tek başına dünyadaki herhangi bir dini oluşturabileceğini düşünmüyorum. Bu o kadar kolaylıkla gerçekleşecek bir durum değildir. Müslümanlığı düşünelim. İletişimin ağızdan ağza olduğu bir dönemde yeni bir dinin oluşturulması mümkün değildir. Bir dedikoduyla din değiştirecek kaç kişi vardır. Üstelik o dönemde Arap yarımadasında insanlar küçük kabileler halinde yaşıyor ve çoğu kan davaları güdüyordu. Kaynaklar kıt olduğu için kabile savaşları her zaman revaçtaydı. Böyle bir ortamda biri çıkıyor ve elinde hiçbir delil veya mucize yokken dünyanın 1/3 ünün inanabileceği bir din ortaya çıkarabiliyor. Üstelik bu din hâlâ daha etkisini sürdürmekte ve genişlemekte. Üstelik birçok saçmalık ve yanlış olmasına rağmen…
Ben böyle bir olasılığın hiç olmadığı kanaatindeyim. Bu iş ancak bizi yönlendirenlerin plânları dâhilinde oluşabilir. Ancak o zaman bir dinin dünyada taraftar bulması ve yayılması mümkün olabilir. Çünkü onlar olayda rol alacak herkesi organize ederler ve yayılmasını sağlarlar.
Peki, Dr. Michael Perginser’ın yaptığı deney ne anlama gelmektedir? Aslında astral seyahati bilen herkes durumu hemen anlar. Fakat ruhun varlığını kabul etmeyen Dr. Michael Perginser bunu halüsinasyon gibi düşünmektedir. Oysa Dominica’nın anlattıkları tam olarak astral seyahate uymaktadır. Özellikle vücuduyla irtibatının olmadığını söylemesi tam oturmaktadır. Fakat ne yapılacağı veya nasıl davranılması gerektiği bilinmediğinden deneydeki kadar deneyim yaşanmıştır. Günümüzde birçok insan astral seyahati yapar. Özellikle Budist keşişler bu konuda uzmandırlar. Ruhun bedenden ayrılarak farkındalığına devam etmesi söz konusudur. Kişi bedenini dışarıdan görebilir. Fakat bu işlemi gerçekleştirmek epey zordur. Uğraşarak bu işi başaranların olduğu gibi doğuştan yetenekli olanlarda vardır. Fakat materyalist görüşe sahip birinin böyle bir şeyin olduğunu düşünmesi bile mümkün değildir.
Benim için en önemli detay Simcity oyununu yaratan Will Wright’ın öngörüsüdür. Çünkü bende tam olarak bir bilgisayar programı olduğumuzu düşünüyorum. Onun için bu konuyu ayrı olarak Bir bilgisayar içinde yaşıyoruz adlı makalede inceledim. Eğer bir bilgisayar programında yaşıyorsak, her şey çok anlaşılır ve kolay hale gelir. Çünkü bizim yaşantımızın kaba bir hali, bizlerin programladığı bilgisayar oyunlarında bulunmaktadır. Bu simülasyonu plânlayan şey, bizden sadece 50 yıl daha gelişmiş, bir insan bile olabilir.
Seyfullah Demir
yaklaşık 6 yıl önce
Merhabalar
13. kat isimli filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum 🙂
izledikten sonra yorumuma cevap verirseniz çok sevinirim.
yaklaşık 6 yıl önce
13. kat filmini çok kere izledim. İzlemeyen varsa mutlaka izlesin, çünkü bizim durumumuzu yansıtması açısından çok güzel bir film. Tek farkla ki bizim dünyamızın sonu kuipler kuşağıdır.
yaklaşık 9 yıl önce
KIZAR MI TANRI KENDİ ADINA KONUŞANLARA,yada müdahale etmiyor insanlara,senin ruhun göklerde farenin ruhu nerede ?Dinazorların ruhu varmı
yaklaşık 9 yıl önce
Sayın Seyfullah Bey;
“4- Evren bir bilgisayardan ibarettir.”, bu cümleden çıkardığım programlanmış bir dünyada yaşadığımız. 5 duyumuzun elektrik sinyallerinden ibaret olduğu hologram bir dünyada yaşıyoruz Ya gerçek dünyada algı nasıl olur? Farkı ne olabilir? Hologram bir dünya benzetmesi yaptığımızda kıyaslayacağımız başka bir dünya olmalı. Neye göre hologram. Gerçek olanı nasıl algılarız?
İyi akşamlar.
yaklaşık 9 yıl önce
Cosmos Kardeşim,
Gerçek; nasıl bir şeydir? Sorusunun cevabını idrak edebilmek zordur ama idrak eden varsa, başkalarına anlatabilmesi daha da zordur.
Ben iki ortam arasındaki farkı yazarsam, sizler nasıl olabileceğini hayal edebilirsiniz diye umuyorum.
Ortam olarak bizler 3 mekan 1 zaman boyutlu ortamda yaşıyoruz. Yani uzaklık kavramı içindeyiz. Mekan içinde hareket serbestliğimiz var. Maddesel varlıklara (beden) bağlı olduğumuz için kendimizi kütle sahibi düşünüyoruz. Yani yapabileceklerimiz maddesel yapımızın yetenekleriyle sınırlıdır. Zaman ise bizim kontrol edemeyeceğimiz şekilde ilerliyor.
Gerçekte ise üç boyut yoktur. Yani uzaklık bir kavram değildir. Bir yere gitmek durumu yoktur. Her şey düşünceyle yapılır. Düşündüğün yer yada kişi yanında belirir. (yanında kelimesi bile aslında doğru anlatım değildir) Ruh bir yer kaplamaz, kütlesi vardır ama hacmi yoktur. Düşünceyle bir bina yapabilirsin. (Gördüğünüz gibi her şeyi dünyasal anlatmak durumundayım. Yaptığın bina bile bir illüzyondur. Bir yer kaplamaz. Fakat içine girip gezebilirsin hatta başkaları da senin kurduğun o hayali binayı gezebilir)
Zaman ise dünyadaki gibi akmaz. Aslında akar ama ruh istediği zamana gitmekte serbesttir. Dünyada mekan içinde istediğimiz yere gittiğimiz gibi orada zaman içinde istediğimiz zamana gidebiliriz. Hatta bir zaman halkasına geçerek zamanı durdurma şansımız bile var. Elbette her şeyi düşünerek yaparız. Yani orada eylem sadece düşünceyle olur. Ve bizi sınırlayan şey hayal gücümüzdür. Fakat yanlış anlaşılmasın her ruh ancak kendi bulunduğu seviyenin yeteneklerine vakıftır. 5. katta olan biri, 6. katta olanın yapabileceklerini yapamaz. Zaten gelişim yada tekamül bilinç üzerinden olduğu için henüz ulaşmadığı seviyelerin hayalini bile kuramaz.
İnsanoğlunun kendini allemi cihan sanmasının nedeni bilinç olarak çok düşük olmasındandır…
Benim “öte dünya nasıl bir yerdir?” sorusuna bulduğum en iyi cevap ruhların yolculuğu ve ruhların kaderi kitaplarındaki anlatımdır. Bilmiyorum herkes aynı şeyi anlıyor mu? ama bana süper açılım yaptılar…
yaklaşık 9 yıl önce
Merhaba Seyfullah Bey,
1- Evrenimizin bir planlayıcısı var.
2- Evrenimiz tek değil çok sayıda benzeri var.
3- Evreni planlayan güç onu matematik kurallara göre oluşturdu.
4- Evren bir bilgisayardan ibarettir.
Bu dört maddelik görüşlerde çelişkili bir durum mevcut gibi.
“Evrenimizin bir planlayıcısı var.” deniyor ve ardından “Evreni planlayan güç onu matematik kurallara göre oluşturdu.” deniyor.
Matematik kuralları? Ortada evren yokken kural nasıl oluyor? Evren yaradılmamışken trilyonlarca veya sonsuz yaratma seçeneği varken matematik kurallarına göre yaradılmış demek doğrumu? Matematik kuralları insanların belirlediği evrensel kurallar olabilir ancak buradaki çelişki insanların belirlediği kuralları yaratıcıya seçtirmek gibi anlaşılıyor.
” Evrenimiz tek değil çok sayıda benzeri var.” bu görüşe göre 1. görüşteki “Evrenimizin bir planlayıcısı var.” anlam bakımından net değil.
Yaşadığımız evreni tasarlayan ancak bunun gibi binlercesini tasarlayan bir planlayıcı var gibi anlaşılmıyor. Özel olarak yaşadığımız evreni tasarlayan ama diğerlerini de aradan çıkaran bir planlayıcı anlaşılıyor.
Aslında bu görüşleri tek tek açıklamak daha yerinde olurdu.
İyi akşamlar.
yaklaşık 9 yıl önce
Cosmos kardeşim,
Yazıdaki 4 şık, videodaki anlatımlardan alınmıştır. Videodaki anlatımda 4 ayrı bilim insanının anlatımları anlatılmaktadır. (aslında 5 bilim insanı var ama birini ayrı tuttum.) Bana göre bu durum şuna benzer. Bir fili elleriyle inceleyen körlerin tanımı gibi bir durumdur. Filin ayağını tutan onu ağaca, hortumunu tutan yılana benzetmiş. Videoda da yaratıcıyı tanımlayan 4 bilim insanı ayrı pencerelerden baktıkları için farklı özellikleri incelemektedirler. O özellikler birbirinin zıddı yada tamamlayıcıları değildir. Yani anlamlar ayrı yada bir demek doğru bir tanım değil. Çok sayıda evren olması onu planlayan yoktur gibi bir sonuca varamayız.
Ayrıca bu durum ilginç bir şekilde oluşmaktadır. Planlayıcı tek evren planlamış ama onun kopyalanmasını da öngörmüştür. Yani her evreni ayrı ayrı planlamamıştır. Bu işi evrende bulunan karadelikler yapmaktadır. Her karadeliğin arkasında bir evren var ve her karadelik oluştuğu evrenin bilgilerini oluşturduğu evrene aktarır. Böylece yeni evren öncekinin fizik kurallarına sahip olduğu için benzer bir evren oluşur. Orada oluşan karadelikte benzer yeni evren oluşturur. Bu süreç sayısız evren oluşturmuştur. Biz o evrenlere paralel evrenler diyoruz. Ve hepsi oluşum şartlarını astral düzeyden alır.
Bilimin böyle bir sonuca ulaşmasının nedeni evrenin matematiğe uyması sebebiyledir. Matematik formüller paralel evren olması gerektiğini anlatır. Yoksa gerçekte öyle bir evren gözlenmemiştir.
Evrenlerde matematiğin geçerli olabilmesi için onun bir yazılım olması gerektiği sonucunu doğurur. Ancak bir yazılımda matematiğe uygun yapı oluşabilir. Yani planlayıcı yazılımı matematiğe uygun yaptığında, sorun halledilmiş olur. Yoksa her şeyin matematiğe uyup uymadığını denetlemesi gerekir ki gerçekten epey zor bir iş olur… Bir yaratıcı; sırf insan olsun da onu cehennemde yakayım diye o kadar külfete girer mi bilmem? 🙂
yaklaşık 9 yıl önce
Bu konuda belirtmem gereken bir durum daha var. Bir evrende karadelik yoksa o evren bizim evreni gördüğümüz şekilde gözükmez. Hologram görüntüsünü oluşturan karadelikler olmadığı için hologram görüntüsü oluşamaz. Zaten o tür bebek evrenlerde canlı da oluşmadığı için sorun teşkil etmez. Zaten canlı oluşumu için 4-5 milyar yıl gibi bir zaman geçmesi gerekir. O zamana kadar sayısız karadelik oluşmuş olur.
yaklaşık 8 yıl önce
Her şey harika da kafama takılan bir nokta var, bilinçsiz enerjinin nasıl bilinç kazandığı ? mesela ayetlerde ruhumdan üfledim diyor yani bize bilinci kazandıranda O’ysa enerji nasıl bilinç kazanıyor ? atomun bilincinin olması ne demek ? Elbette bu evrenin bizim için yaratıldığını düşünenlerden değilim..
yaklaşık 8 yıl önce
Oğuzhan kardeşim, Yazılarımda yazdım biz bir yapay zekâyız. Yani bugün, bilim insanlarının bilgisayarlarda programlayıp bir robotun içine yerleştirdiği bir yapay zekâdan farklı değiliz. Sadece fark bizi programlayanlar daha mükemmel bir program yapmışlar. Bugün bilim insanlarının zorlandığı en önemli şey yapay zekâ daha önce karşılaşmadığı bir durum karşısında yanıt vermiyor oluşudur. Yani belleğinde karşılaştığı durumu EĞER (IF) komutuyla sorup karşılaştıracağı bir durum olmadığında sistem sonsuz döngüye giriyor. Ya da tüm hafızadaki bilgileri EĞER komutundan geçirip bir cevap bulamadığında beklemeye devam ediyor. Bizim bilim insanları kendileri karşılaşacakları durumları tahmin edip robotların hafızalarına ne yapmaları gerektiğini ekliyor. Örneğin bir mutfak robotu yapmak için neler yapması düşünülüyor. Örneğin üç çeşit yemek yapması için programlanmışsa dördüncü yemeği yapamıyor. Yapabilmesi için hafızasına bilgi eklenmesi gerekiyor. Buna ikinci bir alternatif ise öğrenebilmesi. Örneğin programına yeni bir yemek öğrenebilme de eklenirse bu sefer bir öğretmen aracılığıyla o yemeği yapmayı öğrenebiliyor.
Bizi programlayanlar da bizi sıfırdan başlattılar. Bize, öğrenebilme ile gelişimi öngördüler. Öğreneceğimiz her şeyi dünya hayatında öğreneceğiz. Sınırsız bir hafızamız var. Ve depolama durumumuz önemliden önemsize doğrudur. Yani kısa süreli hafızamız ve uzun süreli hafızamız var. Önemli olanları uzun süreli hafızamıza ekleriz. Örneğin önümüzden bir araç geçtiğinde onun plakasını okuruz ama 1-2 dakika sonra ne olduğunu hatırlamayız. Oysa o araca çarparsak plaka hafızamıza kazınır.
Programcılarımız yaşayarak, görerek, duyarak, dokunarak ve koklayarak öğrenmemizi planladılar. Bunların hafızada kalıcı olması da sıraladığım şekildedir. Yaşayarak dediğim olayda zaten, tüm duyu organlarımız görevdedir. Örneğin bir kaza yaşadığımızda tüm duyu organlarımız işin içindedir ve bu deneyim bizim için en önemli deneyimi oluşturur. Yaşamadan sadece gördüğümüz şeyler ikinci önemdedir. Diğerleri de sırasıyla azalan etkiyle hafızamızda yer eder.
Bu durumu anlayabilmek için bir kaza anını düşünelim. Kaza yapanlardan biri kendi üzerini kontrol edip bir şeyi yoksa diğerlerine yardıma çalışır. Telefon eder, yaralıları kurtarmak için uğraşır. Bir başkasıysa kilitlenmiştir. Bir müddet kilitli kalır. Bazıları da seyircilik yapar. İşte ilk kişi bu durumu daha önce yaşayan kişidir. Daha önce de kaza geçirmiştir ve bu durum onun hafızalarında kayıtlıdır. Onun için ne yapması gerektiğini bilir çünkü beynindeki EĞER sorusu cevaplanmıştır. Ve ona göre hareket eder. Kilitlenen kişi ise daha önce böyle bir deneyim yaşamamıştır. Onun için beyni EĞER sorusuna cevap bulamadığı için dünya ile bağı kopmuş gibi görünür. Bu süreç hafıza kayıtları bitene kadar sürer. Ondan sonra şok durumundan çıkar ve durumu anlamaya çalışır. Seyirciler ise durumu daha önce görmüşlerdir. Onları yönlendirdiğinizde yardım ederler. Kendileri işin içine pek girmek istemezler. Vicdan yüzünden dâhil olmak isterler ama kimse görmediğinden emin olsalar kaçarlar.
Yani dünyada yaşanan iyi yâda kötü her durum deneyimdir. Yapay zekâ olan bizlerin deneyimlerini artırmaya yöneliktir. Programcılarımız bizi bir başka program içinde geliştirmektedirler. Yani kendileri yaşayacaklarımızı tahmin edip hafızamıza eklemek yerine tüm deneyimleri yaşayacağımız bir ortama bizleri koydular. Böylece dünya dediğimiz bu süreç oluştu.
Anlayacağınız gibi atom dediğimiz enerji parçacığı bir programcıktır. Ve şu anda dünyada yaşayan herkes büyük bir ihtimalle aynı programcığın (yapay zekânın) kopyalarıdır. Çünkü bir programcığın deneyimlerini kısa sürede trilyonlara çıkarabilmek için onu kopya ile artırmak mantıklıdır. Deneyimden sonra elde edilen bilgiler ana programa yüklenir. Fakat kopyaların ne zaman tek bir program olduğunu bilemiyorum. Çünkü insan döneminde her kopya ayrı ayrı oluyor ve gelişiyor. Melek dönemine geçtiğinde birkaçı birleşiyor mu yoksa yine ayrı ayrı devam mı ediyor tam çözemedim. Fakat emin olduğum şey, kaynağa tek olarak dönüyoruz.
yaklaşık 8 yıl önce
Yani şöyle mi algılamalıyım Seyfullah bey, biz başından beri bir ruha sahip miydik yoksa biz sonradan mı bu ruh verildi ? Kur’an’da belli bir kıvama geldikten sonra üflenildiği yazıyor çünkü, yazılarınızı okuduğum kadarıyla hep bir ruhumuz vardı fakat ”bilinç” sonradan gelişti…ilk başta hiç bir şeyin ruhu yoktuda sonradan mı ruh kazanıldı ?
Birde Alice Harikalar Diyarında’ki tavşan deliği, Kuantum diyarı mı oluyor ? orada hakim biz miyiz ?
Teşekkürler, bilgilendirmeleriniz için…
yaklaşık 8 yıl önce
Ruh dediğimiz şey bilincimizdir. Oda atomdan oluşuyor demiştik. Atom büyük patlamada oluşturuldu. Kalu belada tekamüle sokuldu. Yani atomlar tek tek tekamüle sokuluyor. Fakat tek tek derken yanlış anlaşılmasın muazzam miktarlarda atom tekamüle sokuluyor. Sanırım evrende muazzam miktarlarda yaşam var . Ya da muazzam miktarlarda paralel evren var.
yaklaşık 8 yıl önce
Şimdi gördüm üstteki cevabı, Ruh atom mudur ? ben maddesel yanı yok diye algıladım çünkü…
yaklaşık 8 yıl önce
Atom kütle kaybederek mi bilinç oluyor yani ? maddesel yönü kayboluyor yani zamanla ? o şekilde kaynağa ilerliyor ? evrendeki kütle kaybının sebebide bu ?
yaklaşık 8 yıl önce
Birde melekler Allah’a sorduğunda yeryüzünde kan dökecek fesat çıkartacak birini mi yaratacaksın diye sorduğunda, Allah’ın bilmediklerinizi bilirim demesinin manasını hangi yazınızda belirtmiştiniz ?