Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…
Kuran’a göre tanrı tek değil
Önce Profesör Yaşar Nuri Hocayı dinleyin, sanırım makaleyi daha iyi anlayacaksınız. Hocanın vurgulamaya çalıştığı, “Allah, evrenin kendisidir” düşüncesidir. Bu düşünce benim de vurgulamaya çalıştığım şeydir.
Kuran, yaratıcıyı tek olarak söylerken, aslında iki farklı gücün tanımını yapar. Önce bu iki tanımı anlayalım.
İlk tanım “Allah’ın sınırsız ve sonsuz gücü olduğu” mantığıdır. Bu mantık, Kuran’da [tooltip layout=”classic” text=”O, göklerin ve yerin yoktan var edicisidir ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca ‘ol!’ der, o da hemen oluverir.” effect=”1″]Bakara 117[/tooltip] ayetinde anlatılır. Orada bir iş için, “Allah’ın murad etmesi yeterlidir” der. Yani Allah’ın bir şeyi gerçekleştirmesi için istemesinin yeterli olduğunu anlatmaktadır. Mevcut İslam inancında da Allah için bu tanım uygun görülmüştür. Oysa Kuran’da bu durumla çelişen pek çok ayet vardır. Bu ayetlerden bazılarını inceleyelim.
- Kuran’da ([tooltip layout=”classic” text=”Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” effect=”1″]Arâf 54[/tooltip], [tooltip layout=”classic” text=”Rabbiniz o Allah’dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerine istiva etti (onu hükmü altına aldı), işi tedbir eyliyor. O’nun izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’na ibadet ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?” effect=”1″]Yunus 3[/tooltip], [tooltip layout=”classic” text=”O, öyle bir Allah’dır ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı. Arşı da su üstündeydi. Onlara ‘öldükten sonra tekrar dirileceksiniz’ dersen, o kâfirler de kesinlikle sana: ‘Bu apaçık bir sihirden başka birşey değildir.’ diyecekler.” effect=”1″]Hud 7[/tooltip], [tooltip layout=”classic” text=”Gökleri yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmeden Rahmân’dır. Haydi ne dileyeceksen o her şeyden haberdar olan (Rahmân)dan dile.” effect=”1″]Furkân 59[/tooltip], [tooltip layout=”classic” text=”Allah O’dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin için O’ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık düşünmeyecek misiniz?” effect=”1″]Secde 4[/tooltip], [tooltip layout=”classic” text=”Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık, Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.” effect=”1″]Kaf 38[/tooltip], [tooltip layout=”classic” text=”O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istivâ etti (hükümran oldu). Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” effect=”1″]Hadid 4[/tooltip]) ayetlerinde, evrenin yaratılmasının altı gün sürdüğünü yazmaktadır. Burada söylenenin evre olduğu, yani zamandan bahsetmediğini iddia edenler var ama, gerçekte, evrenin yaratılmasına baktığımızda, Büyük Patlamadan beri 13,5 milyar yıl geçmiş ve bu zaman içinde insan, ancak 60-200 bin yıllık bir süreç içinde var olmuştur. Yani aslında evrenin yaratılması, “ol” deyince olmamıştır. Büyük Patlamadan sonra, doğa kanunları işlemiş ve zaman içinde günümüze kadar olaylar gelişmiştir.
- Hac 47 ayetinde “Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.” diyerek Rabbin de zamana tabi olduğunu açıkça söylemektedir. Her ne kadar; farklı bir hızda zaman geçiyor olmasına rağmen, zaman içinde olmak; sınırsız bir güce sahip olunamayacağını belirler. Çünkü, zaman içindeki bir güç, asla sınırsız bir güce ulaşamaz. Zaman içinde ileri ya da geri hareket edebilmek büyük bir yetenek olmasına rağmen, kişiye sınırsız güç katmaz. Çünkü, zamana tabi kimse ol deyince “ol”duramaz. Süreci beklemek zorundadır. Nitekim Secde 5 işlerin “sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir” diyerek bu durumu teyit eder. Birileri “istese anında her şeyi yapar” diyebilir ama, bu durum zamanın yapısına aykırıdır. Kişi, zaman içindeyse, bu durum mümkün değildir. Onun Allah olması, bir şeyi değiştirmez. Eğer zamanı Allah yarattıysa, kendisini de, içine hapsetti demektir.
- İSRA 42 “De ki: Allah ile beraber dedikleri gibi ilâhlar olsa idi o takdirde onlar o Arşın sahibine elbet bir yol ararlardı” diyerek, açıkça Allah ile Arşın sahibinin ayrı ayrı olduğu görülmektedir. Her ne kadar Arşın sahibinin Allah olduğunu söyleseler de ayet ayrı olduğunu söylüyor.
- Araf suresinde anlatılan Âdem’in hikâyesine göre, Şeytan Âdem’i kandırarak, yaklaşmamaları gereken ağaca yaklaştırarak; Allah’ı alt etmiştir. Sınırsız güçlere tabi birinin, böyle bir olayı fark etmemesi mümkün değildir. Bunun nedeni ancak Hac 47’de dediği gibi, zamana tabi birinin, o anda zamanın başka bir yerinde olmasından olabilir. Bu da, gücün sınırsız olmadığının çok açık bir delilidir.
- Şeytan ayetleri olarak bilinen vakayı, İmam Rabbani’nin kaleminden okuyalım.
[stextbox id=”grey”]“Çoğumuzun bildiği gibi, birgün Seyyid-ül-beşer Eshâbı ile oturuyordu. Kureyşin ileri gelenleri ve kâfirlerin şefleri orada idiler. Seyyid-ül-beşer onlara (Vennecmi) sûresini okudu. Onların putlarını anlatan âyet-i kerîmeye gelince, mel’ûn şeytân putları öven birkaç sözü, o Serverin sözüne ekledi. Dinleyenler, bunları da o Serverin sözü sandılar. şeytânın sözlerini âyet-i kerîmeden ayıramadılar. Orada bulunan kâfirler bağırmaya başlıyarak, Muhammed bizimle sulh yapdı, putlarımızı övdü dediler. Orada bulunan müslimânlar da, okunan sözlere şaşakaldılar. O Server şeytânın sözlerini anlamadı. (Ne oluyorsunuz?) diye sordu. Eshâbı kirâm, siz okurken bu sözler de araya karışdı dediler. O Server düşünceye daldı ve çok üzüldü. Hemen Cebrâîl-i emîn vahy getirdi. O sözleri şeytânın karışdırdığı, bütün Peygamberlerin sözlerine de karışdırmış olduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, o sözleri âyet-i kerîme arasından çıkardı. Kendi kelâmını sapsağlam yapdı.”[/stextbox]
Hac 52 ayetiyle bu hikayenin gerçek olduğunu anlayabiliyoruz.
[stextbox id=”warning”]Hac 52 (Ey Muhammed!) Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir. Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder (güçlendirir). Allah Alîm’dir (herşeyi bilir), Hakîmdir (Hikmet sahibidir)[/stextbox]
Görüldüğü gibi yine sınırsız gücü olanın, asla yaşamayacağı bir durum yaşanmıştır. Burada da tıpkı şeytanın Âdem’i kandırırken ki durum vardır. Şeytan, ikide bir Allah’ın istemediği şeyleri, Allah’a sezdirmeden yapmaktadır. Allah’ın durumu sonradan fark etmesi onun sınırlı güçlere sahip olduğunun göstergesidir.
Buna benzer şeyler Kuran’da vardır ama, fazla da abartmaya gerek yoktur.
Kuran’da iki farklı güç tanımının yapıldığı görülmektedir. Fakat Kuran yaratıcının tek olduğunda da ısrarlıdır. Yani bu iki farklı güçlere sahip tek varlık varmış gibi söylenmektedir. Aslında, bu tezat gibi görünen şey durumun tam anlatımıdır. Bu durumun izahını yapmadan önce, Kuran’da bulunan Rab, Allah, Yüksek melekler Topluluğu, Arşı taşıyanlar gibi kavramların ne olduklarını incelemeye çalışalım.
Rab: “Terbiye edip eğiten, varlıkları belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, gelişmeyi yöneten” demektir. Rab kavramı, “yaratan” ve “ilah” gibi kavramlarla karıştırılmamalıdır. Kuran’da Rab Allah’ın isimleri arasında kullanılmamıştır. Rab Allah’ın yaptığı ana işi belirtir. Yani Allah bizim ve paralel evrenlerin ana yöneticisi uygulayıcısıdır.(Rabbul Alemin=Alemlerin yönetricisi)
[stextbox id=”warning”]Tekvir 29 Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.[/stextbox]
Ayetinde de görüldüğü gibi, Allah alemlerin Rabbidir. Yani onun müsebbibidir. Alemler ile kastedilen, paralel evrenlerdir.
[stextbox id=”warning”]Yusuf 39 “Ey benim zindan arkadaşlarım! Parçalara bölünüp fırkalaşmış rabler mi daha hayırlıdır, Vâhid ve Kahhâr olan Allah mı?”
Müminun 14 Sonra nutfeyi bir alaka yarattık, derken o alakayı bir çiğnem et parçası halinde yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir.[/stextbox]
Yusuf 39’da görüldüğü gibi, Rab kelimesi Allah’tan başkaları içinde kullanılır. Müminun 14’de ise “yaratanların en güzeli” olarak tasvir edilir. Sanki yaratanların en çirkini de var gibidir. Tevrat’ta da peygamberler içinde Rab kelimesi kullanılmıştır. Onun için Rab kelimesini Allah’ın yöneticilik, yol göstericilik, rehberlik etme vasfı olarak almak gerekir.
[stextbox id=”warning”]Araf 33 De ki: “Rabbim, sadece fuhşiyatı, onun açık ve gizli olanını, günahları, haksız yere isyanı, haklarında hiç bir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi yasaklamıştır”.[/stextbox]
Bu ayette de Rab, Allah’ın nelerden hoşlanmadığını açıklıyor. Yönetimde; altta olanın, yöneticisinin isteklerini avama anlatması gibi.
Allah: İçinde yaşadığımız evrendeki her şeyin müsebbibidir. Kuran’dan birkaç ayet alarak durumu anlatmaya çalışayım. Ayetlere baktığımızda, Evrende olan her şeyi, Allah’ın tasarrufunda görürüz.
[stextbox id=”warning”]Bakara 164 Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın yukarıdan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgârları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah’ın birliğine deliller vardır.
Yûnus 31 De ki, “size gökten ve yerden kim rızık veriyor? O, kulaklara ve gözlere hükmeden kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kim? İşleri idare eden kim?” Hemen “Allah’dır” diyecekler. De ki, “O halde Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” [/stextbox]
Ayetlerde, kendiliğinden olup giden olayların Allah tarafından yaptırıldığını görüyoruz. Bu anlatım önemli bir duruma işaret etmektedir. Allah’ın, aslında bu evreni oluşturan yazılım olduğuna delildir. Yani evrendeki her şeyin müsebbibi Allah’tır ama, her şeyi yapabilmesi bilinçten değil yazılımından gelmektedir. Çünkü, evrendeki doğal süreç ancak bir program vasıtasıyla oluşabilir. Yağmurun yağmasının nasıl olduğunu biliyoruz. Yağmur birileri tarafından yağdırılmıyor. Doğa kanunlarının kendiliğinden işlemesi sonucu oluyor. Kuran’ın bu işe “Allah yapıyor” demesi, onun bir yazılım olduğunu anlatmaya çalışmasındandır. Bu bilgi ancak bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle anlaşılacak bir bilgi olduğu için hitap bizedir. Geçmişteki insanlar, bir bilincin, her zerreyi düşünerek organize ettiğini kabul etmesi doğaldı ama, günümüzde de aynı düşünceleri paylaşan insanların olması biraz garip.
Aslında Allah’ın yaptığı ama doğa kanunu olmayan bir durum yoktur. Örneğin; Allah’ın dualara cevap vermesi de doğa kanunudur. Çünkü Allah programı, düşüncelere cevap verecek şekilde bir yazılıma sahiptir. Onun için olumlu ya da olumsuz düşüncelerden etkilenerek, evrenin gidişatına etki eder. Ve dinler asıl bu olaylara etki etmek için oluşturulmuştur. Düşüncenin, daha doğrusu istemenin devreye sokulması, ibadetler sayesinde olmaktadır. İbadete inanan kişi, kendini; -ancak ibadetini yaptığında- Allah’tan bir şey istemek için layık görmektedir. Yani dinlerin bir faydası da, insanların düşünce sistemiyle evrene etki etmesini sağlamaktır. Elbette bu durum, durumdan bihaber insanlar için geçerlidir. “Arif için din yoktur” derler ama, gerçekten ne anlama geldiğini bilenin olduğunu sanmıyorum. Yanlış anlaşılmaması için bir detaya dikkatinizi çekmek isterim. Yapılan dualar evrenin akış yönüne zarar verecek türden ise kabul olmazlar. Bildiğim kadarıyla tüm İslâm ülkelerinde binlerce yıldır, “gavurların kahrolması” için beddua yapılır ama, asla gerçekleşmemiştir. Çünkü bu duanın kabul edilmesi demek akışın farklı tarafa akması demektir. Ona müsaade edilmez.
Başka bir durum da Bakara 7’de Allah, onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür. der. Bu durumu biraz açmak gerekir. Çünkü burada da programın işlemesi söz konusudur ama, kişilerin neye uyacağı, program harici bir yüklemeyle yapılmaktadır. Şöyle anlatmaya çalışayım. Her ruh dünyada yaşayacağı hayatını, birkaç alternatif içinden seçer. Seçtiği hayatındaki dini Budizm ise, ya o ortamda bedenlenecektir ya da suyun çatlağını bulması gibi, bir şekilde Budizm’i bularak ona inanacaktır. Çünkü, o hayatında yapacağı en iyi tekâmülün şartları, Budizm içindedir. İşte böyle birinin kalbi ve kulakları Budizm’e mühürlüdür. Kuran’da anlatılan mühür işi bunu anlatır. Burada dünyaya gelen kişi, Allah programı içinde her şeyi otomatik yaşar ama, öte dünyada birileri ona yükleme yapar. Öte dünyada işleri organize edenleri; (Elmalılı çevirisiyle) ‘Yüksek Melekler Topluluğu’ diye tanımlamaktadır. Kuran ek bilgi olarak verdiği bu tanım, aslında RAB kelimesinin açılımıdır.
Yüksek Melekler Topluluğu: Kuran’da [tooltip layout=”classic” text=”Onlar yüksek (melekler) topluluğunu dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar.” effect=”1″]Saffat 8[/tooltip], [tooltip layout=”classic” text=“‘Münakaşa ederlerken, benim melekler yüksek topluluğuna ait ne bilgim olabilirdi?'” effect=”1″]Sad 69[/tooltip] ayetlerinde, bir topluluğun adı olarak geçmesine rağmen hakkında hiçbir açıklama yoktur. Kelime anlamında Meleklerden bir kısmının diğerlerinden daha yüksek bir seviyede olduğu anlaşılmaktadır. “Ne iş yaparlar?”, “neden öyle bir topluluk var?” gibi soruların cevapları Kuran’da açık değildir. Ben bu detayın özellikle verildiğini düşünmekteyim. Dediğim gibi RAB kelimesinin açılımıdır.
Arşı taşıyanlar: Mümin 7 ayetinde -güzel bir tanımla- anlatılan bu güç, aynı zamanda Yüksek Melekler Topluluğunu açıklar niteliktedir.
[stextbox id=”warning”]Mümin 7 Arşı taşıyanlar ve onun etrafındakiler, Rablerinin hamdiyle tesbih ederler ve O’na inanırlar. İman etmişler için de şöyle bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O, tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru.”[/stextbox]
Ayette, Arşı taşıyanlar ve onların etrafındakiler diye iki ayrı topluluktan bahsetmektedir. Etrafındakiler ile tanımladığı Yüksek Melekler Topluluğudur. Yüksek Melekler Topluluğunun kimlerden oluştuğu hakkında Kuran’da açık bir anlatım olmamasına rağmen, benim görüşüm tekâmül ederek üst seviyelere çıkmış ruhlardan oluştuğu yönündedir. Çünkü Enbiya 26 ayetinde “meleklerin bir zamanlar kul olduğunu” söylemesi önemli bir ayrıntıdır. Ayrıca, Mearic 4 ayetinde dediği gibi, “ruhların, elli bin yıl süren bir günde O’na yükselmesi” söz konusudur. Yani sistem; tekâmül edip, yükselmek üzerine kurgulanmıştır. Bu ayetlerden; ruhların önce insan, sonra melek oldukları ve sürekli tekâmül ederek sonunda O’na döndükleri anlaşılmaktadır. Bu süreç başka ayetlerle de desteklenmektedir.
Bu sistem Agartanın misyonu adlı makalede anlatmaya çalıştığım Brahatma mantığını da açıklar niteliktedir. Orada “Agarta’nın en yüksek başkanı Brahatma unvanını taşımaktadır. Brahatma, “ruhların İlahi Ruh’taki desteği” anlamına gelmektedir.” Brahatma’nın iki yardımcısı vardır; bunlar Mahatma, yani “Evrensel Ruhun temsilcisi” ve Mahanga, yani “Kozmos’un tüm maddi organizasyonunun sembolü” unvanlarına sahiptirler.” şeklinde bir tanım yapılmıştı. Bu tanıma göre, Arşı taşıyanların Brahatma ile aynı şey olduğu görülmektedir. Brahatmanın iki yardımcısı, Yüksek melekler topluluğu ve Allah’tır. Yüksek Melekler Topluluğu; Mahatmaya, Allah; Mahangaya karşılık gelir. Mahanga kozmozun maddi organizasyonuna karşılık gelmekteydi. Allah’ta görünen evrenin yazılımıdır. Yani ikisi aynı şeydir.
Kaynak: Kuran’da kaynak açık olarak belirtilmemiştir. Çağrıştıracak detaylar vardır. Benim kaynak adını vermemdeki sebep, Kuran’daki “O’ndan geldik, O’na döneceğiz” mantığıdır. Çünkü Büyük Patlamayla O’ndan geldik ve tekâmül ederek O’na dönüyoruz. Yani evvelimizi ve ahirimizi oluşturan şeyin, “Kaynak” olarak anılması bana uygun gözüktü. Kuran da “Arşın sahibi” veya “O” olarak tanımlanmaktadır. Benim için önemli ayetlerden biri İSRA 42 ayetidir. Ayette açıkça “Allah’ın, arşın sahibine gidebilmek için yol aradığı” yazmaktadır. Yani Allah ile Arşın sahibi ayrı ayrıdır. Ayrıca Tâ-hâ 5 ayetinde yazdığı gibi, pek çok ayette, Allah’ın “Ârş’a istiva ettiği” yazmaktadır. İstiva kelimesinin anlamlarından biri de yükselmektir. Her ne kadar mevcut inançta kimse bu anlamı kullanmıyor olsa da, benim görüşüm, kelimenin asıl anlamı “tekâmül ederek yükselmektir”. Bunlar haricinde Allah ile kaynak arasındaki ayrımı ortaya koyan asıl ayet Âl-i İmrân 18 ayetidir.
[stextbox id=”warning”]Âl-i İmrân 18 Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka tanrı yok, ancak O vardır. Bütün melekler ve ilim uluları da dosdoğru olarak buna şahittir ki, başka tanrı yok, ancak O aziz, O hakîm vardır.[/stextbox]
Ayette de görüldüğü gibi, Allah bile yaratıcının “O” olduğuna şehadet etmektedir. Elbette meleklerin de gerçeği bilmesi doğaldır ama ayetten bazı insanların da gerçeğe vakıf olduğunu anlayabiliyoruz. Fakat durumu karıştırmamak için bir detaya dikkat etmek gerekir. Kaynak bizim yaratıcımız olmasına rağmen evrenin içine karışmıyor. Çünkü yaptığı program gereği her şey olup bitmektedir. Öyle muazzam bir program yapmış ki! karışmasını gerektirecek bir aksaklık olması mümkün değildir. Zaten, bir aksaklık olsa bile, Arşı Taşıyanlar, durumu düzeltebilecek yetenektedir.
Bu ayete yapılan savunmanın biri Allah bazen kendine O der denmektedir. doğrudur ama bu şu demektir. “ben şahidim ki ben Seyfullah’ım” demek gibi oluyor. kendime şahit oluyorum…mantıklı mı?sizin siz olduğunuza kendinizin yapacağı şahitlik pek mantıklı değil. Bu durum sizden birileri şüphenelendiğinde ortaya çıkar ve size sorulmaz. dışardan delil istenir. Allah’ın dışardan bir delili yok ki kendisine şahitlik etmektedir.
Kaynağın yaptığı programı Kuran, Levhi Mahfuz olarak tanımlamaktadır. Evrendeki tüm bilgi onun içindedir. Fakat insan olarak bizler, Allah alt programı içindeyiz. Bizler bedensiz yaşama geçtikten sonra, Allah programından çıkıp, Levhi mahfuz programı içinde sürece devam edeceğiz.
Kaynak, ana programı ile yani, “Büyük patlamayla başlayan sürecin astral düzeyin oluşumuna kadar olan kısmını” planlamıştır. Arşı taşıyanlar ise Allah alt programıyla görünen evren ve paralel evrenler kısmını plânlamıştır. Birinci program Levhi mahfuz, ikinci alt program ise Allah’ tır. Bu mantıkla baktığımızda Allah’ın tanrı olmadığını anlarız. Zaten epey zamandır Ahmed Hulüsi beyefendi, bunu söyleyip durmaktadır.
[stextbox id=”grey”]
Hazreti Muhammed’in açıkladığı “Allah” bir TANRI değildir!..
Hazreti Muhammed’in açıkladığı “Allah”, ahad’dır!..
Hazreti Muhammed’in açıkladığı “Allah”, sonsuz mânâlara sahip olup, her an bunları seyir hâlindedir!..
İslâm’ın “Tevhid” inancı, yani Hazreti Muhammed’in açıkladığı inanç sistemi, Tapınılacak tanrı olmadığı; Allah’ın ahad olduğu ve dolayısıyla bir Tanrının mevcut olmadığı; insanların, bütün yaşamları boyunca kendilerinden meydana gelecek fiillerin neticelerine katlanacağı esasına dayanır!..
[/stextbox]
Bu kısa tanıma bakıp Ahmed Hulusi beyefendiyi yanlış yorumlamayın. Ben, bana gereken kadarını aldım. Bundan sonraki düşüncelerim ondan ayrı olduğu için alıntı yapmadım. Onun düşüncelerini okumak isteyen netten okuyabilir. Bu anlatımın en önemli ayrıntısı “insanların, bütün yaşamları boyunca kendilerinden meydana gelecek fiillerin neticelerine katlanacağı esasına dayanır” söylemidir. Sayın Hulusi’nin bu sözü hangi anlamda kullandığından çok, bana yaptığı çağrışımı alacağım. Gökte bir yerlerde tapınılacak bir tanrının olmaması ve her insanın kendi uğraşlarıyla bir şeyleri başarıyor olması, önemli bir detaydır. Bu söylem İnşikâk 6 ayetindeki “Ey insan! Kuşkusuz sen Rabbine doğru çaba üstüne çaba sarfetmektesin, nihayet O’na varacaksın.” söylemiyle birebir örtüşmektedir. Ayette, bu durumu tüm insanların başarmış olduğu görülmektedir. Yani ayette “ey insan!” diyerek hiçbir din, milliyet ya da günahkâr ayrımı yapmadan, tüm insanların, Rabbine doğru yaptığı yolculukta başarılı olacağını söylemektedir. Ayetteki Rab, yönetici anlamında olduğu için hem Allah, hem de Kaynak için kullanılabilir. Ayetteki “nihayet O’na varacaksın” sözündeki “O” Kaynağı işaret eder.
Kuran’da tanrı kavramındaki bu farklılık Sayın Serhat Ahmet Tan’ında dikkatini çekmiştir. Serhat Ahmet Tan’ın Kozmik Satranç adlı kitabında bu konuya şöyle değinmiştir.
[stextbox id=”grey”]“Sonuçta, Kuran’da Rab olarak zikredilenin yöneticiler ve yol göstericiler olarak anlaşılması, daha uygun olacaktır diye düşünüyorum. Bu varlıklar, mücadelenin bir tarafı olduklarından, onların da aşkın bir varlık, Allah tarafından yaratılmış ama, geliştirdikleri medeniyet ve teknoloji sebebiyle sanki, Allah’tan ayırt edilemeyecek güçlere sahip olabildiklerini anlayabiliriz” (Sayfa 242)[/stextbox]
Görüldüğü gibi yazar, Allah’tan farklı birilerinin varlığını öngörmektedir. O, iki farklı güç görüyor olmasına karşılık ben üç farklı güç görmekteyim.
Bu duruma göre Kaynak, Allah, Rab olarak üç farklı gücün kumandasında gelişmekteyiz. Yalnız Rab kelimesi hem isim hem de fiil olarak kullanıldığından pek çok şey gizlenmektedir. İsim olarak “Rab” ile “Yüksek Melekler Topluluğunu” anlamalıyız. Fiil olarak hepsinin ortak özelliğidir. Bu sayede farklı güçler, tek bir güçmüş gibi sunulabilmiştir. Aslında farklı güç dediğimiz, tek olan bir gücün, seviye farkından oluşan farklı görünümleridir. Zamanı geldiğinde hepsi tek olacaktır. Onun için Kuran tek tanrı vurgusu yapmaktadır.
Benzer durum Hristiyanlıkta da vardır. Onlardaki teslis inancı tam olarak bu güçlere karşılık gelir.
Baba: Kaynağ’a,
Kutsal Ruh: (Ruhül Kudüs) Allah’a,
Oğul: Rab’be karşılık gelmektedir.
[stextbox id=”grey”]
Kutsal ruh Tanrı’nın etkin kuvveti, hareket halindeki gücüdür (Mika 3:8; Luka 1:35).
Tanrı isteğini yerine getirmek için gücünü dilediği herhangi bir yere ileterek ruhunu gönderir (Mezmur 104:30; 139:7).
Kutsal Kitap ayrıca kutsal ruhtan Tanrı’nın “eli” ve “parmağı” olarak bahseder (Mezmur 8:3; 19:1; Luka 11:20).
[/stextbox]
İncil’den alınan bu tanımlarda tam olarak bir programı anlatmaktadır. Yağmuru yağdıran Kutsal ruhtur ve tıpkı Allah gibi kendi olağan sürecinde işler.
“Allah” kelimesine Sayın Ahmed Hulusi’nin yüklediği anlamı beğendiğim için yazısından bir parça daha alıntılamak istiyorum.
[stextbox id=”grey”]
“Allah”ın sınırsız-sonsuz oluşu dolayısıyla bir MERKEZİ olması da muhaldir!..
Bir şeyin merkezi olması için, onun sınırları olması, bu sınırların köşelerinin kesiştiği noktanın da merkez kabul edilmesi gerekir…
Hâlbuki, “Allah”ın sınırı yoktur…
Sınırı olmayan şeyin, merkezi de olmaz!.. Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!..[/stextbox]
Diyerek önemli bir detaya dikkat çekmektedir. Sayın Hulusi’nin yaptığı tanım, evrenin tanımıyla çok yakın bir örtüşme yapmaktadır. Evren için Einstein’in yaptığı tanımda buna benzerdir. Evrenin sınırlarının olmadığı haliyle bir merkezinin de olamayacağı düşünülmektedir. Bu iki tanımın bu kadar benzeşmesi bende, “onların aynı şeyi tanımladığı” izlenimi uyandırmaktadır. Gerçi Ahmed Hulüsi “Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!..” gibi fiziksel olarak mümkün olmayan bir tanımı da kullanması, durumu biraz karıştırıyor ama, içerisinin olmamasıyla, merkezin olmaması farklı şeylerdir. Bir şeyin merkezi olmaması, içinin olmadığı anlamına gelmez. Görünen evrende de, merkez tanımı yapılamaz ama evrenin içi var, fakat dışı yoktur.
Anladığım kadarıyla Kuran, doğal olarak sürüp giden olaylardan bahsediyorsa, Allah programından bahsediyor. Eğer bir yerde var olan bir güç gibi söyleniyorsa, Rab anlamında almak gerek. Allah, emir veren değildir ama, her şeyin müsebbibi odur. İşte çok önemli bir noktaya geliyoruz.
[stextbox id=”warning”]Secde 2. Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafındandır.[/stextbox]
Ayeti, aslında Kuran’ın Rab tarafından değil, Allah tarafından indirildiğini gösteriyor. Bunun anlamı şudur. Allah programı içinde insanlığın gelişimi için verilecek bilgilerin hepsi, otomatik olarak verilmektedir. Yani Kuran, peygambere otomatik olarak vahiy edilmiştir. Aynı şey, Einstein’ın da başına gelmiştir. Bu konularda bilgili olan Renan Seçkin Hanımefendiye göre, bilgi evrende yayınlanmaktadır. Önceleri doğru olduğunu pek düşünmemiştim ama, araştırmalarım beni de o sonuca götürdü. Evrene yayınlanan bilgi, onu almaya hazır biri varsa, ona ulaşmaktadır. Allah insanlık için gerekli olan tüm bilgiyi yayınlamaktadır. Yayını alabilecek seviyede insan olduğunda, bilgi ona sezgi halinde ulaşmaktadır. Eğer sezgi çok güçlü ise ona vahiy denilmektedir.
Eğer Allah gerekli bilgiyi yayınlıyorsa, onu alabilecek antenler gerekir. İşte insanlar bu anten vazifesini görmektedir. Ruhların, tekâmül ettiğini söylemiştik. Tekâmülün fiziksel karşılığı, ruhun frekansının artmasıdır. Allah tarafından yapılan yayın, eğer bir ruhun frekansıyla eşleşirse, o kişi yayını alabilmektedir. Dünya nüfusunun çokluğu sebebiyle, çoğu zaman, pek çok ruhun frekansı özdeş olur. Allah tarafından yayınlanan bilgi, aynı anda tüm dünyaya yayınlanmaktadır. Hatta, tüm evrene yayınlanmaktadır. İşte, çoğu zaman bu yayını birden fazla kişi alabilmektedir. Bu durum tarihimizde pek çok kez yaşanmıştır. Fakat, bilginin dünyaya yayılması bir program dâhilinde olur. Yani her bilgiye vakıf olan o bilgiyi dünyaya duyuramaz. Kişi eğer, Budizm gibi dünyasal değerlere önem vermeyen bir bölgedeyse, zaten, o bilgiler onun için asla bir mana taşımayacaktır. Onları anlayamayacağı için de, yayma imkânı olamaz. Kişinin alt yapısı o bilgiyi algılayıp, yorum yapabilecek seviyedeyse, ancak o zaman bilgiyi dünyaya duyurabilir. Fakat bilim insanlarının diğerlerinden küçükte olsa bir ayrıcalığı var. Kişi eğer bir bilim insanıysa, yaptığı bir araştırma varsa ve onu çözmeye çalışıyorsa, düşünce gücü bilgiyi ona doğru çekecektir. Böylece frekansı uymadığı halde, bilgileri kendine çekecektir. Fakat net bir bilgi elde edemez, çünkü, frekansı tam örtüşmez ama, aldığı bölük pörçük bilgilerle durumu kavrayabilir. Böylece bilim insanları tekâmülde en ilerde insanlar olmamalarına rağmen, bilgiye ulaşma imkânları olmaktadır.
Geçmişte bu tür insan sayısı çok az olduğu için, genelde maddeye önem veren ve tekâmülde iyi durumdaki insanların yaptığı şeyi günümüzde herkes yapabilmektedir. Herkes derken, bilime önem veren kesimde olanları kastediyorum. Onun için icatların çok büyük bir çoğunluğu, maddiyata önem veren batıda gerçekleşmiştir.
Dünyada arabanın icat edilmesi sürecini kullanarak, sistemin çalışmasını örneklendirelim. Böyle bir durumun olması için önce, enerjinin kullanılabilmesi gerekir. Çok daha önceden metalin bulunması ve işlenmesi bilgisi gerekir. Diyelim ki metalin bulunması bilgisi 50 frekansa ulaşıldığında alınacak bilgidir. Fosil yakıtın kullanımı için 70 frekansı uygundur. Araba ise 100 frekansında oluşacaktır. İşte ruhlardan bir veya bir kaçı önce 50 frekansına geldiğinde metal bilgisine hâkim olur ve metal dünyada sürekli kullanılmaya başlar. Birileri 70 frekansına geldiğinde fosil yakıt bulunur ve oda dünyada var olan bir bilgi olur. Ruhlardan bir veya bir kaçı 100 frekansına geldiğinde bu iki bilgiyi alır ve onlar arasında ilişki kurarak ilk arabayı yapar. Çok kabaca yaptığım bu anlatım, zannederim ne demek istediğimi anlatmıştır.
Fakat her bilgi, bu süreci takip etmez. Bazı bilgiler, çok daha önceden devreye girmesi gerekir. O zaman özel bir ruh görevlendirilir. Görevlendirilecek Ruhun frekansı o bilgiye uygun ruhlar arasından gönüllülük esasına uygun olarak seçilir. Böylece, en uygun yerde bedenlendirilir ve bilginin zamanından önce dünyaya gelmesi sağlanır. Bunlara örnek Einstein ve peygamberlerdir. Peygamberler gelişen insanlığa uygun yaşam alanı oluşturmak için, devreye girerler. Onlara yardım da edilir. Pagan dinleri sonrası tanrı kral döneminin bitip, peygamberlik döneminin yaşanması bu sürecin göstergesidir. Einstein ise, normal olarak kendi zamanından 100 sene sonra dünyaya gelecek olan bilgiyi getirmiştir. Onun getirdiği bilgiler sayesinde öte dünyanın yapısı anlaşılabilecektir. Çünkü, kıyamette gereken bilgilerin alt yapısı, 100 senede ancak insanlığın malı olabilmiştir. 1900’lerin başından beri bu süreci özümsemekteyiz.
Hep Einstein’ın adını kullanıyorum, bunun nedeni çok bilindiği içindir. Oysa bu süreçte, Schrödinger, Pauli, Heisenberg, Dirac, de Broglie, Born, Bohr, Planck, Lorentz gibi isimlerin hakkını yememek gerekir. Çünkü, onlar Einstein’a rağmen Kuantum mekaniğini dünyaya kazandırdılar.
Rab, Arşı taşıyanların bilgileri ve hatta yönlendirmeleri sayesinde, her tür işleri organize ederek hem kendileri, hem de alttan gelenlerin tekâmüllerine katkı sağlarlar. Bunun yanında, altta olan ruhlar da kendinden daha altta olanlara rehberlik yaparak yardımcı olurlar. Orada yani öte dünyada her şey plânlanır. Fiili bir eylem yoktur. Örneğin Arşı taşıyanlar, enkarne olacak ruhun başına gelecek olan olumlu ve olumsuz her şeyi plânlar. Kişinin enkarne olduğunda her olay karşısında nasıl davranacağı, ne karar vereceği bilindiği için sonraki adım ona göre plânlanır. Fiziksel bir eylem olmadığı için, iş yapmak da yoktur. Onların tüm işleri tekâmül etmek ya da edilmesine yardım etmektir.
Tanımladığım güçlerden “ol” deyince oldurma gücü, sadece Kaynağa mahsustur. O, zaman genişlemesine tabi olmadığı için onun katında her şey zaman geçmeden oluşur. Kuran, her üç gücü tek olarak adlandırdığı için hepsinin özelliklerini söyler. Yani her şey (görünen evren, öte dünya, Yüksek Melekler Topluluğu, Arşı taşıyanlar) aslında Kaynağın tezahürleridir. Daha öncede yazdığım gibi; her şey O’dur. Arada sadece seviye farkı vardır. Seviye farkı sebebiyle güç de farklılık göstermektedir. Büyük Patlamayla oluşan zaman ve mekân yüzünden olayları anlayabilme kapasitemiz çok sınırlı kalmaktadır. Daha doğrusu, bilinç seviyemizin düşüklüğü yüzünden bizim anlayabileceğimiz bir sistem oluşturuldu. O sistem ise bizim hayal gücümüzü zaman ve mekân içine hapsetti. Böylece gerçeği görebilme kapasitemiz kör oldu. Sakın yanlış anlaşılmasın. Sanki daha önce görüyorduk da artık göremiyoruz şeklinde bir durum yoktur. Bizler ancak gerçeği anlama bilinç seviyesine doğru yaklaşmaktayız. Ancak zaman geçtikçe gerçeği anlama konusuna doğru ilerleyeceğiz. Kıyamette bir miktar görüşümüz açılacak ama, o bile ancak, gerçeğin çok küçük bir kısmı olacak.
Seyfullah DEMİR
yaklaşık 4 yıl önce
Seyfullah bey merhaba umarım iyisinizdir.
— Uzunca bir süredir düşünüyordum ve size de danışmak istedim;
Sürekli sosyal hayatta ve tüm online mecralarda insanları gözlemliyorum ve her insanın birbirinden 180 derece farklı yaşamları olduğunu düşünüyorum. Örneğin, şu an günümüzde üzerinde bomba yağan kentlerde yaşan biri ile dünya güzeli kızların ve erkeklerin kendilerini para için sosyal mecralarda sergilemesni bile karşılaşıtırıp sorguluyorum ve kendimi düşünmeye sevk ediyorum. Bunu, bu ayrımı yaratıcının neden yaptığını düşündüğüm için söylüyorum. Para kazanma yöntemleri değişti, kültürler değişti, yeni nesil düşünce yapıları negatif yönde ilerliyor. Anlam veremiyorum bir türlü. Sonunda sorduğum soru BİZ GERÇEKTE KİMİZ ? HERKES ÖLÜYOR BİR ŞEKİLDE VE HANGİ SEBEBLE DÜNYAYA GELİYOR YA DA GÖNDERİLİYOR? – Sonuçta mükemmel hayat yaşayan ile berbat bir hayat yaşayan arasındaki tek eşit tarafın ölüm olması. SİZCE SONRAKİ HAYATIMIZDA FİZİKSEL OLARAK BİZE NE GÖSTERİLİYOR OLABİLİR? GELECEK ŞEKİLLENDİRİLİYOR VE BUNA UYGUN BİR YAPIDA MI GELİYORUZ ?
Bazen de hiç gelmediğimizi ve sadece toprak olup gittiğimizi düşünüyorum. Çünkü çok anlamsız oluyor. Eğer varlığınızın farkında iseniz ve sorguluyorsanız işin içinden hiç çıkamıyorsunuz.
Bir yazınızda bir insanın peygamberden farkı ne demiştiniz. Yani ben niye olmadım ? Ya da benim eksiğim ne idi? Ya da bunu dünyaya yön vermiş birileri için de sorabilirim. BU BENİM GELİŞMİŞLİK DÜZEYİM MİDİR? BEN NEDEN YÖN VEREN OLMADIM?? BİR EINSTEIN, TESLA,S.JOBS VS VS.. Yaratıcı torpil mi yapıyor yoksa berzah hayatında neler oluyor? Eğer bu şekilde torpil varsa ve bazılarına sınav kağıtları kolay geliyorsa sizce de bu haksızlık olmazmız dı?
Bizi yönlendirenlerden olmanın yolu sizce nereden geçiyor ??
Teşekkürler
Ugur
yaklaşık 4 yıl önce
Merhaba Uğur bey,
Michael Newton’un “Ruhların Yolculuğu” ve “Ruhların Kaderi” adlı kitaplarını okumanızı öneririm…
yaklaşık 4 yıl önce
Teşekkürler Seyfulla Hocam. ayetleri sorgulayabilen biri kuranın veya diğer dinlerin Tanrı vergisi olmadığını anlar diye düşünüyorum Saygılar
yaklaşık 5 yıl önce
Kaç adet tanrı var, budistlerin dedikleri gibi 8 milyon mu, yoksa birkaç adet gibi az bir sayımıdır, fikirleriniz nelerdir?
yaklaşık 6 yıl önce
yaratılan kusurlu mudur? ama yaratan “Mülk-3: ..goge bak br kusur göremezsin” diyor…sonrada yaratığı insanın kusurlarını Şeytan denen başka bir kusurlu ( kibirli) varlıkla ortaya seriyor. Bu kusurlu varlığı sonrada oluşturduğu ek programlara ( zebur, tevrat, incil kuran vb) ile düzeltmeye çalışıyor…İnsan,düzeltilecek kusurlu urunse, kusursuz yaratıcı kavramı neden kuranda işleniyor.
Cennet kusursuzların olduğu yer ise, pekala o kusursuzların olduğu yerde başlangıçta kusurlu varlık- kibirli şeytan ne diye vardı?
Cennet-cehennem ahirete bırakılmışsa- Lut kavmi olayı- cehenem de yargılama felsefesine aykırı değil mi? Lut kavmi-azmış kavim ( kuruslu urunler)in cezalandırılması neden ahirete bırakılmamış, bu dünyada yaşamlarına aniden son verilmelerine -topluca yok edilmelerine karar verilmiş? zaten insan oğlu dünyaya gönderilirken azgınlardan olacaklarını taaa başta melekler Allah a dememişmiydi? o zaman Allah siz bilmesiniz ben bilirm dememişmiydi?
yaklaşık 6 yıl önce
Değerli kardeşim,
Güzel konulara parmak başmışsın. Elbette Kuran’ı sembolik anlamıyla değil de düz anlamıyla değerlendirdiğinde bu gibi sayısız örnek bulursun. Örneğin hem mutlak itaat ister ama “aklınızı kullanmaz mısınız?” diye de sorar. Bunlar birbiriyle çelişir. Aklını kullanan sorgular, sorgulayan Kuran’ın sıra anlamına bakarak ateist olur. Çünkü çokça mantıksızlık görecektir. Ben bu çelişkilerden bir kısmını inceledim.
Basit bir örnek daha vereyim. En basitinden yaratıcının insanlık içinden birini seçip onunla diğer tüm insanlara mesaj verme yönteminin yanlışlığı ortadadır. Acaba herkese ulaşma yeteneği yok mu? Ben niye bir başkasının gördüğü yada hissettiği şeyleri doğru kabul etmek durumunda olayım. Peygamber cebrailden mesaj alıyor olabilir ama bu beni niye bağlasın. Benim neyim eksik. Bende mesaj alıp onun gibi inanmak isterim. Yok, benim bir adamın ilhamlarına inanmam istenir. Hiçbir elle tutulur bir delil yokken. İnsanı yada evrenin mucize olduğuna bakıp inanmam istenir. Oysa günümüzde simcity gibi oyunlar bizim evrenimizi ve insanı taklit edebilecek seviyede. Evet henüz epey uzaktayız ama söylenene göre 50 yıl sonra evreni ve insanı tam olarak taklit edebileceğiz. Yani bizi programlayanlardan 50 yıl arkadayız o kadar…
Yazılarımdan insanın bir yapay zekâ olduğunu ve dünyada deneyim yaşayıp gelişmesi için bu sistem oluşturulduğunu okumuşsundur. Biz bilinç elde etme işinin en başındayız. Hep dediğim gibi insan ne kadar aptal olduğunu anlayamayacak kadar aptaldır. Aptal olduğumuzu anlayamayınca kendimizi allemi cihan sanıyoruz. Oysa evren diye kusursuz mucize diye saydığımız şey bizden bir-iki tık üstteki bir çocuğun bilgisayarda rahatlıkla programlayabileceği bir şey olduğunu anlayabilsek, ne kadar geri zekalı olduğumuzu idrak edebilirdik. Biz henüz örneksiz yaratabilme gelişmişliğine ulaşmadık. Onun için bize arada yardım edilir. Örneğin Einstein gibi birine verilen ilham sayesinde normalde yüz yıl sonra insanlığın ulaşacağı bilgiler verilerek gelişmemiz hızlandırılmıştır. Einstein bilinen bir örnektir, bilinmeyen pek çok insan var. İnceleyince ne kadar fazla müdahale edildiğini anlayabiliyorsun. En azından ben anladım.
Kuran da insan gelişmesi içinde önemli bir yere sahiptir, tüm diğer dinler gibi. Çünkü insan yönlendirilmeden istenenleri yapma eğiliminde değildir. Dinler bu yönlendirilme olayında kullanılmıştır. Hep iyi yönde kullanılmamıştır. İnsanların kötülük yapmasını engellemeye çalışmıştır ama aynı zamanda savaşlara malzeme olmuştur. Yani aptal olan insanın her adımı planlanmış ve kontrol altındadır. Hitler de, Atatürk de, Trump da, Erdoğan da planları uygulamak içindir.
yaklaşık 6 yıl önce
1-tum insanlara mesaj verme konusuna gelince, niye tekrar tekara mesaj verme gereği duyuyor?
2- kendiside mesaj verecek 1 tek insanı zar zor buluyorken, o bile sapmaya müsaitken( Abese-1-8-10, suresinin inmesinin de nedeni düşünülürse,)…
3- O seçilmiş insan bile bu dünyada Hac-52.—Şeytan sözlerine uyup ayeti değiştirebiliniyor ve Allah’ın müdahalesi ile Allah kelemı korunuyorsa, bu kadar zayıf insanoğlunun direnç göstermesi ve mücadele etmesini beklemek????
yaklaşık 6 yıl önce
Değerli kardeşim,
Yazılarımda bu soruların cevabı var. Üşenmeden okumanızı öneririm. Sorularınızın kısa bir cevabı olmadığı için okumanızı öneriyorum. Bir kaç makaleyi okuyup her şeyi anladığını düşünmeyin. Her makalem ana konunun bir yönünü açıklar.
yaklaşık 6 yıl önce
maide 114. ..Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi.
hacc 58…Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
ayetleride benim uyanmamı sağladı..kaç tane rızık veren var ki, rızkı verenler arasında hayırlısı, hayırısızı varsa ? soruları 1 den fazla rızk veren olduğunu ortaya koyunca, kafamda şimşekler parladı?
yaklaşık 6 yıl önce
Zaman evrenin her yerinde aynımı akıyor gezegenimiz güneş kadar büyük olsa veya daha hızlı yada daha yavaş dönse zaman değişirdi değilmi eğer zaman mutlak olsaydı yaratılmasaydı her herde her şeyde aynı olmayacakmıydı güzel insan zamanı yaratan zamana ister dahil olur ister olmaz değilmi kendi yarattığını kendisi bilmezmi ? pekala uzaylı konusuna gelelim uzaylılar sonsuz canlılarmı onların bi ömrü vakti olmayacakmı yıldızlarda sönüyor nasıl olurda evren içinde bulunan bi yaşam sonsuz olabiliyor ? Güzel dostum dikkatli düşün dikkatli yorumla
yaklaşık 6 yıl önce
Yazı için teşekkürler, gayet güzeldi. Düşüncelerimi hiç bu kadar derli toplu görmemiştim 🙂 Hatta farkındalığımı katlayan hiç böyle görmemişim hiç böyle düşünmemiştim dediğim epey yer vardı. Çok daha fazlası olduğu düşünüyorum ama ölmeden parçalar yerine oturur mu, öldükten sonra mı anlarız Allah bilir. Yazınızı okurken hatırladığım pek çok ayet ile de yazınızı pekiştirme şansı buldum.
Düşünmez misiniz, akletmez misiniz üzerine pek çok ayet ve üstün akılla-üstün akıllılara atfen ayetler de varken ‘Bir peygamber ve bir kitap gelmedikçe inanacak da değiller ‘ (Burada Allah’ın bir siteminin olduğunu düşünüyorum) aslında söylediklerinizi benim nazarımda epey inandırıcı kılıyor.
Bu anten ve alma olayının farkındaydım, Ben Allah’tan istediğimde aldığımı düşünüyorum, kimisi karmaya doğaya inanıyor galaksiden istiyor, kimisi doğadan v.s. ama gözlemlerime göre bir şekilde alıyor insanlar istediklerini ! Hiç bu kadar sağlam temellere oturtamamıştım. Gerçekten güzel bir felsefi ve bilimsel denilebilecek bir paylaşım.
Son günlerde ayeti tam hatırlayamamak ile birlikte içerik yaklaşık olarak böyle olması gerek ‘ Biz güçsüz kişileriz ondan bir şey yapamıyoruz, Allah’ın yeryüzü büyüktür Hicret’te mi edemiyorsunuz da Allah’ın meleklerine zulmediyorsunuz ‘ kısımında ki meleklere zulmetmek üzerine düşünüyorum.
yaklaşık 6 yıl önce
Ben Âl-i İmran suresinin 18. Ayetinde enteresan bir anlam görüyorum. Farklı bir “Allah” tanımı var.
Ayeti , çıkardığım anlamı gösterecek şekilde parça parça yazıyorum:
4 3 2 1
شَهِدَاللّٰهُ اَنَّهُ : لَٓا اِلٰهَاِلَّاهُوَۙ / وَالْمَلٰٓئِكَةُ / وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ / لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَالْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ
Adaletle gözeten ilim sahipleri + YMT + KAYNAK = ALLAH şahit O(ki):
“Allah şahit O (ki) : Kendisinden başka ilah olmayan O(1), ve melekleri(2) ve adaletle gözeten ilim sahipleridir(3). Aziz ve hakim olan O’ndan başka ilah yoktur(4).
Bu tam olarak Seyfullah Bey’destekleyen bir durumdur. Hatırlarsanız bir ruh tekamülde ne kadar yüksekse o derece “ortak bilinç” e yakın demekti. Biz de giderek bu ortak bilince haşrolunuyoruz. Ayet de bu ortak bilinci Allah kavramına dahil etmiş…
yaklaşık 7 yıl önce
Merhaba,
Yaratıcının yaratıcı adı almasının sebebi yaratmasıdır. Yani yoktan var etme. Bu işi bir heves yada can sıkıntısı sonucu yaptığını düşünmüyorsak yaratılanlarla ilgili bir plan yapılmıştır. Bu plana sınav diyoruz.
Sınırsız bir güç varsa ve bir plan üzere yaratma eylemi varsa kendini de bu eylemin içerisine ekliyorsa o halde bu sınav sadece bizim için değil.
Sınırsız güç olması hiçbir sorumluluğun olmaması durumu söz konusuyken yaratma eyleminde kendi için kural belirliyor. Yani yaratıp başı boş bırakmıyor. Sürece dahil olması kendi yarattığı kainata ve zamana dahil olması gayet açık ve anlaşılır.
YUNUS Suresi 102. ayet
Onlar, sırf kendilerinden önce gelip geçenlerin günleri gibisini bekliyorlar. De ki: “Bekleyin! Sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim.”
Sürece dahil değil mi?
Örneğin bir programcı kendi yazdığı bir oyunu oynuyor. Kendinin bir rolü var. Ama bu rol o programcının oyun içindeki rolü olarak kalıyor. Oyunla sınırlı bir rol.
Biz kelimesini ben farklı düşünüyorum. Biz, bence bir görüşü yansıtıyor.
Örneğin günlük hayatta
bir futbol karşılaşmasında rakip takıma karşı olan “biz” bu maçı alırız.
Yada bir meslek gurubu olarak “biz” bu işi başarırız gibi.
Biz aslında çoğul olarak bir görüşü yansıtıyoruz. Aynı görüşü yansıtmamız bizi görüş olarak tekil yapıyor.
Az önce bahsettiğim yaratma eylemi sonucu yaratılan kainata ve zamana dahil olmanın devamında “biz” kelimesini düşünün. Biz yani aynı görüşü aynı düşünceyi aynı hedefi paylaşan bizler.
Bu ayetlerde kurtuluşa erenler olarak “biz” kelimesini düşünün.
Sure (Bakara Suresi), 1. Ayet
Elif Lâm Mîm.
Sure (Bakara Suresi), 2. Ayet
Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.
Sure (Bakara Suresi), 3. Ayet
Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.
Sure (Bakara Suresi), 4. Ayet
Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.
Sure (Bakara Suresi), 5. Ayet
İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.
İfadeye bakar mısınız? “Kurtuluşa erenler” yani çoğul olarak aynı hedefe yönelip aynı sonuca ulaşan ve tek bir gayede buluşanlar.
Biz kelimesini alıp buraya uyarlarsak biz ya kurtuluşa erenler tarafında yada tersi hüsrana uğrayanlar tarafında olacağız.
Yaratılmayı sınav dünyası olarak tanımlamıştık, sınav içinde şeytan yaratılmış. Şeytana uyanlar ve uymayanlar içinde “biz” kelimesini kullanabiliriz.
Biz kelimesi sürecin içinde, aynı hedefe yönelen ve aynı gayeyi taşıyanlar anlamındadır.
“Kur’ân’ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.”(Hicr, 15/9)
Yazıdaki “Araf suresinde anlatılan Âdem’in hikâyesine göre Şeytan Âdem’i kandırarak, yaklaşmamaları gereken ağaca yaklaştırarak; Allah’ı alt etmiştir.” ifadesi yanlıştır.
Yani Allah bir süreç yaratıyor biri uygunsuz bir şey yapar yapmaz anında müdahale edecek?
O zaman nerede kaldı süreç. Süreç başlamadan biter. Böyle bir saçmalık olabilir mi?
Bir defa yaradılışa aykırı bir müdahale.
Neyse, özet olarak yaratma eylemi sonrasındaki plana yaratıcınında(süreci bozmamak adına gücünü göstermek için sürece sınırsız bir güçle müdahale etmeyerek) dahil olması ve bazı ayetlerde “biz” kelimesini kullanması aslında hiç bir merciye hesap vermeyen Allahın sonsuz yüceliğini gösteriyor.
Yaratıcı ile Allah aynıdır. Ancak yaratma eyleminde yaratıcı(Bir yaratma ve akabinde yaşam/sınav süreci) zat olarak ise Allahtır.
Benim görüşüm.
yaklaşık 7 yıl önce
Hakan Bey, görüşlerine saygı duyuyorum ama açıklamaların çok yetersiz. Ancak kendiniz söyler kendiniz inanırsınız. Mantık temeli yok denecek kadar zayıf. Örneğin biz kelimesine getirdiğin açıklama “biz” kelimesinin neden kullanıldığını değil tanrının çoğul olduğunu anlatıyor. Bir futbolcu “biz bu maçı alırız” derken tek kendini kastetmiyor. Takımın tümünü kastediyor. O zaman yaratıcının dahil olduğu bir takım var demektir. Yada “kurtuluşa erenler” kelimesindeki gibi pek çok kurtuluşa erenden biri olmak durumunda.
“Yazıdaki “Araf suresinde anlatılan Âdem’in hikâyesine göre Şeytan Âdem’i kandırarak, yaklaşmamaları gereken ağaca yaklaştırarak; Allah’ı alt etmiştir.” ifadesi yanlıştır.” demişsin. Ben zaten o konuda İslam inancındaki o yorumu eleştirmek için öyle yazdım. Bana göre de Allah alt edilmiş değildir. O süreci sembolik dille anlattığı için biz doğrusunu anlayamadığımızdan öyle anlıyoruz. Yoksa yaşanması gerekenler yaşanmıştır elbette…
Daha önemlisi yaratıcının yarattığı bir sürece dahil olması olmayacak bir durumdur. Bir yazılımcının kendi yazdığı oyuna girmesine benzetmişsin ama olmamış. Çünkü oyuncu yazdığı programa dahil olamaz. Oyun içinde yarattığı bir karakteri kumanda edebilir. Oyundaki karakter sınırlı güçlere sahiptir. Ayrıca programı yazanın da sınırlı güçlere sahip olduğu gibi. Asla aynı şey değildir.
Eğer sistemi anlayabilmiş olsaydın, asla böyle kelime oyunlarıyla durumu kurtarmaya çalışmazdın…
yaklaşık 7 yıl önce
Allah şeytana izin verdiğini kuranda söylemiş zaten.
yaklaşık 8 yıl önce
Bu soruyu kendi paylaştığım sayfadan aldım;
Geçen gün benim de üzerinde düşündüğüm konu aslında.
Allah’ın,evreni altı günde yarattığı ayetlerin, Allah için de zaman kavramının geçerli olduğu manasını taşıyor mu diyorsunuz?
O “ol” der ve olur ayetleri zamanın olmadığı ifadesini taşımıyor mu?
Makaleniz de, Kur’an yorumlanmış ancak Kur’an yorumlanmaz.Öyle değil mi?
Allah’van başka ilah yoktur, her şeyin sahibi O’dur, herşeyi duyan, bilen O’dur,arşın sahibi O’dur vs. vs…yüzlerce ayet var.Bunlara rağmen başka ilahların olduğu Kur’an’da var demek nasıl oluyor? Ancak makaleniz düşündürücü,biraz daha birikim gerektiriyor benim için.
Bu arkadaşa nasıl cevap vermeli…?
yaklaşık 8 yıl önce
Oğuzcan kardeşim,
Alt günde yaratılma bana göre zaman değildir. Yazılarımdan okuyabilirsiniz. Fakat bazı ayetlerde RAB’bin açıkça zamana tabi olduğu bellidir. Fakat bazı ayetlerdeyse “o ol deyince oldurur” der. Bu iki durum birbiriyle uyuşmaz. Ben “Ol deyince olduran” neyse ona KAYNAK adını verdim. Allah ise içinde yaşadığımız sistemin bilgisayar yazılımının adıdır. Rüzgarı estiren yağmuru yağdıran sistem. Birde YMT var. O ise bizimle uğraşan ve bizi organize eden güç. Biz bunların hepsini Allah diye biliyoruz. Çünkü Kuran açıkça ayrım yapmaz…
Örneğin Bir ayette tanrı tek derken pek çok ayette kendine “biz” diye hitap eder. Biz kelimesini mütevazilik diye algılayanlar var ama Kuran’ın pek mütevazi olmadığı aşikardır. Yani biz kelimesi çokluktan oluşan tekliği anlatmak içindir. Bence buradaki kasıt YMT dir.
yaklaşık 9 yıl önce
https://youtu.be/SzSnh2Njx_k Y. Nuri Öztürkten Kuran’daki BİZ ifadesi yorumu .
yaklaşık 9 yıl önce
Sayın Seyfullah bey,
bu yazınız bana insandaki iki farklı yaşamı hatırlatıyor.
İnsanın 2 şekli vardır. Birincisi maddi olan beden(Beyin) ikincisi ruh. Bedenin sınırlı bir gücü vardır ancak ruh sonsuzluğu hissettirir.
Tanrı kavramındaki bu ikilemi maddi olan aleme karşı yükümlülük ve ebedi olan yaşam olarak tanımlayabiliriz sanırım.
Teşekkürler.
yaklaşık 9 yıl önce
İlk makaleniz “uzaylılar mı, melekler mi, atlantisliler mi” den sonra farkındalığımızı ikiye katlayan bir makale olmuş. Tebrik ederim. Kur’andaki Allah kavramı ile anlatılan ve Kaynak diye adlandırılan kavramların farkını güzel yorumlamışsınız. Bu farkındalık ışığında Kur’an ayetlerinin yorumlarını bekliyoruz. Teşekkürler.
yaklaşık 9 yıl önce
Bu güzel yazı için size teşekkür ederim Seyfullah Bey.Sizi severek takip ediyorum ve yaptığınız bilgilendirmelerden dolayı destekliyorum.Sağlıcakla kalın.