Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Konuya başlamadan önce, evrimin ne olduğunun bir tanımını yapmak gerekir. Müslüman bir ülkede yaşadığımdan dolayı yaratılış teorisini Kuran  (biraz da Tevrat) bazında değerlendireceğimi belirtmeliyim. Öncelikle evrim kuramını evrimcilerin anlatımıyla inceleyelim. Evrimin tanımı ve mekanizmaları adlı bloktan okumanızı öneririm. Lütfen mutlaka okuyun. Çünkü kulaktan dolma ya da konudan haberi olmayanların ya da haberi olup da, kasıtlı olarak saptıranların yazdıklarını gerçek sanıp şartlanmış bir karşı çıkış ya da, kabulleniş içinde olabilirsiniz. O zaman gerçekleri kaçırırsınız. Çünkü evrim teorisi dünyadaki yaşamı açıklamaya çalışan bilimsel kökenli, deneylere dayalı tek teoridir. Yaklaşık 200 yıldır çürütülmeye çalışılmaktadır. Kabul edilmekte bu kadar zorlanılmasının sebebi “insanın oluşumunda” Tanrının parmağının olmadığını söylemesidir. Bu makalemde neyin doğru neyin yanlış olabileceği üzerine düşüncelerimi yazacağım. Göreceksiniz evrim teorisi size anlatıldığı kadar öcü değildir. 

Evrim teorisi de zaman içinde gelişti bir miktar değişti. Gelecekte tanıyamayacağımız kadar değişebilir, gelişebilir, dallanıp budaklanabilir. Hatta yerine başka bir teori de gelebilir. Ancak bu “yeni teori”, şu anda Evrim Teorisi’nin açıklayabildiği her şeyi aynı güçte ve benzer bir şekilde açıklamak zorundadır. Hiçbir zaman bugünkü açıklamalar tamamen çöpe atılmayacaktır. Einstein, Görelilik Teorisi’ni ileri sürdüğünde, onun öncülü olan Newton’un teorileri çöpe atılmamıştır. Yeni teori, bu günkü açıklanamayanları da açıklayan daha kapsamlı bir teori olursa kabul görecektir. O zamana kadar, elimizde sadece bu teori olduğundan onunla devam edeceğiz. Fakat eksiklerinin varlığını da bileceğiz. Ancak, yeni teori geldiğinde eskisi çöpe gidebilir. Kısacası yaratılışçılar ne kadar gür sesle bağırırsa bağırsın evrim teorisinin çöpe gitmesi, söz konusu değildir. Yerine yeni bir teori gelmeden olmaz. Bilimin ilerleme yolu bu şekildedir.

Eğer, yukarda ki linki okumuşsanız bilim insanlarının evrim konusunda nasıl düşündüğünü anlamışsınızdır. Gördüğünüz gibi, söyledikleri şeyler laboratuvarlarda test edilebiliyor. Peki, yaratılışçılar nereye itiraz ediyor. Önceleri deneysel verilere de itiraz ediyorlardı ama şimdilerde akıllı olanların asıl itirazı, “türler arası geçiş” ve “ilk yaratılışa” olmaktadır. Ne yazık ki bu konuda, bilimin elinde pek veri yok. Bilimin bu konudaki yorumu; “türler arası geçiş çok uzun zaman alabilecek bir olgudur ve insanın deneysel olarak gözleyebilmesi mümkün değildir. Fakat tür içi değişimleri takip edebildiğimize göre ve daha önemlisi tüm canlıların genetik olarak aynı yapıya sahip olması, onların birbirlerinden zaman içinde oluştuğunu kabul etmemizi gerekli kılar” şeklindedir. Aslında mantığı olan ve ayakları yere basan bir çıkarımdır. Teorinin türler arası geçiş için, deney yapamaması ve ilk hücrenin oluşumunu deneyle kanıtlayamaması, yaratılışçılar tarafından bir açık olarak görülür ve sürekli kullanılır.

Fakat evrimin ne olduğunu pek anlayamayan evrim karşıtlarının beklediği gibi ara tür beklentisi evrimcilerde yoktur. Örneğin şu anda dünyada yaşayan tüm türler gelecekteki türlerin ara geçiş türüdür. Yani sudan karaya çıkışta yarım bacak yarım yüzgeç şeklinde bir canlı beklemek doğru değildir. Her şeyiyle kendine yeten bir canlı beklemeliyiz. Nitekim bu özelliklere karşılık gelen çamur zıpzıpları var. Kendilerine yeterler ve tam bir canlıdırlar ama balıklarla aynı atadan gelirler. Karada da akrabaları vardır. Bütün çamur zıpzıplarının evrimleşerek kara hayvanına dönüşmesini söylemek, sistemi anlamamak anlamına gelir. Çünkü çamur zıpzıpları bir bölgede (Atıyorum, uzun bir süreçte bataklıkların kuruduğu bir yerde) kara hayvanına dönüşmüş olabilir ama, bu tümünün bu yolu izleyeceği anlamı taşımaz. Diğer çamur zıpzıpları, bulundukları ortamda gayet mutlu mesut yaşar giderler. Ben daha çok insanın evrimiyle ilgileneceğim için insanın gen yapısıyla başlayalım. Örneğin; insanın Diğer Canlılar ile Akrabalığını inceleyelim. Modern araştırmaların gösterdiğine göre, insanın diğer türlerle akrabalık oranları şu şekildedir.
• Neandertal İnsanı: % 98-99,
• Şempanze: % 86-98,
• Bonobo: % 88-96,
• Kedi: % 88-91,
• Sığır: % 75-87,
• Meyve Sineği: % 58-64,
• Muz: % 58-62,
• Pirinç: % 45-62,
• Sivrisinek: % 36-44,
• Nergis: % 25-35,
• Su Yosunu, âlg: % 25-35,
• Yuvarlak Solucan: % 24-28,
• Mantar: % 18-22,
Görüldüğü gibi canlı türlerinin ana materyali aynı sistem kullanılarak yapılmıştır. Yani sadece hayvanlarla değil, bitkilerle de akrabayız. Bunun bize söylediği çok önemli bir şey var. Bu yapı bizim oluşumumuzu anlamamızı sağlıyor. “Tanrı yarattı, onun hikmetine sual sorulmaz” gibi içi boş bir laf yerine, aklı başında bir argüman oluşturmaktadır. Yani canlılık dediğimiz bir yapı DNA denilen bir programın ürünüdür ve bunların yapısı birbirine benzer. Bu konuya daha sonra değineceğiz.

Şimdi benim evrim konusundaki düşüncelerime gelebiliriz. Her ne kadar evrimcileri savunuyor gibi gözüksem de, ben, müdahaleli evrimi savunuyorum. Fakat yaratılışçıların kötü savunma mekanizması yüzünden, onları eleştirmek zorundayım. Yani, evrimin henüz çözemediği şeyleri kullanarak ya da “bak, bu milyon yıllık fosil günümüzde de var” gibi bir açıklamayla bir teori çürütülemez. Bir teori deneysel tabanlı başka bir teori ile çürütülür. Evrimcilerin yaptığı gibi, bir sistem içinde deneyle destekleyerek bu itiraz yapılmalıdır. Milyon yıllık bir fosilin günümüzde olması, o türün başarısını gösterir ve evrim teorisi de onu destekler. Evrime karşı bir tezmiş gibi sunulamaz.

Şunu özellikle belirtmeliyim ki! Müslümanlardaki evrim karşıtlığı Kuran kaynaklı değildir. Hıristiyan teolojisinin evrime karşı duruşu, bizdeki teologların ya da Kuran’ı anlamayanların yaptıkları yorumdur. Kuran’daki en büyük delil diye sundukları “Ol deyince Olduran” tanrı kavramının doğru anlaşılamamasının getirdiği bir durumdur. Oysa, Kuran insanın sperm ve yumurtadan yola çıkarak oluştuğunu anlatır. Fakat teologlar İlk insan Âdem’in birden yaratıldığını düşünür. Oysa onun yaratılması da birden değildir. Çünkü Hicr 29: “Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.” der. Yani sürecin bir zaman aldığını belirtir. Bunu destekleyen başka bir ayet ise Âl-i İmrân 59: “Allah nezdinde İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi”. Bu ayeti neden es geçip, Hristiyanlığın söylemlerini Kuran’a yamamaya çalışırlar bilmiyorum. Ayet gayet açık olarak, İsa ile Âdemin durumunun aynı olduğunu söyler. İsa’nın topraktan değil de annesinin karnında geliştiğini Kuran’dan biliyoruz. O zaman Allah neden bu iki durumu özdeş tutuyor. Burada Kuran’ın güzel anlatımı devreye girer. Anlatılan şey “topraktan yaratılmaya” bir açıklama getirmektir. Yani Kuran, Âdem ile İsa’nın durumunu eşitleyerek bilinen bir şeyden bilinmeyeni çıkarmamızı istemiştir. Burada bilinen şey, İsa’nın doğumudur. İsa’nın annesi Meryem’in karnında geliştiğini ve babasının olmadığını bildiğimize göre, aynı durum Âdem içinde geçerli demektir. Ayrıca bu ayetten “«Ol!» dedi ve oluverdi” sözünün anlamı da meydana çıkmış oluyor. İsa birden bire ortaya çıkmadıysa, aynen Adem’de birden bire ortaya çıkmamıştır. Buradaki “ol deyince oldurur” bir zaman meselesidir. Biz zaman genişlemesine tabi olduğumuz için, süre geçmesi bize özgüdür. Oysa yaratıcı için tüm şimdiler aynı noktadadır. Zaman genişlemesi yoktur. O “ol” diye dilediğinde ya da düşündüğünde tüm işlem gerçekleşmiş demektir. Bizim mekânımızda değil, onun katında olaylar anında gerçekleşmektedir. Bu konuda daha detaylı bilgi için Zamanın yapısı adlı makalemi okumalısınız.

Bu ayetlerden anlıyoruz ki! Âdem de bir anne karnında yetiştirilmiştir. Tıpkı İsa gibi. Buradaki “toprak” insanın oluştuğu materyalin adıdır. Oksijen, Karbon vb elementlerden bahsediyorum. Yani insan dünyada bulunan elementlerden oluşturulmuştur. Fakat bunu gökten iki el gelerek çamuru yoğurarak yapmamıştır. Dünyada daha önce hazırlanan bir canlı aracılığıyla yapılmıştır. Ben burada tüp bebek durumu görüyorum. Belki bazılarının tepkisini çekecek durumdur ama bizi yönlendirenlerin genlerimizle uğraşmasının yolu bu şekildedir. Mustafa İslamoğlu’nun da dediği gibi âdemin annesi var, en azından taşıyıcı annesi var ve, o, bir primattır.

Buradaki önemli soru ”neden ilk insan Âdem’dir?”. Çünkü onu insan yapan şey, içine üflenen tanrının ruhudur. İşte Âdem’i ilk insan yapan şey içine ilk defa üflenen ruh sayesindedir. Onu insan yapan bedeni değil, ruhudur. Onun için ilk insandır. Ben onları Ademoğulları diye adlandırıyorum. Fakat yine de ilk ruhun içine üflendiği bedene özel isim olarak da Âdem denilebilir.

İlk prototip insan, erkek değil, dişidir. Yani Âdem bir erkek ismi değil bir türün ismidir. Âdemoğulları türünün ilk atasıdır. Eşi ise onun kaburga kemiğinden değil onun DNA’sından yapılmıştır. Yani onun XX olan genetik materyalindeki X’lerden biri değiştirilerek XY şekline dönüştürülmüş ve eşi oluşturulmuştur. Kuran “Âdem’in eşi” der. Onun dişi ya da erkek olduğundan bahsetmez. Yani Havva ismi Tevrat’tan gelir. Arapçada kelimeler cinsiyetlidir. Âdem kelime olarak dişi kelimedir. Yani dişilere kullanılması gereken bir kelimedir.

Sümerlerden günümüze gelen rivayetler dinlerde de yer bulmuştur. Sümer’ceden çevrilen “Havva’nın yaratılışı Adem’in kaburga kemiğinden” sözünün aslında başka bir anlamı daha var. Kaburga kemiğinin ikinci anlamı hayat ağacıdır. Hayat ağacı ise bana göre DNA sarmalının sembolik anlatımıdır. İşte Sümer’cede “Hayat Ağacı” diye çevrilmesi gereken kelime “kaburga kemiği” diye çevrilmiş. Sanırım tercümeyi yapan bu ayrımı yapabilecek kadar iyi Sümerce bilmiyordu. Zaten o dönemlerde sembolik düşünmek kolay değildi. Onun için Tevrat’a bu şekilde girmiş ve oradan İslam’a yerleşmiştir.

İnsanın daha önceki bir bedenden oluşturulduğunun başka delilleri de vardır. Örneğin, öğütücü dişler ot yiyen, köpek dişler ise et yiyen hayvanlardan kalmadır. Yirmilik dişler, insan için gereksiz kaldığı için vücut onları kısa zamanda atar. Apandisit, insandan önceki dönemlerde işlevi olan bir organ olmalıydı. Artık o işlevini yitirdi ama genetik olarak varlığı genlerimizde kayıtlı olduğu için devam eder. Kadınlardaki kızlık zarı da işlevsizdir.

Bu anlatımlardan anlıyoruz ki dünyada insan yaratılmadan önce bitki ve hayvan yaşamı vardı. Çünkü Âdem bir rahimde yetiştirildi. Bu Tanrının yaratma sürecinin yoludur. Ne diyor Kuran İnsan 1 ayetinde “İnsan, adı anılmaya değer bir şey olana kadar, üzerinden uzun bir süre geçmedi mi?”. Yani insan oluşana kadar dünyada onun olmadığı uzun bir süre geçti. İnsanın oluşabilmesi için dünyanı evrilmesi gerekiyordu.

Bunu insan beynindeki gelişim sürecinden de anlayabiliyoruz. Bu gün insanın yapısına bakarak anlayabiliyoruz ki! İnsanı insan yapan beyindeki serebral kortekstir. Beynin gelişim safhasını takip ettiğimizde, en dipte “beyin sapı” var. Buradan yürek atışı, soluma gibi temel biyolojik fonksiyonlar yönetilir. Onun üzerinde daha sonra gelişmiş olan bölge var. Burada “sürüngen davranışları” diyebileceğimiz davranışlar yer alır. Saldırganlık, bölge sahiplenişi, sosyal hiyerarşi gibi. Onun da üzerinde memeli davranışları taşıyan ”limbik sistem” bulunur. Burada karmaşık duygular, yavrulara duyulan sevgi ve onları koruma içgüdüsü vardır. Nihayet en üstte “serebral korteks” bulunur. Burası en gelişmiş işlevleri üstlenmiştir. Analiz yeteneği, hayal gücü, matematik ve müziğin yaratıldığı yer burasıdır. Görüldüğü gibi insanın insan olabilmesi için, beyninin gelişim sürecini tamamlaması gerekmektedir. İşte İnsan 1 ayetinde bahsettiği zaman bu süreyi anlatır. Yani önce, en ilkel beyin sapı oluşmuştur. Diğer katmanları onun üzerinde zaman içinde oluşarak, gittikçe gelişkin canlıya doğru gidilmiştir. Bu duruma bakarak sürüngen türü diye, akıllı bir türün olamayacağı görülür. Çünkü sürüngen türü ancak bir yılan ya da timsah kadar zeki bir varlık demektir. İnsan gibi akıllı oluşumu için, memeli beyni ve serebral korteks gelişimine çok daha zaman var demektir.

Tüm bu biyolojik yapıdan anlaşılan şey, bedenimizin birdenbire oluşmadığı. Bir süreç içinde yavaş yavaş evrildiği görülmektedir. İşte bütün mesele bu evrilme süreci, kendiliğinden mi oluştu, yoksa bu sürece bir müdahale oldu mu? Benim görüşüm bu süreçlerin bazılarına müdahale edildiği yönündedir.

İlk hücre, ilk göz nasıl oluştu sorusunun cevabını tesadüflere bağlamak biraz atmasyona benzer. Çünkü hücre en küçük canlıdır ve içinden bir parçasını çekerseniz hücre olmaz. Aynı şekilde bir gözün bir şekilde plânlanması gerekir. Akılsız amino asitler ya da atomlar bir şekilde bir araya geldi demek çok mantıklı değildir. Her ne kadar istatistiksel olarak oluşabilir diye düşünmek mümkün olsa da, pek çok alternatif olduğu için çok farklı hücre yapısı olması gerekirdi. Oysa tek bir tür hücre yapısı var. Bende yaratılışçılar gibi bu belirsizlikleri kendi lehime kullanıyor ve bu noktalara müdahale edildi diyorum. Elbette onlar gibi içini boş bırakmıyor neler olabileceğini anlatmaya çalışıyorum.

Evrim, türler arası geçişi açıklamakta zorlanır ama tür çeşitliliğini çok güzel açıklamaktadır. Yani “neden bu kadar çok köpek çeşidi var?” sorusunun cevabı var ama, bir primattan bir insana geçişi açıklamak kolay değil. Şöyle düşünün mitokontriyal DNA verilerine göre ilk dişi insan 130-200 bin yıl yaşında. Y kromozomuna göreyse ilk erkek 60-70 bin yaşında. Yani bir primattan insana dönüşecek evrimsel süreç için zaman yok. Bu kadar kısa zamanda evrimsel dönüşüm mümkün değildir. İnsanı primattan ayıran en önemli özellik serebral kortekstir. Bu kadar kısa sürede bir primatın, serep ral korteks geliştirmesi plânlı bir süreç değilse, mümkün değildir. Onun için müdahale var diyorum.

Benim savım olan müdahaleli evrim, bu açığı kapatır. Fakat süreç yaratılışçılar dediği gibi şıp diye olmaz. Küçük müdahalelerle primat türü yavaş, yavaş insana doğru değişir. Yavaş derken yanlış anlaşılmasın evrim için ışık hızı sayılır. Bunu plânlayanlar bu işi yapabilecek yetenek ve bilgiye sahiptir. Yazılarımdan, onları geçmişte bizden önce, dünyada yaşamış gelişmiş bir tür olarak tanımladığımı okumuşsunuzdur. İşte o tür, kendi genlerini kullanarak bu süreçleri oluşturdular.

Kuran’ın neden “Âdem ile İsa’nın durumu aynıdır” dediğini anlamışsınızdır. Bana göre her ikisine de genetik müdahale vardır ve taşıyıcı anne kullanılmıştır. Yani bugün tüp bebek oluşumu gibi bir süreç yaşanmıştır. Plânlayıcılar kendi genleriyle primatın genlerini değiştirerek bir primatın rahminde insana dönüştürdü. Onun için %98 şempanzeyle

, %99 Neandertallerle akrabayız, çünkü bizi oluşturan tür onlardı. Fakat yine de direk atamız değiller. Çünkü iki türün karışımından oluşmuşuz… Hayvan yönümüz primattan, insan yönümüz Neandertalden. Yanlış anlaşılmaması için Neandertallerin bizi oluşturan türün homo sapiens dönemi olduğunu anlamak lazım. Yani bizi geliştiren tür Neandertallerin modern hale dönüşmüş Cro-Magnon halleridir. Tevrat’ta tanrı insanı kendi görüntüsünden yarattı derken kastedilen sembol budur. Bu konuda daha detaylı bilgi, neandertaller+cromagnonlar=atlantisliler adlı makaleden okunabilir.

Nasıl ki Sümerlere müdahale ederek medeniyetlerin oluşmasını sağladılar. Benzer müdahalelerle insanın oluşumunu da sağladılar. Bu konuda da İlk medeniyetlerin doğuşu adlı makaleden daha geniş bilgi elde edilebilir.

Peki, Kuran evrimi destekliyorsa teologlar neden bu kadar şiddetle karşı çıkar? Çünkü evrimi savunan evrimciler her şeyi tesadüflere bağladığı için yaratıcı yoktur derler. Yani evrimi savunmakla, Tanrıyı inkâr, aynı kapıya çıkar gözükmektedir. Oysa Kuran’da bu durum tam böyle değildir. Kuran’da evrimin olması olmamasından daha kuvvetle muhtemeldir. Fakat evrim teorisyenlerinin iddia ettiği gibi bir evrimden bahsetmez. Gerekli yerlerde Tanrının elinin olduğunu anlamak gerekir. Nahl 8 ayetinde “Hem binesiniz diye, hem de ziynet olarak atları, katırları, merkepleri de yarattı ve bilemeyeceğiniz daha neler yaratacak” diyerek gelecekte yaratılacak hayvanlardan da bahsetmektedir. Fakat yanlış anlaşılmasın, Kuran’a göre doğal süreçler de Allah’ın işi olduğu için tüm bu süreçler aynı kategoridedir. Yani Allah hem tür içi hem de türler arası geçiş işini organize eder. Fakat tür içi çeşitliliğe Allah doğal süreç olarak müdahildir ama türler arası geçiş işini RAB organize eder. Rab ile Allah arasındaki ayrımı anlayabilmek için Kuran’a göre tanrı tek değil adlı makaleyi okumanızı tavsiye ederim.

DNA, bildiğimiz bir program şeklidir. Dünyadaki tüm canlılar aynı kalıtımsal kodlamayı kullanırlar. Bunun ne anlama geldiğini anlamak için Fransızların metrik vida ile İngilizlerin whitworth vida sistemini düşünmek, durumu anlatabilir. Bu vidalar birbirlerine uymazlar. Yani 1 parmak whitworth vida ile aynı ölçüde metrik vida birbirine uymaz. Çünkü diş yapıları birbirinden farklıdır. Bu durumda tüm canlıların -örneğin- metrik vida sistemini kullandığını düşünmek gerekir. Birbirlerine uyumludurlar. Yani bir sinek ya da ot ile insanın DNA yapıları birbirine uyar. Bu durumda whitworth vida sistemi, uzaylı bir türün yapısına karşılık gelir. Fakat 1 parmak metrik vida ile 1/3 parmak metrik vida da birbirine uymaz. Uymaz ama bunlar gerekli ek parçalarla birbirine dönüştürülebilir. Aynı şekilde insan ile mantarın DNA’sı da birbirine uymaz ama aynı yapıda oldukları için uyumludurlar. Çünkü sonuçta hepsi, dört tür nükleotid’den oluşmuşlardır.

Bazıları insanın mükemmel bir yaratılışa sahip olduğunu düşünür ama bu doğru değildir. İnsan çok kırılgan ve nazik bir canlıdır. Mikroskopla görebileceğimiz canlılar bile onu yok edebilir. Oysa bugün bizim yaptığımız robotlar bile insandan çok daha verimli ve sağlamdır. Ömürleri çok uzun ve enerji gereksinimleri çok kolaylıkla karşılanabiliyor. Sadece güneş enerjisine ihtiyaçları var. Oysa insan, enerjisini diğer canlılardan karşılıyor. Sadece bu bile, onun ne kadar berbat bir tasarım olduğunu anlatır. Yani insan, dünya denen bu gezegenin asalâğıdır. Onu, kendi çıkarlarına sömürmekten imtina etmez ve böyle bir canlıyı mükemmel addetmek tamamen bir inanç meselesidir… Fakat bu boşuna değildir. Ölümsüz ve güneşten beslenen basit bir canlı yapmak kolayken böyle karmakarışık ve birbiriyle beslenen canlılar yapmak, onların kısa ömürlü olması içindir. Bir sistemi ne kadar karmaşık yaparsanız, o kadar bozulma imkanı oluşturuyorsunuz demektir. Canlıların hem birbirinden beslenmesi hem de karmaşık yapılması, tamamen kısa ömürlü olması içindir. İnsan da bu sistemin bir parçasıdır ve bu özelliği tekâmül için çok gereklidir.

Seyfullah Demir

Kaynaklar:

Evrimin Tanımı ve Mekanizmaları

https://evrimagaci.org/insan-ile-diger-canlilarin-genom-kiyaslamasi-ve-benzerlik-miktarlari-32