Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…
Kuran’da Reenkarnasyon inancı var mı?
Mevcut İslam inancında reenkarnasyona şiddetle karşı çıkılır. Sorularlaislamiyet.com adresinde Kuran-ı Kerim’de Reenkarnasyonun olduğu iddia ediliyor. Bu konuda nasıl cevap vermeliyiz? Kuran ayetleriyle açıklar mısınız? Sorusuna verilen cevabı incelemek istiyorum.
Öncelikle benim düşündüğüm yeniden doğuş inancını tarif etmeliyim. Çünkü pek çok farklı yeniden doğuş inancı olduğu için yanlış anlaşılmayı engellemek gerek. Çünkü yazıda reddedilmeye çalışılan reenkarnasyon inancı benim düşüncelerimle tam örtüşmüyor.
İnsan tekâmül eden bir varlıktır. Kastettiğim tekâmül beden olarak değil, ruhsal gelişimdir. Fakat maddesel olarak da sonuçları vardır. Tekâmül dediğim şey: İnsanın daha zeki ve daha kâmil insan olmasıdır. Bu gelişim tamamen ruhumuzun gelişimidir ama ruhun bedene hükmetmesi yüzünden insanın yapısına direk olarak yansır. Ve asla geri gitme yoktur. Her seferinde insan olarak doğulur. Her seferinde farklı deneyimler yaşamak için farklı yaşamlarda bedenlenilir. Ruh yaşayacağı şeyleri kendisi belirlemez ama yaşadığı şeylerden sonra verdiği tepki tamamen özgür iradesiyle olur. İşte tekâmül dediğimiz şey bu deneyimlerin toplamından olur. Ve asla bir deneyim tekrar edilmez. Tüm hayatlardaki her deneyim farklıdır. Fakat yanlış anlaşılmasın tekâmül denilen şey ancak ölümden sonra öte dünyada ruha yüklenir. Yani yaşarken herhangi bir gelişim olmaz.
Şimdi yazıdan pasajlar alarak inceleyelim…
Tenasüh ve Reenkarnasyon Olmadığını İfâde Eden Ayetler
Kur’ân-ı Kerim’de, insanın yeniden diriltilişinin kıyamet günü olacağı, iâde tabirinden insanların kıyamet gününde tekrar diriltilmelerinin kasdolunduğu, bu diriltmenin bir defâya mahsus olduğu ve ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşün asla mümkün olmayacağı açıktır. Bu hususta pek çok âyet vardır. İşte bunlardan birisi: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki, Rabbim! beni geri gönder. Tâ ki, boşa geçirdiğim dünya hayatında iyi ameller işleyeyim. Hayır! O, söylediği boş bir laftan ibarettir. Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır” (Mü’minûn, 99-100).
Bu âyet dünyaya yeniden gelmenin olmayacağını açık ve kesin bir şekilde ifâde ediyor. Nitekim İkbâl, “Kur’ân-ı Mubîn’de iyice açıklanmış ve hiç bir fikir kargaşasına yer vermeyecek mahiyette olan üç noktaya dikkat etmemiz gerekir” dedikten sonra ikinci noktada: “Kur’ân-ı Kerîm’e göre bu dünyaya yeniden gelmek imkânsızdır. Bu husus aşağıdaki âyette gâyet açık bir şekilde açıklanmıştır: ..” diyerek, yukarda takdîm ettiğimiz âyeti zikretmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf olduğunu ifâde ederken tekid sadedinde innehâ kelimetun huve kâiluhâ “o, söylediği boş bir laftan ibarettir” buyurmuştur.
“Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır” ifâdesi de, onların diriltilecekleri güne kadar berzah âleminde bekleyeceklerini, yani dünya hayatıyla âhiret hayatı arasında bir hayatta olacaklarını, dünyaya dönemeyeceklerini belirtmektedir. “Nasıl ki ana rahminden çıkan bir çocuk, yeniden tekrar oraya dönemiyorsa, bu dünya hayatından çıkarak, kabir hayatına giden bir rûh da, oradan çıkıp geriye tekrar dönemeyecektir”.
Ayet incelendiğinde “Rabbim! beni geri gönder. Tâ ki, boşa geçirdiğim dünya hayatında iyi ameller işleyeyim.” sözü, kişinin yanlış yaşadığı hayatına geri dönmek isteğini açıkça göstermektedir. Yani kişinin geri dönme isteği tamamen o hayatına geri dönme isteğidir. Kişi geri gittiğinde de her şeyi hatırlamak istemektedir. İşte kabul edilmeyen geri dönüş budur. Asla reenkarnasyonla bir ilişkisi yoktur. Zaten tekâmül sürecinde de yaşanan deneyimlerin tekrar edilmesinin istenmediği bilinir. Eğer Kuran’da tekâmülün varlığı kabul edilirse; bu geri dönüş isteğinin aynı deneyimlerin tekrarı olacağı için kabul edilmediği anlaşılır. Yoksa yeniden doğuşu engellemek için geri dönüşe karşı çıkılmaz. Zaten ayette açıkça “yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır” diyerek yeniden dirileceklerini söyler. Yani ayetin yanlış anlaşılması pek mümkün değil ama mevcut İslam inancı ayeti kıvırarak anlamı değiştirmektedir. Ayette yeniden dirilmenin kıyamette olacağını belirten hiçbir ifade olmamasına rağmen mevcut İslam inancı bunun kıyametteki dirilme olduğunu söylemesi tamamen yapılan kabul sebebiyledir.
Aslında Vakıa suresi yeniden doğuşu çok açık anlatmaktadır.
Vakıa 60. Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez.
Vakıa 61. Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (böyle yapıyoruz).
Vakıa 62. Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?
Vakıa 63. Ektiğinizi gördünüz mü?
Vakıa 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
Vakıa 65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık. Hayret eder dururdunuz.
diyerek tek bir yaratılış olmadığını söyler. Vakıa 61′de açıkça “sizi biz öldürüyoruz ve eski şeklinizden başka şekilde var ediyoruz. İlk yaratılışınızı biliyorsunuz ve bundan ibret almanız gerekmez mi?” diyor ve insanın ibret alması için de bitkiyi örnek veriyor. Bitkiyi örnek vermesi boşuna değildir. Çünkü bitki tohumdan oluşur ve tekrar tekrar ekilir. Bitkiyi ektiğimizde kuru bir çöp olmuyorsa bizimde tohum gibi bir kökenimizin olması gerektiği açıktır. Yani bitki örneği bizim tohumumuzun da ruh olduğunu göstermesi için verilmiştir. Eğer bitkilerin genleriyle uğraşıp onları geliştirirsek ondan elde edeceğimiz tohum yeni durumun tohumu olacaktır. Yani gelişecektir. Her ekim sırasında ona genetik müdahale eder ve geliştirirsek tohum bu gelişimi genleriyle sonraya taşıyacaktır. İşte ruh da öyledir. Sonraki hayatında tekâmülde ulaştığı noktadan devam eder. Fakat bilgi olarak sıfırlanır. Zekâ ve kâmil insan olma yönüyle ulaştığı son nokta ruhunda yüklü olur. Günümüzde bir dede ile torun arasında ki zekâ farkı gözle görülecek seviyededir.
Ayette “ilk yaratılışı bildiniz” diyor ama bizim ilk yaratılışta olmadığımız kesindir. Fakat biz önceki hayatlarımızı hatırlamadığımız için hatırladığımız tek yaratılışımızı ilk yaratılışımız olarak düşünüyoruz. Ayette onun için ilk yaratılış diyor.
Yazar “bu âyet rûhun ayrıldığı bedene dönmeyeceğini ifade ediyor, dünyaya dönmeyeceğini değil” düşüncesine itiraz ediyor ama sözlerinde bir delil yok. Tek yaptığı savunma “Çünkü ayette ne eski bedene dönme isteğine, ne de bu sözü söyleyenin dünyaya bir kaç defa geldiğine dair bir alamet yoktur. Eğer bu istek dünyaya bir kaç kere gelen bir kimse tarafından yapılmış olsaydı o zaman cevap olarak, defalarca dünyaya gönderilmedin mi… gibi ifadelere yer verilirdi…” şeklinde olmaktadır. Yani açık bir ifade beklemektedir oysa konuyu tam tersinden de değerlendirdiğimizde açıkça “yeniden doğuş diye bir şey yoktur” anlamına gelecek bir ayet olması gerekmez mi?
Yazar, Fatır 37 ayetini de cevap olarak sunmaktadır. Oysa insan kaç defa yaşarsa yaşasın hiçbirini hatırlamamaktadır. Bu hatırlamamak tekâmülün gereğidir. Geçmiş hayatlarını hatırlamayan insana “defalarca dünyaya gönderilmedin mi?” gibi bir cevap verilemeyeceği aşikâr olmasına rağmen fatır 37 ayetiyle cevap verilmesini yeniden doğuş yoktur mantığı için kullanmıştır. Oysa verilebilecek normal cevap verilmiştir ve yeniden doğuş vardır ya da yoktur savı için kullanılamaz.
Yazarın, bu paragraf ile yeniden doğuşun sebebinin “Tekâmül” olduğunu anlamadığını gösteriyor. Yeniden doğuş, laf olsun diye değildir. Ruhun tekâmülünün oluşabilmesi için gereklidir. Tek bir hayatta kâmil insan olunamayacağına göre bunun çok kereler olması kaçınılmazdır. İnsan gibi vahşi bir yaratığın tanrıya layık olmadığı çok açıktır. Tanrıya layık seviyeye gelebilmek için çok daha fazla tekamül gerekir.
Kuran’dan tekâmülü kaldırırsanız bazı ayetlere olmadık anlamlar vermek zorunda kalırsınız. Bu ayetlere en güzel bir örnek Mearic 4 ayetidir. Tekâmülü anlatan ayet bir yolculuk olarak çevrilmektedir. Ayette “Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar.” demektedir. Mevcut inanç bu durumu bir yolculuk olarak düşündüğü için genelde ya yolculuk olarak düşünülür ya da “ayet müteşabihattandır” diyerek bilinmezlere sokulmaktadır. Oysa çok açık olarak meleklerin ve ruhların tekâmül ederek O’na çıkmaları anlamı es geçilmektedir. Bu ayetin yolculuğu anlatmadığını anlamak için “miraç” olayını düşünmek gerek. Miraçta da Peygambere bir melek (Cebrail) eşlik etmiştir ve geri dönüldüğünde yatak henüz soğumamıştı. Miraç olayına inanan birinin bu ayeti yolculuk olarak düşünmesi çok abestir
Eğer Kuran’dan tekâmülü kaldırırsanız cehennem mantığını açıklayamazsınız. Mevcut İslam inancı;
1-Tek bir hayat yaşanacağını savunur. (Ayet yok ama öyle inanılıyor)
2-Suçluların bazıları ebedi cehennemde kalacaktır. (Bakara 162Onlar ebedi olarak onun altında kalırlar. Ne azabları hafifletilir, ne de kendilerine göz açtırılır., Bakara 217Ey Muhammed! Sana haram aydan ve o ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak, büyük bir günahtır. Bununla beraber Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, insanları, Mescidi Haram'dan menetmek ve halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir günahtır ve fitne, öldürmekten daha büyük bir vebaldir. Onlar, güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır., Enam 128(Allah), onların hepsini topladığı gün, cinlere: 'Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız' der. İnsanlardan cinlerin dostu olanlar da şöyle derler: 'Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık. Nihayet bize tayin ettiğin vademize ulaştık'. Allah da:'Sizin durağınız cehennemdir. Orada, Allah'ın dilemesi müstesna, ebedi olarak kalacaksınız' der. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilendir., Tevbe 17Müşrikler kendi inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken Allah'ın mescidlerini imar etmeleri mümkün değildir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar ateş içinde ebedi olarak kalacaklardır., Tevbe 63Bilmiyorlar mı ki, kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, ona muhakkak ki içinde ebedi kalınacak cehennem ateşi vardır. İşte rüsvaylığın büyüğü de budur., Yunus 52Sonra o zulüm yapanlara 'Tadın bakalım şu ebedi azabı!' denilecek. 'Vaktiyle kazandığınızdan başkası ile mi cezalandırılacaksınız?', Zuhruf 74Şüphesiz ki suçlular, cehennem azâbında ebedi olarak kalacaklardır. vs.)
3-Allah bazıları inanmasın diye kalplerini mühürlemiştir. (Bakara 7Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır., Nahl 108Bunlar, o kimselerdir ki; Allah kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir. Ve onlar, gafillerin ta kendileridir.)
4-Allah cehennemi dolduracağına yemin etmiştir. (Hud 119Ancak Rabbinin rahmetle yarlığadığı kimseler başka. Onun içindir ki, onları yarattı. Ve Rabbinin 'Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım' sözü böylece tamam oldu.)
5-İnsan ve cinlerin çoğu cehennem için yaratılmıştır. (Hud 119, Araf 179Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.)
6-Cehennemde insanın derileri yenilenerek acıyı sürekli yapmak garanti altına alınmıştır. (Nisa 56Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri biz yarın bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler vereceğiz. Çünkü, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.)
Bu ayetlerden şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Allah, insanların ezici çoğunluğunu cehennem için yaratmıştır ve tek bir hayat yaşamalarına rağmen ebedi cezaya layık görülmüştür. Üstelik cehennemi doldurmak için yemin etmiştir ve bu yeminini tutabilmek için çoğu insanın kalbini mühürlemiştir. Bu yetmezmiş gibi birde acıyı daha iyi hissedebilmeleri için derileri yenilenecektir. Bilmem farkında mısınız, bu tarifi dünya üzerinde karşılayabilecek bir kelime yok. “Sadist” bile çok çok hafif kalır.
Ayrıca, hidâyeti bulma hususunda insanların durumu farklı farklıdır. Bin yıl yaşayan bir kimse hidâyete erişemeyeceği gibi, bir kaç saatlik bir mükellefiyet zarfında hidâyeti bulup vefât etmek de mümkündür. Hidâyet için illa da belli veya uzun bir süre gerekmez. Her insana verilen ömür, o insanın hidâyeti bulması için yeterli olabilir. Allah kimin ne kadar zamanda öğüt alacağını bilir, dolayısıyla ömürleri de ona göre takdir etmiş olabilir. Âyet de, bu duruma işâret ediyor. Bu süre o insanın imtihân süresidir ve öğüt almak için yeterlidir. Uzun veya kısa olması önemli değildir. Hatta uzun olması aleyhe de olabilir.
Ayrıca, Allah’ın herkese imkânları ölçüsünde, yaşadığı şartlara ve hayat müddetine göre muâmele edip, hesaba çekeceği de muhakkaktır . Hem böyle bir iddiâya göre, kıyametten az bir zaman önce dünyaya gelenlerin durumu nasıl izâh edilebilir?
Yazarın hidayetle, tekâmülü birbirine karıştırdığı görülmektedir. Oysa tekâmülde hem zekâ hem de kâmil insan olma yönüyle ilerleme vardır. Bu durumu IQ ve EQ zekâ artışı olarak anlamalıyız. Tekâmül her iki zekânın toplamıdır. Hiç bir insan tek bir hayatta Nirvana’ya ulaşamaz. Üstelik tekâmül artışı ruha berzah hayatında yüklendiği için yaşayan insanlarda tekâmül artışı asla fark edilemez.
Yukarıdaki âyetin ifâde ettiği manâyı yani dünyaya tekrar dönüşün olmayacağını ifâde eden diğer âyetler de şunlardır:
“Onların, ateşin karşısında durdurulup, âh! keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak! dediklerini bir görsen! Hayır! daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Onlar dünyaya geri gönderilseler bile, yine kendilerine yasaklanan şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı. Onlar kesinlikle yalancıdırlar” (En’âm, 27-28),
“…Acaba şimdi bizim için şefaatçiler var mı ki, bize şefaat etsinler, ya da dünyaya geri gönderilsek de, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapsak. Onlar kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kaybolup gitti“(A’raf, 53),
“Rabbimiz bizi cehennemden çıkar, eğer bir daha dönersek o zaman gerçekten zalimlerdeniz. Allah buyurdu ki, susun! konuşmayın!..” (Mü’minûn,107-108).
En’âm, 28. âyette, “Eğer dünyaya geri döndürülselerdi kendilerine yasaklanan şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı” ifâdesi mevzûmuz açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifâdeyle, farazâ o insanlar dünyaya tekrar gelseler de, yine aynı şeyleri yapıp, Allah’ın yasak ettiği şeyleri işleyecekleri bildirilerek, insanların bu dünyaya neden bir kere daha gönderilmediklerinin hikmeti beyân edilmiştir.
Bu ayetlerde tıpkı yukarıdaki ayet gibi yaşanmış olunan hayata geri dönüşü engellemektedir. Fakat Enam 28 ayetinde çok önemli bir ayrıntı daha vardır. Eğer “kişi geri gönderilse ve yaşadığı hayatı hatırlamazsa yine eskisi gibi yaşayacaklardır” demektedir. Yazar bu durumu geri gönderilmeme gerekçesi olarak görmektedir. Aslında bu durum yeniden doğuş mantığıyla çok örtüşmektedir. Çünkü sunulan yaşam şartları değişmezse kişi aynı şeyleri yaşar. Böylece yaşanmış olan hayat tekrarlanır. Oysa aynı deneyimlerin yaşanmasının tekâmüle katkısı olmaz. Bir deneyim yaşayan o deneyimden aldığı tekâmülü almıştır. Aynı deneyim tekâmül açısından hiçbir şey ifade etmez. Onun için tekrar olacak hayatlar planlanmaz. Onun için kişi, başka şartlarda ve oluşumlarda tekâmüle sokulur. Tıpkı Vakıa 61′de dediği gibi… “Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (böyle yapıyoruz).” diyerek ayet, tekâmül edebilmenin şartlarını ortaya koyar.
Kuran; felaket ile kıyameti özdeşleştirmiştir. Bir nesil dünyasal tekâmülünü tamamladığında kıyametini yaşayarak bedensiz yaşama alınır. O nesil için dünyada bedenlenme sona erer. Onun için ayetteki geri gelemezler sözü yeniden doğuş yoktur ile ilgili bir delil olarak kullanılamaz.
Kuran’ın iki görevinin olduğunu söylemiştim. İşte ilk görevini yapabilmesi için kıyametle felaketi özdeşleştirmiştir. Böylece tekâmül olayını gizleyebilmiştir. Aynı mantıkla kıyameti tanımlarken “(Kehf 47) “dağları yürüteceğiz ve yeryüzünü çırılçıplak göreceksin” diyerek büyük bir felaketi anımsatan tanım kullanır. Oysa bu ayetteki dağlar inançlardır. Bir dağ İslam, bir dağ Budizm, bir dağ Hıristiyanlık vs. olarak düşünmek gerek. İşte kıyamette bu dağlar dümdüz olacak. Sadece gerçek bilgi hâkim olacak ve inanç yönünden dünya tek bir inanca sahip olacak yani dümdüz olmuş olacak.
Kuran kıyametteki görevini zamanında yapabilmesi için sembol dili ile yazılmıştır. Geçmişteki insanlar sembol dili çözemedikleri için kelimelerin gerçek anlamlarıyla bir inanç oluşturmaya çalıştılar. Sembol dil ve bilimsel yetersizlik yüzünden pek çok ayet anlaşılamadı. Flynn etkisi dediğimiz olgu yüzünden de Kuran anlaşılamamıştır. İşte anlaşılamayan bu ayetleri (yalan yanlış) hadisler ile anlamlandırılarak bu günkü inanç sistemi oluştu.
“Allah sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez vaziyette çıkardı” (Nahl, 78) âyeti de reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîldir. Çünkü bu fikri savunanlara göre, insanın yeniden dünyaya gelmesi tekâmül içindir. Tekâmülün olabilmesi için ise, önceki hayattaki birikimin mevcûd olması gerekir. Halbuki bu âyet böyle bir şeyin olmadığını, doğan çocukların hiç bir şey bilmez bir halde dünyaya getirildiğini ifâde ediyor.
Nahl 78 ayeti yeniden doğuşun olmadığına delil olarak sunuluyor ama hiç bir şey bilmeden doğmak tekâmül için de olmazsa olmazlardandır. Çünkü tekâmül edebilmek için öğrenmek çok önemlidir. Zaten kişi en büyük tekâmülü öğrenim hayatında yani çocukluğu ve gençliğinde elde eder. İşte bu eğitimi onun tekâmülü için olmazsa olmazlardandır. Onun için de bir şey bilmemesi gerekir. Yani bu ayet tekâmüle de güzel bir delil teşkil eder.
Yazar tekâmülde elde edilen şeyi yanlış düşünüyor. Çünkü tekâmülde elde edilen şey, bilinç ve kâmil insan olma durumudur. Onlar da berzah hayatında ruha yüklenir ve yeniden doğduğunda daha zeki ve daha insancıl biri olarak doğar. Zaten dünyaya baktığımızda insanlık hem daha zeki hem de daha insancıl yönde gittikçe ilerlemektedir. James Robert Flynn, insan popülasyonunun IQ düzeyinde, her on yılda bir yaklaşık 3 puanlık bir artış olduğunu söylemektedir. Eğer insan tek bir hayat yaşıyorsa; neden sonraki nesil, öncekinden daha zeki oluyor? Allah sonraki nesle torpil mi yapıyor? Bunun tekâmül sonucu olduğunu anlamak çok mu zor?
Duhan 56Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur. ayeti yanlış anlaşılan ayetlerden biridir. Ayette “Ölmeyen kişi” ile kastedilen kişi cennette yaşayan biridir. Kuran’da cennet altınçağı sembolize eder. Altınçağ döneminde insanlar ölüp dirilmeyecek. Fakat dönemin ilk başlarında kişiler makro felsefe mantığına yeteri kadar hâkim olamayacakları için bir defaya mahsus olmak üzere öleceklerini anlıyoruz. O ölümlerinden sonra bir daha ölmeyecekler ve yeterli seviyeye geldiklerinde bedensiz yaşama geçeceklerdir.
Duhan 56 ayetini yazarın verdiği anlamda kullanırsak Mümin 11Kâfirler diyecekler ki: 'Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı?' ve Bakara 28Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz. ayetlerini tevil etmek zorunda kalırız. Zaten yapılan da odur. Bir sürü laf kalabalığıyla ayetlerin anlamı değiştirilmektedir.
Hep “Kuran sembolik bir dille yazılmıştır” diyorum. Bu sembollarden biri cennet diğeri cehennemdir. İşte bu sembollerden cehennem “öte dünyayı”, cennet ise “altınçağ” dönemini sembolize eder. Ve cehenneme gideceklerin “mevcut sistemi kabul etmeyenlerin”, “kurallar içine girmeyenlerin” olacağını söyler ve ateşle tehdit edilir. Aslında ruh, enerjiden olduğu için ateşte yanmaz. Fakat mevcut sistemin oluşması için cehennem kötüymüş gibi lanse edilir. Bu ayetlerde de aynı şeyi görüyoruz.
Müşriklerin “hayat ancak dünya hayatımızdır. Ölürüz, yaşarız, bizi zamandan başka bir şey helâk etmez” (Câsiye, 24) şeklindeki sözleri hakkında da, bazı müfessirler, bu sözleriyle inkârcıların, müşriklerin inancı olan tenasühü ifâde etmiş olabileceklerini söylemişlerdir ki, Cenab-ı Hakk’ın onların bu görüşünü red makamında zikretmesi de tenasüh aleyhine bir delîl sayılabilir.
Kur’ân âyetlerinin yanında, kabir azabını ve nimetlerini haber veren çok sayıda hadîs-i şerîf de reenkarnasyonu reddetmektedir. Acaba âhiret âleminin bütün aşama ve safhalarını detaylı bir şekilde anlatan Peygamberimizin, eğer hakikat olsaydı, reenkarnasyondan da bahsetmemesi mümkün olur muydu? Böylesine önemli ve itikadî bir meseleye hiç değinmemesi düşünülebilir mi? Hem böyle bir şeyi haber verseydi, bazı insanlar büyük bir müjde olarak bu haberi yayıp rivâyet etmezler miydi? Bütün bunlar reenkarnasyonun İslâm’da yeri olmadığını göstermiyor mu?
Zaten bu son paragraftaki mantık, mevcut İslam inancını oluşturmuştur. Yani “kimse peygamberden daha iyi bilemez ve eğer yeniden doğuş olsaydı peygamber söylerdi” mantığı farklı düşünmemizi engellemektedir. Oysa peygamber bir aracıdır. Asla ona vahiy edilenden başka hiç bir şey söyleyemezdi. Eğer ona vahiy edenler öyle düşünmesini istemiş ise o farklı düşünemezdi. Ayrıca hadislerin doğruluğu da çok tartışmalı bir konudur. Onun için hadislerle inanç oluşturmak doğru değildir. Peygamber hadislerle inanç oluşturmamızı isteseydi hadisleri kendi yaşarken yazdırırdı. Yazdırmadığına göre sonradan yalan yanlış bilgileri alıp inanç oluşturmak Kuran’a güvenmemekten başka bir şey değildir. Bakılması gereken tek kaynak Kuran’dır. (En azından benim için öyledir.) Onun için bu mantığı çok hatalı görüyorum.
Gerçi, geçmiş dönem insanları Kuran’ı; sembolik yazılımı sebebiyle anlayamazlardı. Bu durumda başka kaynak aramaları ve hadislere sarılmaları anlaşılabilir bir durumdur. Fakat bu durum pek çok din dışı şeyin, din diye algılanmasına sebep olmuştur.
Tenasüh veya reenkarnasyon ifâde ettikleri iddiâ olunan âyetlere gelince, öncelikle şunu belirtelim ki, geçmişte tenasühe delîl olarak gösterilen âyetlerin sayısı günümüzde reenkarnasyona delîl olarak gösterilenlerin aksine, çok azdır, üç-beş taneyi geçmez. Bu âyetlerden birisi, “onların ciltleri cehennem ateşinde pişip kavrulduğu her seferinde, azabı tatsınlar diye yeni ciltlerle (bedenlerle) değişiriz” (Nisâ, 56) âyetidir.
Bu âyette açıkça, cehennem azabı ve bu azabın şiddetini ifâde etmek için, kavrulan bedenlerin yenilenmesinden bahsedilirken, âyette zikredilen cehennemin bu dünya hayatı olduğunu iddiâ edilerek, bu âyetin insanların rûhlarının bedenlerinden ayrıldıktan sonra başka bedenlere girip dünyaya gelmelerine işâret sayılmış, beden içinde olgunlaşamayan rûhun azap çekmek için başka bedenlere girerek bir cehennem olan şu dünya hayatına geri döneceklerini söylenmiştir. Tamamen bâtınıyye kokan, cehennemi bu dünyada arayan bu görüşün ne derece sakat ve bâtıl olduğu açıktır.
Bu konuda bende tenasühü reddettiğim için bir yorum yapmayacağım. Çünkü bu ayetleri bende delil olarak görmüyorum. Bu tür ayetler mevcut İslam inancının oluşması içindir.
Bu konuda yazara katılıyorum. Kuran çok değişik bir dille yazılmıştır. Geçmiştekilere seslenerek şimdiki zamandakilere ya da gelecektekilere seslenebilir. Ya da geçmişteki bir olayı anlatırken aslında gelecekteki bir olayı anlatmış olabilir. Fakat bu ayetin hangi anlamda olduğu açık değildir.
“Yer yüzündeki bütün hayvanlar ve gökte kanat çırpıp uçan bütün kuşlar sizin gibi bir ümmettirler (toplu halde yaşayan canlılardır) (En’âm, 38) âyetinde de tenasühçüler, bu âyetin yer yüzündeki hayvanların ve kuşların bizim emsâlimiz olduğuna delâlet ettiğini, emsal olma durumunun ve eşitliğin (musâvât) bütün zatî sıfatlarda bulunmasını gerekli kıldığını söyleyerek, tenâsüh ifâde ettiğini iddiâ etmişlerdir. Onlara göre bu misliyet potansiyel olarak mevcuttur, fiili olarak değildir. İnsanlar da hayvanların potansiyel olarak mislidir. “Her ümmete mutlaka bir nezîr (cehennemle uyaran) gelmiştir” (Fâtır, 24) âyetinden hareketle de, önceki âyette ümem olarak tavsîf olunan bu hayvan topluluklarının her birine Allah tarafından birer resûl gönderildiğini savunmuşlardır.
Ayette ifâde edilen emsal olma durumunun, ümet olmada, yani toplu halde yaşama husûsunda olduğu açıktır. Nitekim karınca, arı gibi hayvanlarda bu durum daha açık olarak görülmektedir. Bu misil olma durumu bütün zâtî sıfatlarda olması için ise, hiç bir sebep yoktur.
Enam 38 “Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır, sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.” Ayeti benim için en önemli ayetlerden biridir. Bu ayette memeli hayvanlar ile kuşların ümmet olduğu belirtilmektedir. Bu hayvanların ümmet olması ve Rabbin huzurunda toplanıyor oluşları, onların da insan gibi ruh taşıdığı anlamına geliyor. Çünkü madde beden asla öte dünyaya gidemez. Öte dünyaya giden şey ancak ruhtur.
Ayrıca ayette yürüyen ve uçan kuşları zikretmesi ince bir ayrıntıyı belirliyor. Yürüyen hayvanlarla kastedilen sürüngenler haricindeki memeli hayvanlardır. Benim anladığım memelilerle, kuşların ruh taşıdığı yönündedir. Bu mantığa göre böcekler, sürüngenler ve balıklar ruh taşımaz.
Ruhun varlığını anlayabilmemizin belirgin işaretleri vardır.
1-Ruhu olan canlılar rüya görürler.
2-Ruhu olan canlılar belirgin şekilde akıl emareleri gösterirler. (Fakat her ruh taşıyan akıl emaresi gösteremeyebilir ama her akıl emaresi gösteren ruh taşıyor demektir.)
3-Ruh taşıyan hayvanların yavruları yaşamayı öğrenirler. Onları ebeveynleri bakar. Ayrıca yavrular oyun oynar. Örneğin yılan ya da timsah yavruları eğitim almazlar. Böcekler de doğumdan itibaren içgüdüleriyle hayatta kalırlar. Oysa bir kuş ya da memeli yavrusu ebeveynleri sayesinde hayatta kalır. Onları bakan ebeveynlerinden de hayatta kalmayı ve beslenmeyi öğrenirler. Eğer işin içinde bir öğrenme işi varsa, o varlığın ruhu vardır ve tekâmül ediyor demektir. Ruhu olmayan bir canlı öğrenemez. O ancak içgüdüleriyle yaşar.
Bu ayetin yeniden doğuşla ilişkisi yoktur.
Araf 40 ayetinde anlatılan şey çok başkadır. Cehennemde yaşama bilincine varan biri asla cennete geri gitmez. Dediğim gibi cehennem ruhun yaşayacağı asıl ortamdır ve orada yaşama bilincine varan ruhlar cennete gitmezler. Çünkü cennet altınçağ dönemidir ve yeterli tekâmüle ulaşamayanların gittiği yerdir. Yani ayetin yeniden doğuş ya da tenasüh inancıyla ilgisi yoktur.
Geçmişte tenasühe delîl olarak sunulan az sayıdaki bu âyetlere karşılık, günümüzde reenkarnasyonu savunanların, görüşlerini desteklemek gayesiyle zikrettikleri âyetlerin sayısı insanı şaşırtacak derecede çoktur! Bazıları bu hususta elli civarında âyet sıralamıştır. Bu âyetlerin pek çoğu birbirine benzeyen, aynı manâyı ifâde eden âyetlerdir. Bu âyetlerden bir kısmı da, açık bir şekilde dünyaya dönüşün olmayacağını ifâde etmektedir! Şimdi bu fikri savunanların pek çoğu tarafından takdîm edilen âyetleri inceleyelim:
Günümüzde reenkarnasyonu savunan ve Kur’ân-ı Kerim’de bu inanca yer verildiğini iddiâ edenlerin pek çoğunun ilk fırsatta delîl olarak belirttikleri, şu âyettir:
“Sizler ölü iken (ölü varlıklar halinde iken) sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz?! Sonra sizi öldürecek, sonra tekrar diriltecek, sonra da O’na döndürüleceksiniz“(Bakara, 28).
Bu âyette reenkarnasyonun dile getirildiğini iddiâ edenlerin hareket noktası, âyette zâhirde, iki ölüm ve iki diriltmenin olmasıdır. Onlara göre âyetteki ve küntum emvâten (halbuki siz ölü varlıklar halinde idiniz) ifâdesi, insanların ömürlerini tamamladıktan sonra ölmeleri manâsındadır. Âyetin yanlış değerlendirilmesinde rol oynayan ifâde budur. Dolayısıyla bu ifâdeden ne kastedildiği açıklığa kavuşunca, mesele de kendiliğinden hallolacaktır.
Geçmişte yazılmış birçok tefsîre göz attığımızda bu âyetin hiç bir müfessir tarafından, hatta tenasüh iddiâsında olanlar tarafından dahi, bu şekilde, yani reenkarnasyon ifâde ediyor veya bu âyet dünyaya bir kaç defâ gelmekten bahsediyor şeklinde anlaşılmamış ve böyle bir iddiâya tesadüf edilmemiştir. Çünkü eğer böyle bir iddiâ mevcûd olsaydı, bu fikri kabûl etmeyenler tarafından reddedilecek, tefsîrlerde bu hususta cevap bulunacaktı. Böyle bir şeye rastlanmaması, geçmişte bu âyet hakkında böyle bir iddiânın da bulunmadığını göstermektedir.
Tefsirlerde ve küntum emvâten (halbuki siz ölü varlıklar halinde idiniz) ifâdesine, hepsi de insanın bu dünya hayâtına gelmeden önceki tavırlarından olan, çeşitli manalar verilmiştir. Buna göre bu âyetteki emvât tabirine, hiç bir şey değildiniz, Adem ve zürriyyetinden misâk alındıktan sonraki ölü halinizdeydiniz, toprak idiniz, babalarınızın sulbunde nutfe halinde idiniz, ana rahmine nutfe olarak intikâl anında ölü varlıklar idiniz, zikredilmeyen kendisinden bahsedilmeyen varlıklar idiniz gibi manâlar verilmiştir ki, bu manâlar insanın dünyaya gelmeden önceki hallerine delâlet ediyor. Dolayısıyla âyette, bu devrelerden biri veya bir kaçının kastolunması mümkündür. Emvâten “ölüler, ölü varlıklar”‘ın çoğul olarak gelmesi de, buna işâret sayılabilir. Nitekim bazı müfessirler bu devrelerden bir kaçını birden zikrederek âyete manâ vermişlerdir. Razî, ulemânın bu ifâdenin beyanı hakkında “toprak ve nutfe idiniz” şeklinde ittifak ettiklerini söylemiştir.
İbn Aşûr bu ifâdeyi şöyle izah ediyor: “”Sizler ölü varlıklar iken sizi diriltti” âyeti delâlet ediyor ki, bu icâd bedî (eşsiz) bir şekildedir. Zira insan mevt yani kendinde hayat olmayan birçok şeylerden meydana gelmiştir. Çünkü insanın zerreleri havada, toprakta dağınık halde bulunan unsûrlardan alınarak gıdalarda bir araya toplanmıştır ki, bu da ikinci bir ölü varlıktır. Sonra o gıdalardan kan ve başka bileşikler hulâsa edilmiştir ki, bunlar da ölüdür. Sonra bunlardan kadın ve erkeğin nutfeleri hulâsa edilmiştir. Sonra bunlar imtizâc ederek alaka sonra mudğa olmuştur. Bütün bu tavırlar insanın var oluşundan öncedir ve birer ölü varlıklardır. Daha sonra rûh nefhedilerek doğum vaktine ve ölünceye kadar hayat sahibi olmuştur. Kâfirlere düşen, bu durumu Allah’ın uluhiyyette tek olduğuna delîl olmakta yeterli görmeleriydi”.
Böylece bu âyetlerde tenasüh veya reenkarnasyonu hissettiren bir durum olmadığı açıkça görülmektedir.
“Dediler ki, Rabbimiz bizi iki kere öldürdün iki kere dirilttin artık günahlarımızı itiraf ettik. Çıkış için bir yol var mı?“(Mü’min,11) âyetinin de çoğu müfessir tarafından Bakara, 28. âyetin bir benzeri olduğu söylenmişse de, bazılarına göre ise, bu âyet Bakara, 28. âyetten farklı olup, bu âyette kabir azabına işâret edilmektedir. Çünkü bu âyette kâfirler iki ölümden bahsediyorlar. Bunlardan birisi dünyada müşâhede olunan ölüm olduğuna göre, diğer ölümün kabirde olması gerekir (41). Razî’ye göre buradaki ölüm, Bakara, 28. âyette olduğu gibi, nutfe, alaka vs. olamaz. Çünkü âyette Allah Taalâ’nın onları öldürmesinden (imâte)’den bahsediliyor. öldürme ise, hayatın varlığına bağlıdır. Eğer ölüm önceden hâsıl olsaydı, bunun öldürme (imâte) olması muhâl olurdu. Tahsil-i hâsıl (ölünün öldürülmesi) lâzım gelirdi ki, bu da muhâldir. Bakara, 28. âyette ise, durum böyle değildir. Orada onların emvât (ölüler) olduğundan bahsediliyor, imâteden yani Allah’ın onları öldürmesinden, canlarını almasından bahsedilmiyor.
Ancak Zemahşerî, onların ölü maddeler halinde yaratılmalarına imâte (öldürme) tabirinin Arap dili açısından kullanılabileceğini söyleyerek şu misâlleri veriyor: Sivri sineğin cismini küçülten ve filin cismini büyülten Allah’ı noksan sıfatlardan tenzîh ederim (subhâne men sağğara cisme’l-baûdati ve kebbere cisme’l-fîl) ifâdesindeki küçültme ve büyültmeden maksat sivri sineğin cismini büyük iken küçültmek ve filin cismini küçük iken büyültmek manâsında değil de, onların bu şekilde yaratıldığı olduğu gibi, âyette de durum böyledir. Öldürmeden maksat ölü halde olmadır. Bir başka misâl de, hafriyatçıya hitaben kuyunun ağzını daralt, altını genişlet (dayyık feme’r-rukyeti ve vessi’ esfelehâ) ifâdesidir. Bu ifâdede de zâhirinden anlaşılabileceği gibi, kuyunun ağzının genişken daraltılması, alt tarafının da, dar iken genişletilmesi değil, ağzının geniş, altının dar yapılması istenmektedir. İşte âyette de aynı durum söz konusudur.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bu âyet ya Bakara, 28. âyetin ifâde ettiği manâyı, ya da biri görebildiğimiz, diğeri de kabirde meleklerin suâlinden sonra vuku bulan ölümü ifâde ediyor. Bu her iki hal de reenkarnasyonla alakalı değildir. Hem âyette kâfirlerin bu sözlerini cehennemde iken söyledikleri açıktır. Çünkü oradan çıkmak istediklerini söylüyorlar. Reenkarnasyon ise, iddiâ edenlere göre, ölümün ardından bu dünyada, yani kıyamet kopmadan gerçekleşecektir.
Bu âyetin manası hakkında, muhterem hocam Veli Ulutürk’ün şifahî olarak, muhtemel olduğunu kaydettiği mana ise şöyle: Bizi bir dünyada öldürdün, bir de burada (âhirette) cehenneme sokmakla öldürdün. Yani mahvettin, azâba düçar ettin olsa gerektir. Çünkü cennetlikler Duhân, 56. âyette bildirildiği gibi bir kere ölmektedirler. Yani ikinci ölüm cehennemde âzap çekme manasında mecâzidir. Sıkıntılı, istenmeyen bir hayatın mecâzî olarak, ölüm diye vasfedilmesinin çokça kullanıldığı dikkate alındığında, bu izâhın çok yerinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim, bir âyette de, cehennemliğin hali tasvîr edilirken, “orada ne ölür, ne de yaşarlar” (A’lâ, 13) buyrularak, cehennem hayatı ölüme benzetilmiştir.
Bakara 28 Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.
Mümin 11 Kâfirler diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı?”
Yazar iki ayeti ayrı ayrı inceledi ama ben beraber inceleyeceğim. Ayetlerin açıklaması reenkarnasyonu anlatıyor mu bilmiyorum. Çünkü reenkarnasyon inancında ölüp dirilme sayısı iki ile sınırlı değildir. Fakat yazarın verdiği anlam da tamamen saçma sapan bir şey olmuştur. “Ölü idiniz sizleri diriltti” sözü reenkarnasyona çıkmasın diye eğilip bükülmektedir. Aslında İslam inancında insanın içine ruh üflendiğine ve bu işin belirsiz bir zamanda olduğuna inanılır. Bu zamanın ne zaman olduğu bilinmez ama Kalu bela (Araf 172Hem rabbın: Beni Âdemden, bellerinden zürriyyetlerini alıb da onları nefislerine karşı şâhid tutarak «rabbınız değilmiyim» diye işhad ettiği vakıt, «evet» dediler: «şâhidiz», Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz) denilen bir zamanda ruhlardan söz alındığına inanılır. Yani ruhların toptan yaratıldığına ve Allah tarafından onlardan, belirsiz bir zamanda teyit alındığına inanılır. Bu işin Âdem’i yaratmadan önce olması gerektiği aşikârdır. Buradan anlaşılan şudur. İnsan denen varlığın ruhu geçmişte bir zamanda yaratılmış olmalıdır. Ya da ruh Allah’ın kendisinden olduğu için zaten ezelden beri vardır ama geçmiş bir zamanda teyit alınmıştır. Her iki durumda da ayetteki “ölü idiniz” sözünün anlamı aşikârdır. Yani, ruh zaten vardır ve bir tohumla özdeştir. Henüz bedenlenmediği için onu ölü olarak adlandırmaktadır. Neden açık olan bu anlam eğilip bükülerek başka anlamlar verilmeye çalışılır bilmem? Doğumla bu dünyaya gelen ruh, ölümle öte dünyaya geçer. Kuran’ın “ölü idiniz” kelimesini öte dünyadaki hal için kullandığını görüyoruz.
Geçmiş İslam âlimleri dâhil hemen bütün İslam düşünürlerinin bu şekilde düşünmesinin asıl sebebinin hadislere dayandığını düşünüyorum. Fakat bu ayetlere verilmeye çalışılan anlam Kuran’a uymamaktadır. Çünkü Kuran’a göre ruh ezeli ve ebedidir. Kuran’a göre Âdem’e üflenen şey Allah’ın ruhundandır ve Allah ezelidir. Yine Kuran’a göre cehennem (Bakara 162Onlar ebedi olarak onun altında kalırlar. Ne azabları hafifletilir, ne de kendilerine göz açtırılır.) ya da cennet hayatı da (Tevbe 22Onlar orada ebedi kalırlar. Çünkü en büyük mükâfat Allah katındadır.) ebedidir. Aslında bu düşünce Rahmân 27'Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) baki kalacaktır.' veya Ahkaf 3Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile ve belirli bir süre için yarattık ayetiyle çelişir.
Sanırım çoğu kişi; yeni doğan bebeğe, yeni bir ruh oluşturulup üfleniyor diye düşünüyor. Oysa bütün ruhlar ezelden beri vardır. Çünkü Allah’ı ezeli düşünen birinin, Allah’ın ruhundan olan insan ruhunu yeni oluşmuş olarak düşünemez. Ruh ezelden beri varsa nerede ve ne durumda olduğuna bakmak gerek. Mevcut inancın bu konudaki açıklaması belirsiz bir zamanda ruhlardan (Araf 172) söz alındığı yönündedir. Benim düşüncem ise Kalu bela denilen zamanda ruhların tekâmüle sokulduğu yönündedir. Zaten var olan ruhlar bilinçlenme sürecine sokulmuştur. Önce hayvan bedenlerinde uzun bir süre doğup ölürler. Belli bir zekâ seviyesine geldiklerinde artık insan bedenlerinde tekâmül etmeye devam ederler. Kuran, sadece insan dönemlerini baz alır. Diğer dönemler için çok az bilgi verir.
Ruhun O’na dönebilmesi için tekâmül etmesi gerekir. Yani insan, bilinç ve kâmil insan olma yönüyle tavan yapması gerekir. Bu çabanın insanlık tarafında başarıldığını Kuran İnşikak 6 ayetinde teyit etmektedir.
Rahman 27 ayetiyle Bakara 162 veya Tevbe 22 çelişir gözükmektedir. Öyle ya cennette ya da cehennemde ezeli kalınacak ise yalnızca Rab baki kalamaz. Bu duruma mevcut İslam inancı nasıl bakıyor bilmiyorum ama Tekâmül açısından baktığımızda bir gariplik yoktur. Çünkü tekâmül eden şey zaten Rab’bin bir parçasıdır. O’ndan gelmiş ve tekâmülün sonunda O’na dönecektir. Yani sonuçta cennet, cehennem hepsi onun çeşitli görünümleridir. Asla O’ndan başka hiçbir şey yoktur. İçinde yaşadığımız evren O’ndan gelmiş ve her şey tekâmül ederek O’na dönecektir. Bir zaman sonra evren kalmayacaktır. Böylece tek baki kalacak olana döneceğimiz için bizde ebedi olacağız.
Reenkarnasyonu savunanların iddiâlarına delîl olarak gösterilmeye çalıştıkları bir diğer âyet de şudur: “Size her ne musîbet dokunursa, kendi ellerinizle kazandığınız şeyler sebebiyledir. Allah pek çoğunu da affeder“(Şûrâ, 30).
Bu âyetten hareketle, çocukların başına gelen belâ ve musîbetlerin onların daha önce yaşadıkları hata ve isyanlarının bir cezâsı olduğu söylenmiştir. Çünkü, bu iddiâ sahiplerine göre, çocuklar masûmdur, çocukluklarında böyle cezâları hakettirecek işler yapmamışlardır.
Aslında bu âyette muhatab olan kimselerin çocukluk çağını geçmiş, mükellef kimseler olduğu açıktır. Çünkü yapılanlarla muâheze etmek, ancak mükellefler için geçerlidir. Hem bu durum Kur’ân’ın tamamı için böyledir. Muhatab dâima âkil bâliğ olan mükelleflerdir. Dolayısıyla çocuklara isâbet eden musîbetlerin, sadece yapmış oldukları şeyler sebebiyle olduğu söylenemez.
Hem sadece bu âyete dayanarak hüküm vermek doğru olmaz. Nitekim bir başka âyette, zaman zaman masûmlara da musîbetin dokunabileceğinden bahsedilmiştir: “Geldiğinde sadece sizden zalim olanlara dokunmayacak olan fitneden sakının!” (Enfâl, 25). Bu durum, dünyanın bir imtihan yeri olmasından kaynaklanmaktadır.
Çocukların başına gelen belâ ve musîbetler babaları için bir imtihân, kendileri için de manevî terakkî veya uhrevî sevap vesilesi olabilir. Sonra, hayır ve şer nisbî şeylerdir. İnsan kendisi ve çoluk çocuğu için neyin hayır neyin şer olduğunu tam anlayamaz. Görünüşte kötü gördüğü bir şey kendi hayrına olabileceği gibi, hayır olarak gördüğü bir şey de kendi aleyhine olabilir.
Şura 30 “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.” Aslında söylenenlerle ilgili bir anlatım yoktur. Her iki gurupta yanılmaktadır. Kuran’ın sembol dili kullandığını söylemiştik. Ayette anlatılan şey, tekâmülün kişinin kendi kararlarıyla şekillendiği şeklindedir. Yaşadığımız her hayatımızda bir rol üstleniriz. Fakat üstlendiğimiz rol bazen iyi, bazen kötüdür. İşte hayatların dengelenmesi için bir sonraki hayat bir önceki hayatın durumuna göre şekillenir. Fakat ayette asıl anlatılan şey kişinin kazandığı tekâmül seviyesidir. Bir sonraki hayatın nasıl olacağını kararlaştıran şey onun ulaştığı tekâmül seviyesidir. Örneğin kişi zekâ yönünden kendinden daha zeki bir toplum içinde bedenlenecekse büyük bir ihtimalle okuyamayan ve ortalamaya göre daha geri bir hayat yaşayacaktır. İşte ayet bu gibi durumları anlatmaktadır. Onun yaşadığı hayattaki durumunu o zamana kadar kazandığı tekâmül seviyesi belirler.
Yazının bundan sonrasını isteyen buradan okuyabilir. Hem konu tekrarı olduğu hem de yazının çok uzun olması nedeniyle ben sonlandırıyorum.
Kuran’ın reenkarnasyon konusunda açık olmadığı doğrudur ama tarafsız olacaksak “yeniden doğuş vardır” düşüncesi çok daha güçlü delillere sahiptir. Biraz belirsizlik olmasının da bir gereği vardır. Kuran’ın dünyada yapması gereken iki görevi var. Birincisini yerine getirmiştir. Böylece mevcut İslam inancı oluşmuştur. Şimdi ise ikinci görevini yapma zamanıdır. İkinci görevi insanlığı özellikle Müslümanları kıyamete hazırlamaktır. İşte bu yeni görevini yerine getirmeye başladığını görüyorum. Pek çok kişinin Kuran’ın başka şeyler söylediğini söylemesi bu sürecin başladığının göstergesidir.
Seyfullah DEMİR
Print article |
yaklaşık 2 yıl önce
Reenkarnasyon var,bitkilerde,hayvanlarda da ruh var,hatta bazı insanlar yaptıkları amele göre,bitki veya hayvan olarak da bedenlenebiliyor,Kuran da bahsetmiyor diyorlar,peki Kuran günümüze eksik gelmiş olamaz mı?O zamankiler işlerine gelmeyen bölümleri gömmüş olamazlar mı?Bence böyle bir durum var.
yaklaşık 2 yıl önce
islam’da reenkarnasyon vardır. bunu ancak akıl ve vicdan sahipleri anlar. reenkarnasyona inanmanın, ahiret inanciyla ters düştüğünü söylemek yanlıştır. bilinçli müslümanlar için reenkarnasyon inancı ahiret inancını güçlendirir. reenkarnasyon yani tenasüh, süleyman ateş ve yaşar nuri öztürk gibi islam alimleri tarafından desteklenmektedir.
âl-i imrân / 7
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
meali:
o, kitabı, kur’an’ı sana sorumluluklarını tevdi etmek üzere indirendir. onun, kur’an’ın bir kısım âyetleri muhkemdir. bunlar kur’an’ın, bütün kutsal kitapların esasıdır, levh-i mahfuzda yazılı temel kurallardır. diğerleri de insanlığın devamlı çoğalan meselelerine çözüm getirmeye müsait, birden fazla mânaya açık, müteşabih âyetlerdir.
akılları, kalpleri sapmaya meyilli, kötü niyetli olanlar, sırf fitne çıkarmak, ortalık bulandırmak, kelimelere keyfî anlamlar yükleyerek te’vil yapıp kafa karıştırmak arzusunda oldukları için, müteşabih âyetlerin peşine takılırlar. halbuki onun te’vilini ancak allah ve ilimde yüksek pâye elde eden âdil, objektif düşünen ilim adamları bilir. onlar:
“- kur’an’a inandık, muhkem de, müteşabih de hepsi rabbimiz tarafından indirilmiştir” derler. bu inceliği ancak akıl ve vicdan sahipleri düşünüp anlar.
en’âm / 122
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
meali:
Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.
yûnus / 4
اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ
meali:
hepiniz hesap vermek üzere o’nun huzuruna götürüleceksiniz. bu allah’ın kesinlikle gerçekleştireceği bir va’didir. o mahlûkâtı ilk önce yoktan var ediyor, yaratmaya aralıksız devam ediyor.
sonra, iman edenleri, sosyal adâleti, sosyal güvenliği temin etmek, refah payını artırarak toplumda dengeyi sağlamak maksadıyla, hâlis niyet ve amaçlarla, islâm esaslarını, islâmî düzeni hayata geçirenleri, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayanları, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olanları, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyenleri âdil bir şekilde mükâfatlandırmak için yeniden diriltiyor.
kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenlere, kâfirlere, inkâr etmekte oldukları şeyler sebebiyle kaynar sudan bir içecek ve can yakıp inleten müthiş bir azap vardır.
rûm / 27
وَهُوَ الَّذ۪ي يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِۜ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
meali:
o, mahlûkatı ilk yaratan, yaratmaya aralıksız devam eden, ölümden sonra yeniden diriltendir. bu o’nun için çok kolaydır. göklerde ve yerde hükmünü sürdüren kanunlar; emsalsiz değer hükümlerini öğütleyen darb-ı meselli ayetler; gösterilen, öğretilen dini hakikatler, insani ve ahlaki değerler; dillerde pelesenk olan özdeyiş halindeki zikirler; hükümranlık ve kemal sıfatları yalınızca o’na aittir, kudretli, hikmet sahibi ve hükümran olan o’dur.
hac / 5
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ
meali:
ey insanlar, eğer öldükten sonra diriltilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, sizi, biz topraktan yarattık. bir daha düşünün, size kudretimizi göstermek için, spermden, yumurtadan ana rahmiyle bağ kurarak rahim duvarına yerleşen döllenmiş yumurtaya, sonra döllenmiş yumurtayı kanunlarımıza uygun olarak insanın tam oluşturulacağı embriyoya ve insanın tam oluşturulmayacağı embriyoya dönüştürdük. sünnetimizin, düzenimizin yasaları içinde, irademizin tecellisine uygun olanları belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde tutarız, sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. sonra olgunluk çağına, güçlü çağınıza ulaşırsınız. içinizden kimi o çağlarda vefat eder. içinizden kimi de ömrünün en verimsiz, en fena çağına götürülür. bilgileri, aklî melekeleri sağlamken, hiçbir şey bilmez hale gelirler, zâfiyete düşerler.
sen ölümden sonraki dirilişten şüphede isen bir daha düşün: yeryüzünü kupkuru ve ölü bir halde görürsün. fakat biz üzerine su indirdiğimizde, o kıpırdar, kabarır, her çeşitten iç açıcı bitkiler bitirir.
Nitekim Mesih Deccal de ölüleri diriltecek..
Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize Deccal üzerine uzun bir hadis rivayet etti. Bize anlattıkları meyanında şöyle de demişti:
“Deccal, Medine geçitlerine girmesi kendisine haram kılınmış olarak çıkacak. Derken (Medine civarındaki) bazı ekimsiz yerlere kadar gelir. O gün insanların en hayırlısı olan -veya en hayırlılarından- bir kimse onun karşısına çıkar ve:
“Sen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bize haber verdiği Deccâl’sin!” der. Deccâl de (kendi adamlarına):
“Ben şunu öldürüp sonra da diriltsem ne dersiniz? Bu işte bir şüpheye düşer misiniz?” der. Oradakiler:
“Hayır!” derler. Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Diriltildiği zaman adam:
“Allah’a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli olmamıştım!” der. Deccal onu tekrar öldüreyim mi di(yerek öldürmek isteye)cek, fakat musallat edilmeyecek.”
Buhari, Fiten 27, Fedailu’l-Medine9; Müslim, Fiten 112, (2938).
Ete kemiğe büründüm,
Yunus olarak göründüm…
Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası.
(Yunus Emre)
yaklaşık 2 yıl önce
Detaya girmeden düşüncelerimi genel hatlarıyla paylaşmak istiyorum…
İnsan ömrü ortalama 1000 yıldır…
Gerçek ölüm kâfirler için ilk 400 yılın sonunda ve toplamda 1000 yılın sonunda olmak üzere iki kez tadar. Arada yaşanan diğer ölümler uyku hali ölüm olarak değerlendirilebilir.
MÜMİN SURESİ
11-Dediler: Rabbimiz! Bizi iki kez mevta ettin, iki kez dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkış için bir sebil var mı?
Müminler ise gerçek ölümü toplamda 1000 yılın sonunda bir kez tadar.
SAFFAT SURESİ
58-Artık mevta olmayacağız öyle mi?
59-İlk mevta oluşumuz müstesna… Ve biz azaba uğratılacak değiliz.
Müminler 1000 yılın sonunda vefat ettiklerinde Allah katına çıkarlar ve hesap gününe dek orada bekletilirler.
ALİ İMRAN SURESİ
169-Allah sebilinde katledilenleri mevta sanmayın! Bilakis onlar diridir… Rablerinin indinde rızıklandırılmaktalar.
170-Allah’ın fazlından kendilerine verdiği şey ile ferahlanırlar. Ve arkalarından henüz kendilerine katılmamış olanlara şunu müjdelerler: Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmaz.
Kâfirler 400 yılın sonunda ilk gerçek ölümü tadıp kabre konulurlar
ABESE SURESİ
21-Sonra onu mevta etti de kabre koydurdu.
22-Sonra onu dilediği vakit neşretti.
23-Kella! Ona emrettiği şeyi yerine getirmedi.
Kabirde, Zülkarney’nin yaptığı setin bir tarafında 1000 yılını tamamlamış olup bekletilenler diğer tarafında da 400 yılını tamamlamış olup geri gönderilecek olup 1000 yılını tamamlayacak olanlar var…
KEHF SURESİ
94-Dediler: Ey Zülkarneyn! Şüphesiz ki Yecüc ve Mecüc arzda müfsittir. Onlarla aramıza bir set yapman karşılığında sana harç kılalım mı?
95-Dedi: Rabbimin beni mekânlandırdığı şey daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle yardım edin de onlarla aranıza sağlam bir engel kılayım.
96-Demir parçaları getirin! Ta ki iki dağ arası eşitleninceye kadar körükleyin/üfleyin dedi. Onu naren kıldığı vakit şöyle dedi: Erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim.
97-Artık onu aşmaya da delmeye de muktedir olamazlar.
98-Dedi: Bu, rabbimden bir rahmettir. Artık rabbimin vaadi geldiği vakit onu yerle bir kılar. Ve rabbimin vaadi haktır.
Müminun suresindeki geri gönderilme isteği 1000 yılın tamamlamış olan kâfirlere ait bir istek…
Reenkarnasyon sistemi gereği kabirde bulunan (hepsi kâfir) diğer ümmetlerle birlikte son ümmet de 1000 yılın tamamladığında Yecüc ve Mecüc ’ün önündeki berzah kaldırılacak…
ENBİYA SURESİ
95-Helak ettiğimiz bir kente geri dönmek haramdır.
96-Öyle ki yecüc ve mecücün önü açıldığı vakit onlar her tepeden akın eder.
Sura üfürülmeden önce yeryüzü tamamen kâfirlerle dolacak (dabbe dışında iyi insan olmayacak) ve kıyamet kâfirlerin üzerine kopacak…
MÜMİNUN SURESİ
99-Onlardan biri mevta olduğu vakit şöyle der: Rabbim! Beni geri döndür.
100-Ta ki terk ettiğim şey içinde salih amel yapayım. Kella! Bir kelimedir onun söylediği. Ötelerinde/gerilerinde beas olunacakları güne dek bir berzah vardır.
101-Artık sura üfürüldüğü vakit aralarında nesep yoktur. İzin günü birbirlerini de sormazlar.
yaklaşık 2 yıl önce
https://www.youtube.com/watch?v=Ikx5DVNpzEU&feature=share
yaklaşık 2 yıl önce
1- Nahl 70 Allah sizi yarattı, sonra sizi vefat ettirecek. İçinizden bazıları, ömrün en basit ve düşük noktasına geri çevirilir ki, bir ilimden sonra hiçbir şey bilmez olsun. Allah Alîm’dir, Kadîr’dir. BU AYET BUNAMAYI MI ANLATIYOR ? yoksa bazılarının tekrar doğmadan önce hafızasının sıfırlanmasını mı?
2- Kuranda ruhlar alemi (kalu bela) yoktur. İlgili ayette zürriyeti alınan varlıklar Adem değil Ademoğulları’dır ki bu da biz oluyoruz. “Bellerinden doğan zürriyeti ” ifadesi bu dünyada bedeni olan insanlardır. Yani kalu bela , Allah ı idrak edecek şekilde yaratılmış olmamızın sembolik anlatımıdır ve her doğan çocukla bu ayet yaşanmaya devam eder
yaklaşık 3 yıl önce
Bakara-243 ve 259. ayetler, reenkarnasyonu yazar.Çocuk iken ve genç ölenler, yeniden bedenlenir.Ama yüzlerce kez bedenlenme olmaz. Ankebut suresi 2. ayete göre, ölen çocuğun sınanmadan cennete gitmesi mümkün değildir.Anne ve babasını saptıracak olan Hızır’ın öldürdüğü çocuk cennete gitseydi, cehennemlikler çocuk iken ölmeyi ister, ALLAH’a itiraz ederlerdi.Özürlü doğanlar da, geçmiş yaşamlarındaki günahları sebebiyle özürlü doğarlar.
yaklaşık 3 yıl önce
Seyfullah bey merhaba,
Yazınızın başında “tüm hayatlardaki deneyimler başkadır ve tekrar edilmez” demişsiniz.
Burda Bedri Ruhselman’ın ” İlahi kainat ve nizam ” adlı eserindende faydalanmak sureti ile şu düşünceye varmaktayım;
Bence deneyimlerin hakkını (haktan kastım, o deneyim karşısında yaratıcının bizden beklediği en doğru tavrı/düşünceyi/davranışı) veremedikten sonra, deneyimin kendisi aynı hayat içinde bile birden çok karşımızı çıkabilir. Şayet buna rağmen deneyimin hakkı verilemezse bir sonraki hayatta tekrar karşılaşacaktır aynı deneyim ile.
Bu böyle sürüp gidecektir taki deneyim hakkıyla tamamlansın. Böylece ruh tekamülünü tamamlayabilir. Tabiki deneyimlerin tekrarı esasen ruhun lehine olan bir durumdur. Lakin tek Tanrı bilinci olan her ruha bu fırsat verilmekte ki tanrının sınırsız merhamet ilkesinede uygun düşsün.
Örneğin tek tanrılı bilince sahip bir ruhu ele alalım. Ancak aynı ruh genel anlamdaki diğer insani değerlerden yoksun olsun. Nefsine yenik düşerek cinayet işleyebilir.
Hatta aynı hayatının içinde bunu ikinci kezde tekrarlayabilir.
İlkinden ders almadıysa (gerekli seviyede af, vicdan muhasebesi, maddi ve manevi bedel) bunu ikinci kez elbette tekrardan deneyimleycektir ki tekamülde yol alabilsin)
Belki aynı hayatın içinde belkide bir sonrakinde…
Yani her konudaki deneyimlerin sınavını vermeden bir sonraki basamağa ( daha üst bir deneyim) geçiş yok bence. Çünkü deneyimlerin zorluk dereceleride ruhun tekamül seviyesi ile aynı paralellikte olmalıki, deneyim/tekamül seviyesi düşük ruh zorluklar altında ezilerek eziyetler içinde kıvranmasın.
Bu her ruha ağır gelir ve yaratıcının merhamet ilkesine ters düşer..
Allah’a emanet olun.
yaklaşık 3 yıl önce
Turgut Kardeşim,
İlahi Nizam ve Kainat kitabındaki bilgiler yeterli seviyeye gelmiş ruhlardan alınmamıştır. Üst ruhlar öyle şeylere girmezler. Michael Newton da aynı durumdadır. Bu tür bağlantılara cevap veren ruhlar insan düzeyinde olan ruhlardır. Onun için onlar da tıpkı bizim gibi gerçeklere vakıf olabilecek düzeyde olmadığı için doğru bilgiyi veremezler. Zaten bilseler bile söylemelerine izin verilmez. Dünyadaki sisteme zarar verebilecek bir bilginin medyumsal bağlantılar yüzünden insanlığa duyurulmasına müsaade edilmez.
Bunu derken tüm bilgiler yanlıştır demek istemiyorum. Ruhun kendisi ve rehberi ve yaşadığı ortamla ilgili olarak verdiği bilgiler gerçektir. Daha doğrusu ruhun anlama kapasitesi yükseldikçe doğru bilgiye daha yakın bilgi verir. Ama üstat, yüksek konsey gibi tanımlamalar kesinlikle yalandır.
Dünya sistemi ruhların IQ ve EQ zekasının yükselmesi için planlanmıştır. Kimse imtihan edilmez veya cezalandırılmaz. Amaç, olabilecek tüm deneyimleri yaşayarak yorumlama kapasitesi kazandırmaktır. Tek tanrılı, çok tanrılı ya da tanrısız tüm ortamlar; ruhların çeşitli deneyimler kazanmasını sağlamak içindir. Amaç üzüm yemektir. Ruh bir deneyimi yaşasa ve başarısız olsa (başarısızlık da bir deneyimdir) aynı deneyimi tekrar yaşamaz. Yani başarılı olana kadar o deneyimi yaşamaz. Çünkü ruh kayıt sistemi yaşadığımız her şeyi saniyesine kadar kaydeder. Biz hatırlamasak da geçmişte yaşadığımız tüm şeyler bilinçaltımızda kayıtlıdır. Önemli olan o deneyimin yaşanmış olmasıdır. Başarılı yada başarısız olmak önemli değildir. Ayrıca asla başarısızlık diye bir şey yoktur. Biz, içinde bulunduğumuz dünyasal değerler yüzünden başarısızlık yaftası yakıştırırız.
Ruhların aynı deneyimi iki kere yaşamasına izin verilmez. Zaman israfı olur. Şöyle örnekleyerek durumu anlatmaya çalışayım. Bir kişi birkaç iş kurup başarısız olabilir. Bizler bu durumu aynı deneyim gibi görebiliriz oysa hepsi ayrı deneyimdir. Birinde (atıyorum) bakkal dükkanı açmıştır, diğerinde tamirci dükkanı. Yani farklı deneyimlerdir.
Bir sonraki basamağa geçmek için deneyime değil, tekamülün seviyesine bakılır. Tekamül arttıkça seviye yükselir. Fakat seviye yükselmesi Berzah hayatında olur. İnsanlar yaşarken seviye yükseltmezler… Sadece bilgi biriktirirler. Biriktirdikleri o bilgileri berzah hayatlarında hard-disclerine yüklediklerinde seviyeleri yükselmiş olur…
yaklaşık 3 yıl önce
selam
reenkarnasyona ait bir çok antitez koyan din ve ilşm adamları acaba aşağıda belirrtiğim ayeti nasıl yorumluyor merak ediyorum. bir şeye yok demeniz için argüman lazım bence.. tabi yeniden yaratılışı reddedmeye benzer ayetlerde var ama hac 5 gerçekten ilginç. çünkü ayete çok başka başlıyor…
Hac 5:
Ey insanlar! Öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz; doğrusu, biz sizi topraktan, sonra nutfeden/meniden yani erlik suyundan, sonra yapışkandan/döllenmiş yumurta hücresinden, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir et parçasından yaratmış olduğumuzu size açıklıyoruz. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkarırız; böylece yetişip ergenlik çağına varırsınız. Kiminiz ölür, kiminiz de ömrünün en verimsiz çağına kadar götürülür de, bilirken bir şey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz ona su indirdiğimiz zaman yeryüzü kıpırdanır, kabarır, her çeşitten iç açıcı bitkiler verir.
yaklaşık 3 yıl önce
Selamlar
Bence bu ayet tekamülün açıkça insanlara anlatıldığı en güzel ayettir.
Bu ayetten başka bir anlam çıkarabilirsinizki?
yaklaşık 4 yıl önce
Hocam
Peki burada bir paradoks yok mu
Yani birisi öldükten sonra geçmişte bir zamanda doğmayı seçmesi geleceğin yönünü değiştirmez mi
Mesela dedesini öldürürse nasıl doğabilir ki
yaklaşık 4 yıl önce
Nimoza kardeşim,
Belki de zaman üzerinde değişiklikler yapılıp duruyordur. Biz geçmişteki bir müdahaleden dolayı gidişatın değiştiğini anlayamayız. Bizim o anda ancak içinde bulunduğumuz şimdiyi algılarız. Geçmişe gidip dedemizi öldürdüğümüzde bizde zaten var olmayacağımız için kimse bizim neden olmadığımızı sorgulamaz. Zaten öyle biri hiç olmamıştır.
Gelecek hesaplanabilir değildir. Geleceği bizlerin verdiği kararlar şekillendirir. Onun için Kahinler geleceği tam doğru göremezler. Ancak kendi yaşadıkları şimdinin geleceğini görürler. Fakat 1 saat sonra yaşanan beklenmedik bir olay geleceği değiştirebilir. Bu sefer geleceğe bakan biri başka şeyler söyleyecektir.
Bizleri organize edenler geleceğin nasıl şekillenmesi gerektiğini bilir insanlığı ona göre organize ederler. Örneğin; Hitlerin yaptıkları geleceği şekillendirme çalışmasıdır diye düşünüyorum.
yaklaşık 4 yıl önce
seyfullah bey zümer 42 yi okudunuzmu
yaklaşık 4 yıl önce
Sıtkı Bey, Elbette okudum…
yaklaşık 4 yıl önce
Merhaba, yeniden bedenlenme, dünyaya yeniden gelme dünyada yeni bir hayat verilmesi gibi düşünceler bence doğru değil.
Örneğin kıyamette kıyam edildikten sonra kurulacak hesap verme mekanı olan yerde birden fazla hayat yaşayan insanlar hangi bedene bürünecekler ki o bedenin hesabını verecekler? 50 defa dünyaya gelmiş olsa 50 farklı bedene girip hesap vermeleri mantıksız.
yaklaşık 4 yıl önce
Seyfullah Bey,
Reenkarnasyonda yeni bir hayat seçimi yaparken zamanı da seçmek mümkün mü?
Yani bugün doğacak olan 2015 yılı değil, 1500 yılında bir hayat yaşamayı seçebilir mi?
yaklaşık 4 yıl önce
Elbette seçilebilir. Fakat genelde zaman, sıra ile kullanılır. Çünkü bir insan, kendi bilinç seviyesine yakın kesimlerde yaşaması daha uygundur. Fakat çoğu zaman bilim insanları bu sıralamayı izlemezler. Örneğin Galile zeka olarak kendi dönem insanlarının epey önünde bir zekaya sahipti. O günümüzde doğması gereken biri olabilirdi. Fakat bilimin ilerlemesi planlandığı için geçmişte bedenlenmesi sağlandı. Bilim, zeka olarak zamanının ilerisinde olan insanlar sayesinde zamanından önde ilerlemiştir.
yaklaşık 2 yıl önce
Hocam o zaman ilk zeki olanlar kimdi de geriye dönmeyi seçip geçmiş teknolojisini ilerlettiler?
yaklaşık 2 yıl önce
Mert Kardeşim,
Kaynak Büyük Patlamayı oluşturduğunda evrenin içine bir miktar bilinçli enerjisinden de koydu. Michael Newton deneklerini sorgularken farklı üst ruhlardan bahseder. Benim tahminim bu üst ruhlar kaynaktan gelenler olmalı. Onlar evrenin sonuna kadar görevlerini sürdürecekler.
Kuran ise üst melekler için iki farklı tanım kullanır. Biri (Elmalılı çevirisiyle) Arşı Taşıyanlar(Mümin 7) diğeri ise Melekler Yüksek Topluluğudur (Sad 8-69). Bunlardan; Melekler Yüksek Topluluğu, tekamül edip o seviyeye çıkanları temsil ediyor olmalı. Tahminim Arşı Taşıyanlar’da Kaynaktan gelenler olmalı.
İlk sistemi kurup çalışmasını sağlayan ve hatta sistemin devamını sağlayıp denetleyen bu Arşı taşıyanlar olmalı.
yaklaşık 1 yıl önce
Reenkarnasyonda geçmişe dönerek başka bir hayatı seçmek gibi bir şey yoktur. Lütfen konuyu karıştırmayın..
yaklaşık 1 yıl önce
Haklısın Göksel kardeşim,
“Geçmiş bir tarihte bedenlenmek” ile “geçmişe dönme” birbirine karıştırılmış. Tekamül tek yönlü bir yoldur ve hep ilerler. Yeniden doğuşta bu yolu izler. Yani bir sonraki hayatınız önceki hayatınızdan daha ilerdedir ama bu “hangi zamanda” doğduğunuzdan bağımsızdır. Yani bu gün ölen biri, orta çağda yeniden doğabilir ama orta çağdaki hali, ölmüş olduğu halden ilerde olur… Fakat bu gibi durumlar çok az kullanılır. Genelde birbirine yakın ruhlar yakın zamanlarda doğar.
Mert’in sorduğu “geri dönenler kimlerdi” sorusu yanlış bir soru olmuş. Kimse kendi talebiyle geri dönmez. Ruhlardan en uygunu toplumun ortalama zekasının üstünde olduğu bir dönemde bedenlendiğinde galile gibi biri oluşmuş demektir…