Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…
Kuran’a göre tanrı tek değil
Önce Yaşar Nuri Hocamızı dinleyin, sanırım makaleyi daha iyi anlayacaksınız..
Kuran, yaratıcıyı tek olarak söylerken aslında iki farklı gücün tanımını yapar. Önce bu iki tanımı anlayalım.
İlk tanım “Allah’ın sınırsız ve sonsuz gücü olduğu” mantığıdır. Bu mantık Kuran’da Bakara 117O, göklerin ve yerin yoktan var edicisidir ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca 'ol!' der, o da hemen oluverir. ayetinde işler için Allah’ın murad etmesi yeterlidir der. Yani Allah’ın bir şeyi gerçekleştirmesi için istemesinin yeterli olduğunu anlatmaktadır. Mevcut İslam inancında da Allah için bu tanım uygun görülmüştür. Oysa Kuran’da bu durumla çelişen pek çok ayet vardır. Bu ayetlerden bazılarını inceleyelim.
Hac 52 ayetiyle bu hikayenin gerçek olduğunu anlayabiliyoruz.
Görüldüğü gibi yine sınırsız gücü olanın, asla yaşamayacağı bir durum yaşanmıştır. Burada da tıpkı şeytanın Âdem’i kandırırken ki durum vardır. Şeytan, ikide bir Allah’ın istemediği şeyleri, Allah’a sezdirmeden yapmaktadır. Allah’ın durumu sonradan fark etmesi onun sınırlı güçlere sahip olduğunun göstergesidir.
Buna benzer şeyler Kuran’da vardır ama fazla da abartmaya gerek yoktur.
Kuran’da iki farklı güç tanımının yapıldığı görülmektedir. Fakat Kuran yaratıcının tek olduğunda da ısrarlıdır. Yani bu iki farklı güçlere sahip tek varlık varmış gibi söylenmektedir. Aslında bu tezat gibi görünen şey durumun tam anlatımıdır. Bu durumun izahını yapmadan önce Kuran’da bulunan Rab, Allah, Yüksek melekler Topluluğu, Arşı taşıyanlar gibi kavramların ne olduklarını incelemeye çalışalım.
Rab: “Terbiye edip eğiten, varlıkları belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, gelişmeyi yöneten” demektir. Rab kavramı, “yaratan” ve “ilâh” gibi kavramlarla karıştırılmamalıdır. Kuran’da Rab Allah’ın isimleri arasında kullanılmamıştır. Rab Allah’ın yaptığı ana işi belirtir. Yani Allah bizim ve paralel evrenlerin (Rabbul Alemin=Alemlerin yönetricisi) ana yöneticisi uygulayıcısıdır.
Ayetinde de görüldüğü gibi Allah alemlerin Rabbidir. Yani onun müsebbibidir. Alemler ile kastedilen, paralel evrenlerdir.
Müminun 14 Sonra nutfeyi bir alaka (embrio) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir.
Yusuf 39’da görüldüğü gibi Rab Allah’tan başkaları içinde kullanılır. Müminun 14’de ise “yaratanların en güzeli” olarak tasvir edilir. Sanki yaratanların en çirkini de var gibidir. Tevrat’ta da peygamberler içinde Rab kelimesi kullanılmıştır. Onun için Rab kelimesini Allah’ın yöneticilik, yol göstericilik, rehberlik etme vasfı olarak almak gerekir.
Bu ayette de Rab Allah’ın nelerden hoşlanmadığını açıklıyor. Yönetimde; altta olanın, yöneticisinin isteklerini avama anlatması gibi.
Allah: İçinde yaşadığımız evrendeki her şeyin müsebbibidir. Kuran’dan birkaç ayet alarak durumu anlatmaya çalışayım. Ayetlere baktığımızda Evrende olan her şeyi Allah’ın tasarrufunda görürüz.
Yûnus 31 De ki, “size gökten ve yerden kim rızık veriyor? O, kulaklara ve gözlere hükmeden kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kim? İşleri idare eden kim?” Hemen “Allah’dır” diyecekler. De ki, “O halde Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Ayetlerde, kendiliğinden olup giden olayların Allah tarafından yaptırıldığını görüyoruz. Bu anlatım önemli bir duruma işaret etmektedir. Allah’ın, aslında bu evreni oluşturan yazılım olduğuna delildir. Yani evrendeki her şeyin müsebbibi Allah’tır ama her şeyi yapabilmesi bilinçten değil yazılımından gelmektedir. Çünkü evrendeki doğal süreç ancak bir program vasıtasıyla oluşabilir. Yağmurun yağmasının nasıl olduğunu biliyoruz. Yağmur birileri tarafından yağdırılmıyor. Doğa kanunlarının kendiliğinden işlemesi sonucu oluyor. Kuran’ın bu işe “Allah yapıyor” demesi, onun bir yazılım olduğunu anlatmaya çalışmasındandır. Bu bilgi ancak bilgisayar teknolojinin gelişmesiyle anlaşılacak bir bilgi olduğu için hitap bizedir. Geçmişteki insanlar, bir bilincin her zerreyi düşünerek organize ettiğini düşünmesi doğaldı ama günümüzde de aynı düşünceleri paylaşan insanların olması biraz garip.
Aslında Allah’ın yaptığı ama doğa kanunu olmayan bir durum yoktur. Örneğin; Allah’ın dualara cevap vermesi de doğa kanunudur. Çünkü Allah programı düşüncelere cevap verecek şeklinde bir yazılıma sahiptir. Onun için olumlu ya da olumsuz düşüncelerden etkilenerek evrenin gidişatına etki eder. Ve dinler asıl bu olaylara etki etmek için oluşturulmuştur. Düşüncenin daha doğrusu istemenin devreye sokulması ibadetler sayesinde olmaktadır. İbadete inanan kişi, kendini; -ancak ibadetini yaptığında- Allah’tan bir şey istemek için layık görmektedir. Yani dinlerin bir faydası da insanların düşünce sistemiyle evrene etki etmesini sağlamaktır. Elbette bu durum, durumdan bihaber insanlar için geçerlidir. “Arif için din yoktur” derler ama gerçekten ne anlama geldiğini bilen var mı? Merak ediyorum.
Başka bir durum da Allah’ın; -Bakara 7’deAllah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür. yazdığı gibi- kişilerin, kulak ve kalplerini mühürlemesi olayıdır. Bu durumu biraz açmak gerekir. Çünkü burada da programın işlemesi söz konusudur ama kişilerin neye uyacağı program harici bir yüklemeyle yapılmaktadır. Şöyle anlatmaya çalışayım. Her ruh dünyada yaşayacağı hayatını birkaç alternatif içinden seçer. Seçtiği hayatındaki dini Budizm ise, ya o ortamda bedenlenecektir ya da suyun çatlağını bulması gibi bir şekilde Budizm’i bularak ona inanacaktır. Çünkü o hayatında yapacağı en iyi tekâmülün şartları, Budizm içindedir. İşte böyle birinin kalbi ve kulakları Budizm’e mühürlüdür. İşte, Kuran’da anlatılan mühür işi bunu anlatır. Burada dünyaya gelen kişi Allah programı içinde her şeyi otomatik yaşar ama öte dünyada birileri ona yükleme yapar. Öte dünyada işleri organize edenleri; (Elmalılı çevirisiyle) ‘Yüksek Melekler Topluluğu’ diye tanımlamaktadır. Kuran ek bilgi olarak verdiği bu tanım aslında RAB kelimesinin açılımıdır.
Yüksek Melekler Topluluğu: Kuran’da Saffat 8Onlar yüksek (melekler) topluluğunu dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar., Sad 69'Münakaşa ederlerken, benim melekler yüksek topluluğuna ait ne bilgim olabilirdi?' ayetlerinde bir topluluğun adı olarak geçmesine rağmen hakkında hiçbir açıklama yoktur. Kelime anlamında Meleklerden bir kısmının diğerlerinden daha yüksek bir seviyede olduğu anlaşılmaktadır. “Ne iş yaparlar?”, “neden öyle bir topluluk var?” gibi soruların cevapları Kuran’da açık değildir. Ben bu detayın özellikle verildiğini düşünmekteyim. Dediğim gibi RAB kelimesinin açılımıdır.
Arşı taşıyanlar: Mümin 7 ayetinde -güzel bir tanımla- anlatılan bu güç, aynı zamanda YMT’nu da (Yüksek Melekler Topluluğu) açıklar niteliktedir.
Ayette Arşı taşıyanlar ve onların etrafındakiler diye iki ayrı topluluktan bahsetmektedir. Etrafındakiler ile tanımladığı YMT’dur. YMT’nun kimlerden oluştuğu hakkında Kuran’da açık bir anlatım olmamasına rağmen benim görüşüm tekâmül ederek üst seviyelere çıkmış ruhlardan oluştuğu yönündedir. Çünkü Enbiya 26 ayetinde meleklerin bir zamanlar kul olduğunu söylemesi önemli bir ayrıntıdır. Ayrıca ruhların (Mearic 4)Melekler ve Rûh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O'na. elli bin yılda tekâmül etmeleri de bir işarettir. Bu iki ayetteki anlatımdan; ruhların önce insan, sonra melek oldukları ve sürekli tekâmül ederek sonunda O’na döndükleri anlaşılmaktadır. Bu süreç başka ayetlerle de desteklenmektedir.
Arşı taşıyanların en yüksek seviyede olduklarını anlamaktayız. Arşa en yakın konumdalar. Oradan insanlara yardım ettiklerini, ayetten anlıyoruz. Benim tahminim Arşı taşıyanlar, Kaynağın küçük bir kesimidir. Büyük patlamayı planlayan Kaynak, evrenin içini düzenlemek için küçük bir kısım bilinci de Büyük Patlama içine gönderdi. İşte Arşı Taşıyanlar denilen güç onlardır. Onlar YMT ile tüm insanlığı ve diğer ne varsa organize etmektedirler. Aslında Allah dediğim programı onlar oluşturur. Oluşturur derken yanlış anlaşılmasın onların bir ismi de ALLAH’dır. Anladığım kadarıyla görünen evreni oluştururlar. Onlar tekamül sistemine dahil değiller. Onlar haricindeki herşey (YMT dahil) tekamül sistemine dahil olarak gelişir.
Kaynak: Kuran’da kaynak açık olarak belirtilmemiştir. Çağrıştıracak detaylar vardır. Benim kaynak adını vermemdeki sebep Kuran’daki “O’ndan geldik, O’na döneceğiz” mantığıdır. Çünkü Büyük Patlamayla O’ndan geldik ve tekâmül ederek O’na dönüyoruz. Yani evvelimizi ve ahirimizi oluşturan şeyin, “Kaynak” olarak anılması bana uygun gözüktü. Kuran da “Arşın sahibi” veya “O” olarak tanımlanmaktadır. Benim için en önemli ayet İSRA 42 ayetidir. Ayette açıkça Allah’ın arşın sahibine yol aradığı yazmaktadır. Yani Allah ile Arşın sahibi ayrı ayrıdır. Ayrıca dikkatli bir okuyucumun uyarısıyla Âl-i İmrân 18 ayetinin de Kaynağa işaret ettiğini anladım.
Ayette de görüldüğü gibi Allah bile yaratıcının “O” olduğuna şehadet etmektedir. Elbette meleklerin de gerçeği bilmesi doğaldır ama ayetten bazı insanların da gerçeğe vakıf olduğunu anlayabiliyoruz. Fakat durumu karıştırmamak için bir detaya dikkat etmek gerekir. Kaynak bizim yaratıcımız olmasına rağmen evrenin içine karışmıyor. Çünkü yaptığı program gereği her şey olup bitmektedir. Öyle muazzam bir program yapmış ki karışmasını gerektirecek bir aksaklık olması mümkün değildir. Zaten bir aksaklık olsa bile Arşı Taşıyanlar durumu düzeltebilecek yetenektedir.
Kaynağın yaptığı programı Kuran Levhi Mahfuz olarak tanımlamaktadır. Evrendeki tüm bilgi onun içindedir. Fakat insan olarak bizler, Allah alt programı içindeyiz. Bizler melek statüsüne geçtikten sonra (kıyametten sonra) Allah programından çıkıp Levhi mahfuz programı içinde sürece devam edeceğiz.
Kaynak ana programı ile -Büyük patlamayla başlayan sürecin astralin oluşumuna kadar olan kısmı- planlamıştır. Arşı taşıyanlar ise Allah alt programıyla görünen evren ve paralel evrenler kısmını planlamıştır. Birinci program Levhi mahfuz, ikinci alt program ise Allah’ tır. Bu mantıkla baktığımızda Allah’ın tanrı olmadığını anlarız. Zaten epey zamandır Ahmed Hulüsi beyefendi bunu söyleyip durmaktadır.
Hz. MUHAMMED’in açıkladığı “ALLÂH” bir TANRI değildir!..
Hz. MUHAMMED’in açıkladığı “ALLÂH”, AHAD’dır!..
Hz. MUHAMMED’in açıkladığı “ALLÂH”, sonsuz mânâlara sahip olup, her an bunları seyir hâlindedir!..
İSLÂM’ın “Tevhid” inancı, yani Hz. Muhammed’in açıkladığı inanç sistemi, TAPILACAK TANRI OLMADIĞI; ALLÂH’ın AHAD olduğu ve dolayısıyla bir TANRI’nın mevcut olmadığı; insanların, bütün yaşamları boyunca kendilerinden meydana gelecek fiillerin neticelerine katlanacağı esasına dayanır!..
Bu kısa tanıma bakıp Ahmed Hulusi beyefendiyi yanlış yorumlamayın. Ben, bana gereken kadarını aldım. Bundan sonraki düşüncelerim ondan ayrı olduğu için alıntı yapmadım. Onun düşüncelerini okumak isteyen buradan okuyabilir. Bu anlatımın en önemli ayrıntısı “insanların, bütün yaşamları boyunca kendilerinden meydana gelecek fiillerin neticelerine katlanacağı esasına dayanır” söylemidir. Sayın Hulusi’nin bu sözü hangi anlamda kullandığından çok, bana yaptığı çağrışımı alacağım. Gökte bir yerlerde tapınılacak bir tanrının olmaması ve her insanın kendi uğraşlarıyla bir şeyleri başarıyor olması önemli bir detaydır. İnşikâk 6Ey insan! Kuşkusuz sen Rabbine doğru çaba üstüne çaba sarfetmektesin, nihayet O'na varacaksın. ayetinde bu durumu tüm insanların başarmış olduğu görülmektedir. Yani ayette “ey insan!” diyerek hiçbir din, milliyet ya da günahkâr ayrımı yapmadan tüm insanların Rabbine doğru yaptığı yolculukta başarılı olacağını söylemektedir. Ayetteki Rab, yönetici anlamında olduğu için hem Allah, hem de Kaynak için kullanılabilir. Ayetteki “nihayet O’na varacaksın” sözündeki “O” Kaynağı işaret eder.
Kuran’da tanrı kavramındaki bu farklılık Sayın Serhat Ahmet Tan’ında dikkatini çekmiştir. Serhat Ahmet Tan’ın Kozmik Satranç adlı kitabında bu konuya şöyle değinmiştir.
Görüldüğü gibi yazar, Allah’tan farklı birilerinin varlığını öngörmektedir. O, iki farklı güç görüyor olmasına karşılık ben üç farklı güç görmekteyim.
Bu duruma göre Kaynak, Allah, Rab olarak üç farklı gücün kumandasında gelişmekteyiz. Rab ile kastedilenin “YMT” olduğunu anlamalıyız. Allah ise “Arşı taşıyanlar” tarafından oluşturulmuş alt program (görünen evren) olarak düşünmek gerekir. Ve bu durum Hristiyalıkta da vardır. Onlardaki teslis inancı tam olarak bu güçlere karşılık gelir.
Baba: Kaynağ’a,
Kutsal Ruh: (Ruhül Kudüs) Allah’a,
Oğul: Rab’be karşılık gelmektedir.
Kutsal ruh Tanrı’nın etkin kuvveti, hareket halindeki gücüdür (Mika 3:8; Luka 1:35).
Tanrı isteğini yerine getirmek için gücünü dilediği herhangi bir yere ileterek ruhunu gönderir (Mezmur 104:30; 139:7).
Kutsal Kitap ayrıca kutsal ruhtan Tanrı’nın “eli” ve “parmağı” olarak bahseder (Mezmur 8:3; 19:1; Luka 11:20).
Bu tanımlarda tam olarak bir programı anlatmaktadır. Yağmuru yağdıran Kutsal ruhtur ve tıpkı Allah gibi kendi olağan sürecinde işler.
“Allah” kelimesini biraz daha açmak istiyorum. Sayın Ahmed Hulusi’nin yukardaki alıntı yaptığım yazısından bir parça daha alıntılamak istiyorum.
“ALLÂH”ın sınırsız-sonsuz oluşu dolayısıyla bir MERKEZİ olması da muhaldir!..
Bir şeyin merkezi olması için, onun sınırları olması, bu sınırların köşelerinin kesiştiği noktanın da merkez kabul edilmesi gerekir…
Hâlbuki, “ALLÂH”ın sınırı yoktur…
Sınırı olmayan şeyin, merkezi de olmaz!.. Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!..
Diyerek önemli bir detaya dikkat çekmektedir. Sayın Hulusi’nin yaptığı tanım evrenin tanımıyla çok yakın bir örtüşme yapmaktadır. Evren için Einstein’ın yaptığı tanımda buna benzerdir. Evrenin sınırlarının olmadığı haliyle bir merkezinin de olamayacağı düşünülmektedir. Bu iki tanımın bu kadar benzeşmesi bende, “onların aynı şeyi tanımladığı” izlenimi uyandırmaktadır. Gerçi Ahmed Hulüsi “Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!..” gibi fiziksel olarak mümkün olmayan bir tanımı da kullanması durumu biraz karıştırıyor ama bence, içerisinin olmamasıyla, merkezin olmaması farklı şeylerdir. Bir şeyin merkezi olmaması içinin olmadığı anlamına gelmez. Görünen evrende de, merkez tanımı yapılamaz ama evrenin içi var, fakat dışı yoktur.
Anladığım kadarıyla Kuran doğal olarak sürüp giden olanlardan bahsediyorsa Allah programından bahsediyor. Eğer bir yerde var olan bir güç gibi söyleniyorsa Rab anlamında almak gerek. Allah emir veren değildir ama her şeyin müsebbibi odur. İşte çok önemli bir noktaya geliyoruz.
Ayeti, aslında Kuran’ın Rab tarafından değil, Allah tarafından indirildiğini gösteriyor. Bunun anlamı şudur. Allah programı içinde insanlığın gelişimi için verilecek bilgilerin hepsi otomatik olarak verilmektedir. Yani Kuran, peygambere otomatik olarak vahiy edilmiştir. Aynı şey Einstein’ın da başına gelmiştir. Bu konularda bilgili olan Renan Seçkin Hanımefendiye göre, bilgi evrende yayınlanmaktadır. Önceleri doğru olduğunu pek düşünmemiştim ama araştırmalarım beni de o sonuca götürdü. Evrene yayınlanan bilgi onu almaya hazır biri varsa ona ulaşmaktadır. Allah insanlık için gerekli olan tüm bilgiyi yayınlamaktadır. Yayını alabilecek seviyede insan olduğunda, bilgi ona sezgi halinde ulaşmaktadır. Eğer sezgi çok güçlü ise ona vahiy denilmektedir.
Eğer Allah gerekli bilgiyi yayınlıyorsa onu alabilecek antenler gerekir. İşte insanlar bu anten vazifesini görmektedir. Daha önce insan ruhlarının tekâmül ettiğini söylemiştik. Tekâmülün fiziksel karşılığı ruhun frekansının artmasıdır. Allah tarafından yapılan yayın eğer bir ruhun frekansıyla eşleşirse o kişi yayını alabilmektedir. Dünya nüfusunun çokluğu sebebiyle çoğu zaman pek çok ruhun frekansı özdeş olur. Allah tarafından yayınlanan bilgi aynı anda tüm dünyaya yayınlanmaktadır. Hatta tüm evrene yayınlanmaktadır. İşte çoğu zaman bu yayını birden fazla kişi alabilmektedir. Bu durum tarihimizde pek çok kez yaşanmıştır. Fakat bilginin dünyaya yayılması bir program dâhilinde olur. Yani her bilgiye vakıf olan o bilgiyi dünyaya duyuramaz. Kişi eğer Budizm gibi dünyasal değerlere önem vermeyen bir bölgedeyse zaten o bilgiler onun için asla bir mana taşımayacaktır. Onları anlayamayacağı için de yayma imkânı olamaz. Kişinin alt yapısı o bilgiyi algılayıp yorum yapabilecek seviyedeyse anca o zaman bilgiyi dünyaya duyurabilir. Fakat bilim insanlarının diğerlerinden küçükte olsa bir ayrıcalığı var. Kişi eğer bir bilim insanıysa yaptığı bir araştırma varsa ve onu çözmeye çalışıyorsa, düşünce gücü bilgiyi ona doğru çekecektir. Böylece frekansı uymadığı halde bilgileri kendine çekecektir. Fakat net bir bilgi elde edemez çünkü frekansı tam örtüşmez ama aldığı bölük pörçük bilgilerle durumu kavrayabilir. Böylece bilim insanları tekâmülde en ilerde insanlar olmamalarına rağmen bilgiye ulaşma imkânları olmaktadır.
Geçmişte bu tür insan sayısı çok az olduğu için genelde maddeye önem veren ve tekâmülde iyi durumdaki insanların yaptığı şeyi günümüzde herkes yapabilmektedir. Herkes derken bilime önem veren kesimde olanları kastediyorum. Onun için icatların çok büyük bir çoğunluğu maddiyata önem veren batıda gerçekleşmiştir. Aynı anda icat edilmiş şeyler için netten bilgi alabilirsiniz. Ben sistemin nasıl çalıştığını anlatmaya çalışayım.
Dünyada arabanın icat edilmesi sürecini örnek vermeye çalışayım. Böyle bir durumun olması için önce enerjinin kullanımının yolu açılmalı. Çok daha önceden metalin bulunması ve işlenmesi gerekiyor. Diyelim ki metalin bulunması bilgisi 50 frekansa ulaşıldığında alınacak bilgidir. Fosil yakıtın kullanımı için 70 frekansı uygundur. Araba ise 100 frekansında oluşacaktır. İşte ruhlardan bir veya bir kaçı önce 50 frekansına geldiğinde metal bilgisine hâkim olur ve metal dünyada sürekli kullanılmaya başlar. Birileri 70 frekansına geldiğinde fosil yakıt bulunur ve oda dünyada var olan bir bilgi olur. Ruhlardan bir veya bir kaçı 100 frekansına geldiğinde bu iki bilgiyi alır ve onlar arasında ilişki kurarak ilk arabayı yapar. Çok kabaca yaptığım bu anlatım zannederim ne demek istediğimi anlatıyor.
Fakat her bilgi bu süreci takip etmez. Bazı bilgiler çok daha önceden devreye girmesi gerekir. O zaman özel bir ruh görevlendirilir. Görevlendirilecek Ruhun frekansı o bilgiye uygun ruhlar arasından gönüllülük esasına uygun olarak seçilir. Böylece en uygun yerde bedenlendirilir ve bilginin zamanından önce dünyaya gelmesi sağlanır. Bunlara örnek Einstein ve peygamberlerdir. Peygamberler gelişen insanlığa uygun yaşam alanı oluşturmak için devreye girerler. Onlara yardım da edilir. Pagan dinleri sonrası tanrı kral döneminin bitip, peygamberlik döneminin yaşanması bu sürecin göstergesidir. Einstein ise normal olarak kendi zamanından 100 sene sonra dünyaya gelecek olan bilgiyi getirmiştir. Çünkü onun getirdiği bilgiler sayesinde öte dünyanın yapısı anlaşılabilecektir. Çünkü kıyamette gereken bilgilerin alt yapısı 100 senede ancak insanlığın malı olabilmiştir. 1900’lerin başından beri bu süreci özümsemekteyiz.
Rab, Arşı taşıyanların bilgileri ve hatta yönlendirmeleri sayesinde her tür işleri organize ederek hem kendilerinin hem de alttan gelenlerin tekâmüllerine katkı sağlarlar. Bunun yanında, altta olan ruhlar da kendinden daha altta olanlara rehberlik yaparak yardımcı olurlar. Orada yani öte dünyada her şey planlanır. Fiili bir eylem yoktur. Örneğin Arşı taşıyanlar, enkarne olacak ruhun başına gelecek olan olumlu ve olumsuz her şeyi planlar. Kişinin enkarne olduğunda her olay karşısında nasıl davranacağı, ne karar vereceği bilindiği için sonraki adım ona göre planlanır. Fiziksel bir eylem olmadığı için iş yapmak da yoktur. Onların tüm işleri tekâmül etmek ya da edilmesine yardım etmektir.
Tanımladığım güçlerden “ol” deyince oldurma gücü, sadece Kaynağa mahsustur. O, zaman genişlemesine tabi olmadığı için onun katında her şey zaman geçmeden oluşur. Kuran her üç gücü tek olarak adlandırdığı için hepsinin özelliklerini söyler. Yani her şey (görünen evren, öte dünya, YMT, Arşı taşıyanlar) aslında Kaynağın tezahürleridir. Her şey O’dur. Arada sadece seviye farkı vardır. Seviye farkı sebebiyle güç de farklılık göstermektedir. Büyük Patlamayla oluşan zaman ve mekân yüzünden olayları anlayabilme kapasitemiz çok sınırlı kalmaktadır. Daha doğrusu bilinç seviyemizin düşüklüğü yüzünden bizim anlayabileceğimiz bir sistem oluşturuldu. O sistem ise bizim hayal gücümüzü zaman ve mekân içine hapsetti. Böylece gerçeği görebilme kapasitemiz kör oldu. Sakın yanlış anlaşılmasın. Sanki daha önce görüyorduk ta artık göremiyoruz şeklinde anlaşılmasın. Bizler ancak gerçeği anlama bilinç seviyesine doğru yaklaşmaktayız. Ancak kıyametten gerçeği anlayabileceğiz.
Seyfullah DEMİR
Print article | This entry was posted by Seyfullah Demir on 2 Nisan 2015 at 16:42, and is filed under İnanç, Kuran. Follow any responses to this post through RSS 2.0. Yazıya yorum yapmak için aşağıya gidin. Ping'lere izin verilmiyor. |
yaklaşık 15 saat önce
Yazı için teşekkürler, gayet güzeldi. Düşüncelerimi hiç bu kadar derli toplu görmemiştim 🙂 Hatta farkındalığımı katlayan hiç böyle görmemişim hiç böyle düşünmemiştim dediğim epey yer vardı. Çok daha fazlası olduğu düşünüyorum ama ölmeden parçalar yerine oturur mu, öldükten sonra mı anlarız Allah bilir. Yazınızı okurken hatırladığım pek çok ayet ile de yazınızı pekiştirme şansı buldum.
Düşünmez misiniz, akletmez misiniz üzerine pek çok ayet ve üstün akılla-üstün akıllılara atfen ayetler de varken ‘Bir peygamber ve bir kitap gelmedikçe inanacak da değiller ‘ (Burada Allah’ın bir siteminin olduğunu düşünüyorum) aslında söylediklerinizi benim nazarımda epey inandırıcı kılıyor.
Bu anten ve alma olayının farkındaydım, Ben Allah’tan istediğimde aldığımı düşünüyorum, kimisi karmaya doğaya inanıyor galaksiden istiyor, kimisi doğadan v.s. ama gözlemlerime göre bir şekilde alıyor insanlar istediklerini ! Hiç bu kadar sağlam temellere oturtamamıştım. Gerçekten güzel bir felsefi ve bilimsel denilebilecek bir paylaşım.
Son günlerde ayeti tam hatırlayamamak ile birlikte içerik yaklaşık olarak böyle olması gerek ‘ Biz güçsüz kişileriz ondan bir şey yapamıyoruz, Allah’ın yeryüzü büyüktür Hicret’te mi edemiyorsunuz da Allah’ın meleklerine zulmediyorsunuz ‘ kısımında ki meleklere zulmetmek üzerine düşünüyorum.
yaklaşık 4 hafta önce
Ben Âl-i İmran suresinin 18. Ayetinde enteresan bir anlam görüyorum. Farklı bir “Allah” tanımı var.
Ayeti , çıkardığım anlamı gösterecek şekilde parça parça yazıyorum:
4 3 2 1
شَهِدَاللّٰهُ اَنَّهُ : لَٓا اِلٰهَاِلَّاهُوَۙ / وَالْمَلٰٓئِكَةُ / وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ / لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَالْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ
Adaletle gözeten ilim sahipleri + YMT + KAYNAK = ALLAH şahit O(ki):
“Allah şahit O (ki) : Kendisinden başka ilah olmayan O(1), ve melekleri(2) ve adaletle gözeten ilim sahipleridir(3). Aziz ve hakim olan O’ndan başka ilah yoktur(4).
Bu tam olarak Seyfullah Bey’destekleyen bir durumdur. Hatırlarsanız bir ruh tekamülde ne kadar yüksekse o derece “ortak bilinç” e yakın demekti. Biz de giderek bu ortak bilince haşrolunuyoruz. Ayet de bu ortak bilinci Allah kavramına dahil etmiş…
yaklaşık 1 yıl önce
Merhaba,
Yaratıcının yaratıcı adı almasının sebebi yaratmasıdır. Yani yoktan var etme. Bu işi bir heves yada can sıkıntısı sonucu yaptığını düşünmüyorsak yaratılanlarla ilgili bir plan yapılmıştır. Bu plana sınav diyoruz.
Sınırsız bir güç varsa ve bir plan üzere yaratma eylemi varsa kendini de bu eylemin içerisine ekliyorsa o halde bu sınav sadece bizim için değil.
Sınırsız güç olması hiçbir sorumluluğun olmaması durumu söz konusuyken yaratma eyleminde kendi için kural belirliyor. Yani yaratıp başı boş bırakmıyor. Sürece dahil olması kendi yarattığı kainata ve zamana dahil olması gayet açık ve anlaşılır.
YUNUS Suresi 102. ayet
Onlar, sırf kendilerinden önce gelip geçenlerin günleri gibisini bekliyorlar. De ki: “Bekleyin! Sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim.”
Sürece dahil değil mi?
Örneğin bir programcı kendi yazdığı bir oyunu oynuyor. Kendinin bir rolü var. Ama bu rol o programcının oyun içindeki rolü olarak kalıyor. Oyunla sınırlı bir rol.
Biz kelimesini ben farklı düşünüyorum. Biz, bence bir görüşü yansıtıyor.
Örneğin günlük hayatta
bir futbol karşılaşmasında rakip takıma karşı olan “biz” bu maçı alırız.
Yada bir meslek gurubu olarak “biz” bu işi başarırız gibi.
Biz aslında çoğul olarak bir görüşü yansıtıyoruz. Aynı görüşü yansıtmamız bizi görüş olarak tekil yapıyor.
Az önce bahsettiğim yaratma eylemi sonucu yaratılan kainata ve zamana dahil olmanın devamında “biz” kelimesini düşünün. Biz yani aynı görüşü aynı düşünceyi aynı hedefi paylaşan bizler.
Bu ayetlerde kurtuluşa erenler olarak “biz” kelimesini düşünün.
Sure (Bakara Suresi), 1. Ayet
Elif Lâm Mîm.
Sure (Bakara Suresi), 2. Ayet
Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.
Sure (Bakara Suresi), 3. Ayet
Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.
Sure (Bakara Suresi), 4. Ayet
Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.
Sure (Bakara Suresi), 5. Ayet
İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.
İfadeye bakar mısınız? “Kurtuluşa erenler” yani çoğul olarak aynı hedefe yönelip aynı sonuca ulaşan ve tek bir gayede buluşanlar.
Biz kelimesini alıp buraya uyarlarsak biz ya kurtuluşa erenler tarafında yada tersi hüsrana uğrayanlar tarafında olacağız.
Yaratılmayı sınav dünyası olarak tanımlamıştık, sınav içinde şeytan yaratılmış. Şeytana uyanlar ve uymayanlar içinde “biz” kelimesini kullanabiliriz.
Biz kelimesi sürecin içinde, aynı hedefe yönelen ve aynı gayeyi taşıyanlar anlamındadır.
“Kur’ân’ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.”(Hicr, 15/9)
Yazıdaki “Araf suresinde anlatılan Âdem’in hikâyesine göre Şeytan Âdem’i kandırarak, yaklaşmamaları gereken ağaca yaklaştırarak; Allah’ı alt etmiştir.” ifadesi yanlıştır.
Yani Allah bir süreç yaratıyor biri uygunsuz bir şey yapar yapmaz anında müdahale edecek?
O zaman nerede kaldı süreç. Süreç başlamadan biter. Böyle bir saçmalık olabilir mi?
Bir defa yaradılışa aykırı bir müdahale.
Neyse, özet olarak yaratma eylemi sonrasındaki plana yaratıcınında(süreci bozmamak adına gücünü göstermek için sürece sınırsız bir güçle müdahale etmeyerek) dahil olması ve bazı ayetlerde “biz” kelimesini kullanması aslında hiç bir merciye hesap vermeyen Allahın sonsuz yüceliğini gösteriyor.
Yaratıcı ile Allah aynıdır. Ancak yaratma eyleminde yaratıcı(Bir yaratma ve akabinde yaşam/sınav süreci) zat olarak ise Allahtır.
Benim görüşüm.
yaklaşık 1 yıl önce
Hakan Bey, görüşlerine saygı duyuyorum ama açıklamaların çok yetersiz. Ancak kendiniz söyler kendiniz inanırsınız. Mantık temeli yok denecek kadar zayıf. Örneğin biz kelimesine getirdiğin açıklama “biz” kelimesinin neden kullanıldığını değil tanrının çoğul olduğunu anlatıyor. Bir futbolcu “biz bu maçı alırız” derken tek kendini kastetmiyor. Takımın tümünü kastediyor. O zaman yaratıcının dahil olduğu bir takım var demektir. Yada “kurtuluşa erenler” kelimesindeki gibi pek çok kurtuluşa erenden biri olmak durumunda.
“Yazıdaki “Araf suresinde anlatılan Âdem’in hikâyesine göre Şeytan Âdem’i kandırarak, yaklaşmamaları gereken ağaca yaklaştırarak; Allah’ı alt etmiştir.” ifadesi yanlıştır.” demişsin. Ben zaten o konuda İslam inancındaki o yorumu eleştirmek için öyle yazdım. Bana göre de Allah alt edilmiş değildir. O süreci sembolik dille anlattığı için biz doğrusunu anlayamadığımızdan öyle anlıyoruz. Yoksa yaşanması gerekenler yaşanmıştır elbette…
Daha önemlisi yaratıcının yarattığı bir sürece dahil olması olmayacak bir durumdur. Bir yazılımcının kendi yazdığı oyuna girmesine benzetmişsin ama olmamış. Çünkü oyuncu yazdığı programa dahil olamaz. Oyun içinde yarattığı bir karakteri kumanda edebilir. Oyundaki karakter sınırlı güçlere sahiptir. Ayrıca programı yazanın da sınırlı güçlere sahip olduğu gibi. Asla aynı şey değildir.
Eğer sistemi anlayabilmiş olsaydın, asla böyle kelime oyunlarıyla durumu kurtarmaya çalışmazdın…
yaklaşık 1 yıl önce
Allah şeytana izin verdiğini kuranda söylemiş zaten.
yaklaşık 1 yıl önce
Bu soruyu kendi paylaştığım sayfadan aldım;
Geçen gün benim de üzerinde düşündüğüm konu aslında.
Allah’ın,evreni altı günde yarattığı ayetlerin, Allah için de zaman kavramının geçerli olduğu manasını taşıyor mu diyorsunuz?
O “ol” der ve olur ayetleri zamanın olmadığı ifadesini taşımıyor mu?
Makaleniz de, Kur’an yorumlanmış ancak Kur’an yorumlanmaz.Öyle değil mi?
Allah’van başka ilah yoktur, her şeyin sahibi O’dur, herşeyi duyan, bilen O’dur,arşın sahibi O’dur vs. vs…yüzlerce ayet var.Bunlara rağmen başka ilahların olduğu Kur’an’da var demek nasıl oluyor? Ancak makaleniz düşündürücü,biraz daha birikim gerektiriyor benim için.
Bu arkadaşa nasıl cevap vermeli…?
yaklaşık 1 yıl önce
Oğuzcan kardeşim,
Alt günde yaratılma bana göre zaman değildir. Yazılarımdan okuyabilirsiniz. Fakat bazı ayetlerde RAB’bin açıkça zamana tabi olduğu bellidir. Fakat bazı ayetlerdeyse “o ol deyince oldurur” der. Bu iki durum birbiriyle uyuşmaz. Ben “Ol deyince olduran” neyse ona KAYNAK adını verdim. Allah ise içinde yaşadığımız sistemin bilgisayar yazılımının adıdır. Rüzgarı estiren yağmuru yağdıran sistem. Birde YMT var. O ise bizimle uğraşan ve bizi organize eden güç. Biz bunların hepsini Allah diye biliyoruz. Çünkü Kuran açıkça ayrım yapmaz…
Örneğin Bir ayette tanrı tek derken pek çok ayette kendine “biz” diye hitap eder. Biz kelimesini mütevazilik diye algılayanlar var ama Kuran’ın pek mütevazi olmadığı aşikardır. Yani biz kelimesi çokluktan oluşan tekliği anlatmak içindir. Bence buradaki kasıt YMT dir.
yaklaşık 3 yıl önce
https://youtu.be/SzSnh2Njx_k Y. Nuri Öztürkten Kuran’daki BİZ ifadesi yorumu .
yaklaşık 3 yıl önce
Sayın Seyfullah bey,
bu yazınız bana insandaki iki farklı yaşamı hatırlatıyor.
İnsanın 2 şekli vardır. Birincisi maddi olan beden(Beyin) ikincisi ruh. Bedenin sınırlı bir gücü vardır ancak ruh sonsuzluğu hissettirir.
Tanrı kavramındaki bu ikilemi maddi olan aleme karşı yükümlülük ve ebedi olan yaşam olarak tanımlayabiliriz sanırım.
Teşekkürler.
yaklaşık 3 yıl önce
İlk makaleniz “uzaylılar mı, melekler mi, atlantisliler mi” den sonra farkındalığımızı ikiye katlayan bir makale olmuş. Tebrik ederim. Kur’andaki Allah kavramı ile anlatılan ve Kaynak diye adlandırılan kavramların farkını güzel yorumlamışsınız. Bu farkındalık ışığında Kur’an ayetlerinin yorumlarını bekliyoruz. Teşekkürler.
yaklaşık 3 yıl önce
Bu güzel yazı için size teşekkür ederim Seyfullah Bey.Sizi severek takip ediyorum ve yaptığınız bilgilendirmelerden dolayı destekliyorum.Sağlıcakla kalın.