Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…
Kıyamet ne kadar yakın?
Mücahit Özdoğan’ın https://soyut0.blogspot.com/2018/04/kurandan-gelecege-baks-ya-yeni-kutsal.html?m=1 linkindeki sorgulamasıyla başlamanızı öneririm. Çoğu konuda onunla özdeş düşünüyorum.
“Kur’an ‘son kitap’ olmanın ağırlığını artık taşıyamıyor.” Diyerek şu paragrafı ekliyor.
“Robotlar, yapay zekâ, bilinç taşınması, yeni insanlık, uzayda yaşam, uzayda koloni, küreselleşme, bilgi akışı, nesnelerin interneti, nörolink ve daha fazlası… İnsanlık artık bambaşka bir evreye doğru gidiyor. Yeni bilimsel gelişmelerin Kur’an’ı daha fazla geri plana itme ihtimalinin güçlü olması ve Kur’an’ın ‘son kitap’ olması üst üste konduğunda kıyametin çok yakın olduğu sonucunu çıkarıyorum. Hatta bana sorarsanız Sanayi Devrimi ve sonrasını düşündüğümüzde, insanlık Sanayi Devrimi’nden sonrasını görmemeliydi.”
Kendisine bu konuda sonuna kadar katılıyorum. Eğer Kuran sonsuz bir gücün eseri ise her dönem bize hitap etmesi gerekiyordu. Oysa bazı ayetlere baktığımız da peygambere özel torpil ve onun egolarını tatmin için olduğunu düşündürüyor. Örneğin Ahzap 53 “Ey iman edenler! Peygamberin evlerine vaktine bakmaksızın ve yemeğe izin verilmedikçe girmeyin. Fakat çağırıldığınız vakit girin. Yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Sohbet etmek için de izinsiz girmeyin. Çünkü bu haliniz peygambere eziyet veriyor, ama o sizden utanıyor. Fakat Allah gerçeği söylemekten utanmaz. Hem O’nun hanımlarına bir ihtiyaç soracağınız vakit de perde arkasından sorun. Böyle yapmanız hem sizin kalbleriniz ve hem de onların kalbleri için daha temizdir. Hem sizin Resulullah’a eziyet etmeye hakkınız yoktur. Ondan sonra hanımlarını da ebediyyen nikâh edemezsiniz. Çünkü bu Allah katında çok büyük bir günahtır.” Ayeti bana hiç de sonsuz güce sahip birinin söylemi gibi görünmüyor. Burada hanımlarını kıskanan ve fazla misafir sevmeyen birinin Allah’a söylettiği şeyleri görüyorum. “Allah gerçeği söylemekten utanmaz” cümlesi epey ipucu içeriyor. Peygamber kendi taleplerini Allah’a söyletirken durumu daha inandırıcı yapmak istemiş sanırım. Ayette Allah konuşurken birden peygamber (ya da üçüncü tekil kişi) araya girip Allah’ın yalan söylemeyeceğini söylüyor. Oysa “Ben yalan söylemem” demesi gerekirdi. Sonsuz bir gücün kitabında böyle bir söylem olamaz. Eğer peygamberine torpil yapmak isteseydi insanların kalplerine bu duyguları yerleştirirdi. Daha kolayı Nebisinin duygularını değiştirmek olmaz mıydı? Böylece adam kıskançlık cenderesinden de kurtulmuş olurdu.
Yanlış anlamanızı istemem. Ben Kuran’ın (en azından bir kısmının) kutsal mekanların işi olduğuna inanan biriyim. Fakat içinde peygamberin arzu ve istekleri de bulunur. Fakat bu istekleri Allah’a rağmen Kuran’a girdi sanmayın. Allah, onların da Kuran’da olmasına izin vermiştir. Ben şöyle ayrım yapıyorum. Ayet kısa ve sembolik ise Kutsal mekanlardan, uzun ve detay içeriyorsa peygamberdendir, diye düşünüyorum. Yazılarımda Kuran’ın iki amacının olduğunu yazmaktayım. Bu amaçlardan biri mevcut dini oluşturmak, diğeri kıyamette insanlığa rehber olmak. İlk amacını peygamber vasıtasıyla gerçekleştirdi. İkincisine yeni yeni başladı.
Yukardaki ayete başka bir çerçeveden daha bakalım. Diyelim ki Allah o günün şartlarını düzenleyerek bize evrensel bir mesaj oluşturmak istemiş. O zaman ayetteki mesajı kişilere bakmaksınız evrensel kural olarak almalıyız. Milletin evine olur olmaz girmek her ne kadar evrensel bir kural değilse de evrensel kabul edelim. Fakat arkadaşlarımızın eşleriyle daha da ilerisi bütün diğer kadınlarla perde arkasından görüşmemizin istenmesi ancak sapık bir düşüncenin ürünü olabilir. Bu kadın erkek herkesi zan altında bırakmaktır. Kadın ve erkeklerin sadece seksi düşündükleri ve hiçbir fırsatı kaçırmayacakları anlamına gelir. Hani birileri “kalpleri kayabilir” diye itiraz edecektir ama haddini aşan bir düşüncedir. Buradaki amaç zinayı engellemek ise, askeri tedbirlerle zina engellenemez. Nitekim hiçbir dönemde zinanın önüne geçilememiştir. Hapishaneler de bile zina vardır. Bu insanın doğasıdır. Yaratılışında vardır. Üstelik annelik, babalık dolayısıyla çoğalma gibi önemli bir duygu bu eyleme bağlanmışken… Yani burada, yola radar koyup hızlı gideni cezalandırmak gibi bir durum var. Devletin insanlara tuzak kurması doğal değildir. Tuzak kurma yerine belli bir hızı geçmeyen araç ürettirmesi gerekmez mi? Aynı şekilde Allah da kullarına tuzak kuruyor. Oysa eşinden başkasıyla sevişemeyen bireyler yaratabilirdi. Hemen birileri “sınav nerede kaldı” diyecektir. Yani insanlara tuzak kurup, uymayanları ateşte yakmanın nasıl bir uygulama olduğunu lütfen anlamaya çalışın.
Size soruyorum… içinizdeki duygulara uyup zina yaptınız. Zina yapmak güzel ve haz veren bir şey olmasaydı zaten yapmazdınız. Demek ki bu hisleri size Allah verdi. Sizin o işten zevk almanızı istiyor. Hem de dünyadaki en üst seviye hazlardan biri… Sonra da sizin bu zevki yaşamanızı kısıtlıyor. Kadınlarda bir kişiye erkeklerde 4 kişiye kadar daraltıyor. Bunun neresi adil, insana uygun? İnsanın tabiatı serbest seks yapmaya uygun. Özellikle erkekler çok eşlilikten yana. Zaten hiçbir din bu durumu engelleyememiş. Fırsatını bulan herkes bu işi yapıyor. Elbette namuslu insanlar var. Herkesi töhmet altında bırakmak doğru değil ama zinanın dünyadan silinmediği aşikâr bir gerçektir.
Peki sonsuz güce sahip bir tanrının kimin, kiminle yatıp kimden çocuk yapacağı ile neden ilgilensin. Yarattığı evrende biz, bir toz zerresi bile olamayız. Eğer evrendeki her şeyden sorumluysa onun, o kadar işi olmalı ki kafasını kaldıracak vakti olamaz. Aynı anda 100 milyar x 200 milyar kadar güneş sistemini kumanda etmek zorunda. Her zerrenin o anda ne yaptığı ve ne yapacağıyla ilgilenmeli, örneğin, o anda milyarlarca yıldızın çarpışmasını organize etmeli… Yani size ayıracak zamanı olmamalı. Ha! Bunlar doğa kanunudur kendiliğinden olup gider diyorsanız zaten tanrıya ihtiyaç kalmaz. Her şey doğanın kanunu olarak sürüp gider. Sizde bugün var, yarın yoksunuz… O zaman tanrıya tek yerde ihtiyaç kalır. İlk başlangıca Tanrıyı koymanız gerekebilir. Oysa ilk yaratılış, cevabı verilemeyen bir sorudur. Henüz bu konuda bir yorum oluşturabilecek verilere ulaşamadık. Gelecekte bir gün cevap verebilecek duruma ulaşacağımızı düşünüyorum. Ama şunu belirteyim ki bu belirsizlik tanrının varlığının ispatı olamaz. Çünkü bir şeyi bilmiyoruz diye tanrı oluşmaz. Bilmiyorsak başka bir durum olmaz. Bilmiyoruzdur… Bizim oraya tanrıyı koymamızın tek sebebi inançlarımızdır. Fakat şunu unutmayın inançlarımız doğruyu oluşturmaz. Tarih boyunca bütün bilinmezlere Tanrıyı yerleştirdik. Bilim geliştikçe, bilinmezler aydınlandıkça tanrı giderek işlevini yitirdi. Benim anladığım kadarıyla günümüzde en büyük delil olarak “Büyük Patlama nasıl oldu?” sunulmaktadır. Oysa bu durum sadece bir zaman meselesidir. O da açıklandığında bakalım tanrı nereye konuşlandırılacak. Ha! Bu yazdıklarımın inançlılarla hiçbir ilişkisi yok. Onlar her dönem tanrıya inanmaya devam edecektir. Çünkü onların kalpleri mühürlüdür, başkasını düşünemezler.
Başka bir bakış açısı ile bakalım. Geçenlerde bir yazı okudum “İsviçre laboratuvarlarındaki bilim insanlarının yaptığı bir çalışmada, robotlar öncelikle diskler aramak için programlandı ve sonrasında belirlenen bölgeye yollandılar. Başarılı olan robotlar tutulurken, diğerleri elden çıkarılacaktı. Bu robotlara ayrıca diğer robotları kurtarabilmeleri için disklerini paylaşabilecekleri de söylendi. Robotların ortalama olarak disklerini paylaşmayı, dolayısıyla diğer robotları hayatta tutmayı seçtikleri gözlemlendi.”
Bana göre çok yaratıcı bir deney. Farkındaysanız robotların yaşam gayesi disk toplamak. Bizdeki çocuk yapıp çoğalmayla özdeşleşebilir. Başka robotlarla diskleri paylaşmaları ise insanlık yönümüz. Fakat insandan daha insancıldırlar. Çünkü bizde pek çok kişi diskini paylaşmazdı.
Robotların disk toplamasının kendilerine ne faydası oldu. Aslında hiçbir faydası olmadı. Ama kendi açılarından, yaşam gayelerini gerçekleştirdiler.
Onları programlayanlar için bu disk toplamanın ne faydası var? Gözlem yapmak. O teknolojiyi tanıyıp daha iyi robot programlayabilmek.
Bu durum bizim de tıpkı o robotlar gibi olabileceğimizi düşündürüyor. Acaba bizde bir deneyin ürünleri miyiz?
Farkındaysanız tanrı kavramını eleştirirken kutsal mekanlar diye bir şeyden bahsettim. Bazıları “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diyecektir. Durumu şöyle anlatmaya çalışayım. Ben dinlerde bahsedilen sınırsız güçlere sahip, her şeyin yaratıcısı bir güce itiraz ediyorum. Öyle bir güç olsaydı insan denen bu aciz varlık olamazdı. Çünkü öyle bir güç, insanı yaratmaya ihtiyaç hissetmezdi. Eğer herhangi bir güç bizi yaratmışsa ya egodan ya da bir ihtiyaçtan demektir. Her iki durumda da gücün sınırları var demektir. Kuran “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım“ (Zariyat 56) demektedir. Böyle bir düşünceyi nasıl eğip bükerseniz bükün, ne kadar tevil ederseniz edin, baştan sona ego kokar. Eğer tanrı sınırsız bir güce sahip olsaydı asla bir eksiği ya da tanınma isteği oluşmazdı. Ayet her ne kadar ego kokuyorsa da ben egoyu değil, ihtiyaç sebebiyle bu süreçlerin yaşandığını düşünüyorum. Bunu da “Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık” (Enbiya 16-17) ayetine bağlıyorum. Eğer bir konu eğlence amaçlı değilse, ihtiyaç amaçlıdır. Yaradan’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoksa, otomatikman bundan bizi eğlence olsun diye, laf olsun diye yarattığı anlamı çıkar. Ayet eğlenceye itiraz ettiğine göre asıl amaç ihtiyaçtır.
Yazılarımda kutsal mekanları ve neye ihtiyaçlarının olduğunu yazıyorum. Bloktan okumanızı öneririm. Hatta bu ihtiyacın büyüklüğü sebebiyle “tek tür” olmadığımızı iddia etmekteyim. Yani biz Âdemoğlu olarak okyanusta bir damla bile değiliz. Tıpkı evrende bir zerre olamayışımız gibi… Evrende bir büyüklük oluşturamamamıza rağmen yine de ihmal edilemeyecek kadar önemliyiz.
Yukarı da “bir deneyin ürünleri miyiz?” diye sordum. Aslında ona benzer bir durum yaşıyoruz. Ben daha çok, ürün hasadına benzetiyorum. Dünya denen tarlaya ekilen bilinçler geliştirilip büyütülüyor. Zamanı geldiğinde ürün toplanıyor. İşte işin püf noktası burası. Yazısından bir paragraf aldığım Mücahit Özdoğan’ın bir tespitine gelmek istiyorum. “Kuran’ın “son kitap” olması üst üste konduğunda, kıyametin çok yakın olduğu sonucunu çıkarıyorum” diyor.
Mücahit Özdoğan farklı bir bakış açısıyla kıyamete ulaşırken ben bilinç yönünden bakarak kıyametin yakın olması gerektiğini sonucuna ulaşıyorum. Yazılarımdan, Flynn etkisi denen bir olguyu okursanız insanlığı sürekli bilinç geliştirdiğini anlarsınız. İnsanlık her 10 yılda bir, 3 puanlık bir zekâ artışına uğruyor. Bu durum artarak ilerliyor. Tıpkı evrenin genişlemesi gibi gittikçe hızı artarak gerçekleşiyor. Bu demektir ki bilinç bir gün, içinde bulunduğu bu kalıpları yıkmak isteyecektir. Hızla bedenimiz, bilincimizin isteklerine cevap veremeyecek duruma doğru gidiyor. Bilinç hızla gelişirken bedenimizde hiçbir değişiklik olmuyor. Oysa bilinç sınır tanımayan bir yapıya sahiptir. İşte zamanı geldiğinde bilinçler bedeni terk edebilecektir. Bu sürece kıyamet diyorum. Her ne kadar kıyameti felaketle özdeşleştirseler de aslında kıyamet uyanmaktır. Bu uyanmayı Kuran “‘Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.’ der.” (Kâf 22) şeklinde tanımlar. Kuran bu sözü kıyameti yaşamış birine hitaben söylediği için kıyamet sonrası uyanma olduğunu anlayabiliyoruz. Bizler kıyameti yaşamadığımız için gözümüzdeki gaflet perdesi henüz kalkmadı. O perde kıyamette kalkacak ve bizler gerçeği bileceğiz.
Birileri bir tarih bekliyordur ama ne yazık ki kıyametin saati gizlidir. Onun için söylenecek her tarih atmasyon olacaktır. Ben sadece “yakın” diyorum ama yakınlığın ölçüsünü de bilmiyorum. Çünkü bakış açısına göre yakınlık değişir. Bir yılda, on yılda, yüz yılda, bin yılda duruma göre yakındır.
Seyfullah Demir
Print article |
yaklaşık 7 ay önce
Hocam insan beyninin otomotik oldugunu yillar icinde deneyimledikten sonra boynumdaki din zincirini kirdim ve herseyi sorgulamaya basladim ve sizin yazilarinizi gordum
Yazdiklariniz beni o kadar tatmin ediyor ki bu dunyada sizin gibi insanlarin var oldugunu bilmek insana ayri bir yasama nedeni veriyor
Hocam sorum su bu makaleden:
Zaten insanlar yasadiklari acilar ve deneyimler neticesinde tekamul ediyor
Ama neden cehenneme gerek var; her ayette bu tekrarlaniyor; iste ebu leheb uzerine ayet inmesi vs.
Bi de kurandaki tanrinin o kadar uzerinde durdugu namaz kilmanin insan icin tekamul surecinde ne faydasi olabilir
Saygilarimla…
yaklaşık 7 ay önce
Mehmet Kardeşim,
Makalelerimde okumuşsundur, Dinlerin IQ ve EQ zeka seviyelerini artırmak gibi görevlerinin olduğunu anlattım. EQ geliştiren dinler için mükafat ruhun nirvanasına, ceza olarak hayvan bedeninde bedenlenmek şeklinde yada buna yakın olması inancına sahip olmaları yeterlidir. Fakat IQ geliştiren dinler için maneviyat çok arka planda olur. Onlarda tekamül pek gündem oluşturmaz. O zaman bu dinler dünyadaki adaleti sağlamakta zorlanırlar. İşte senin durumunu nasıl açıklayacağız. Diyelim ki yanı başında sapasağlam yaşayan kişi ile cennete gittin. Sana kadirlik yapılmış olunmaz mı? Sende onun gibi dünyada eziyet çekmeden cennete gitmeyi tercih ederdin. Bunun gibi pek çok soru sorulabilir ve aslında inceden hesaplarsan cennet ve cehennemin varlığı bile adilliği sağlayamadığını görebilirsin. Yani adil olunmanın mümkün olunamayacağı örnekler oluşturabilirsin. Fakat yine de inceden düşünmeyenler için mükafat veya ceza olması sistemi kurtarır.
Cennet ve cehennem onun için vardır ama ceza yoktur. Mükafat ise tekamül edip yükselmenin memnuniyeti şeklindedir. Bu konuyla ilgili makalelerimi okumanı öneririm.
“Cehennem” daha çok dünyada ezilen kesimin avunması için önemlidir. “Kötüler için yaşasın cehennem” sözü ezilenleri avutur ve yaşama tahammül etmelerini sağlar. Fakat şöyle garip bir durum var. Kuran’a göre cennete gidecekler çok azdır. Allah sistemi çoğunluğun cehenneme gitmesi üzerine kurmuştur. Bunu kimse garipsemez. Ve hemen herkes cennete gitmeyi umar. Adam öldüren bile kendini, haklılığına inandırır ve cennete gideceğini düşünür.
Namaz konusuna gelirsek, Aslında Kuran’ın sembolik anlamını çözemediğimiz için şekilcilik bizim için çok önemli olmuştur. Aslında tüm ibadetler ruhun arınması içindir. Kast edilen bir hayvanın kesilmesi değil egoların kurbanıdır. Yada oruç, yemekten el etek çekmek değil ruhun arınabilmesi için dünyasal değerlerden arınmaktır. Namaz ise tekamül açısından doğru yaşamaktır ama ne yazık ki insanların sembolizmi anlayamamaları yüzünden her şey şekilciliğe bürünmüştür. Fakat bu da planlayıcılar açısından beklenen bir şeydir. Çünkü dinlerin oluşturulmasının tek nedeni yoktur. Bu nedenlerden biri de insanların yapısında olan aidiyet duygusunun karşılanmasıdır. İşte dindaşlık da bu aidiyet duygusunu karşıladığı için bu kadar kabul görmüştür. İnsanlar geliştikçe bu tür ihtiyaçları azalmaktadır. Avrupa, aidiyet duygusu azaldığı için hem dinden uzaklaştı hem de bireyselleşti.
Sonuç olarak tüm bunlar, tekamül edebilmek için çeşitli yaşam alanları oluşturmak ve insanların en çok ihtiyacı neyse o ortamda bedenlenebilmeleri için kurulan sistemdir.
yaklaşık 11 ay önce
a eyyühelleziyne amenû siz ey imana erişenler lâ tedhulu buyuten Nebiyyi illâ en yü’zene leküm size izin verilmedikçe peygamberin evlerine girmeyin. Yani izinsiz eve girmeyin. Aslında bu ayetin emrettiği şey sadece bu durum için geçerli değil, hane mahremiyetinin sağlanması konusunda bir ayettir. Özel hayatın dokunulmazlığını dile getirir.
ila ta’amin ğayre nazıriyne inahü yemeğe davet edildiğinizde erken gelip yemeğin hazırlanmasını, pişmesini beklemeyin. ve lâkin izâ du’ıytüm fedhulu lakin ne zaman davet edildiniz o zaman içeri girin. Yani davet edildiğinizde içeri girin. Burada özellikle ayetin ilk muhatabı için geçerli olan ortamı iyi bilmek lazım.
Bir mescit var, Resulallah’ın mescidi ve o mescide açılan kapılardan girilen birer odalık evler var. Hepsi hepsi tek oda ve o mescide kamuya açık olan bir mekana açılıyor bu kapılar. Bunu hep gözümüzün önünde tuttuğumuzda bu ve müteakip ayetlerde ki edebe ilişkin, yine kadın erkek ilişkilerine ilişkin, yine budan önce gelmiş olan 33. 32, 34. ayetlerin; Ve karne fiy buyutikünne ifadesinde olduğu gibi Ve kırne fiy buyutikünne evlerinizde dahi vakarlı olun, ya da oturun, yani kararlı olun. Orada Allah’ın ayetlerini düşünün, hikmeti düşünün emirlerini hatırlayacak olursak, işte bu mimari tarzı içinde düşünmemiz lazım. Mescit ve mescide açılan birer gözlük haneler, evler.
feizâ ta’ımtüm fenteşiru ve lâ müste’nisiyne li hadiysyemeği yediğiniz zaman hemen ayrılıp dağılın gidin. Lafa dalmayın inne zâliküm kâne yü’zin Nebiyye feyestahyiy minküm çünkü böyle yapmanız peygamberi üzebilir. Fakat o sizden çekindiği için bunu dile getiremiyor. vAllâhu lâ yestahyiy minel Hakk fakat Allah hakikati söylemekten asla çekinmez. Yani o utanıyor, ama Allah’ta utanacak değil ya, haşa. Onun yerine Allah dile getiriyor. Yani Allah Resulünün üzülmesini istemiyor. Ona işte Rakıb oluyor, onu gözetiyor.
Allah Resulünün eşsiz sabır ve hayası dile geliyor bu ayette. Mü’minlerin onu el üzerinde tutmaları gerekirken sıkıntı vermeleri yasaklanıyor. Yani bilmeden de olsa Resulallah’a verilebilecek her sıkıntının, üzüntünün önüne geçiliyor. EnNebiyü evla Bil mu’miniyne min enfüsihim (6) Hatırlayın. Peygamber mü’minlere öz canlarından daha öncelikli evle idi ve bu ayet bağlamında söyleyeceğimiz önemli bir tespitte bedevi bir toplumdan, dünyanın en asil medeniyetini üreten, inşa eden bir toplum nasıl çıkarıldı.
İşte biz bu nasıl’ın cevabında vahyin yerini öğreniyoruz. Vahiy daha eve girmeyi, oturmayı, kapı vurmayı bilmeyen bedevi ağırlıklı bir toplumu eline alıp böyle yoğurdu, yeniden inşa etti onların tasavvurlarını, akıllarını, şahsiyetlerini ve toplumlarını öyle bir yoğurdu ve inşa etti ki bu toplum yer yüzüne gönül medeniyetini taşıdı. Yer yüzünün en asil medeniyetlerinden biri olan İslam medeniyetinin altına imza attı. Onun kurucu öznesi oldu bu toplum. Vahyin böyle bir toplumu yetiştirmede ki rolünü görüyoruz burada.
ve izâ seeltümuhünne meta’an fes’eluhünne min verai hıcabin bu da mü’min erkeklere. Adeta (Ey mü’min erkekler) hitabı var gibi okumamız gerekiyor. Onlardan bir şey isteyeceğiniz zaman kapı dışından isteyin. Ben kapı dışından diye çevirdim min verai hicabin, perde gerisinden demektir ama Hicab lafsen perde, engel, duvar, kapı, pencere, cam hatta mecazen göz kapağı anlamlarına gelir. Yani iki şey arasına gerilen perde, iki şey arasına gerilen engeldir ki burada kastedilen kapıdır aslında. Biraz sonra açıklamaya gelince söyleyeceğim;
zâliküm atheru likulubiküm ve kulubihinne bu sizin kalplerinizin de onların kalplerinin de daha temiz kalması için en uygun yoldur.
Peygamberin odalarına kamuya açık bir mekan olan mescidin içinden girilirdi. Yani Resulallah’ın hanelerinin, evlerinin kapıları mescide açılırdı. Bu kapılarda ki perdelerden bahsediliyor burada essetül bürha diye geçen hadislerde perdeler bunlar ki Resulallah’ın vefat hadisinde biz bu perde ile ilgili ayrıntıya da rastlıyoruz. Vefatına yakın olarak peygamberimizin perdeyi açıp mescide baktığını ondan sonra da başını çektiğini sonra perdeyi açıp dışarı çıktığını nakleden rivayet bu perdenin kapı olarak kullanıldığını da bize öğretmiş oluyor. Bu ayet 33. ayette kiVe kırne fiy buyutikünne ile birlikte anlaşılmalı. Yani evlerinizde dahi vakarlı olun.
Tek odalık bir haneden söz ediyoruz, 3 – 5 odalı değil, 2- 3 odalı değil. Ki bazen bu hanelere çok yoğun misafirler geliyordu. Her taraftan gelen insanlar bu hanelerde ağırlanıyordu ve bu insanların çoğu ilk defa görülüyordu. Unutmayın yeni bir din, yani İslam, yeni öğretiliyor, vahyi insanlar yeni kucaklıyorlar ve ömründe hiçbir şey görmemiş bir bedevi lideri, reisi kalkıyor, geliyor ve ilk defa hayatında hem din iman hem de medeniyet öğrenecek. Böyleleri ile muhatap oluyordu Resulallah. Daha beteri ile oluyordu. Din ve imana değil birazda çıkar için gelenler Uyeyne Bin Hısn el Fezari gibi. Ki bunlar Müellefe i kulup ana başlığı, Kalpleri İslam’a ısındırılacaklar ana başlığı altında değerlendiriliyordu. Bu da onlardan biriydi. Mesela bu adam için sanım rad ül ulüf te şöyle hadise anlatılır;
Resulallah’ı görmeye gelen kalpleri İslam’a ısındırılacakların başında gelen ve hamga ül arab, Arapların en ahmağı lakaplı bu adam, ki reis çok büyük bir kitleye riyaset ediyor, başkanlık yapıyor. Bedevi bir kabilenin reisi. Çok kaba saba bir adamdı. Geliyor Resulallah’ın ne kapıyı haber falan vermeden, hiçbir şey yapmadan doğrudan dalıyor. Ev içi kıyafeti rahatlığıyla Hz. Aişe ile orada sohbet etmekte olan Resulallah şaşırıyor. Hz. Aişe o anda telaşa kapılıverip üzerine daha örtücü bir şeyler almaya çalışıyor ama tabii adamın yaptığı gerçekten de saygısızlık karşısında donakalıyorlar. Adamı dışarı çıkarıyorlar ama bir kez bu dalışı tabir caizse yapmış oluyor. Bu bedeviliği yapmış oluyor. Ve bu da tabii çok incitiyor. Hane mahremiyetini bilmiyorlar. Özel hayata karşı çadır muamelesi yapıyorlar, bedevi çadırına girer gibi giriyorlar.
Dolayısıyla böyle bir ortam düşündüğümüzde bu öğütlerin gerçekten ne kadar önemli olduğunu ama sadece o ortam değil, bugün ve gelecekte özel hayatın dokunulmazlığı ve hane mahremiyetinin ne kadar önemli olduğunu ifade eden aynı zamanda ayetler bunlar.
ve izâ seeltümuhünne meta’an fes’eluhünne min verai hıcab* zâliküm atheru likulubiküm ve kulubihinn* ve ma kâne leküm en tü’zû RasûlAllâhi ve lâ en tenkihu ezvacehu min ba’dihi ebeda dahası, sizin ne Allah resulünü üzmeniz, ne de onun ölümünden sonra eşleriyle evlenmeniz ebediyen helal değildir. inne zâliküm kâne ‘indAllâhi ‘azıyma çünkü bütün bunlar Allah katında zaten çok büyük bir vebaldir.
Resulallah’ın hatırasına hürmeti Allah emrediyor. Eşleri onun en canlı hatıraları bu hatıraya benden sonra da saygı duyun diyemiyor belki Resulallah ama rabbimiz onun yerine bunu söylüyor.
yaklaşık 11 ay önce
Kemal Kardeşim,
İnsani gerekçelerini anlıyoruz. Elbette birinin evine, sofrasına lank diye dalmanın sorumsuzluğunu biliyoruz ama benim eleştirdiğim o değil. O dönem için sorun olduğunu düşünelim ama artık peygamber yok ve kitap binlerce yıl daha dünyada hüküm verecek. Her devre hitap edecek bir kitapta olmaması gereken bir detay olmamış mı? Bunu okuyan pek çok kişiye bu sözlerin Allah’ın sözleri olamayacağı izlenimi vermeyecek mi? Yani sen bu sözlerin bir din kitabında olmasında sorun görmüyor musun?
yaklaşık 1 yıl önce
Yazılarınızı itinayla okudum. İnsanoğlu bilinmezliğin sonunu hep ya tanrıya ya da bilime bağlamış. Aslında bilinmezlik hiçbiridir. Zamanla tüm bilinmezlikler açığa çıkacak. Dünyanın sonu gelene kadar da bu bilinmezlikler devam edecektir.
Ne taraftan bakarsak bakalım, insanoğlunun şu anki bilgi seviyesine göre izah edilemeyen şeylere orasını Allah bilir diyerek veya bilim şuraya kadar biliyor, şundan sonrası meçhul diyip kabul ederek bırakıp gitmek de bu bilinmezliği katmerlemek ve süresini uzatmak anlamına geliyor.
İnsanoğlunun tanrının varlığını hissettiği şeyler ya bilmediği noktalar ya da korkutucu, gizemli kalan şeylerdir. Bilinen, insanın varlığından emin olduğu şeyler üzerinde tanrının bir etkisinin olduğunu düşünmüyorum.
Değerli yazılarınız için teşekkürler
yaklaşık 1 yıl önce
“Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…” Bende merak ettim ve makalelerinizin çoğunu okudum.Ne yazık ki merakımı az da olsa tatmin edemedim.Çünkü neden dünya denilen bu gezegende olduğuma dair fikirleriniz,bilimsellik taşımıyor.Daha çok bilime ve dinlere yönelttiğiniz felsefî bakış açısıyla Hayatı ve Evreni anlamlandırma çabası olarak görüyorum.Bir daha söylüyorum:ANLAMLANDIRMA.Ama siz bunun nihaî anlam olduğunu söylüyorsunuz.Peki vicdanınız ne söylüyor?Bütün fikirlerinizin yalnızca bir anlamlandırma çabası mı olduğunu?Yoksa hayatın ve evrenin nihai anlamı mı olduğunu?
yaklaşık 1 yıl önce
hocam selamun aleyküm zafer ben, mail adresim zafergb@gmail.com, yazılarınızı çok beğenerek okuyorum.
Hocam google da “büyük deccal kimdir” yazınca karşıma gelen ilk sitede amerikanın olduğunu yazıyor.
ilginç olan google’un sitesinde 1 sırada çıkan site google kötülüyor ve deccalin olduğunu söylüyor bir okumanızı ve düşüncenizi merak ediyorum..
saygılar, selamun aleyküm.
yaklaşık 1 yıl önce
Değişik bir bakış açısı ama ben deccali tüm dünya sistemini etkileyen kapitalist sistem olduğunu düşünüyorum.
http://seyfullahdemir.com/deccal-su-anda-icinde-yasadigimiz-dunya-duzenidir-2/
yaklaşık 1 yıl önce
Şimdi siz elinizdeki akıllı telefonu, yapay zeka keşfi ile geliştirilen akıllı robotları, DNA deşifreleri- oynamaları, teknolojik atakları görüyor; bilimi her açıdan çok yönlü bir gelişim içinde sanıyorsunuz. Hayır Seyfullah Bey. Bilim sadece insanları tüketmek yönünde azimle o açıda ilerliyor. Cern’de şiva heykeli oraya uğur getirsin diye konmadı. Yada Yehova ayetlerini Tevrat’a ekleyenler, “biz tüm insanları eşit yarattık. Birbirinizi öldürmeyin. Siz kimseden üstün değilsiniz!” diye yazmadılar. Siz bu gün bilimin iplerinin, Afrika’daki insanları özellikle açlığa sürükleyenlerin elinde olduğunu biliyor musunuz? Yada insanları serseme çevirme stratejilerinden (dezenformasyon, subliminal vb) haberiniz var mı? Mistisizme, Okültizme teslim olanlara teslim olduğunuzun farkında değilsiniz. 1960’lı yıllarda aya gidildi ama şimdi “van allen kuşaklarını aşamıyoruz, o teknolojiye sahip değiliz” diyen bilim insanının, aklımızla alay ettiğinin farkında değil misiniz. Rusya’nın ay yolculuğu daha da komik. Siz neyi neye tercih ettiğinize tekrar dönüp bakın bence. Selamlar…
yaklaşık 1 yıl önce
Yazılarınızı beğenerek okurdum. Sizden aldığımı düşündüğüm bilgiler olduğu kanaatiyle açtım yine. Ancak sizi bu kez, “mutlak doğru” olmadığını itiraf eden, kendisini yalanlayarak gelişen aciz bilime teslim olmuş buldum. Oysa bilim mutlak doğru asla değildir. Kaideler üzerinden, olan biteni insan aklına uydurmadan başka bir şey değildir. Yani insan algısı içine dahil etmeye çalışır, dahil olduğu kadar ekler çıkarır. Özellikle paradokslar kırar belini. En büyük paradoks mesela Kuantumu yaratan çift yarık deneyi. Kuantum bu evrende insan aklının kesinlik zannettiği binary sistemi silip attı. “Madde evrende hiç birşey kesin değildir, imkansız da değildir.” gerçeğini sundu. Bilim bu gerçeği tepeden tırnağa kanıtlarken, sizin Allah’ı insan aklı içine sıkıştırmaya çalışmanız olağanüstü şaşırtıcı geldi bana. Biz daha yarattığı bilimi anlayamıyorken… Eğlenmek? Merak? Yo hayır aciz ki ihtiyaç… Hmmm… Siz O’nu arkadaşınız filan mı zannettiniz?
yaklaşık 1 yıl önce
sizin yazılarınız zaman zaman okuyorum..dikkatimi çeken bir şeyi vurgulamak isterim..Kuranın bir kısmını,veya yarısını yada çoğunu kabul etmeyen kişi iman etmiş olmaz..sanıyorum siz de bunu açıkça söylüyorsnuz..eğer kuranın bir kısmını değilde sadece 1 ayetini dahi kabullenmemeniz sizi müslüman veya mümin yapmaz..haberiniz olsun istedim.
yaklaşık 1 yıl önce
Benim için Kuran bir fizik yada matematik kitabından farksızdır. Yani sizin gibi tapınma aracı olarak görmüyorum…