yeni ve ilginç teori

evren boşluk1

Şekil 1 Evren büyük boşlukların aralarına sıkışan galaksi kümelerinden oluşur.

Evreni inceleyen bilim insanlarının gözlemleri sonucu birbirine zıt görünen iki sonuca ulaştılar. Bunlardan biri evrende galaksi kümeleri, hatta süper kümeler gibi yapılar olmasıdır. Daha da ilerisi büyük duvar gibi yapıların olduğu düşüncesidir. Nasıl bir şey olduklarını wikipedia’dan okuyalım.

Süperkümeler küçük gökada kümelerinden ve gökada gruplarından oluşan büyük kümeler olup Evren’de şimdilik gözlemlenebilen en büyük yapı birimleridir. Süperkümelerin varlığı gökadaların Evren’de tek biçimli dağılmamış olduğunu gösterir.

Gökadaların çoğu, kütleçekimi etkisi sayesinde birbirlerine bağlı “kümeler” adı verilen topluluklar oluştururlar; onlar da yine kütleçekimi etkisi sayesinde birbirlerine bağlı süperkümeleri oluştururlar. Süperkümeler de Büyük Duvar CfA2 denilen daha büyük bir yapıya bağlı olduğundan, bu gruplaşmalar zinciri süperkümelerle de son bulmaz ve muhtemelen Evren’in git gide daha büyük ölçekteki gruplaşmalarca kapsanma söz konusu olacak şekilde, hiyerarşik olarak uzar gider. Süperkümelerin çoğu 50’ye yakın gökada içeren gökada grupları ile birkaç bine kadar gökada içeren gökada kümelerinden oluşur.

Süperkümeler gökada kümeleri, gökada grupları ve bazen de bireysel gökadalar halinde on binlerce gökada içerirler. Bir milyar ışık yılı uzunlukta olabilen bu muazzam büyüklükteki yapılarda, aralarında büyük boşluklar olan gökadalar, rastgele değil, bir yapıdaki teller ya da ipliksiler gibi dizilmişlerdir. Bunlara galaktik ipliksi ya da gökada iplikçiği (İng. galaxy filament) adı verilir. Süperküme ölçeğinin daha üzerinde Evren’in izotropik ve homojen olduğu düşünülür. Gökadaların yaklaşık % 90’ı bir kümeye ya da bir süperkümeye dâhildir.

30 civarında gökadadan oluşan, içinde bulunduğumuz Yerel Grup’un kendisi de Yerel Süperküme de denilen Başak Süperkümesi’nin içindeki bir bulutumsu yapının bir parçasıdır.

Dikkatinizi çekerim süperkümelerin oluşması için kütleçekiminin onları bir arada tutması gerekir. Yani bu galaksiler birbirlerini çekerek bir arada kalmalıdır. Bu durum yapılan gözlemlerle ispatlanmış bir durumdur. Yapılan uzun gözlemler sonucu uzayın haritası büyük oranda çıkarılmıştır. Şekil 1 evrenin görülebilen kısmının nasıl görüldüğü üzerine oluşturulmuş güzel bir şekildir.

Şimdi bu durumla çelişen ama yine ispatlanmış başka bir duruma göz atalım. Bu konuyu da yine wikipedia’dan okuyalım.

Amerikalı astronom Vesto Slipher (1875-1969), 1912 yılında galaksilerden gelen ışığın tayfını incelemeğe başladı ve birçok galaksinin tayfı üzerindeki siyah çizgilerin olmaları gereken yerden kırmızı uca doğru kaydıklarını buldu. Buna kırmızıya kayma olayı denilir. Ancak incelemeyi genişleten ve kırmızıya kaymanın nedenini bulan kişi, o dönemin en büyük gözlemevi olan Wilson Gözlemevi’nde çalışan Amerikalı astronom Edwin Hubble (1889-1953) oldu. Hubble, tayftaki kırmızıya kaymanın galaksilerin uzaklaşmasının bir sonucu olduğunu buldu. Buna göre uzaklaşan cisimden gelen elektromanyetik dalganın dalga boyu, uzaklaşma süratine bağlı olarak artar. Ama Hubble’ın en büyük başarısı, kırmızıya kaymanın, yani uzaklaşma süratinin uzaklık ile orantılı olduğunu ortaya çıkarmasıdır. Başka bir ifadeyle bir galaksi ne kadar uzaksa o kadar büyük bir süratle uzaklaşmaktadır.

Hubble’ın tespit ettiği gibi evrendeki her galaksi birbirinden uzaklaşmaktadır. Bu durum; bir balonun yüzeyindeki noktaların, balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmalarına çok benzer. Tek fark balon iki boyutlu, evren ise üç boyutlu şişmektedir.

Hubble evrenin genişlediğini söyledikten sonra Amerikalı fizikçi George Gamov bu genişlemeyi baz alarak, evren genişledikçe soğuması gerektiğini düşünerek, bugün Evren’in 50 K civarında bir sıcaklığı olması gerektiğini hesapladı. Eğer bu sıcaklığı ölçebilirsek evrenin genişlediği savı kanıtlanmış olacaktı. Durumu yine wikipedia’dan okumaya devam edelim.

Hubble Yasası’ndan sonra genellikle Evren’deki galaksi gruplarının birbirlerinden uzaklaştıkları kabul edilmeğe başlanmıştı. Kimi bilim insanları galaksi grupları arasındaki uzaklaşmayı sürekli oluşum adını verdikleri bir kuram ile açıklamağa çalışıyorlardı. Aralarında Rus kökenli Amerikalı fizikçi George Gamov’un da (1904-1968) bulunduğu kimi fizikçiler ise Evren’in büyük bir patlama ile başladığını ileri sürüyorlardı. (Günümüzde verilen adla büyük patlama). Hatta Gamov, 1948 yılında bütün Evren’in 50 K civarında bir sıcaklığı olması gerektiğini, bu sıcaklık ölçülebildiği takdirde Büyük Patlama ve genişleyen Evren kuramının kanıtlanabileceğini ileri sürdü. Ne var ki Gamov’un bu ön görüşünü o dönemdeki teknoloji ile sınama imkânı olmadı.

Gamov yaşarken bu durum tespit edilemedi ama tesadüfler sonucu evrenin arka plan fon ışımasının 2,7250 K olduğu tespit edildi. Gamov’un hesapları biraz sapmayla doğruydu. Evren onun düşündüğünden biraz daha yaşlıydı.

Gamov’un evrenin epey daha genç olması gerektiğini düşünmesi çok mantıklıydı. Çünkü büyük patlamadan sonra evren genişlemeye devam ederken bu genişleme kütleçekim yüzünden yavaşlamalıydı. Evren henüz genişleme sürecinde olduğu için çok yaşlı olamazdı. Oysa yapılan gözlemler evrenin gün geçtikçe daha da hızlanarak genişlediği yönündedir. Artık bu konuda bir şüphe yoktur. Bilim nedenini aramaktadır. Araştırmalar sonucu evrenin yaşı, 13,6 milyar yıl olarak tespit etmiştir ama sanırım bu rakamı yakın gelecekte düzeltilecektir. Çünkü evrenin yaşını tespit ederken kütleçekimin azalması göz önüne alınmamıştır. Onun için bu rakamın hatalı olması çok olasıdır.

Bu yazıma aldığım bu iki tespit, birbiriyle çelişir gözükmektedir. Öyle ya! Her galaksi birbirlerinden uzaklaşıyorsa, nasıl kütleçekim etkisiyle bir arada durabilirler. Bunu bir örnekle anlatmaya çalışayım. Bir galaksiyi düşünelim. Bu süperkümelerdeki bir galaksinin bir yıldıza denk geldiği bir duruma denk gelir. Galaksilerde kaçış hızları aşılmadan her yıldız belli bir yörünge üzerinde hareket eder. Her yıldız ortak bir ağırlık merkezi etrafında uzaklaşmadan veya yaklaşmadan döner durur. Onun içinde galaksiler dağılmaz veya kendi içine çökmez.

Süperkümelerin de aynı şekilde davranması gerekir. Fakat galaksiler aynı merkez etrafında dönüyor olmaları yanında birbirlerinden de hızlı bir şekilde uzaklaşmaktadırlar. Bu durumda dağılmaları gerektiğini gözterir ama onlar hala daha bir gurup olarak yaşamlarına devam etmektedirler. Bilim bu durumun garipliğinin farkında mıdır bilmiyorum. Çünkü bu konuda hiçbir yazıya rastlamadım.

Ben, iki gözlemin de doğru olduğunu ve bu durumu açıklayan başka bir teorinin olduğunu düşünüyorum. Yazılarımı okuyanlar “evren kütle kaybediyor” dediğimi bilirler. Eğer evren kütle kaybediyorsa, bu iki gözlemin de doğru olduğunu kabul etmemizi sağlar. Evren genişlerken galaksi kümeleri de bir arada durmaya devam edebilir.  Çünkü evrenin genişlemesi, kütlelerin yok oluşuyla dengelenmekte ve belki evren toplamda küçülüyor bile olabilir.

evren boşluk3

Şekil 2 Boşluklarda meydana gelen patlama oralarda madde birikmesini engeller. Maddeler boşlukların etki etmediği gri bölgelerde yığılır. Buda evrenin ipliksi görünümünü açıklar.

Şekil 1 evrenin ipliksi yapısını anlatan güzel bir gösterimdir. Bilim, galaksi kümelerinin neden büyük boşlukların aralarında toplanıp ipliksi yapılar oluşturduğunu açıklayamıyor. Aslında bu durum, evrenin ilk oluşumunda gizli. Bu makaleyi daha iyi anlayabilmek için detayları yazdığım buradaki makalemi de okumalısınız. İlk oluşum sırasında yani Büyük Patlama anında birbirlerini fark eden sicim ve antisicimlerin patlaması sonucu evren ikinci bir şişme yaşadığını yazmıştım. Bu esnada patlayan sicim ve antisicimlerin oluşturduğu itme kuvveti yüzünden, patlayamayan sicimler dışa doğru itilmiştir. Sicim-antisicim patlaması şekil 2’deki her boşluğun merkezinde olduğunu hayal edin. Evren o zamanlar bir portakal büyüklüğünde olduğu için aslında birbirlerine değer durumdaydı. Evren genişledikçe boşluklar büyümeye devam edip devasa boyutlara ulaştı. Aslında evrenin yaşı bu boşlukların kaçış hızı ile bulunabilir. Zaman geriye işletilerek boşluğun ne kadar zamanda oluştuğu bulunabilir.Ayrıca, evrenin kütle kaybettiğini kabul ettiğimiz anda, evrenin genişleme hızının neden giderek arttığını da açıklamış oluruz. Çünkü evren her saniye kütle kaybetmeye devam ediyor. Kütle kaybetmesi demek galaksilerin birbirlerine uyguladıkları çekim kuvvetinin azalması demektir ki! Buda birbirlerinden giderek daha hızla uzaklaşmalarına sebep olur. Fakat bu uzaklaşma onların birbirlerinden kopmalarına da yetmez. Hem gurup olmaya devam ederken hem de aralarındaki mesafe artar.

Şekildeki gösterim, iki boyutlu gösterimdir. Siz bunun üç boyutta olduğunu düşünmelisiniz. İşte A-A aksı da büyük duvar denilen yapının nasıl oluştuğunu gösterir. Elbette gerçekte tam olarak bu kadar simetrik bir yapı oluşması mümkün değildir. Onun için büyük duvar gibi bir yapı bir noktada kesilebilir ya da yön değiştirebilir. Wikipedia’dan aldığım şekil 1 ile benim çizdiğim şekil 2’nin birbirine ne kadar benzediği, sanırım dikkatinizi çekmiştir.

Evren baştan beri kütle kaybetmemektedir. Çünkü kozmik tarihin ilk çeyrek veya yarısında karanlık maddenin oluşumunu sağlayan mekanizma henüz oluşmamıştı. Onun için kozmik tarihin ilk yarısında evren gittikçe yavaşlayarak genişlemiş, kütle kaybetmeye başladıktan sonra hızlanarak genişlemeye devam etmiştir.

Eğer evren kütle kaybediyorsa bu kütleler ne olmaktadır. Bu konuda da en önemli ipucumuz karanlık maddedir. Bana göre karanlık madde evrenden kütle kaybolmasının ilk basamağıdır. Karanlık maddenin kütleçekimini hissediyor oluşumuza rağmen onu göremiyoruz. İkinci basamağı ise kütle çekim olarak da görüşümüzden çıkacak olmalarıdır. Çünkü o maddelerin frekansları sürekli artmaktadır. Işığın belli bir aralığını gördüğümüz gibi maddenin de belli bir frekans aralığında olanını görebilmekteyiz. Fakat karanlık madde frekansını artırmaya devam ediyor. Bir müddet sonra artık görüşümüzden tamamen çıkacaktır. Yani kütleçekimsel etkisini de göremeyeceğiz. Fakat onun yerini başka maddeler alacaktır. Böylece evren sürekli kütle kaybetmeye devam edecektir. Bilim de karanlık enerjiyi yanlış yönde arayıp duracaktır.

Seyfullah Demir

  • #1 Yazan: Ferda Yamanoğlu
    yaklaşık 7 yıl önce

    Merhaba Umut bey.
    Kuranı hala bir çöl bedevisinin yazdığına inanan o kadar çok insan var ki.Bazıları bilgisizlik sebebiyle inkar ediyor.O devrin bilgisiyle bilinmesi mümkün olmayan ayetleri görünce fikirleri değişiyor.(Seyfullah beyin dediği gibi “Yarın bilim eski söylediğini yanlışlayabilir.” bu durumda inancımızdan mı olacağız?) Sizin bu cümlenize katılmam mümkün değil.Çünkü, bilimin deneyle ispatladıkları kesindir.Mesela, büyük patlama, Dünya’nın Theia gezegeniyle birleşmesi, Dünyanın yuvarlak olması kesindir.Ama teoriler kesin değildir.

    • #2 Yazan: Seyfullah Demir
      yaklaşık 7 yıl önce

      Ferda kardeşim, Bahsettiklerinin hepsi birer teoridir. Söylediklerinizin içinde en doğruya yakını dünyanın yuvarlak olduğudur ama ona bile düz dünya teorisi ile karşı çıkanlar var. Büyük patlamanın epey desteği olmasına rağmen yinede ispatlanmasına epey daha var. Theia gezegeni ise desteği olmayan bir teoridir. Dünyaya marstan düşen bir parçanın bile marsa yada aya ait olduğu analizinden anlaşılabiliyor. Çünkü her gezegenin yapısı kendine özeldir. Dünyaya çarpan koca gezegen varsa mutlaka ondan da parçalar dünyada olmalı. Hiç bulunduğunu okumadım…

  • #3 Yazan: Ferda Yamanoğlu
    yaklaşık 7 yıl önce

    Merhaba.
    Yazınızı okuyunca şoke oldum.Çünkü 4,5 milyar yıl önce dünyanın Theia ile çarpıştığı, kopan parçaların birleşerek ay’ı oluşturduğu diğer kısmının da dünya ile birleşerek dünyanın ağırlığını ve yerçekimini artırdığı, ay ve dünyadaki çinko izotoplarının incelenmesi sonucunda kesin olarak ispatlandı.
    Eğer kitabımı okusaydınız bunu ve diğer bilim ayetlerini görecektiniz.Bu dünyada bazı şeyleri akılla anlamak mümkün değil.Çünkü bilimin gelişmeleri karşısında tek bir ateist kalmaması gerekiyor.Deistleri biraz anlıyorum.Çünkü Kuranda nefse hoş gelmeyen oruç gibi ibadetler var.Ama deistler de, madem Tanrı var, neden kutsal kitaplarla insanları uyarmasın sorusuna hiç bir zaman cevap veremiyorlar.Ben bu durumu kuantum fiziğinin süper simetri, ayna prensibi veya parite olarak isimlendirdiği, her şeyin zıttıyla yaratılması prensibine bağlıyorum.İnanç olduğuna göre inançsızlık da olacaktır.

  • #4 Yazan: Ferda Yamanoğlu
    yaklaşık 7 yıl önce

    (Yani bilimsel bir şeyle inancı kıyaslamak bu sebeple yanlış. Eğer sınavdaysak inancın kesin bilgiye dönüşmemesi lazım yani kanıtlanamaması lazım. Kanıtlanırsa bu inanç olmaz.)
    Son iki cümleniz böyle bitiyor.Ancak, Kurandaki onlarca bilim ayeti sizin bu cümlelerinizi geçersiz kılıyor.Eğer, http://www.isikdamlalari.com sitesindeki bilim ayetlerini okursanız bana hak vereceksiniz.Ağırlık ölçüsünün gökten indirildiğini(Theia gezegeniyle) yazan Kurandan başka hiç bir kitap yoktur.(Hadid-25)

    • #5 Yazan: Seyfullah Demir
      yaklaşık 7 yıl önce

      Ferda Hanım,

      Bu güne kadar Kuran’ı okuyarak hiçbir bilimsel gelişme oluşmamıştır. Ancak gelişme olduktan sonra “İşte Kuran’da yazıyor” diyenler çoktur. Bu durum kendimizi kandırmaktan öteye geçmez. İnançlarımıza bilimsel kılıf bulduğumuzu düşünürüz. Kuran’da bilimsellik aramanın şöyle bir sakıncası var. Yarın bilim eski söylediğini yanlışlayabilir. O zaman Kuran’ı da yanlışlamış olmaz mı? (Bu söylemim Kuran’da bilimsellik yoktur diye anlaşılmasın.)

      Kuran sembolik dille şiirsel kalıplarda yazılmış bir kitaptır. Sembol çözülmediği sürece ayetlere pek çok şey yakıştırılabilir.

      Ayrıca Hadid 25 ayetine önüne gelen bir anlam yüklemiş. Kendi düşünce sistemine uygun açıklama getirmiş. Onların bilimsel olduğunum ispatı ne? Ayrıca “Theia gezegeni” tamamen bir varsayımken, ispatlanmış bir şey gibi bilimsel delil kabul edip sonra da Kuran’da var demek Kuran’a yapılabilecek en büyük kötülüktür. Böyle yakıştırmalarla Kuran’ın kirletilmesine izin vermemek gerekir…

    • #6 Yazan: Umut Turk
      yaklaşık 7 yıl önce

      Kuranda geçen ayetlerin doğruluğunu ispat etme konusunda bir yorum yapmadım. İnancın kanıtlanamaz olduğunu söyledim. Eğer yaratıcının varlığını kanıtlarım diyorsanız size kalmış. Bende derim ki o zaman irade niçin verildi? Madem inanç yerine kanıtlarla bir yaratıcı var diyoruz o halde bu dünyada ne işimiz var? Neden sevap ve günah işlemek için buraya gönderildik? Zaten yaratıcının varlığı kesin, kanıtlanmış.

      Ancak inanan bir insan için kanıta gerek yok. Zaten inanıyor. Bırakın ağırlık ölçüsünü kainatta kendinden başka hiç bir şey olmasa bile ben nasıl var oldum diye düşündüğünde bir yaratıcının varlığına inanabilir.

      Bilimsel olarak kabul edilmiş bir şeyle ayetlerin karşılaştırılması elbette olağandır. Ancak şu şey yeni keşfedilmiş ama bak gördün mü ayetlerde geçiyor dediğinizde sizin için ne değişiyor? Yüzde 50 inanıyordunuz da bundan sonra inancınız yüzde 90 mı oluyor? Zaten ilk baştan bir kanıt olmadan Allah’a inanmıyor muyuz?
      Bilemiyorum, anlamıyorum yani sonucunda neyi bekliyorsunuz?

      Seyfullah beyin dediği gibi “Yarın bilim eski söylediğini yanlışlayabilir.” bu durumda inancımızdan mı olacağız?

  • #7 Yazan: Umut Turk
    yaklaşık 7 yıl önce

    Ferda hanım, yağmurun oluşumunun da bilimsel açıklaması var. Ayetlerde de geçiyor. Zaten bilimsel olan ayette geçmez yada ayette geçen bilimsel olmaz diye bir ayrım yok ki. Neden 2 farklı şeymiş gibi görüyorsunuz anlamadım?

    Zaten Allahın yarattığı kainatta yaşayan, Allahın yarattığı canlılar değil miyiz? Allahın yaratmadığı birşeyle şimdiye kadar hiç karşılaştınız mı?

    İnsanoğlu hepsine açıklama bulamasa da herşeyin bilimsel açıklaması olabilir. Ama bu bilimsel açıklaması var diye Allahın etkisinin olmadığı anlamına gelmez. Böyle bir şey olamaz.

    “Sıcaklığın etkisiyle gökyüzüne yükselen su buharı soğuyarak yoğunlaşır ve su damlacıkları oluşturur. Bu su damlacıkları bir araya gelir ve yağmur taneleri olarak yeryüzüne inerler. Oluşan bu hava olayına yağmur denmektedir.”

    Lokmân Suresi 34
    “Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır.”

    Karanlık maddenin çekim gücü nereden geliyor?

    Zaten inanç ile bilimselliği birleştirme çabası böyle düşüncelere itiyor.

    Ben şahsen şöyle düşünüyorum. İnançlı olan biri eğer bu dünyayı sınav yeri olarak görüyorsa bu dünyada yaratıcıyı kanıtlayacak en ufak bir maddi delil bulunamaz diye düşünür.

    Yani bilimsel bir şeyle inancı kıyaslamak bu sebeple yanlış. Eğer sınavdaysak inancın kesin bilgiye dönüşmemesi lazım yani kanıtlanamaması lazım. Kanıtlanırsa bu inanç olmaz.

  • #8 Yazan: Ferda Yamanoğlu
    yaklaşık 7 yıl önce

    Selamünaleyküm.
    Ayet numarasını yanlış verdiğim için özür dilerim.Doğrusu Fatır-41 olacaktı.
    Fatır-41:Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. And olsun ki onların nizamı eğer bir bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halimdir, çok bağışlayıcıdır.

    • #9 Yazan: Seyfullah Demir
      yaklaşık 7 yıl önce

      Ferda Hanım,

      http://seyfullahdemir.com/kurana-gore-tanri-tek-degil/ makalemi okursanız, Allah kavramının farklı bir anlamı olduğunu anlarsınız. Allah evrenin kendisidir. Yani aslında evren yazılımının adı Allahtır. Yağmuru da yağdırır, insanı da oldurur. Yani yağmur yağmasının fiziksel kuralları Allah programı tarafından belirlenir. Gemilerin yüzmesi yada embriyodan insan oluşumu için gereken kanun ve kuralların hepsi Allah programının kapsamındadır…

  • #10 Yazan: Ferda Yamanoğlu
    yaklaşık 7 yıl önce

    Merhaba.
    Bilim evrenin dağılmasını, karanlık maddenin çekim gücünün engellediğini söylüyor, ama Fatır suresi-37.Ayet, bu gücün ALLAH’ın kudreti olduğunu yazar.

  • You activated the 2nd sidebar. Add widgets here from the Dashboard to remove this message