Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Öncelikle videoyu dinlemenizi öneririm. Psikiyatrist Profesör Doktor Nevzat Tarhan; insanın oluşumunu anlatırken, insanın dünyasal olmayan şeylerden oluştuğunu söylemektedir. Ve bu dünyasal olmayan şeyin kuantum evrenle bir ilişkisinin olduğunu anlatmaktadır. Aynı şeyi Fizyolog Profesör Doktor Sinan Canan da söylemektedir. Beynin bir yerlerle bağlı olduğunu açıkça söylemektedirler. 

Öncelikle Bilim tarafından kabul gören, Bilinç, bilinçaltı ve hafızanın basit tanımını yapmak gerekir.

Bilinç: insanın kendisini, çevresini ve olup biteni tanıma, algılama, kavrama, fark etme yetisi.

Hafıza: Bellek, bilgilerin depolandığı yer.

Bilinçaltı: İnsanda, bilinçdışı olmakla birlikte, kapsamında olanların istendiği zaman bilince çağrılabildiği zihin bölgesi; kişide, bilince inmeyen olayların geçtiği varsayılan iç.

İnsan bilinciyle farkındalığı oluşturur. Bunu yaparken çocukluğundan itibaren beynini eğitir. Yaşadığı her deneyimi hafızasında ve bilinçaltına kaydeder. Videodan da anlaşılacağı gibi, bu işi dalga örüntüleri halinde yapar ve hafızasına yerleştirdiği her şey, daha önce hafızaya yerleşenleri de etkiler, değiştirerek şekillendirir. Yani bu konuda, bilgisayarlardan çok farklı bir sistem ile çalışır. Hafızaya kayıt ile, bilinçaltına kayıt farklı şeylerdir. Hafızaya bilgisayardakine benzer şekilde bilgiler kaydedilir, oysa bilinçaltına yargılar kaydedilir. Örneğin hava cereyanına maruz kalarak hasta olmuşsanız, ya da bunu çevrenizden çokça duymuşsanız, bu bilgiyi hafızanıza kaydedersiniz. Ve bir hava cereyanına kapıldığınızda, hafızanızdaki bilgiye dayanarak hasta olacağınızı tahmin edersiniz. Oysa bu zorunluluk değildir. Fakat bilinçaltı bu düşünceleri alır ve vücudu hasta eder. Çünkü, bilinçaltınız sizin oluşturduğunuz bu yargıyı eyleme geçirme mekanizmasıdır. Aslında siz, cereyanda kaldığınızın farkında olmasanız da, hasta olursunuz. Bilinçaltı ona yüklenen işlemi yapar.

Tüm sistemin üzerine kurulu olduğu bilincin nasıl çalıştığını anlamak gerekir. Bilincin çalışmasını hafızayla birlikte düşünmeliyiz. Çünkü bilinç dediğimiz mekanizma karşılaştığı olaylar karşısında ne yapacağına karar verebilmek için, hafızaya bakar. Hafızada bulduğu bilgiler onun kararını şekillendirir.

Kendi yorumumu yapabilmek için, bir bilgisayar ile bilinci özdeşleştirerek, durumu anlatmaya çalışayım.

Bilgisayar yazılımı = Bilinç.

Bilgisayar hafızası (yani Disk)= Yakın hafıza.

İnternet bağlantısı= Uzak hafıza.

Bilgisayara bir soru sorduğumuzda, cevap için, yakın ve uzak hafızayı tarayıp, bize bir cevap oluşturduğunu düşünelim. İşte, bilinçte aynen öyle çalışır.

Yakın hafıza, bizim o hayatımızdaki, doğumumuzdan o ana kadar yaşadığımız tüm bilgileri içerir. Uzak hafıza ise o hayatımızdan önceki, yaşadığımız tüm diğer hayatlardaki bilgilerden oluşur. Kişinin bilinci, bu iki hafızadaki bilgileri kullanır ve o bilgiler ne kadar çoksa, o kadar zeki olur. Yakın hafızamızdaki bilgileri hatırlayabiliriz. Bilinçaltı yakın ve uzak hafızadaki bilgileri tarar ve arama işini, bilincin kontrolü dışında yapar, sonucu da bilince bildirir. Böylece bilinç ne yapacağını bilir. Bilinçaltının arama yaptığı konuda, her iki hafızada da bilgiler olabilir. Bilinç, bilgilerin bileşkesini kullanır. Fakat, biz uzak hafızayı hatırlamayız ama, daha etkindir.

Anladığım kadarıyla yakın hafızaya bilgiler yanında yargılarımızı da yükleyebiliyoruz. Örneğin hava cereyanına maruz kalarak hasta olmuşsanız, ya da bunu çevrenizden çokça duymuşsanız, bu bilgiyi yakın hafızanıza kaydedersiniz. Ve bir hava cereyanına kapıldığınızda, yakın hafızanızdaki bu bilgiye dayanarak hasta olacağınızı tahmin edersiniz. Oysa bu zorunluluk değildir. Fakat bilinçaltı bu düşünceleri alır ve vücudu hasta eder. Çünkü, bilinçaltınız sizin oluşturduğunuz bu yargıyı eyleme geçirme mekanizmasıdır. Aslında siz cereyanda kaldığınızın farkında olmasanız da, hasta olursunuz. Bilinçaltı ona hafızalardan yüklenen işlemi yapar. Fakat uzak hafızada yargı olmadığı için, o tür şeylerde yakın hafıza etkindir. Kişiler anlamasa da, çevre ve aile onlara pek çok yargı yükler. Onun için, kişi milliyetçi veya dindar olur. Ya da ailesinin tuttuğu belli bir partiyi ya da takımı tutar. Elbette herkes aynı etkilenmez, bazen ters teper ya da bilinç arttıkça yorumlama şekli yüzünden, tercihler farklılaşır.

Yakın hafıza, insan öldükten sonra uzak hafızaya yüklenir. Fakat sadece bilgiler yüklenir. Yargılar yüklenmez. Bu işlemi şöyle düşünebiliriz. Bu hayatımızda bedenlenirken, bir cd alıp onu yaşantımız boyunca doldururuz. Öldükten sonra bu cd, Hard disk’imize eklenir. Böylece bilgi birikimimiz artar. Her hayat, Hard disk’imizi büyütür.

İnsanın, tıpkı bir bilgisayar hem de yavaş bir bilgisayar gibi çalıştığını gösteren bir yapısı var. Şu örnek, durumu daha kolay anlamanızı sağlar. Bir kaza anını düşünelim. İki aracın çarpıştığını ama, sürücülerin yara bile almadığı bir kaza hayal edin. İki sürücünün davranışları şöyle olabilir. Sürücülerden biri aracını durdurup, önce kendini kontrol eder. Araçtan çıkar diğer yolcu ve araçta yaralı var mı bakar. Olası tehlikeleri hesap eder. Tehlike varsa gelen araçları uyarmaya çalışır. Polis veya ambulansı arar. Diğer sürücü ise kaza anından itibaren kilitlenmiştir. Hatta, aracın frenlerine bile basmamıştır. Aracı kendiliğinden durmuştur. Aracın içinde sabit durmaktadır. Sorulara bile cevap vermez.

İşte, bu iki kişinin hafıza bilgilerindeki durum, bu insanların davranışını belirler. Birinci kişinin bilinci, benzer kazayı daha önce yaşamıştır. Onun için, hafızalarından ne yapması gerektiğini hemen öğrenir ve ona göre davranmaya başlar. İkinci kişi ise daha önce benzer kaza yaşamamıştır. Bilinçaltı, Hard Disk’te ve cd de bu olaya uygun bir durum aramaktadır. “İf” komutu uygun cevabı bulmaya çalışmaktadır. İşte İf komutu bu aramayı yaptığı süre içinde bilinç kapalıdır. İf komutu cevap bulursa, sistem bilincin emrine girer ve arama sonucuna göre bilinç karar verir ama, bulamazsa bu bilincin devreye girebilmesi, birkaç dakika sürer. Bir arkadaşım “Kaza yaptık ve ben karşı şoförün kaza tutanaklarını hazırlayıp, beni uyarmasına kadar, arada geçen zamanı hatırlamıyorum” demişti. İf komutu cevap oluşturmayınca, bilinç devreye girmedi. Sonra, karşı şoför tutanakla gelip, onu uyandırdı. Böylece bilinci devreye girdi. Uyandıktan sonra bile, diğer kişi gibi, çevre şartlarını değerlendirip, devreye girmesi söz konusu olmaz. Bu örnekten sistemin oldukça yavaş çalıştığını anlamaktayız.

İşte böyle süreçler, insanın öğrenmesi üzerinde önemli etkisi olduğu için, otobanda bir kaza olduğunda, karşı şeritte bile trafik sıkışır. Çünkü seyretme isteği insanların yazılımında var. O yazılım, kişilerde olayı izleme dürtüsü oluşturur.

En değerli öğrenme olayı, bizzat yaşamakla elde edilir. Çünkü tüm duyu organlarımızla işin içinde oluruz. Olaya kaç duyu organımızla dâhil olmuşsak, o kadar değerli olur. Sadece görmek ya da duymak da işe yarar ama, çok daha az etkili olur. Yani, insandaki duyu organları, sırf deneyimlerini hafızaya kayıt edebilmek içindir. Deneyim yaşanırken, olaya dahil olan duyu organlarının çokluğu, olayı daha iyi öğrenebilmeye yarar.

Bilinçaltı dediğimiz mekanizma, bizim asıl bilgimizi oluşturur. Onun için, adının bilinçüstü olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü

buy-levitra-usa.com

, bilinç orada olan bilgiler sayesinde seviyesini belirler ve zaten daha üst boyuttadır. Fakat ben yine de bilinçaltı demeye devam edeceğim.

İnsan, bilinç-bilinçaltı ilişkisini çocukluktan itibaren oluşturur. Ve bu ilişki genellikle doğru bir şekilde oluşmaz. Çünkü insanlık böyle bir ilişkinin varlığından bile habersizdir. Haberli olanlar bile ilişkinin çalışma şeklini tam bilmediği için, doğru bir yol tavsiye edememiştir. Bu durum, son zamanlarda önem kazandığı için, bu konudaki bilgiler, yeni yeni değerlendirilmeye alınmaktadır. Aslında dünyanın çok büyük bir çoğunluğunun, bu konulardan haberi ve bilgisi olmadığı için, konu bireysel çabalarla sınırlıdır.

Çocukluktan itibaren çocuklara yaptığımız en büyük kötülük “sen yapamazsın”, “sen başaramazsın” yüklemesi yapmamızdır. Çocuk, bu sözü sürekli duyduğu için, kendi bilinçaltına yapamayacağı yüklemesini yapar. Böylece ilerde çok kolaylıkla başaracağı şeyleri bile, başaramaz duruma gelir.

Hafızanıza yaşadığınız şeyleri yüklersiniz ama, bilinçli olarak bilinçaltınıza yükleme yapmak o kadar kolay değildir. Özel olarak emek sarf etmek ve çalışmak gerekir. Size hayatımda yaşadığım bir örneği anlatarak, durumu daha iyi kavramanıza yardımcı olabilirim. Elbette burada bahsettiğim bilinçaltı, yakın hafızamızdaki bilgilerden oluşur. Oraya yargılarımızı yükleyebildiğimizi söylemiştik. Yoksa uzak hafızamıza, bilinçli bir müdahale söz konusu olamaz.

İnsanların sigarayı ne kadar zor bıraktığını bilirsiniz. Pek çoğu bırakmayı başaramaz. Bir yakınım defalarca denemesine rağmen, sigarayı bırakmayı bir türlü başaramadı. Ona farklı bir yöntem uygulamasını tavsiye ettim. Tavsiyem şöyleydi.

İleri bir tarihte (önerim 60-80 gün sonra) sigarayı bırakmaya odaklan.

Bu arada asla sigarayı bırakmak ya da azaltmak gibi bir çabaya girme.

Her gün geri sayım yap. Örneğin; “sigarayı bırakmama 59 gün kaldı…”, “sigarayı bırakmama 58 gün kaldı…” şeklinde.

Önemli bir şey de, asla “59 gün sonra sigarayı bırakacağım” şeklinde bir yükleme yapılmamalıdır. Çünkü “yapacağım” kelimesi gelecekte gerçekleşecek bir eylemdir. Bilinçaltı için, gelecek hiçbir zaman gelmez, o hep gelecekte olur. Onun için, “yapacağım” kelimesinin kullanılmamasına özen gösterilmelidir.

Geri sayım, her gün veya her an aklınızda olmalı. Fakat en önemli an sabah uyandığınız andır. Sabah yeni uyandığınızda bilinç ile bilinçaltı arasındaki yollar çok daha açıktır. O anda hemen bu düşünceleri aklınızdan geçirmelisiniz. Fakat kahvaltı yaparken, araba kullanırken, yürürken veya dinlenirken, geri sayım düşüncesini tekrarlamalısınız. Bu işlem bilinçaltına bilgi yükleme işlevini görür ve nikotin, vücut için, bir ihtiyaç olmaktan çıkarılmış olur.

Bu tavsiyeme uyan yakınım, sigarayı 40’ıncı gün civarlarında bıraktı. Yakınımın en hoşuna giden yönü, daha önce sigarayı bırakma teşebbüsünde geçirdiği travmaların hiçbirini geçirmemesiydi. Sigarayı bırakma eylemine vücudu ters tepki vermedi. Genelde insanlar sigarayı bıraktıklarında sinirli ve asabi olurlar. Yanlarında sigaradan dahi bahsedilmesinden hoşlanmazlar. Oysa, bu yöntemle bıraktığınızda vücudunuzun oluşturduğu en aşırı tepki, “bir şeylerin eksik olduğu hissi” oluyor. Bazısı bu hissi yenmek için, bir şeyler yemeyi seçer. Bu da yapılmaması gereken bir durumdur. Oysa 15-30 gün içinde geçecek olan bu hissi dikkate almadan, günlük rutin yaşantınızı tekrarlamalısınız.

Videoda Psikiyatrist Profesör Nevzat Tarhan’ın bilincin kuantum evrenle ilişkide olduğu yönünde beyanı, Fizyolog Profesör Sinan Canan’ın da desteklediği görülmektedir. Ayrıca hafızanın da et bedenin dışında bir yerlerde olduğunu düşünmesi önemli ipuçlarıdır. Bu durumu ben şöyle yorumluyorum. Başka yazılarımda da yazdığım gibi, insanın ruhunun öte dünyada olduğunu, bir kopyasının (yani astral bedeni) oluşturularak, insan bedeniyle irtibata geçirildiğini düşünüyorum. Astral bedenin kuantum evrenden, bedeni kumanda ettiği kanısındayım. Bu kanıya varmamın sebebi, ölüme yakın deneyim yaşayanların, vücutlarıyla irtibatları kesildiğinde, kendilerini astral bedenle, astral düzeyde bulmuş olmalarıdır. Sonra, bir tünel ve çekilme hissiyle, frekans seviyelerinin bulunduğu kata giderler.

Astral kelimesi, bilimsel olarak onu karşılayacak bir karşılığı olmadığı için, seçilmiş bir kelimedir. Kuantum evrenlerin en altıdır. Öte dünya dediğimiz kuantum evrenin başladığı yerdir. Yapısı düşünceden etkilenen bir yapıdadır. Astral düzeyi anlatabilmek için, şöyle bir örnek kullanmak iyi olacaktır. Eğer bir bardaktaki suyu sıfır dereceye indirirseniz, buz kristalleri oluşmaya başlar ama, bardakta buzdan çok su olur. Eğer, bardaktaki suyu -5 ˚C’den sıfır dereceye getirirseniz, bu seferde sudan çok buz olduğunu görürsünüz. Yani hangi yönden gittiğinize bağlı olarak, suyun durumu farklı görünecektir. İşte astralde tıpkı öyledir. Eğer dünyadan gidiyorsanız daha çok dünyasal argümanlar görürsünüz. Yok, öte dünyadan geliniyorsa, bu sefer öte dünyasal argümanlar görünür.

Ruhlar dünyada bedenlenirken, tüm enerjileriyle bedenlenmezler. En iyi tekâmülü yapacakları oranla bedenlenirler. Bunu belirleyen şey ise, daha çok hangi yönde tekâmül etmeleri gerektiğidir. Eğer kişi IQ yönüyle tekâmül etmesi gerekiyorsa, ruhunun büyük bir kısmıyla, bedenlenmesi gerekir. Ruhunun %75 ile 95 enerjisini alarak, bedenlenmelidir. Öte dünyada kalan kısmı %5 ile 25 aralığında olacaktır. Eğer EQ yönüyle tekâmül edilmesi gerekirse ruhunun %50 ile 75 enerjisiyle bedenlenecektir. Bu demektir ki! ruhun epey bir kısmı öte dünyada kalmıştır. Bu yapının dünya anlayışımızda önemli yeri vardır.

Diyelim ki! kişi %95 oranında ruhla bedenlendi, bu kişi düşünce yapısı olarak ateist bir yapıda olacaktır. Çünkü öte dünyada kalan kısmı %5 olacağı için, kişiye pek bir etkisi olmayacaktır. Yani manevi yönü hemen hiç olmayacaktır. Gördüğüne ya da mantığına yatana inanacak, manevi yönü hurafe diye adlandıracaktır. Kişi %50 ruh gücüyle bedenlenirse, öte dünyada kalan kısmı %50 olacağından kişiye etkisi yarı yarıya olacaktır. Bu kişi Budist yapısında olacak ve ruhun varlığını bilecektir. Çünkü hayatında yaşayacağı çok fazla şey, ona ruhun varlığını gösterecektir. Yaşadıklarını ispatlayamayacak ama, kendisini ikna etmeye yetecektir. Tüm insanlar, tahmin ettiğim bu değerler arasında bir aralıkta bedenlenmek durumundadır. Ne kadar çok ruh enerjisi varsa, o kadar maddeye, tersi oranında, maneviyata eğilim olacaktır.

Bu gerekçeyle bir ateist ile, bir Budist’in, bedenlenme yaşam enerjilerinin farklı olduğunu anlayabiliriz. Bir ateist daha büyük yaşam enerjisiyle bedenlenir. Çünkü manevi yönü çok zayıf kalması gerekir. Bunun için, ruhun etkisi minimum olmalıdır. Oysa, bir Budist yaşam enerjisi az olmasına rağmen, ruhun katkısını muazzam hisseder. Bizim gibi olanlar da, aralara serpiştirilmiştir. Fakat ateiste bile ruhun muazzam katkısı vardır ama, onun varlığını hissedebilecek olaylar yaşayamaz. Onun içinde ruha inanmaz. Oysa Budist, ruhun varlığına inanmaz, onun varlığını bilir. Ateiste ruhun katkısı sadece bilinçaltı olarak etkir. Budist’e bilinçaltından daha çok, bilinçli katkı sağlar. Ben de ateist tarafa daha yakın bir yapıdayım. Onun için, bilinçli ruhun katkısını pek yaşamıyorum. Yaşayan insanlar, ne dediğimi daha iyi anlayacaktır.

Toplumları oluşturanlar genelde aynı seviyede yaşam enerjisiyle bedenlenenlerden oluşturulur. İnançlar da bu yaşam enerjisini karşılayacak şekilde dizayn edilmiştir. Eğer kişinin ihtiyacı EQ yönüyle gelişme ise, düşük enerjiyle Budist bir ortamda doğar. Zaten bedenlenmeden önce, Budist olması ona öğretilmiştir. Doğduktan sonra ruhu onu kolaylıkla yönlendirir. Çeşitli vizyonlar ve rüyalar görür. Oysa bir ateist asla o tür bir deneyim yaşamaz. Böylece dünyada belli bölgelerde belli inançlar taraftar bulur. Fakat ateistler her toplumda olabilir. Çünkü onlar belli bir inanca yönlendirilmez. Yönlendirilmedikleri için, de diğerlerinin yaşadıkları şeyleri yaşamazlar. Yaşamadıkları için, diğerlerini yalan söyleyen birileri olarak görürler. Yanlış anlaşılmasın, ateistleri haklı çıkaran olaylar hep vardır. Düşük enerjiyle bedenlenen kişilerin yaptığı en büyük hata, küçük bir fenomen yaşadığında kendini seçilmiş veya özel sanmasıdır. Dikkat ederseniz bu güne kadar, kendini mehdi ilan eden herkes, bu tür, bir veya birkaç vaka yaşamıştır.

Ruh bedenlenirken, en son ulaştığı tekâmül seviyesi kopyalanarak bir cd gibi hazırlanır. Ruhun IQ ve EQ seviyesi korunur ama, en küçük bir bilgi olmayan cd dünyaya gönderilir. Onun için, her doğan çocuk belli bir zekâ seviyesinde ama, sıfır bilgiyle doğar. Fakat bilgi olmayınca hiçbir önemi olmaz. Onun için, çocuk olarak doğar ve sürekli öğreniriz. Tek öğrenme yöntemi deneme ve taklittir. Eğer öğrenilecek şeyler zamanında olmazsa, o şey eksik kalır. Örneğin belli bir yaşa kadar görmeyen çocuk, daha sonra tedavi edilse bile, görme işlemini gerçekleştiremez.  Ya da yabani hayvanların yanında büyüyen çocuklar bazı şeyleri asla öğrenemez. Zamanı geçtiği için, beynin o bölümü körelir. Böylece o bölüm bir daha aktive olamıyor. Hafıza da astral bedendedir. Ölümden sonra elde ettiği tüm bilgi, öte dünyada olan kısma yüklenerek, biraz daha tekâmül edilmiş olur.

İşte dinler; dua mekanizmasını, bilinçaltını harekete geçirme mekanizması olarak kullanır. Genelde duaların gerçekleşeceğine inanç az olduğu için, bu mekanizma verimli çalışmaz. Yine de özellikle toplu yapılan dualar dünyanın gittikçe daha iyi bir yer olmasına yardım eder. Fakat, dualar dünyanın gidişatını değiştirecek yöndeyse, uygulanmaz. Öyle bir müdahaleye izin verilmez. Onun için “gâvurların kahrolmasını” istemek yerine kendimizin daha iyi şartlara sahip olma yönünde dua daha çok işe yarayabilir. Ama, dediğim gibi, eğer gelecekte sefilleri oynayacaksanız, sizin duanız da hiç işe yaramaz. Aslında dua hiç işe yaramaz değildir. Sefilleri oynayacak olsanız da şartlarınızı, bir nebze daha iyiye doğru çevirme imkânınız var.  Duanın işe yaramayacağı insan gurubu çok değildir. Çoğunluk geleceğini daha iyiye doğru çevirebilir. 

Bu durum rehber ruh ile karıştırılmamalıdır. Rehber ruh, insana dışarıdan yardım eder. Onun katkısı bilinçli yapılan bir katkıdır. Örneğin; kişi tabiiyetine ters önemli bir dönüm noktası yaşayacak ise, bu etkiyi ruhu ona yaptıramaz. İşte o durumda, rehber ruh devreye girerek o durumu gerçekleştirir. Buna şöyle bir örnek vererek açıklamaya çalışayım. Zengin biri, eğer mağduriyeti yaşaması gerekiyorsa yanlış kararlar vererek, iflas etmesi sağlanabilir. Kendi başına iflasa gidecek süreçteki kararları almayabilir. Çünkü zarar çekeceğini bilir. Oysa ona etki ederek o yanlış kararları alması sağlandığında, iflas eder. Böylece tekâmülde yaşaması gereken önemli bir süreci, yaşamış olur. Kişi daha sonra o aptalca kararları nasıl aldığına şaşırır. 

Seyfullah DEMİR