Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Bloğumdan beni takip edenler bilirler. Bilime değer veren biriyim ama, son zamanlarda bir Kuran takıntımın olduğunu da görmüşlerdir. Bunun sebebi, oluşturulan bilimsel yorumları, çok daha iyi anlayabilmek için Kuran’ı kullanıyor oluşumdur. Ben, Kuran sayesinde mevcut bilim seviyesinin önüne de geçerek, o görüşleri ilerletebildiğim için, Kuran’a çok şey borçluyum.

1980’lerden beri Bilim Teknik Dergisi abonesiyim. Ve bulabildiğim tüm popüler bilim kitaplarını edinip okumaya çalışan biriyim. Öyle ki, bazen, bir kitabı bir sebeple kaybettiğimde, onu tekrar alan biriyim. Son yıllarda, kütüphanemi bir sisteme soktuğum için, farklı tarihlerde alınmış aynı kitaplarımın olduğunu görünce ben bile şaşırmıştım.

Haa! Şunu da özellikle belirteyim ki, dini bütün biri olduğumu sanmayın. Ben ateist bir kökene sahibim. Yani din, benim hayatımda pek yer almaz. Elbette çevremde ateist olduğum pek bilinmezdi. Çünkü insanların sana, öcü gibi bakmalarına ve özellikle bilmedikleri bilgilerle seni doğru yola getirme çabalarına dayanamayacak biri olduğumdan, sükût ikrardandır tavrını benimsedim. Dindarların bilmediği şey, onların hiç okumadığı kutsal kitaplarını, ateistin okumuş olduğudur. Konuyu uzatmayayım. Bilim içinde yoğrulup, 2000’li yılların ortalarında hayatıma okumak yanında, yazmak da girdiği için, artık daha çok okumak eylemi girmiş oldu. Çünkü, eğer konu bilimse, bir konuda bir yazı yazacaksanız, o konuda dünyada nelerin söylendiğini bilmeniz gerekir. Yoksa, Halil İnalcık’ı okumadan Türkiye’nin yakın tarihi hakkında kitap yazmaya benzer. Ancak, alay konusu olursunuz. Ben bir makale yazabilmek için, onlarca kaynağı okumak zorunda kalınca, görüşüm ve bilgimin acayip değiştiğini gördüm. Tabii bu durumun, internet sayesinde olduğunu anlıyor olmalısınız.

Bendeki değişikliği anlatabilmek için, gördüğüm bir rüyayı yazmam gerekir. Rüyanın haberci bir rüya olduğunu biliyorum ama, haberi banaydı. Zaten okuyunca sizde ne demek istediğimi anlarsınız. Evet sembolik dil var ama, hemen anlaşılabilecek sembol var.

Çok büyük bir tuvaletteyim. Tuvalet dediysem ortada tek ve kocaman bir klozet var. Çapı 2 m’den büyük ve yüksekliği

, benim içini ancak görebileceğim yükseklikte. Etrafında dolaşıyorum ve bu tuvaletin nasıl kullanılacağını düşünüyorum. Kenarına sıra sıra dizilip, yan yana oturarak hacet giderilebilir. Epey büyük, yan yana on kişi oturabilir. Fakat rüyamda bu durum, normal bir durum gibi, yadırgamıyorum. İçine bakıyorum ve görebildiğim bir sürü; gazete, dergi, kitap sayfası gibi yazılı argümanlar var. Fakat su kirli değil, durunuk ve temiz. Ben sifonu çekiyorum ama sanki tıkalı, sifonun içindeki su boşaldığı halde, giden bir şey yok. Ben etrafında gezerken, hem de su seviyesini gözlüyorum. Sanki çok yavaş gidiyormuş gibi geldi bana. Biraz daha dikkat edince, evet, evet gidiyor gibi, derken hızlanarak öyle bir boşaldı ki! sanki büyük bir çağlayanın gürültüsü gibi, muazzam bir ses çıktı. Beni de içine çekecek diye irkilerek geri sıçradım ve uyandım.“

Mesajı anlamışsınızdır. O klozet benim iç dünyam ve içindeki literatür, benim o güne kadar edindiğim tüm bilgiyi içeriyordu. İşte o günden sonra bende muazzam bir değişiklik oldu ve hem bilim hem de dinler konusunda muhteşem açılımlar yaşadım. Artık ne bilime ne de dinlere öcü olarak bakmıyorum. Dünyada olan her bilginin, bize gerekli olduğunu biliyorum ama asla gerçeği oluşturmadığını da biliyorum. Din konusunda, “Arife din gerekmez”, moduna geldim. Kendimi arif diye tanımladığımı sanmayın. Ama artık, inançların kişilerin ihtiyaçlarına göre şekillendiğini biliyorum. Ulaştığım bu seviye benim ihtiyacım olandır. Eşim beş vakit namaz kılar ve onun da ona ihtiyacı olduğunu anlayan biriyim. Sonuçta dünyada var olan, 8 milyar insanın hepsinin, kendi yollarında olduğunu anladım.

Şu anda geldiğim noktada beni tanımlayacak bir îzm yok. Artık ateist değilim. Dindarda değilim. Beni deist de tanımlamaz. En iyisi ben kendimi tanımlayayım siz karar verin. Eğer bir tanımlama biliyorsanız, lütfen bana da yazın.

Bilimin tartışılmaz üstünlüğü olduğunu düşünüyordum ama, artık öyle olmadığını biliyorum. Çünkü, gerçek bilgi yanında dini bilgilerle aynı seviyededir. Yani onlar da dini bilgiler gibi, bizi bir hedefe götürmek amaçlıdır ve amacını inançsız insanlar sayesinde gerçekleştirmiştir. Dini bilgiler de aynı seviyededir. İnsanın gelişiminde bir merhaledir ve onlarda gerçek bilgilere gidişte bir basamaktır. Yani ben her iki kaynağı da insan gelişimi için, birer araç olarak görmekteyim.

Fakat, benim özel önem verdiğim tek kaynak Kuran’dır. Onun da sembolik mesajıyla ilgileniyorum. Kuran’a değer veriyorum diye, ibadet ettiğimi sanmayın. İbadet ihtiyacı olanlara ulaşması gereken mesajdır. Ben sembolik mesajıyla ilgileniyorum. Yazılarımın büyük çoğunluğu, Kuran’ın hakkında olduğunu görebilirsiniz.

Sizi biraz daha şaşırtayım. Kuran’ı kaynak olarak görmeme rağmen, bana göre bir tanrı yoktur. Bana göre, bir programcı ya da plânlayıcı vardır ama, o yaratıcı değildir. O’na Kaynak adını verdim. Çünkü hem bizim kaynağımızdır, hem de bizim varacak olduğumuz yerdir. Yani Kuran’da olan “O’ndan geldiniz, O’na döneceksiniz” söylemine tam inanan biriyim.

Allah, Rab, “O” kavramlarının ne anlama geldiğini “Kuran’a göre tanrı tek değil” adlı makalemden okuyabilirsiniz. Orada da göreceğiniz gibi, Allah bu evrenin kendisi, daha mantıklı cevap olarak bu sistemin yazılımıdır. Rab ise, üst katlarda olan melekleri, “O” ise kaynağı işaret eder.

2010’lu yılların ortalarına kadar, bilimle uğraşırken, Kuran birden hayatıma girdi. Beni ilk çağıran Râd 41 “Görmüyorlar mı ki, biz yeri etrafından eksiltip duruyoruz” ayetiydi. Çünkü o aralar bilimsel olarak, evrenin kütle kaybederek büzüştüğünü, ciddi ciddi düşünür olmuştum. Henüz bilim bu bilgiye ulaşamadı ama, bu ayet yüzünden Kuran’ı ciddiye almam gerektiğini düşündüm.

Bu arada herkesin okuduğu bu ayetin, neden beni bu kadar etkilediğini anlatmam gerekir. Yoksa beni anlamanız mümkün olmaz. Benim çok önemli bir yeteneğim var. Ben Allah vergisi diyorum. Okuduğum, gördüğüm ya da izlediğim bir bilginin doğru ya da yanlış olduğunu, sezinleyebiliyorum. Bir bilgi beni kendine çekiyorsa, onun bende ciddi şeylere sebep olacağını anlayabiliyorum ve bu ayetin şiddeti kadar beni etkileyen bir durum daha olmamıştır. Gerçi Kuran, bugün bile benim dikkatimi çekiyor. Bazen bana öyle geliyor ki! sanki Kuran, sırf beni uyarmak için yazılmış gibi… Ama o ilk çekişin etkisi artık epey daha az. Ne olur kendimi, özel biri gibi gösterdiğimi düşünmeyin. Elimden geldiğince serüvenimi doğru aktarmaya çalışıyorum. Kuran’ın beni uyarmak için gönderildiğini söylemiyorum, seçtiğim kelimeler, olayın değerini anlatmak içindir.

Neyse! biz konumuza dönelim. Benim Kuran’dan etkilendiğim ikinci konu da 7 gök katı konusudur. Sicim teorisiyle uğraştığım bir zamanda, Kuran’da Bakara 29 ayetindeki “O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi” ayeti dikkatimi çekti. Sicim kuramı da 10 boyutlu bir evren öngörür. Üç boyuttan on boyuta kadar saydığımda yedi katman elde ettim. Oysa sekiz katman saymalıydım. Yani hatalı saydım ama, bu bende iz yaptı. Sonra araştırmam devam edince, aslında sekiz olması gerektiği sonucuna ulaştım. Çünkü görünen evrenin de işin içinde olacağını düşünüyordum. Sonuçta görünen evrenin astral düzeyin hologramı olduğu konusu netleşince, başta neden 7 saydığımı ve bu sayıdan neden etkilendiğimi anladım. Bu sayede, bilim ve Kuran aracılığıyla, muazzam bir çıkarım yaptım. O günden sonra, Kuran benim baş kaynaklarımdan biri oldu. Elbette bilimi kenara attığımı düşünmeyin. Fakat bilimden bulamayacağımız bazı cevapların Kuran’da olabileceğini anladığımdan beri, benim için değeri daha çok arttı. Yani bugüne gelene kadar edindiğim bilgi birikimimin yarısını bilime borçluysam, diğer yarısını da Kuran’a borçluyum.

Birileri “hani nerde? Ortaya çıkardığın ne var?” diyecektir. Makalelerimi okuyanlar hem maddi hem de, manevi konularda ciddi makaleler yazdığımı bilirler. Fakat benim dikkate değer bulduğum makalelerim, bilim üzerine olanlardır. Onların değeri henüz keşfedilmiş değildir. Daha doğrusu hiçbir makalem hak ettiği değeri görmüş değildir. Herkes masal okur gibi okumaktan öteye geçmiyor. Bilim konusunda “Evren hakkında her şey” adlı makalemi okumanızı öneririm. Orada benim bilimsel konuları, bir adım daha ileri taşıyıp konuyu açıklayabildiğimi göreceksiniz. Elbette o makaleyi anlayabilmeniz için, ciddi fizik bilgisi bilmeniz gerektiğini bilmelisiniz. Orada oluşturduğum sistem, her şeyin teorisine giden yolu açan bir sistemdir ama önemli bir eksiği var. Konunun felsefi tarafı tamam ama matematik tarafı eksiktir. Onun için o konuyu tamamlayabilecek biri ya da birilerini beklemekteyim. Öyle biri çıktığında dünya, her şeyin teorisiyle muhatap olacaktır. Bu bir zaman meselesidir.

Size Kuran’la ilgili başka bir örnek vereyim. Sanırım durumu daha iyi anlarsınız. Kuran’da meşhur olan 19 sayısı var. Pek çok kişi farklı değerlendirmeler yapar. Ben farklı bir yorum yapıyorum. Kuran Müddesir (30) suresinde Sekar yani öte dünya dediğimiz, 7 gök katını anlattıktan sonra “Üzerinde 19 vardır” der. Bu söylem öte dünyanın bir level olduğunu ve üzerinde 19 level daha olduğunu söylüyor. Bu demektir ki bizler 20 level’lı bir sistemin içindeyiz ve ilk level’ın 2.kademesindeyiz. Bu bilgi bilim tarafından asla elde edilemeyecek bir bilgidir. İşte, Kuran’ın değerini anlayabiliyor musunuz? Asla ulaşamayacağımız kapılar açabilir.

Kuran’ın başka bir anlatımı da kıyamet anlatımıdır. Bilim asla kıyamet hakkında bilgi veremez. O ancak dünyanın ya da evrenin yok olmasıyla ilgili bilgilere ulaşabilir ama o tür bilgilerin kıyametle ilgisi yoktur. Çünkü kıyamet yok olmak değil, boyut değiştirmek demektir. İşte bu konuda bilim asla bir şey diyemez. Çünkü bilim ruhun varlığını kabul etmez. Bırakın ruhu, bilinci bile araştırmaz. Yani biyolojik olarak araştırır o kadar. Asla onu evrenle ilgili teorilerine katmaz. Bu yüzden de kilitlenip kalmıştır. Kuantum mekaniği bize bilincin evrenin önemli bir elemanı olduğunu gösterdi ama yine de durum ondan ileri geçemedi. Bilim ruhsal konulara öcü gibi bakmaktadır. Ateist bilim, konu tanrıya çıkacak diye korkudan ölmektedir. Oysa eğer tanrı varsa bunu yine bilim bulmalıdır. Çünkü dinci bilim insanları objektif olamaz. Fakat ateist olanların da objektif olamadığını görmekteyiz. Oysa her şeyin, tanrının bile formüle edilebilmesi gerekir.

Kuran’daki ruh ile, bilimin bilinç dediği şeyin, aynı şey olduğunu anladığımda, bende yeni açılımlar oldu. Kuran ve başka ezoterik kaynaklar sayesinde Nuh Tufanı, Kıyamet konularıyla bilincin yükselişini özdeşleştirebildim. Bu sayede evrenin, insan aracılığıyla kütle kaybettiğini çözdüm. Böylece Nuh Tufanı veya Kıyamet gibi olayların birer mit değil, birer fiziksel gerçeklik olduğunu anladım. Zaten Flynn etkisini biliyordum. Bu sayede tekâmülün bilinç geliştirmek olduğunu anladım. Eğer insan bilinç geliştiriyorsa bu demektir ki! öyle bir zaman gelecek ki, bilinç içinde bulunduğu bu kısıtlı bedeni terk etmek isteyecektir. Böylece kıyamet kavramının anlamını kavramış oldum. Kıyamet sürecinin çok kısa süreceğini rüyamda görmüştüm. Kuran, [tooltip layout=”box” text=”Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a aittir. Kıyametin kopuşu yalnız bir göz kırpması veya daha az bir zamandan başkası değildir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” effect=”1″]Nahl 77[/tooltip] ayetindeki “Kıyametin kopuşu yalnız bir göz kırpması veya daha az bir zamandan başkası değildir” söylemiyle, rüyamı doğrulamış oldu.

Hep kıyametin uyanmak olduğunu söylüyor ve okuyordum ama, bu uyanmanın ne anlama geldiğini pek anlamıyordum. Bu anlamı bana Kuran, Kâf 22 ayetinde, kıyameti yaşayan birine hitaben “Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir” diyerek anlattı. Ayrıca bu göz keskinliği için kullandığı “Hadid” kelimesi beni başka diyarlara götürdü. Çünkü bu ayette kullandığı “demir” kelimesine Kuran, farklı bir anlam yüklemişti. Bu özellik Kuran’ın önemli bir özelliği olduğunu anladım. Bu sayede bazı kavramları gizleyebiliyordu. Örneğin; Enbiyâ 26 ayetindeki kul kelimesinin anlamını, Araf 194 ayetinde açıklamıştı ve bunu herkes zaten biliyordu. Bunun gibi başka kullanımlarda olmalıydı. Benim şaşırdığım, Kuran’ın kendi kendini açıklama özelliğinin olduğunun biliniyor oluşuna rağmen, benim ulaştığım şeye, daha öncekilerin ulaşamamış olmasıydı. Ben bunu, hadislerle Kuran’a verilen anlama kimsenin dokunmaya cesaret edememesine yoruyorum. Ya da bu bilgilerin kıyamette ortaya çıkması gereken bilgiler olması sebebiyle, görülmesi engellenmiş olmalıdır. Yoksa benim mucizeler yarattığım falan yok…

Kaf 22 ayetinde “Demir” kelimesine yüklediği anlamı başka hangi ayetlere yüklediğine baktığımda Sebe 10, Hadid 25 ve Kehf 96 ayetlerinde bu anlama geldiğini kavradım. Ben demir kelimesine Kaf 22 ayetinden ötürü, “görüşü açık” anlamını uygun görüyorum. O zaman bu sembolün, Mehdi ya da Mesih kavramını açıkladığını gördüm. Bu durum Kuran’da Mehdi yok söylemini çürüten bir durum olmuştur. Zaten kıyameti bu kadar önemle vurgulayan bir kaynağın, onu organize edecek olanlar hakkında bilgi vermemesi düşünülemezdi.

Özellikle [tooltip layout=”box” text=”İşte o zaman meleklere demiştik ki: ‘Âdem(oğlu) için emre âmâde olun! İblis hariç, hepsi emre âmâde olmuştular. O (ise) emre karşı geldi, büyüklük tasladı ve nankörlerden oldu.” effect=”1″]Sebe 10[/tooltip] ayetinde “Davud’a demiri yumuşattık” söylemi bende süper açılım yaptı. Demir işlemeyi Davud peygamber bulmadığına göre, başka şeyden bahsediyor olmalıydı. İşte burada beynimde bir şimşek çaktı ve Kuran’ın Mehdi’yi Davut kişiliği arkasına gizlemiş olabileceğini düşündüm. Bu konuyu “Kuran’a göre mehdi” adlı makaleden okumalısınız. Nitekim, ulaştığım sonuçlardan biri, Kuran’ın mevcut yorumunun yapılabilmesi için, iki araç kullandığı. Bunlardan biri hadisler ve diğeri Tevrat idi. İşte ben başka ve sembolik dili olan ikinci anlamını anlamaya çalışmaktayım. Kuran önemli sembollerde, kendini açıklamak gibi bir özelliğe sahiptir. Tüm sembolleri çözdüğümü sanmayın. Ben henüz işin kaymağıyla uğraşmaktayım. Altında muazzam bilgiler olduğu kesindir.

Çözdüğüm sembollerden bazıları şunlardır. Ümmi, Güneş, dağlar, Kuşlar, deprem vb. Yazılarımda bu sembollerin anlamlarını yazdım. Fakat asıl çözdüğüm semboller, bugüne kadar İslam alimlerinin pek yorum yapamadığı Dabbe, Yecüc-Mecüc, Ashabı Kehf, Rakim gibi şeylerdir ki, sanırım can alıcı bilgiler bunlardır. Bu sembolleri çözmem uzun zaman içinde ve çok yavaş olduğu için, kaleme alınacak özel bir hikâye yok. İlk olarak 1980’lerde, Erich Von Daniken’in Tanrıların Arabaları kitabındaki, bazı mühendislerin dünyada insanlık yok olursa geriye bilgi bırakabilmek için yer altına gömdükleri bazı bilgiler olduğunu okumuştum. O aralar bizden önce de dünyada gelişmiş türler olabileceği gibi bir düşünceye sahiptim. O zaman, o insanların da bize bilgi bırakması gerektiğini düşündüm. Fakat bu bilgileri nerede bulacağımı bilmiyordum. Çünkü o dönemler dini kaynakların ya da ezoterik bilgilerin değerinden habersizdim ama, yine de en olası kaynak onlar olabilirdi… Ben o konuda araştırma yapmaya başlayınca, ilk karşıma Agarta efsanesi çıktı. Araştırdıkça ulaşmam gereken bilgilerin mahiyetinin ne olabileceği, kafamda şekillendi. Agarta efsanesi yer altındaki bir kütüphaneden bahseder. Bu bana da makul ve mantıklı geldi. Çünkü bugün bizler de öyle bilgiler bırakmaya kalksak, onları yeraltına saklarız.  O zaman Kuran’ın da bu konuda bilgi içerip içermeyeceğini merak ettim ama ne yalan söyleyeyim, hiç ümidim yoktu. Fakat Kehf suresiyle karşılaştığımda şok oldum. Kehf 9’dan 21’e kadar ayetleri okuduğumda dumura uğradım. Çünkü yedi uyurlar hikâyesi, bana çok başka şeyler söyler oldu. Daha önce çok kez okumuş olmama rağmen asla öyle anlam yüklememiştim. Konuyu “Zülkarneyn’in bize bıraktığı sırlar…” adlı makaleden okuyabilirsiniz. Tabii başlarda bu kadar kesin ve net anlam çıkaramamıştım. Ayetlerdeki “gençler”in kütüphanelerdeki bilgiler olduğunu anlamıştım ama olay zaman içinde şekillenerek bu günkü duruma geldi.

Merak edenler için, çözdüğüm en son sembol “kuş” sembolüdür. [tooltip layout=”box” text=”İşte o zaman meleklere demiştik ki: ‘Âdem(oğlu) için emre âmâde olun! İblis hariç, hepsi emre âmâde olmuştular. O (ise) emre karşı geldi, büyüklük tasladı ve nankörlerden oldu.” effect=”1″]Sebe 10[/tooltip] ve [tooltip layout=”box” text=”Kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de ona uyarak zikir ve tesbih ederlerdi.” effect=”1″]Sâd 19[/tooltip] ayetlerinde Davud’a kuşlarla ilgili bazı yetenekler verildiği yazmaktaydı. Bende, Kuran’daki tüm kuş kelimelerinin, geçtiği ayetleri inceledim ve [tooltip layout=”box” text=”Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız.” effect=”1″]İsra 13[/tooltip] ayetinde, amel defterine “Kuş” dediğini gördüm. Bu sayede Davud’a insanlığın kaderine hükmetmesinin verildiğini anladım. Yani Davud, kıyamette insanlığın kaderini eline alacak ve onları kıyamette, bir üst boyuta çıkaracak demektir.

Bu arada, Arapça bilmediğimi belirtmeliyim. Fakat internette muazzam bilgiler var ve onlar sayesinde muazzam sonuçlara ulaşabiliyorum. Hatta meallerde hatalı çevrilen pek çok ayetin olduğunu bile tespit edebilmekteyim. Sonuçta yazdığım makaleler ortada ve takdir sizin…

Mehdi konusunda dikkatinizi çekmek isterim. Çünkü birileri bana, “kendini mehdi mi ilan ediyorsun?” diyecektir. Mehdilik ilanla ya da istekle olmaz. Mehdi görevli olan kişidir ve o özel yeteneklere sahiptir. Benim Mehdi olabilecek yeteneğim yok. Makale ya da kitap yazmak, insanı Mehdi yapmaz. Onun için lütfen böyle saçma ithamlarda bulunmayın. Ben ancak Mehdi’nin bir askeri olabilirim ki, sanırım yaşım gereği, ona da nail olamayacağım.

Size tavsiyem, “ben mehdiyim” ya da “falanca mehdidir” gibi bir argümanla gelirlerse, bu söylem kesinlikle onun mehdi olmadığının delilidir. Benim için tek argüman vardır. O da Mehdi, Ahit sandığını bulacak olandır. Yani [tooltip layout=”box” text=”Peygamberleri, onlara şunu da söylemişti: Haberiniz olsun, Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir sekine (sükûnet, gönül rahatlığı), Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye (kalıntı) vardır. Onu melekler getirecektir. Eğer iman etmiş kimselerden iseniz, bunda sizin için kesin bir ibret, bir alâmet vardır.” effect=”1″]Bakara 248[/tooltip]’de dediği “Haberiniz olsun, Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktır” sözü gereğidir. Size Ahit sandığıyla gelmeyen kimseye, ki mucizeler gösterse bile, inanmayın, o mehdi olamaz.

Seyfullah Demir