Neden dünya denilen bu gezegendesin? Merak ediyorsan oku…
Âdemoğlunun dünyadaki zamanı doldu mu?
11.09.2015 tarihinde sabah uyandığımda, bir rüya gördüğümü biliyordum ama rüyanın detayları konusunda hiçbir şey hatırlamıyordum. Fakat rüyamda bu makaleyi yazmam gerektiği açıkça belirtilmişti. O gün işe gittiğimde faceye girdiğimde Ümit Beynel’in tamda yazacağım makaleyle ilgili iki paylaşım yaptığını gördüm. Uzun süredir yazı yazmıyordum. Hemen kolları sıvadım. Zaten daha önce bu konularda araştırma yapmıştım. Yeni gelişmeler var mı diye biraz araştırdım ve sonucunu takdirlerinize sunuyorum.
Antikitera makinesi ve Bağdat pili.
Girit’te M.Ö 150-100 yıllarına tarihlenen Antikitera makinesi denen bir alet bulundu. Çoğu hareketli olan 80’e yakın parçadan oluşuyordu. Konuyu bu makaleden daha detaylı okuyabilirsiniz. Yapılan araştırma sonucu Bilim Teknik Dergisinde de yayınlanmıştı. 1900 yıllarında bir Yunanlının saat yerine ayın örüntülerini gösteren bir alet yapması hiç mantıklı değildir. Bu aleti bir uzaylının o kişiye vermesi de pek mantıklı değildir. Bir uzaylının ayın hızlanmasını veya evrelerini gösterecek bir aleti insanlığa vermesi biraz saçma değil mi? Saat gibi çok daha kullanışlı bir şey vermesi gerekmez mi? Ya da en azından kendi gezegeninin zamanını gösteren bir cihaz vermesi beklenebilir. Gerçi oda saçma ama en azından öyle bir şey olmalıydı.
Irakta bulunan Bağdat pili ise başka bir fenomendir. Eric Von Daniken gibiler bu teknolojiyi uzaylıların verdiğini söylüyorlar ama bildiğimiz çömlekten yapılma bir araçtır. Teknoloji olarak zamanının çok ötesinde olmasına rağmen bildiğimiz çömlekten olması kafa karıştırıyor. Bu fenomende önemli olan bu pilin neyi çalıştırdığıdır. Arkeologlar onunla maden kaplama işlerinin yapıldığı söylese de çok inandırıcı gelmemektedir. Acaba çalıştırdığı Antikitera aletine benzer bir cihaz olmuş olabilir mi?
Baalbek, Angor kenti, Petra, Macchi Pichu, Sacsayhuaman gibi antik şehirler.
Bu konuyu etraflı olarak buradan ve buradan okuyabilirsiniz. Göreceğiniz gibi o zamanın teknolojisiyle yapılamayacak bir teknolojiye sahipler. Sadece yapım teknolojisi değil, lojistik olarak da çok ileri düzeyde bir gelişmişlik gerekmektedir. İsmini saydığım her kent çok özel bir özelliğiyle öne çıkmaktadır.
Baalbek’in en öne çıkan özelliği 1200 ton ağırlığında yekpare kayaların kesilip, taşınıp yerine konulabilmesidir. İnsan ölçülerine göre çok büyük bir bina inşa etmişler. Fakat merdivenler insan ölçüsüne göre yapıldığı için insanlar için yapıldığını anlayabiliyoruz. Ortalık yerde duran yekpare kaya günümüz teknolojisini bile zorlayacak cinstendir. 1200 tonu kaldırabilecek bir vinci yeni yeni yapar olduk. Sorun sadece araç değil, yol bile özel hazırlanmalıdır. Günümüzdeki kara yolları 40 tonluk yükler için planlanmaktadır. Eğer zemini uygun hale getirmezseniz gömülür.
Ankor kenti ise tam bir harikalar diyarıdır. Her şeyin kayalardan yapıldığı şehir New York büyüklüğünde bir alanı kaplamaktadır. Harika bir şehir planlaması vardır. Günümüzde onun kadar uygun ve göz alıcı bir şehir yapılmamıştır. Her taş bir sanat eseri olarak düşünülüp yerine konulmuştur. Görünen tüm yüzeyler yontularak şekillenmiştir. Harç kullanılmayan taşlar birbirine tam eşleşecek şekilde yanaştırılmıştır. Bazı yerlerde bu durum günümüzde yüksek teknolojik aletlerle ancak yapılabilecek kadar ileri düzeydedir. Bir müddet önce yapılan bir restorasyonda harç kullanmışlardı. Restorasyonu yapan kişiler ilk mühendislerin ince zekâsını anlayamadığı için restore yapılan yerlerde çatılar bina içine su almaya başlamıştı. Taşların hepsi bilgisayar ortamına geçirilip yapılan incelemede küçük detayların önemi anlaşılmış ve harçlı restorasyondan vaz geçilmişti.
Petra bir kent görünümünden çok harika sanatçıların uğraş yeri niteliğindedir. Zaten harika eserlerin çoğunda iç mekân, ya yok ya da çok küçüktür. Yani asıl amaç iç mekân değil dışta görünen güzelliğin olduğu anlaşılmaktadır. İşi gücü olmayan sanatkârların birbiriyle yarış yaptığı mekân gibi bir yer…
Macchi Pichu ve Sacsayhuaman benzer özelliklerde iki yerdir. Bana göre her ikisini aynı kişiler yapmış olmalıdır. Çünkü öyle bir teknik dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı gibi günümüzde de yapılamaz. Yerli kayanın yüzeyi düzeltilmeden doğal haliyle kullanılmış, girinti ve çıkıntıları ile tam örtüşecek bir işçilik yapılarak duvarlar oluşturulmuştur. Şehrin hemen bütünü bu şekilde yapılmıştır. Bu gün bu türden bir duvarı bizler ne teknolojik olarak ne de el emeği olarak yapamayız. Bu durum ancak ileri düzeyde bilgisayar teknolojisi ile henüz icat aşamasında olan lazerle taş kesme yöntemi kullanılarak yapılabilir.
Mısır piramitlerinden de bahsetmeden olmaz. Onlar ise daha çok büyük bir organizasyon becerisi sergilemektedir. 2,5 milyon taşın kesilip, taşınıp yerine konması günümüz paralarıyla yapılamaz. Fakat lojistik veya teknolojik olarak yapabilecek düzeydeyiz.
Dogonların Sirius yıldızının görünmeyen eşini bilmesi
Afrika’da bulunan Dogon kabilesi; Sirius yıldızından gelen birileri tarafından ziyaret edildiğine inanır. Bu durum tek başına dikkate alınacak bir durum değildir ama Dogonlar Sirius yıldızının görünmeyen bir eşinin olduğunu bilirler. Yeni bulunan bu yıldızı onların bilmesi mümkün değildir. Bu bilginin birileri tarafından onlara verilmiş olması gerekir. Daha fazla bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Çekiç, kömürde içinde çömlek
Bu makalede geçmişten kalan teknolojik ürünlerin bir kısmını paylaştım. Bu malzemelerin insanla bir ilişkisinin olmadığı çok açık… Ben burada yalnızca üçünü değerlendireceğim. Hiç tarihleme yapılmasına gerek olmadan herkes kendi mantığıyla yorumlayabilir. Örneğin çekici ele alalım. Makalemdeki videoda görüntüsünü görebilirsiniz. O çekicin bir kayanın içinde kalabilmesi için kaya fosilleşirken çekicinde içinde olması gerektiği çok açıktır. Tahminim bir su birikintisinin –büyük bir ihtimalle bir göl veya denizin- içine düşürülen çekiç, kum ve deniz canlıları tarafından kaplandı. Uzun yıllar basınç altında kalan çekiç zamanla oluşan tortul kayanın içinde kaldı. Çekici kaplayan kayanın üzerinde fosilleşen deniz kabuğu görülmektedir. Kömür içinde kalan döküm kap da tıpkı çekiç gibi bir süreç yaşamıştır. Kap kömürün oluşum süreci içinde orada olmak zorundaydı. Kömürün oluşumu 60 milyon yıldan başlar ve üst limit yoktur. Eğer fabrikada kullanılan kömür, taş kömürü ise en erken 200-250 milyon, antrasit ise 300 milyon yıl olmalıdır. Fakat kabı saran kömür en kolay tarihlendirilebilen bir materyaldir. Canlı kökenli olduğu için doğruya çok yakın tarihlendirilebilir. Bu resmi aldığım sitede kömürün yaşının 300-325 milyon yıl olduğu yazmaktadır. Eğer o fabrika antrasit kömür kullanıyor ise bu tarihleme doğru olabilir. Hem çekiç hemde kap bizim şu andaki düzeyimize bile gelememiş bir medeniyetin ürünüdür. Fakat resim 2’de üstteki taşta fosilleşen şey günümüze yakın bir medeniyet ürünüdür.
Her üç süreç için de, milyon yıllar gereklidir. Onun için her üç cihazı da yapanlar bizden çok çok önceleri yaşamış birileri olmak zorundadır.
Oyuncak uçaklar
Pek çok yerde uçan araçlara benzer, oyuncaklar bulunmuştur. Bunları uzaylılara bağlıyorlar mı bilmiyorum. Kanatlı ve pervaneli bir araçla hava olmayan yerde uçulamaz. Onun içinde, bu araçlarla başka bir gezegenden gelinemez. Eğer bu araçları kullanan varsa, dünyalı olmalıdır. Uzaylı olan, çok daha gelişmiş araç kullanırdı.
Ayrı yerlerde bulunan aynı çizim veya heykeller.
Antik medeniyetlerde pek çok şey birbirinin kopyası niteliğindedir. Örneğin Asur, Hitit, Yunan, Roma tanrıları birbirinin çok benzeridir. Bunu “birbirlerinden kopya çektiler” şeklinde açıklamak mümkün ama Antik dönemde birbirleriyle bağı olmayan gurupların bize bıraktığı bazı eserler inanılmazdır. Örneğin Avustralya’da Mısır tanrısı Anubis’in birebir bir kopyasının olması ya da Sümer’de olan bir rölyefin aynısının Ekvator’da olmasını nasıl yorumlamalıyız.
Mağara resimleri
Daha detaylı bilgileri bu makaleden okuyabilirsiniz. İspanya ve Fransa’daki bazı mağaralarda bulunan mağara resimleri ciddi fenomen oluşturmaktadır. 30-35 bin yıl önceye tarihlenen bu resimleri insanların yaptığı düşünülmektedir. Henüz okun bile icat edilmediği, insanlığın mızrakla avlandığı dönemlerde bu resimleri çizmiş olmaları mümkün değildir. Çünkü bu resimler gerçekten sanat bilgisi olan ve üç boyutlu düşünebilen insanların yapabileceği bir şeydir. Birileri “çıkmış öyle biri” diyebilir. Fakat o kişinin aynı zamanda dünyanın pek çok yerine gidip boya malzemesi toplaması gerektiğini de açıklaması gerekir. Açıklasa bile yetmez, aynı zamanda o kişinin boya yapımını icat ettiğini de açıklamalıdır.
Avrupa’daki boya kaynaklarını bilmiyorum ama resimdeki dört renk için Türkiye’deki yerleri biliyorum. Siyah için Kastamonu Gövendere’den, kırmızı için İstanbul Çamlıca’dan, beyaz için Göreme’den, sarı için Alanya’dan toprak almak gerekir. O insanlar ancak boğazlarını bakabilmek için yiyecek peşine koşarlardı. Hangi boyanın nerede olduğunu bilemezlerdi. Ve daha da ilginci yaptıkları boya 35 bin yıldır canlılığını korumaktadır. Oysa benim marketten aldığım sprey boya 3 yıl sonra kayadan tamamen silindi.
Başka bir gerçek ise bu durum, tek yerde gerçekleşen bir durum değil. Birbirinden hem tarih hem de uzaklık olarak epey uzak, birkaç yerde bu durum yaşanmıştır. Yani aynı özelliklerde birkaç mağara vardır. Bunun pek mümkün olmayacağını biliyor olmamıza rağmen bu mağaralar varsa birileri yapmıştır savı savunuluyor. Yani bilim bu durumları tamamen tesadüflere bağlamaktadır.
Kiev astronotu gibi heykel ve çizimler.
Bildiğim pek çok aynı türden heykel ve resim var. Kafalarında başlık olması nedeniyle hemen hepsi uzaylılara bağlanmaktadır. Oysa sadece uzaydan gelenler kask takmaz. Örneğin denize dalacak olanlar da koruyucu kast takar.
Bu resimlere yapılan uzaylı yorumuna itirazım var. Resimlerde görülenlerin hiç biri uzaydan gelen birinin elbisesi olamaz. Çünkü uzaydan gelen birinin yaşam şartları asla bizimle aynı değildir. Gelen kişilerin oksijen tabanlı olduğunu kabul ettiğimizde bile atmosferimizdeki oksijen ya da CO2 oranı bizimkinin aynısı olamaz. Dünyadaki oksijen oranı %20,9’dur. Fakat insanoğlu %19,5 ile %23,5 aralığında sağlıklı olarak yaşayabilir. Bu aralıktan uzaklaşıldığında insan artık sağlıklı olarak yaşamını devam ettiremez. Aynı sorun CO2 içinde geçerlidir. %0,5’den yukarı olan CO2 oranı insan için uygun değildir. %4’den yukarı yaşam devam edemez. Uzaydan gelecek olan biri dünyamıza benzer şartlara sahip bir dünyadan geliyor olması pek mümkün değildir. Mutlaka Oksijen ya da CO2 oranı farklıdır. Çünkü o insan kendi gezegenine adapte olmak zorundadır. Onun için gelen kişinin sırtında kendi atmosferinin şartlarını sağlayan yaşam destek ünitesi olmak zorundadır. Ve böyle bir sırt çantası astronot heykellerini yapan kişilerin gözünden kaçmış olamaz. Astronot olduğu söylenen hemen hiçbir heykelde bu ayrıntıya rastlamıyoruz. Eğer dünyamızla aynı şartlarda bir gezegenden gelen kişi varsa başlık kullanmayacağı için onu ancak anatomik yapısından anlayabiliriz. Zaten o da kafasına başlık takmaz.
Bu heykellere ikinci itirazım hepsinin anatomik olarak insana benziyor oluşudur. Bu da pek mümkün olmaması gereken bir durumdur. Dünyadan farklı şartlarda evrimleşen canlı insandan farklı bir şekilde gelişmeliydi. Belki evrimsel şartlar insanın yapısına benzer bir yapıda olmasını zorlayabilir ama aynı olmaları mümkün değildir. Dünyada aynı şekle sahip iki farklı tür yoktur. Örneğin at ile Eşek aynı atadan geliyor olmalarına rağmen gittikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Ve evrim, gittikçe farklılaşmaları yönünde gelişmektedir. Göz kulak gibi ortak yapı olmasına rağmen her canlıda bu ana yapılar bile farklılık gösterir. O zaman uzaydan gelenlerin insanla bu kadar benzerlik göstermesi mümkün değildir. Buna ikinci bir sebep de gezegenin büyüklüğüdür. Eğer büyük bir gezegenden geliyorsa kütleçekim yüzünden çok daha kısa ve güçlü kuvvetli bir yapıya, değilse tersi bir yapıya sahip olmalıdır. Çünkü kasların evrimi kaldıracakları kuvvete bağlı olarak değişiklik gösterecektir. Büyük gezegenlerde daha çok kas olması zorunluluktur. Atmosfer basıncı yüksek olur.
Bu şartlar altında hep sözü edilen NİBİRU gezegeninden geldiği söylenen Anunakilere de değinmem gerekir. Görünen o ki Anunakiler uzaylı olamaz. Çünkü Sümer tabletlerinde gördüğümüz tanrılar tam olarak bizlere benzemektedir. Oysa Nibiru büyük bir gezegendir. Öyleyse o gezegenin kütle çekiminde rahat hareket etmesi gereken bir insanın çok daha büyük kaslara ihtiyacı vardır. Durumu daha iyi anlamak için Jüpiter’i örnek olarak kullanabiliriz. Dünyada 60 kg gelen biri Jüpiter’de 142 Kg gelir. Naim Süleymanoğlu’nun rekoru 200 Kg’dır. Naim Süleymanoğlu’nu Jüpiter’e göndersek orada ayakta durmakta bile büyük zorluklar yaşar. Naim Süleymanoğlu dünyadaki konforuyla yaşayabilmesi için ayaklarının 2,38 kat daha kalın olması gerekir. (Dünyada 9,81 Newton olan kütle çekimi Jüpiter’de 23,30 Newtondur.)
Başka büyük bir problemde; kendi gezegen yüzeyindeki yüksek basınca alışık Anunaki dünyamızda yaşayamaz. Yüksek iç basıncı onun parçalanmasına sebep olur. (Yüksek dağlara çıkmaya çalışan dağcıların burunlarının kanaması yada denize dalanların vurgun yemesi sebebiyle.) Kütle çekimi insanların boylarının uzamasını da engelleyeceği için çok daha kısa ama daha kaslı bir yapıya sahip olmalıdır. Kısaca Nibiru gezegeni dünyamızla aynı yaşam şartlarına sahip olamayacağı için insanların korunaklı odalarda ya da astronot elbiseleri içinde gezmesi gerekirdi. Oysa Sümer tanrılarını resmeden kil tabletlerde öyle bir yapı görmüyoruz.
Yanlış anlaşılmasın uzaylıların olmadığını söylemiyorum. Bize uzaydan geldiği söylenenlerin uzaylı olamayacaklarını söylüyorum. Birileri “UFO’lar ne o zaman?” diye soracaktır. Ben UFO’ların uzaylı değil dünyalı olduklarını düşünüyorum. Onlar zaman yolculuğu sorununu çözmüş torunlarımızdır. Bizimle iletişime girmemelerinin sebebi bu irtibatın onlara zarar verecek olmasındandır. Bizimle irtibata girmeleri demek “yok olma riski almaları” anlamı taşır. Burada kastettiğim şudur. Diyelim ki geçmişe gidip dedenizi öldürdünüz. Zamana müdahale ettiğiniz için zaman değişmiştir. Artık süreç sizin olmadığınız bir şekilde devam edecektir. Elbette insanlık yine devam edecek ve zamanı geldiğinde zaman makinesi bulunacaktır ama artık sizin olmadığınız bir süreç yaşanacaktır. Bu durumda siz olsaydınız, sizde zamana müdahale etmezdiniz. Zaman yaşanıp geçtikten sonraki insan, geçmişe gidip müdahale etmek istemez. Herkes kendi zaman gelişiminden memnun olur. Çünkü sadece onu bilir. Zaman müdahale edildiğinde kendi durumunu bilemeyeceği için risk almaz. Ancak zamana bağlı olmayan yani zaman değişiminden etkilenmeyen kişi zamana müdahale edebilir. Çoğu insanın aklından zamanda geri gidip Hitleri yok etmek geçmiştir. Fakat belki de Hitler’i yok etmek dünyada çok daha büyük felaketler olmasına yol açacaktır. Benim tahminim; başka hiçbir şey değişmese bile; en azından teknolojinin gelişmesi yüz yıl geri kalırdı. Çünkü yapılacak müdahale zamanın kırılmasına sebep olacak ve dünyanın geleceği çok başkalaşacaktır.
UFO’lar kazara bile düşmezler. Yani hiçbir şartta insanların eline geçmezler. Çünkü zaman yolculuğu yapan bir medeniyetin UFO’su düşse de zamanda geri giderek düşme şartlarını düzeltir. Belki de zaman içinde düşen UFO’lar vardır ama bizim bunu bilmemizin yolu yoktur.
Yanlış anlaşılmasın, belki gerçekten uzaydan birileri bizi ziyaret ediyordur ama sanırım bizimle iletişime girmezler. Onlar ancak uzay turistleridir ve sanırım gezip görmek amacı dışında bir amaç gütmezler.
SONUÇ
Yukarıda yazdığım verilere bakarak tek alternatifin olduğunu görüyorum. Milyonlarca yıl önce suya düşürülen çekici uzaylılar yapmış olamaz. Çünkü uzay teknolojisine sahip birileri çok daha asortik biçimli çekiç yapardı. Oysa o çekiç bizim 500 yıl önce yaptığımız aletlerle eşdeğer bir görünüme sahip. O çekici düşüren kişi, bizim şu anki durumumuza bile gelmemişti. O zaman bunun tek anlamı kalıyor. Bizden önce başkaları dünyada yaşamış ve o çekici üretmiştir. Kömür içindeki kap ile çekiç arasında da milyonlarca yıllık zaman farkı var. Demek ki o kazanı da bir başka insanlık türü üretmiş. Çünkü kazan da uzaylı işi olamayacak kadar kaba bir işçiliğe sahiptir. Demek ki biz, ne tekiz ne de ilkiz. İlk olmadığımıza göre, sonda olmayacağız.
Bu veriler beni şu sonuca ulaştırıyor: Dünyada zaman zaman bir insanlık türü gelip, bir müddet kalıp sonra yok oluyor. Durumu daha derinlere doğru incelediğimde elde ettiğim önemli bir veri de, bu sürecin periyodik olduğudur. Ulaştığım sonuçlar -ki o yazılarımı blokumdan okuyabilirsiniz- her 25 bin yılda bir dünyadan bir tür yok oluyor, bir yenisi devreye giriyor.
Dünyada her zaman bu günkü insan büyüklüğünde insan türü olmadı. İnsan büyüklüğünü, o anda dünyaya hâkim hayvan büyüklüğü belli etmektedir. Örneğin dinozorlar döneminde insanlar dev boyutlarında olmalıydı. Dinozorlar yok olduğunda dünyada –dinozorların yok olma süreci buradan okunabilir- en büyük canlı porsuk büyüklüğündeydi. İşte o zaman ki insanlarda 20-25 cm büyüklüğünde olmalıdır.
Geçmişte küçük yada dev insanların varlığı bana göre olasıdır. Fakat bu konuda net o kadar kirli ki! neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamak epey zor. Küçük insanlarla ilgili ciddi bir veri bulamadım. Dev konusunda ise pek çok bilgi olmasına rağmen ciddi olduğunu düşündüğüm bir bilgiye rastlamadım. Bana göre en ciddi veri (tartışmalı olmasına rağmen) İca taşlarıdır. Buradan daha detaylı bilgi alabilirsiniz. Taşların üzerindeki çizimler kafa karıştırır niteliktedir. Birinde teleskopla yıldızlara bakan insan varken, diğerinde mızrakla dinozor avlayan insan var. Bu durum bir çelişki gibi görünse de dinozor döneminde insan olması ve büyüklükleri de dinozorlarla başa çıkabilecek büyüklükte olması kuvvetle muhtemeldir. Fakat Tevrat’ta yazan dev konusunu, bu durumla karıştırmamak gerekir.
Tevrat’ta adı geçen Nefilimler, bazıları tarafından dev olarak niteleniyor olmasına rağmen; bana göre onlar dev değil, cüsseli insanlardır. Bir Afrika Pigmesine göre Avrupalı dev sayılır. Fosillerine ulaştığımız Neandertal insanları da cüsseli insanlardı. Çünkü buzul döneminin zorlu şartlarını aşmak için cüsse büyük avantaj sağlamaktaydı.
Dünyadan, bizden önce geçen son iki türü tahmin edebiliyorum. Çünkü onların fosillerine ulaşmış bulunmaktayız. Bence, Homo Eraktusdan sonra Neandertaller dünyada hüküm sürdü. Neandertal, insanın Homo Sapiens dönemine denk gelir. Neandertaller, Cro Magnon olarak devam etti. Tıpkı bizim Homo Sapiensten sonra insana dönüşmemiz gibi. Ben bu türü bizden önceki Atlantisliler olarak adlandırmaktayım. Sizler başka bir isim de verebilirsiniz. Muluların da Homo Eraktus olduğu kanaatindeyim. Fakat ne Atlas Okyanusunda ne de Hint Okyanusunda bir adada yaşamadılar. Onlar bizim gibi tüm dünyayı yurt edinmişlerdi. Her iki türün yok olması bilgisi bize efsaneler şeklinde intikal etti. Yok olmalarına anlam verilememiş, onun için büyük bir felaket olmalı diye düşünülmüştür. Böylece olmayan kıtalar üretilip batırılmıştır.
Olaylara böyle baktığımızda binlerce yıllık çekicin de kazanın da olması garip olmaz. Ya da ortalıkta gezen bir sürü kiev astronotu gibi heykeller anlam kazanır. Çünkü o heykeller ya da uçan araç oyuncakları önceki türlerden kalan eserler demektir. O dönemde denizler altına inmek ya da motor kullanmak için başlık takmak gerekmişti. Büyük gözlü heykellerin gözlüklü insanlar ya da jet pilotlarının kasklarını gösteriyor olması muhtemeldir. Mağara duvarlarına bu kadar güzel resimleri nasıl çizdikleri mantık çerçevesine girer. Çünkü bu gün bizim insanlarımızda benzerini yapmaktadır. Grafiti sanatı bu tür bir sanattır. İnsanlar boş buldukları duvarları çizimlerle süslemektedir. Aynı şeyi bizden önceki türden birileri mağara duvarlarına yaptı. Bizden de mutlaka bir mağara duvarına benzer şeyler yapan vardır. Eğer bir şekilde o mağara korunmuşsa gelecektekilere eserlerimizi bırakmışız demektir.
Yalnız bu insanlıklar birbirinden kopuk olarak yaşamazlar. Anladığım kadarıyla önceki sonrakini eğitir. Sadece eğitmez onu kendi genleriyle geliştirir. Yani milyonlarca yıllık evrimin 15-25 bin yıllık bir süreçte oluşmasını sağlar. Böylece kendi yerine geçecek yeni halifeyi oluşturur. Çünkü her insanlık zamanı geldiğinde bedensiz yaşama geçecektir. Bedensiz yaşama geçtiğinde geriye görevliler kalır. O görevliler öncekini hem eğitir, öğretir hem de gen olarak geliştirir. Bedensiz yaşama geçme sürecini kıyamet olarak biliyoruz. Kıyamet hep felaketle özdeşleşmiştir ama asıl anlamı uyanmaktır. İnsanlık ancak kıyamet sürecinde gerçek bilgilere vakıf olabilecektir.
Hatta bu eğitim alt türün bedensiz yaşama geçmesinden sonra bile devam eder. Fakat ben ancak bedenli dönemde bu eğitimlerin nasıl ve neler olabileceği konusunda tahminler yürütebilirim. En bariz olanı Sümer tanrılarının Sümerleri yetiştirmesi olayıdır. Hatta kendilerinden sonra da eğitimin devam etmesi için onlara “me” denilen kullanma kılavuzları bırakmışlardı. Benim Sümer tanrılarının önceki türden kalan görevliler olarak gördüğümü anlamışsınızdır. Sadece onlar değil daha sonraki tüm pagan dinleri bu görevlilerin eseridir.
Bilim konusunda da bizlere yardım etmişlerdir. Her zaman tanrı rolüne bürünmemişlerdir. Bazen insanların arasında yaşayıp onlara teknolojik aletleri kullanmayı öğretmişlerdir. Örneğin Bağdat pili ve Antikitera makinesi onlardan kalan eserlerdir. Tahminim Bağdat pilinin çalıştırdığı şeyi bulamadık. O tür araçların uzun süre yaşaması pek mümkün olmamıştır. Çünkü o aleti yapabilecek zekâya ve bilgiye sahip olmayan insan zaman içinde yok olmasına engel olamamıştır.
Teknolojik aletlerden birinin mermer kesme aleti olduğunu düşünüyorum. Bu alet Romalılar tarafından kullanılmıştır. Buradaki makalemden daha geniş bilgiyi okumanız mümkün. Garip olan Romalıların Mermer kesme aletinden daha çok mermeri kesecek bıçağı yapabilmiş olmalarıdır. Çünkü yüksek teknoloji isteyen bir durumdur. İlk olarak 1889 yılında “Helis Tel Kesme Makinası” adı altında paten alındı. Elmaslı tel kesme ise ancak 1975’lerde mermer ocaklarında görülmeye başlamıştı. Gariptir ki Romalılar tel ile mermerleri kesebiliyordu. Zaten “Helis Tel Kesme” makinesini icat eden kişi de Romalı mühendisi Pliny’nin tarifinden esinlenerek icadını yapılmıştır.
Elbette Romalılara bu bilgiyi görevlilerden birinin vermiş olduğunu savunuyorum. Aynı görevlilerden biri de Dogon kabilesini ziyaret edip onlara Sirius yıldızından geldiğini söylemiş olmalıdır…
Piramiti ve antik şehirleri bu görevliler, insanları organize ederek yaptırmışlardır. Mısır piramitlerinde insanları kullanmışlardır ama öyle sanıyorum ki Macchi Pichu’da insan kullanılmamıştır. Daha sonra orayı bulan İnkalar şehrin tanrılardan kaldığına hükmederek orayı tamir etmiş ve orada yaşamaya devam etmişlerdir.
Sanırım kafanızda ki pek çok soruya cevap buldunuz ama yeni pek çok soru oluşmuştur. Bende bu soruların cevaplarını arayan biriyim. Fakat ne yazık ki insanımız dünya hayatına öylesine dalmış ki gökten İsa peygamber inse dönüp bakmayacak durumdadır.
Biliyorum ki bazıları bu bilgileri inançlarına saldırı şeklinde görecektir. Oysa bu tekrarlanan bir süreçtir. İster kabul edin, ister etmeyin; bu kimsenin inisiyatifinde değildir. Dinlerin kıyamet dediği bu süreci kaçınılmaz olarak bizlerde yaşayacağız. Çünkü periyodik olarak tekrarlanan bu süreç en son, Cro Magnonların neslini tüketmişti. Kesin tarihler yok ama sanırım bizimde zamanımız dolmuştur… Fakat bilinenin aksine kıyamet yok olma değil uyanma sürecidir.
Pek çok kişi bu yazıyı beğenecek ve burada unutacaktır. Zahmet edip paylaşmayacaktır bile. Ve insanlık girdiği kısır çekişme içinde olmaya devam edecektir.
Ancak çok az kişi bu yazıyı paylaşacaktır. Onlarda genelde bu durumlardan az çok haberi olanlar olacaktır. Oysa bu yazıya en az onların ihtiyacı vardır.
Seyfullah DEMİR
Print article | This entry was posted by Seyfullah Demir on 13 Eylül 2015 at 12:52, and is filed under Bilim, Genel. Follow any responses to this post through RSS 2.0. Yazıya yorum yapmak için aşağıya gidin. Ping'lere izin verilmiyor. |
yaklaşık 1 yıl önce
Merhaba Seyfullah bey
Öncelikle “the pyramid code” belgeselini bir kaç haftada bitirdim ve burada bazı şeyleri sizinle paylaşmak istedim. Tabi kendi fikirlerimi de ekledim.
Şiddetle izlemenizi önermekle beraber, öncelikle son dönem yapılan çalışmaların sizin düşünce yapınız ile uyuştuğunu söyleyebilirim.. Tabi bu benim çıkardığım varsayımlar.. Tesla’nın düşüncelerinin mısırlılarla olan bağlantısından tutunda epifiz bezinin neden o dönemde bu kadar önemli olduğuna kadar izlediğim tüm detaylar hayret verici. Aslında neye inandığımdan çok sanırım ne hissettiğimi yazmalıyım;
Bana göre mısırlılar (teorilere göre bkz: pyramid code) altın çağda bizlere yani kendilerinden sonra hasat edilecek olan toplumlara birşeyler bırakmak için oradaydılar izlemini veriyor. Özellikle Süptil enerjisinin (manyetik alanlardaki görünmez enerji – Bkz :Alternatif akım ve Tesla) günümüzde halen açıklanamaması ve mısırlıların, bu enerji için piramitleri tıpkı bir elektrik santrali gibi kullanması söz konusu. Belli bir bir bilgiye vakıf olmuşlar ve yine çok belli ki burada bırakmak için ellerinden geleni yapmışlar. Piramitlerin uzay bağlantıları halen açıklanamıyor (orion korelasyon teorisi) ve nasıl konumlandıkları halen gizemini koruyor. Kişisel fikrim “burada-dünyada bu bilgi onlara bir şekilde birileri tarafından “kıyamet olduktan”? sonra verilmiş olabileceği ve üst bilinç seviyelerine ulaşmak için çalışma ortamı sağlanması yönünde. (Cennet-Cehennem seviyeleri) Çünkü ne yazıtlarında ne de tüm yapılarında “asla” ölümden bahsetmemişler ve yer vermemişler. Sadece ve sadece “GÖÇ” fikrine odaklanıp “BENLİK” odaklı çalışmalar yaptıkları anlaşılıyor. Yani bu insanlar Beden den çok “RUH”a odaklanmışlar ve bunu tam 15.000 sene önce öğrenmişler. Bu fikir yapılarını mayalarda ve benzeri manyetik alan kesişim noktalarındaki tüm antik kent dediğimiz yapılarda görebiliyorsunuz.. Muhtemelen de teknolojik olarak bir insanın ulaşabileceği en üst noktalarından birindeydiler..
Bence bu bir döngü ve şimdi de bizim öğrenmemizi istiyorlar.
Benim Kuran-I Kerim in bu konuda son derece açıklayıcı olduğundan hiç bir şüphem yok.
Her şey sır ve gizem olmasaydı öğrenmek diye bir kavramdan söz etmemiz olası olmazdı değil mi.
Saygılar Selamlar
yaklaşık 1 yıl önce
Uğur Kardeşim,
Göbeklitepeden günümüze insanlığın gelişimi sürekli artmaktadır. Bana göre kurulmuş en ideal medeniyet Sümer medeniyetidir. Mısır medeniyeti biliniyor olmasına rağmen Sümerler kadar dünyayı etkilemedi. Bilimimiz, matematiğimiz, geometrimiz, Dinlerimiz veya geleneklerimiz dahi Sümerlerden esinlenmiştir. Mısır medeniyeti bu günkü Mısırlıları bile etkileyemedi. Bunu yazmamdaki sebep bu medeniyetlerin insan ürünü olmadıklarını düşündüğümü söylemek içindi. Filmi bilmem ama geçmişte üstün bir medeniyet vardı. Kastettiğim insanlıktan önce. Sümerleri de Mısırlıları da o insanlar organize etti ve medeniyet kurmalarını sağladı. Ben Mısırlıların piramitleri enerji santrali olarak kullandığını düşünmüyorum. Öyle bir teori ortalıkta geziyor ama benim için doğruluk payı yok. Ben gelecek için öngördüğüm enerji çok daha basitçe elde edilebilen bir enerjidir ve öyle devasa binalar yerine küçük bir araç olacaktır. Hatta onun bir versiyonunu Yahudilere verdiler ve ahit sandığı çok uzun süre enerjisini kaybetmeden çalıştı. Ahit sandığının Soğuk vizyon santrali olduğunu düşünüyorum.
Bizleri eğitenler bu işi sürekli yaptılar ama hep farklı coğrafyaları kullandılar. Göbeklitepede insanlık çok geri olduğu için ancak tapınak yaptırdılar. Köy kurmaları öğrettiler. Çatalhöyükte şehir kurmayı öğrettiler. Sümerlerle medeniyet kurmayı öğrettiler. Onlar belli şeyleri öğretip sonra uzaklaştılar. Onlar uzaklaşınca medeniyet insanların elinde yozlaştı, despotlaştı ve yıkıldı. Fakat asıl amaç olan bilincin gelişimi sürekli arttı. Artık insanlık bedensiz yaşayabilecek seviyeye geldiği için dünyadan alınacak…
yaklaşık 12 ay önce
Bizleri eğitenler acaba “eğitirken” kendileri de eğitiliyor mudur ?
Haklısınız çokça teoriler ortada dolaşıyor ve insan sadece bu sonsuz evrende bakakalıyor. Bir iki gün önce satürn uydusundan dünyanın fotoğrafı çekildi. Sizlere ne hissettirdi bilmiyorum ama benim aklıma sadece şu geldi ” Daha gidecek çok yolumuz var ve buraya, bu minnacık şirin ama bir o kadar da kabuslarla dolu Dünyaya boşuna gelmiş olamayız, olmamalıyız” Bizi yaratan belki bize basit gibi görünse de tek bir yaşam arz ettiğine de inandırsa bile bunun arkasında bizi süprizlerle dolu yeni Dünyalar bekliyor olmalı. Evet, herkesin hayatı aynı değil, zengin, fakir, erken ölen doğan yanan eden kaybolan vs vs hayatlar ne uğruna yaşadığını ancak ve ancak geri döndüğünde anlayacak sanırım. Ama yine de tüm umut edebilenler umut etmeli ve burada kaldığımız süre zarfında Yaratıcının gücünü diğerlerine anlatma hedefi ile yaşamalı diye düşünüyorum..
Paylaşımlarınız ve özellikle düşüncelerinizi açıkça belirtebildiğiniz için size teşekkür ederim…
Emin olun bir yerlerde farkediliyorlardır…
Selamlar Sevgiler
Uğur
yaklaşık 1 yıl önce
UFO lar gelecekten gelen torunlarımız demişsiniz lakin bilimsel bir kaç kitapta şunu okudum: Zaman makinesinin icat edildiği tarihin gerisine gitmek imkansızdır , diyelim makine 2045’te icat oldu, 2044’e gidemezsiniz ama ilerisine gidilebilir diyordu, hatta kiapta. “Neden gelecekten gelen torunlarımız tarafından ziyaret edilmiyoruz? Sorusunun cevabı tam da budur” diyordu
yaklaşık 1 yıl önce
Böyle bir bilgi var ama tamamen tahmin. Bence torunlarımız bizi sürekli ziyaret ediyor. Uçan daireleri ortalıkta cirit atıyor. Bizimle iletişime geçmemelerinin sebebi böyle bir ilişki durumunda kendileri yok olabilir. Çünkü Lehinize yapmaya çalıştığınız her şey uzun vadede zararınıza olabilir. Yani Hitler’i doğmadan yok ederseniz teknolojiye büyük bir zarar vermiş olursunuz. Bazılarının iddiası zamana müdahale edildiği yönündedir. Eğer müdahale ediliyorsa bunu bizim anlamamız pek olası değildir. Geçmişten itibaren tüm bilgi değişiyor. Örneğin Hitler’i yok etmiş olsaydılar biz zaten Hitler’i hiç tanımıyacaktık. Müdahale edildiğini bilemeyecektik. Belki de Hitler teknoloji ve bilimin gelişmesi için organize edilmiş bir kişidir…
yaklaşık 1 yıl önce
Tahmin değil fizikçiler söylüyor. İncelemeniz için iki kitap: Brian Greene – Evrenin Dokusu s. 563 ve Einstein’ın Evreninde Zaman Yolculuğu, s.106-107
yaklaşık 1 yıl önce
Onur kardeşim, Eğer zaman makinesinin uzayı bükerek solucan deliğiyle birbirine bağladığı savı açısından bakılırsa öyle bir yorum yapılabilir ama ben bu düşünceye katılmıyorum. Ben Kurt Gödel’in zaman konusundaki yorumlarını daha çok benimsiyorum. Kurt gödele göre evren ışık hızında dönerse zaman kendi üstüne kapanıp kapalı çizgiler oluşturur. Elbette evrenin ışık hızında dönmesi mümkün olmaz ama aynı şeyi basınçta yapar.
Kuantum evren dediğimiz öte dünya karadelik olduğu için, zaman kapalı çizgilerden oluşur. Orada zaman içinde serbestçe gezilir.
Zaman makinesi bulunmasından önceye gidilemez düşüncesi zamanın solucan delikleri aracılığıyla yapılabilir düşüncesinin ürünüdür. Mantık olarak doğru gibi gözüküyor ama başka bir durum bu engeli kaldırıyor. Eğer evren bir karadelik ise (bence öyledir) zamanın ilk anına kadar bile gidilebilinir. Yeter ki onu yapabilecek teknolojiye ulaşalım. Çünkü zaten biz karadelik içinde tüm zamanların bir arada olduğu bir yerdeyiz. Hologram görüntüsü yüzünden öyle göremiyorsak da biz evrenin başlangıcına rahatlıkla gidebiliriz. Bu da benim yorumum. Benimki de bilimsel verilere dayalı olmasına rağmen tamamen tahmin. Gerçeği bilim zamanı gelince bulacaktır.
yaklaşık 1 yıl önce
bir komplo teorisi olarak bakıldığında tamam.
her ” tez ” antitezi de birlikte getirir.
o zaman sorun şu.
teknolojiler her yeni gelen türün kendi keşifleri olmakta.
yani bir önceki türün yaptığı keşif ve buluşlar o türle birlikte yok oluyor, eğer öyle olmasaydı,tel ile taş kesme aleti ,roma döneminde patenti alınmış bir buluş olacaktı.
işte çelişki burda doğuyor.
“dinlerin bahsettiği kıyamet” diyor ki eğer öyle olsaydı 35 bin yıl önceki çizim ve buluşlar günümüze kalmazdı ,genel olarak mantığa yatkın görünsede detaya bakıldığında kopuk olmuş.
yaklaşık 1 yıl önce
Değerli kardeşim,
Kıyameti felaket olarak aldığında dediğin doğru ama kıyamet felaket değildir. Kıyamet uyanıştır. Ayrıca kıyamet sadece insana kopacaktır. Dünyada yaşayan diğer tüm canlı/cansız her şey devam edecektir… O zaman 35 bin yıl önceki çizimler günümüze kalabilir demektir
…
yaklaşık 1 yıl önce
ama teknolojiler de yok oluyor.eğer öyleyse bu bildiğimiz kıyamet.
yaklaşık 1 yıl önce
Evet teknolojide yok oluyor. Çünkü yeni bir tür oluşturulduğu zaman akıl olarak sıfırdan başlıyor. Haliyle gelişmiş teknolojiyi kullanamayacağı için zekası kapasitesi oranında bilgi ve teknolojiye sahip olacaktır…
yaklaşık 1 yıl önce
Teknolojiler yok oluyor ama,yazarın kafasında soru işareti yaratan renkli çizimler kalıyor,bu fazla akilane değil.
yaklaşık 1 yıl önce
Anlamak istemeyenler için sihirli değneğim yok!
yaklaşık 2 yıl önce
Merhabalar Seyfullah Bey;
Öncelikle tüm makaleleriniz, teorileriniz ve Kuran ayetleri ile ilgili yorumlarınız için kutlarım.
Bu konularda ilham aldığınız belli oluyor. Ancak sizde çok iyi biliyorsunuz ki zamanı gelmemiş bir düşünce diğer insanlarda açılım yapamıyor. Aksine gelecekte çığır açabilecek düşünceler o gün için o düşüncenin sahibinin başını derde sokabiliyor. Sizin paylaştığınız düşünce ve teorilerin tamamına katılıyorum. Pek çok okuyucunuzun da katıldığına inanıyorum. Örneğin; Tanrının insanı yaratmadaki cennet – cehennem mantığından ziyade büyük bir amacının olduğu. Dolayısı ile mevcut dinlerin pek çoğunda ve İslamdaki açmazlar. Din ve bilim ilişkilerini çok iyi tahlil ediyorsunuz. Demekki artık zamanı geldi. İnsanlarda aydınlanma hız kazanıyor. Makalelerinizi dikkatle takip ediyorum. Tebrikler.
Bir kaç düşüncemi eklemek istiyorum.
1-) Paralel evrenler teorisi yanılmıyorsam ateist düşüncenin ileri sürdüğü bir teoriydi. Teizmdeki ince ayar veya hassas denge argümanlarına karşı “pek çok paralel evrenler olabilir ve bunların bir tanesinde yaşamın, akıllı yaşamın oluşması gerçekleşmiş olabilir” şeklindeydi. Paralel evrenler halen bir teoridir. Ancak paralel evrenler teorisi gerçek ise teist düşünceyi destekler diyorum.
Şöyle ki; Bir çiftçi bile bin m2 bir sera yapıp domates yetiştiriyorsa, bir bakıyorsunuz bir dahaki yıl yanına bin m2 daha eklemiş. üç beş yıl sonra bakıyorsunuz sekiz on tane yan yana bin m2 lik sera sıralanmış. Veya günümüzde oldukça yaygınlaşan françise mağaza veya restoran zincirleri birbirinin kopyası şeklinde başarılı olan sistemi çoğaltmaktadırlar. Akıllı insan çiftçi veya işadamı başarılı bir sistemi kopyalayarak çoğaltıyorsa Tanrı bunu niye yapmış olmasın. Yani paralel evrenler teorisi gerçekse paralel evrenlerin tümünde yaşam, akıllı yaşam olmalı. Dolayısı ile Paralel evrenler teorisi ilk olarak ateistlerce ortaya atılmış olsa da teist ve deist bir gerçek olabilir. Bence .
2-) Günümüz bilim ve teknolojisini gözlemleyince genetik araştırmalar, yapay zeka, insan bilincinin kopyalanması vs. İnsanı ürkütecek bir yöne gittiği belli. Her ne kadar sizin düşünce ve teorileriniz tüm bu gelişmelerin ilham ve sezgi ile yönlendirildiğini söylemiş olsanız da ürkütücü. Bir noktadan sonra kıyametin “sistemi sıfırlamanın” gerekliliği görülüyor.
Yukarıdaki çiftçi örneğinden devam edersek; Çiftçi bir yıl mahsul aldığı serayı, tarlayı sonbaharda sıfırlayarak bir dahaki yıl aynı şeyleri tekrarlayarak yeniden domatesini ekiyor veya tarlasına buğdayı ekiyor. Yedi milyar insan olgunlaşmış başaklar gibi hasad edilip bir döngü sonlandırılırken yeni bir döngünün de başlatılmış olması herhalde Tanrının programıdır. Bence.
Bu konuda tavsiye ettiğiniz M. Newton’un “Ruhların yolculuğu” kitabındaki yazarın yorumu dikkate değer. İleri düzeydeki ruhlar bölümü sayfa 222 ve 223 te yorumları özellikle 223 teki 3. paragraf. Şöyle; ” Buna göre ruhların çeyrek milyon yıl önce tükenen Homo erectus’tan daha gelişmiş bedenlerde yaşamış olması ve fosilleşmiş kalıntıların coğrafi değişimlerden dolayı bizden gizli kalmış olması mümkün görünmektedir. Bununla beraber bu hipotez insanların fiziksel evriminin bir yukarı bir aşağı ve sonra yine yukarı doğru gittiği anlamına gelir ki bence olası değildir.” Görülüyor ki M. Newton’un bu konuda kafası karışmış. M. Newton’un bu kafa karışıklığı da ancak sizin omazsa olmaz teziniz KIYAMET ile açıklanabilir diyorum.
Sevgi ve ışıkla olun
yaklaşık 2 yıl önce
Mevsimrengi kardeşim,
Kıyamet olgusu bilimsel olaylarda da benzer kafa karışıklığı yapmaktadır. Slocky Irak Şanidar mağarasında, elde ettiği verilerin; bir yükselen bir alçalan medeniyetlere işaret etmesini nasıl değerlendireceğini bilemedi. Aynı şekilde Neandertal yada Cro magnon insanlarının yok olmasını da değerlendirmekte aciz kalmaktadırlar. Bakalım bilim, ne zaman bu olguyu kabul etmek zorunda kalacak…
yaklaşık 2 yıl önce
Ballbek’e Lübnan gezimde gittim sözünü ettiğiniz yekpare kayanın üzerinde durdum,o dev sutunları gördüm ve hala aklım almıyor nasıl yapılmış nasıl taşınmış,sürekli bunu düşünüp duruyorum,hayretlerdeyim.
yaklaşık 2 yıl önce
Seyfullah Bey. Yazınızda bir kaç çelişki gördüm. Yanlış anladıysam kusura bakmayın, düzeltebilirsiniz. Bir gezegende yaşayan insansı varlıkların gezegen büyüklüğüne , yerçekim kuvvetine atmosferik şartlarına bağlı olarak ölçülerinin değişik olmasının gerektiğini söylemişsiniz. Ancak dünyamızda 20-30 cm lik insana benzer fosiller bulunduğunu ( bu fosiller sahte de olabilir mi? ) ve hiç önemsenmediğini de belirtmişsiniz. Bu durumda dünyamızda hem devler hem çok küçük boyutlu insansılar yaşayabiliyor. Demek ki eğer varsa gerçekten uzaylıların , Nibiruluların da bizim boyutumuzda yada bizden çok iri olmaları da doğal olacaktır. İkinci gördüğüm çelişki; her zaman dediğiniz bir düşünceniz, kıyamet çok uzakta değil yakın. Buradan anladığım önümüzdeki en fazla 20 30 yada en fazla 50 yıl sonra olabileceği şeklinde. Hatta siz 2012 de çok şey olacağını düşündüğünüzü de söylemiştiniz. Bu durumda UFO ların gelecekten gelen torunlarımız olması için teknolojinin çok daha büyük bir ilerlemeye ihtiyacı olduğu ortada. Demek ki buradan da kıyametin çokta yakın olmadığını çıkartabiliriz. Diyebilirsiniz ki teknoloji çok hızlı ilerliyor. Ancak UFO lar gibi çok hızlı hareket edebilen ve içindekilerin o ivmelenmeye dayanabilmesi için nasıl yapıldıysa biemiyorum, sanki yüzyıllar geçmesi gerekiyor. Ama bir düşüncemde UFO ların başka gezegenlerden gelmeside hiçte kolay değil. Mesafeler çok uzak. Zamanda seyahat ise apayrı bir konu, belkide fiziksel seyahat hiçbir zaman olamayacak.
yaklaşık 2 yıl önce
Realson kardeşim, Güzel konular yakalamışsın.
Öncelikle gezegenlerin büyüklüğünün canlı oluşumuna değineyim. Normalde dünyada fil gibi bir dev zaten yaşamaktadır. Fakat fil Jüpiterde yaşayan bir canlı olsaydı ayakları şimdikinin (atıyorum) beş katı daha kalın olmalıydı. Çünkü Jüpiter dünyadan çok daha büyük bir gezegen ve haliyle uygulayacağı çekim gücü çok daha büyük olacaktır. Fakat filin mevcut gövdesine 4 tane normalden 5 kat büyük ayak sığmaz. O zaman ya vücut büyüyecek yada filin boyutları küçülecek ve birbirine uyumlu olacak duruma gelecektir.
Kısaca demeye çalıştığım şey altın oran gibi bir şey. Her gezegenin altın oranı (kütleçekim vücut endeksi) farklı olacaktır. Kemik kas yapısı gezegenin çekim durumuna göre değişecektir. Elbette başka bir yolda kemiklerin dayanımının artmasıyla sorun çözülebilir ama ben var olan sistem üzerinden değerlendirme yaptım. Eğer geçmişte devler olmuş ise yine insan oranlarına benzer şekilde olmuşlardır. Oysa benim vurgulamaya çalıştığım şey Jüpiter gibi bir gezegenden insan gibi bir canlı olsaydı. Kısa ve bol kaslı yani daha kalın olacaktı. Bizim anatomimizle bire bir örtüşmeyecekti. Onun için Sümer tanrıları Nibiru gezegeninden olamaz diyorum… En azından ayakları fil gibi kalın olmalıydı. Dünyanın çapından 2 kat daha büyük bir gezegende 60 kg insan 480 kg gelir. Naim Sülaymanoğlu’nun rekoru 200 kg’dır. Yani öyle bir gezegende Naim Süleymanoğlu ayakta bile duramaz. Öyle bir gezegende kas kemik endeksi çok değişik olmak zorundadır. Öyle bir insan ise bize hiç benzeyemez.
20-30 cm boyundaki iskelet fosillerini bilimsel bir makaleden aldım. Eğer linkleri takip edersen orijinal (ingilizce) makaleye ulaşabilirsin.
Kıyametin yakın olmadığını, teknolojinin henüz hazır olmadığına bağladın. Mantık yolun doğru ama benim düşüncem, bulacağımız kütüphanelerde bu tür teknolojilerin bize verileceği yönündedir. Yani biz şimdilik o teknolojileri anlayabilecek duruma gelsek yeter. (hatta şu anda dünyanın bir yerlerinde birileri bu işe hazırlanıyor olabilir bile) Ayrıca benim düşüncem UFO’lar yerçekimini yok ederek çalıştıkları için G (Cİ) kuvvetlerinin oluşmadığı yönündedir. Görülen UFO görüntülerinden öyle olduğu görülüyor. Ya da ani hareket eden UFO’larda insan yoktur. Aslında çok iyi bilmediğim bir durum. Sadece sesli düşündüm… Fakat UFO’ların kütleçekimi ters çevirerek çalıştığını düşünüyorum ve bu durumun epey yüksek bir olasılıkla doğru olması muhtemeldir.